"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
Aşk kirlendi. Kirletenlerde oturmuş hallerine ağlıyor. Saç baş yoluyor. Sessizliklerine bürünmüş, aşkın tekrar kucaklarına düşmesini bekliyor. Aşkın nasıl kirlendiği her bireyin yaşadığı hikâyelerde saklı. Ama ilginçtir, bütün aşk hikâyelerinde aşkın renkleri farklı, kokuları aynı. Aşk hikâyesi olanlar, aşkı yaşadılar mı yoksa aşkla mı karşılaştılar bilinmez; ama karşılaşanlar da ve yaşayanlarda bir gariplik, muammalık olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız… Her şeye karşın kimsenin aşkı anlamamasına, aşkı tanımamasına rağmen aşk bütün kapıları çalmaya devam ediyor. Ta ki birilerinin aşkı tanıyıp, yüreklerinin başköşesine buyur edecekleri güne kadar çalmaya devam edecek. Aşk elbisesini giymenin bir zamanı, mekânı yok. Aşk ararken bulunmayan, kendisinden umut kesildiği anda da ortaya çıkan bir gizemli. Aşk müdahaleden hoşlanmaz, tıpkı hayatın kendi eksenine müdahale edilmesinden hoşlanmaması gibi. Aşk sürprizleri sever. Beklenmedik anlarda kapıyı çalar. Bazen kapıyı çalmadan içeri girer. Aşkın anlık ve hazırlıksız gelişi ve önceden tanıdık olmamasından dolayı insanı bir garip duygu, bir sarhoşluk hissi sarar. Aşkla tanıştıktan sonra uzun süre aşkla sarmaş dolaş olunur. Ayılana kadar bu hal devam eder. Ayılınca etrafa tuhaf tuhaf bakılır ve anlarsınız ki karar anınız gelmiştir. Bu karar dakikalarında artık aşka bir renk vermek, bir tanım koyma zamanıdır. Bunlar aşkın kalması ya da gitmesiyle hayatınıza yeni bir pencere açacaktır. Aşkın sarhoşluk dönemlerinde insanı bir tuhaflık hissi sarar. Sanki hayat rayında çıkmış da etrafınızdaki her şey başkalaşmıştır. Daha önce fark edilmeyenler farkına varılır. Doğa sanki bi başka güzelleşmiştir. Yaşanan anlar daha değerli ve fark edilir olmuştur. Hayat bir başka güzelleşir. Mutluluk, heyecan, yaşama sevinci doruklarda dolaşır. Konuşmaların seyri değişir. Bugüne bir başka şekilde uyanılır; Gözler dünyaya daha istekli, heyecanlı, coşkulu açar. Uyuşluklu hali yok olmuştur. Geceleri bir başka uyulur; hayaller, umutlar, beklentiler geceye bambaşka anlamlar yükler. Güneş ışıkları sabırsızlıkla beklenilir. Günün stersi kaybolur. Kısacası güne farklı başlar, farklı yürür, farklı sonlandırırız… Gün gelir - bu boşluk dönemi – bunlar aniden yitirilir. Bir şaşkınlık sarar. Anlam verilemez. Ruh aniden hantallaşır. Gülüşler yerine somurtkanlığa, umutlar karamsarlığa bırakır. Aya, yıldıza durgun ve hüzünlü gözlerle bakılmaya başlanılır. Bir çöküntü oluşur hayatın her alanında. Ve sonra çöküntü dönemini de geçildiğinde aşkın öncesi ve sonrası böyle denilir. İşte her şey bu ince çizgide saklı. Hayata dair gizemin ya da bulmacanın çözümü yapıldı yapıldı yoksa karanlık sularda kulaç atmayla başlanılır. Kulaçlarla gidile bildiği yere kadar gidersiniz. Işığa varabilinir mi? O da bilinmezlerin bir parçası. Dedik ya aşkın renkleri farklı, kokusu aynı diye, ondan olsa gerek herkes bir yerlerden aşkın kokusunu alır da hüzünlenir. Kendi aşkından bir şeyler bulur. Aşklar benzer yaşandığından, duyulan, görülen aşklarda herkes kendinden bir şeyler bulur. Böyle durumlarda derinlere yolculuklar yapılır; pişmanlıklar, tatlı anlar, ahlar, keşkeler ve kaybedilmişlikler buharlaşıp gözü nemlendirir. Fırtına etkisi yapar bir an darma dağınık hala gelinir. Fırtına etkisini kaybettikten sonra güneş açar. Yeni bir bulutlanmaya kadar güneş geçmişi ve yüreği kurutup, susuz bırakır. Aşkın halleri çeşitli olsa da bizim aşkımız başkasının aşkına benzemez. Nedenlerimiz, sebeplerimiz bir ayrı önem taşır. Bu önemliler arasında var olma ve yok olma arasında gidip geliriz. Her şeye rağmen doğru bulunmaz. Doğru cevap bulunmadığından yürekteki izler bir türlü silinmez. Arada bir duygular fırındaki kek kabarması gibi kabarır dakikalar sonra eski haline döner. Sonra hayat kaldığı yerden anlamsız devam eder. Bu zamanla kısır döngü haline dönüşür. Madem aşkın izleri silinmiyor arada bir kek kabarması gibi şahlanmalar yaşanıyor. Bu kek kabartmasını tetikleyen nedenlerin olması gerekiyor. Nedenler çok ama biz şimdilik bizi ilgilendiren bir neden var; ISISIZ ADAM. Görmedim. Duyduğum, okuduğum kadarıyla seyredenler kek kabarmasının önüne geçemiyorlarmış. Anlaşılan o ki kekin malzemesi bolca kullanılmış ki her köşede şişmeler olmuş. Çağan Irmak’ın salonları hüzünlendiren, geçmişe götüren ve bir hesaplaşmaya sahne olan Babam ve Oğlum’da duygusal ve nokta vuruşu yapan temaların işlendiği Eski Türk filmi tadı veren filmden sonra Irmak – arada Ulak olsa da – Issız Adam’la aynı acımasızlığıyla bireylerin atar damarlarına acımadan parmak basmaya devam ediyor. Yarası bol bir milletiz. Her yerimiz kanıyor. Durum böyle olunca da yönetmen ve senaristlere malzeme bol bol çıkıyor. Sahnede her zaman ki gibi iki kahramanımız var. Kız tarafımız Ada. Erkek Tarafımız Alper. Görücü usulü tanışmak ve evlilik çağdaş kabul edilmese de TV. Kanalarında habire görücü usulü evlendirme programlarıyla showlar yapılarak reyting peşine koşulsa da kahramanlarımız modern ve entel. Görücü usulüyle tanışacak halleri yok. Entellere bu yakışmaz. Ters gelir. Eee o zaman enteller nerde karşılaşmalı; bar, sahil kenarları, arkadaş ortamı, iş ortamı yok canım bunlar çok sıradan bir de erkek tarafımız yalnız-ısısız ya bunlar gitmez. Geriye ne kaldı, ne kalacak entellerin fantezisi olan kitapçıda karşılaşmak kalıyor. Ayrıca ortak zevkleri olmayacak ki arada farklılık olsun ki atışmalar, sürtüşmeler olsun. En iyi dostluklar kavgayla başlar ya bizde de iyi sevgili, aşk atışmalarla başlar olsun. İnsan nasıl entel olunur sorarsanız entel cevabı kitap okuyarak, müzik dinleyerek. Müzik dediksek pop değil canım. Klasik, sanatsal olanından tabii. Kendi alanlarında konuşarak birbirini etkilesinler cazibe çemberi oluşsun değil mi? Kızımızın elinde kitap, erkeğimizin elinde plak biri geceyi geçirecek bir av buldum heyecanıyla, diğeri sinirlerim gerildi edasıyla göz göze geliyor, bizde aşkın düğmesine basıyoruz. Alper, işinde gücünde biri. Kızlar için ideal bir aday. İşi var, evi var, arabası var, kariyer sahibi, şöhreti var, patron işte daha ne olsun. Ne ararsan var. Bi Ada’sı yok. Çapkınlığı var, grup-lolita fantezileri var. Bardan kız ayarlamalar var. Parayla gecelik birliktelikler var. Bi Ada’sı yok. Ada’sıyla beraberken de arkadaşı, dostu yok. Aile yok (var da yok arası), akrabası yok. Ee bir kız başka ne ister. Misafir, akraba, anne baba derdi yok. Para mara gıra, harca harca bitirebilirsen. Alış veriş merkezleri dolaş dolaşabilirsen… Seyircide gıpta etsin dursun bakalım. Ada’mızda genç, güzel, kendi işini yapıyor. Özgür kız. Kitabını okuyor(sonra da okumasa da olur. Aşk kapıdan girdi mi kitap arka kapıdan çıka dursun). Kız tarafımız, ilk baştan kız çapkın olmaz. Kendini ağır satar, kızlar hanım hanımcık olur felsefesiyle edebiyle işe gidip geliyor. Bu söylediklerim sizi aldatmasın, Ada’mızın hanım hanımcık oturması lafın gelişiydi. Alper’in evde yemek davetine uçarak gidiyor. Alper’e kendi fantezilerini yaşattıracak kadar kızımız yaman. Alper, çapkın(Alper) ve yamanın(Ada) karışımıyla ortaya nasıl bir yemek çıkarır bilemiyorum ama Ben yemeğe bir playboyun aşkıyla kitlelerin aldatılması ismini verdim. Yönetmenler, aşk filmlerindeki sahneler için ortak karar mı aldılar ne; hepsinde erkeğin(bir filmde de kadın getirsin) yatağa kahvaltı getirmesi, ya da uyuyan kadına kahvaltı hazırlaması, bol bol öpüşmeler, sevişme sahneleri, yemek yapmalar, sahilde, kırda gezmeler, kovalamacalar, yastık kavgaları, yürüyüşler, beraber bir şeyler yapmalar gibi şeylerle filmleri süsleyip duruyorlar. Demek ki sevgililer gerçek hayatta yapacak başka bir şey bulamıyorlar. Yılın Alper-Ada aşkı da bu sahnelerden bolca nasiplerini düşeni almışlar. İnsanı yeter artık şu aşıklar farklı şeyler yapsın diye bağırası geliyor sinema salonlarında. Yerlisinden yabansına insanı bunaltınız, artık farklı temalar işleyin diyorsunuz ama kabarık keklerin hoşuna gittiğinden farklı beklentileri olanlar azınlıkta kalınca, katlanmak zorunda kalınılıyor. Şimdi Isısız Adam’daki aşk sahneleriyle Benjamin Buttun’un Tuhaf Hikâyesi’ndeki aşk sahneleri arasında ne kadar fark var ki. Klasik yılın aşk hikayesini izlerken, alışkın, monoton aşk oynaşma sahnelerinden sonra Irmak Alper ile Ada’nın aşkına ayrılık tohumlarını ne zaman ekecek diye beklemeye başlıyoruz. Sonuçta aşk filmi mutlu sonla bitmeyeceğine göre, bize ayrılık serüveni izleyip, hüzünlenmek kalacağına göre bekleyişe geçiyoruz. Alper, kendini daha ilk görüşmede kollarına bırakan kızımıza ne zaman tekme atacak diye sabırsızlıkla bekliyoruz. Bakmayın siz, annecikle gezmelere, beraber yemek yemelere, iş yerine giden ilk kız olmasına, erkeğimiz uçana kaçana konan biri, öyle tek kızla falan idare edemez. Niye etsin ki özgür adam sonuçta. Rahatını bozmasına gerek yok ki. Kadının dırdırıyla kafasını niye şişirsin. Yok, bu saatte kadar nerdeydin. Kiminle görüştün. Beni şuraya buraya götür. Yok, şunu alalım yok bu lazımlarla neden uğraşsın canım. Kızla evlensin de başına bela mı alsın. Film boyunca seyirciye bu mantık verildiğinden farklı bir şey beklenilmiyor filmden. Ve beklenen oluyor erkeğimiz hokkalı bir sille yemeyi de göze alarak kapıyı Ada’ya gösteriyor. Kızımız alta kalır mı biliyordum, şaşırmadım tafralarıyla aptallığını haklamaya çalışarak, soluğu Alper’imizin çocukluğunu geçirdiği mekânları dolaşarak kendini teselli edecektir. Teselli muhabbetlerini anlamak zor. Daha önce aşk konusunda kazık yemiş, gözü açılmış, duygusal tecrübe yaşamış biri, ikincisi için topyekûn neden bir kaçışa girer ki. Hadi ilk aşk olsa tamam diyeceğiz. Bu nasıl aşk yahu 3–5 ayda yaşadığı birliktelik adına yaşamını değiştirme yoluna gider. İlk görüntülerde Alper’imiz daha çok etkilemiş görünüyor. Arka planda Ada’mız aşkından ölüp de diriliyormuş da haberimiz yok. Sağ olsun yönetmende seyircinin durumunu sezmiş olacak ki (entel karşılaşma alanlarından biri daha) sinemadaki karşılaşmalardan zavallı aşk zade kızımızın yaşadıklarını anlıyoruz da seyircinin ısınma derecesinin düğmesini biraz daha fazlalaştırmayı abartılı buluyoruz. Öncekini unutmak adına, başkasının hayatını karartmak aşk zadelerin handikabı olsa gerek ki Irmak, Ada’yı hem memleketten sürmüş hem de acısı biraz dinsin diye evlendirmiş. İlişkilerin bitmeyen kaçış noktası, öncekini unutmak adına, başkasını feda etmek. Kendisiyle beraber başkasını yakarken sanılır ki acıya merhem olacak. Irmak bu acımasızlığı görmüş olacak ki yerinde bir temayla işlemiş. Kendinizi kandırmayın mesajı yerinde olmuş… Müziklerin büyüleyici olduğu Issız Adam farklı bir şey anlatmıyor. Modern aşkın sahnelenmesini başarıyla sunduğundan gereken ilgiyi de gördü. Ama bize aşk anlatmıyor. Sadece yalancı aşkları ve aşkın çıkmazlarını gösteriyor. Tutkular adına kararan, bitme noktasına gelen hayatlarında bizi gezdiriyor sadece. Modern aşkların aldatmasına Issız Adam’la kendimizi kahredeceğimize Türkan Şoray ve Kadir İnanırın oynadığı Selvi Boylum Al Yazmam’daki ayağı yere basan bir hikâyeyle ağlayın da değerli ile değersiz birbirinden ayrılsın. Bunu teknik açıdan değil sadece senaryo açısından söylüyorum. Osman Tatlı osman@deyisdergisi.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |