Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu |
|
||||||||||
|
Salisenin milyonda birinde bir tekrarlanan “kün” seslerini de duyabiliyordu üstün işitme özelliğiyle.. Kün, Kün, Kün sesleri kâinatın her noktasında birer kalp atışı gibi, her mikro saniyede bir çarpıp duruyordu inceden inceye.. Nebulalar, galaksiler, karadelikler, çiçekler, kelebekler, böcekler, milyarlarca çeşit varlık, yokluk alemlerinden varlıklar meşherine, akın akın göçüyorlardı her emirle birlikte. Dünya da bir sanat eseri gibi işleniyordu adeta.. Bu küçük gezegenin, atmosferi, ozon tabakası, toprağı, suyu ve yaşama müheyya bütün özellikleri, zamanı geldikçe hayata geçiriliyordu.. O çamursu yaratık da güzel bir kıvama (ahsen-i takvime) gelmeye başlamıştı artık. Yüzüne renk gelmiş, gözleri, elleri, ayakları ve vücudunun bütün hatları belirginleşmeye başlamıştı. Bir mimarın daha önceden planını çizdiği inşaatı meydana getirmesi gibi birisi de, bu çamursu yaratığı şekilden şekle geçirerek en güzel görünüme doğru tekamül ettiriyordu. Birden bire yaratığın kımıldadığını fark etti. Sanki titriyordu. Toprağımsı kılıfından, kozasından sıyrılan bir kelebek gibi sıyrılmıştı adeta. Yumurtadan çıkan bir tavus kuşu gibi dünyanın ve kainatın güzelliklerine uyanıyordu. Cennet gibi bir yerdi üstelik doğduğu dünya. Hayatın cıvıl cıvıl kaynaştığı bir cennetti burası… Duyduğu ses, kendi boyutundaki seslerin hiçbirine benzemiyordu. Sıklıkla tekrarlanan “hu” sesleri, aklını başından almıştı adeta.. Hu, hu, hu… Göz kapakları aralandığında iri gözleriyle, sonsuz güzellikteki bu alemi derinden derine süzmüştü yerde yatan yaratık. Solumaları daha bir hızlanmıştı bu sefer. Melekler tedirgin bakışlarla bu yaratığı izliyorlardı. Acaba diyorlardı kendi kendilerine, “bu yaratık da öncekiler gibi kan dökecek mi?” Birden sonsuz frekanslı bir ses işittiler : “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim! O’nu sizin bilemediğiniz çok ulvi gayelere için yarattım” Herkes bu hantal ama güzel görünümlü yaratığı, O’nun yarattığını anlamıştı. İblis de bu gerçeği anlayanların arasındaydı elbette. “Herhalde” diyordu içinden, “Bize hizmetkar olarak yaratılmış olmalı bu hantal yaratık.. Ben ve avanelerim yüz binlerce yıldır ibadet edip duruyoruz. Üstelik bütün meleklerin de başıyım ben. Damarlarımda asil bir ateşin akması da beni üstün kılan özelliklerden. Sanırım bu topraksı yaratığı bana köle olarak hediye edecekler..” Birden bire bütün melekler ve cinler, “Adem’e secde edin!” komutuyla irkildiler. Komutun Sonsuz Hükümdarlarından geldiğini bildiklerinden, kainat fabrikasında daha yeni üretilen bu yaratığın huzurunda secdeye vardılar.. İblis ise birden bire allak bullak olmuştu. Allah’ın kendisine bir köle yarattığını düşünmüştü öncelikle. Solucan gibi zavallı bir varlıktı o. Zira kendisi ateşten, bu yaratıksa basit bir topraktan yaratılmıştı. Zaten topraktan böyle bir yaratığın yaratılacağını duyduğunda da, bu mahlukun solucan, at ya da maymun gibi hayvani bir yaratık olduğunu düşünmüştü. Ancak şimdi, bu topraksı yaratığa secde etmesi emrediliyordu. Bugüne kadar hiçbir şeye isyan etmemişti ama artık bu kadarı da fazlaydı. Bunca hizmetine ve maddi üstünlüğüne rağmen adeta yok sayılmış, şu aşağı ırktan yani topraktan yaratılmış mahluka saygı duyması istenmişti. Kendisinde ise, bütün üstün özellikler mevcuttu. Uçabiliyor, bir anda pek çok yerde bulunabiliyor, çok hızlı hareket edebiliyor, gelecek hakkında tutarlı öngörülerde bulunabiliyor ve zekice işler yapabiliyordu. Ancak etrafı boş bakışlarla süzen şu yaratığa secde etmesi istenmişti. Hayır, bunu yapmayacaktı. Bu topraksı mahluka secde ederek, kendi üstün ırkını ayaklar altına almayacaktı. Halbuki varlıkların isimlerini tek tek sayabilen bu “insan” adlı yaratık, bilgisiyle, aklıyla, şuuruyla ve cesedinin dışındaki bütün o ruhani özellikleriyle, meleklerin de ötesine çıkabilecek cihazlarla donatılmıştı. İşte İblis, bu gerçeği anlamamış, bu isyanıyla, her nesneyi yoktan var edenin Sonsuz İlmini itham etmişti adeta.. Bu ilahi kıssanın sonunu elbette hepiniz biliyorsunuz.. Derler ki insanlardan da şeytanın izinden gidenler çok oluyor.. Irkçılık fikrine kapılarak, Türkleri, Arapları, Boşnakları, Romanları ya da diğer milletleri küçük görenler olabiliyor. Bu üstünlük yanılsamasının aslında ne kadar yanlış bir düşünce olduğunu, bu Semavi kıssa bize açıkça anlatıyor.. İçimizde bir yerlerde, bir ırkçılık fikri depreştiğinde, hemen “Euzu Besmele” çekelim ve “Adem’e secde edin!” emrine isyan edenlerin şerli yoluna dahil olmaya başladığımızı hemen hatırlayalım. Bu ilahi emri “saygı ve sevgi” manasında anlayarak, bizler gibi topraktan yaratılmış bütün Ademoğulların’da yansıyan yüksek manalara karşı sevgi besleyelim. Şunu da unutmayalım ki vatanını, milletini sevmek asla ırkçılık değildir ve bunlar şeytani değil insani özelliklerdir. Irkçılık, sahip olduğun gen özelliklerinden dolayı bir ırktan daha üstün olduğunu iddia etmendir. Bu iddia, o küçümsediğin kavmi yeryüzünden silmeye kadar götürebilecektir seni. İşte bu haksız bir zulüm olacaktır. Yoksa milleti, bayrağı ve vatanı sevmek her Müslüman’ın vazifesidir. Ve şunu unutmayalım ki, sonsuzluğumuzun kaderini, üstün ırkımız değil üstün takvamız belirleyecektir. Zira genlerimizin hükmü, ancak ve ancak kabir kapısına kadar devam edecektir. Peygamber soyundan gelen nice insanları bile kurtaracaksa, sahip oldukları genler değil onların takvaları, imanları kurtaracaktır. Hz. Bilal gibi bir Etiyopyalı Zenci sahabe, Hz. Muhammed’le aynı soydan gelen pek çok insandan daha üstün olduğunu yaşantısıyla ispat etmiştir. İlle de bir Üstün Irk sahibi olmak gerekiyorsa, kainattaki bütün varlıklar, Üstün bir Irkın mensuplarıdırlar bana göre.. Soyumuz çok şerefli bir kökene ulaşıyor. Irkımızın Üstünlüğü ise, kökenimizdeki Sonsuz Varlığın “En Üstünlüğünden” kaynaklanıyor. Mehmed Akif’in İstiklal Marşında bahsettiği “ırk” kelimesindeki hakikat de bu olmalı. Hatta bizim diyebileceğimiz bir zerremiz bile yok. Her şeyimiz O’ndan. Her yerimiz O.. Kainattaki bütün varlıklar o Irktan… Her şey ama her şey Allah’tan geliyor. Kuşlar da, kediler de, çiçekler de, kayalar da, insanlar da… Her varlık, En Üstün Irktan, Nur-u Muhammedi Irkından doğuyor. Çok şükür ki, böyle Üstün bir Irkın mensuplarıyız..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |