En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
Tarih, insanların kaderinin sergilendiği bir sahnedir. Acıların, savaşların, ölümlerin, doğal afetlerin, aşkların, göçlerin, ayrılıkların, kültür merkezi olan şehirlerin harabeye dönüşümü, ihanetlerin, ideolojik çatışmaların, toplumsal-sınıfsal ayrılıkların bazen bir arada bazen de art arda sahneye konulan bir arenadır tarih. Tarih unutulanı insanlığa tekrar hatırlatmak ister. Bugünü okuyamayanların en azından geçmişte yaşananlara gözyaşlarının yüreği yıkamasını ister. Tarih, salt acıların ve umutsuzluğun bir tezahürü olarak da görmemek gerekir. Tarih aynı zamanda umuttur, mutlulukların ve birlik beraberliğin adresinin izini de taşır. Dolaysıyla tarih iki tarafı keskin kılıç gibidir. Neresinden tuttuğunuz ve neresinden baktığınızla ilgili bir durumdur. Ayrıca tarih coğrafyalarda rengini farklı farklı gösterir. İlginç olan tarihin her coğrafyanın aralıklı zaman diliminde bütün renklerin tadına bakmasıdır. Kimse yaşananları tek bir coğrafyaya hapis etmemeli. Hangi rengin ne zaman hangi coğrafyayı bulacağı belli olmaz. Bilinen o ki her coğrafya gün gelir diğer coğrafyanın yaşadıklarını yaşadığıdır. Tarih, insanların yaşadıklarıyla sınırlı olsa da bugünün de tarih olacağını, yarınlarda da birilerin bugüne ayna tutacağı gerçeğini unutmamak gerekir. Tarih nasıl yorumlanırsa o tarih olarak adlandırılır. Tarih, tiyatro, müzik ve sinemayla ruh bulur. Ete kemiğe bürünür. Sanat insanı tarihin derinliklerine sürükler, duygusal motifler kazandırarak tarihi bilinci kazandırır. Böylece tarih kitaplarında görülmeyen insan, sanatla görünür hale gelmektedir. Bir zamanlar tarih kitapların dediği her şey kabul görüyordu. Bugünse aynı zamanda sinemanın tarih yorumu da kabul görmektedir. Doğru-yanlış tarihçilerin ne dediği kadar, film yönetmenlerin ne dediği de önemli. Sinemanın gücü, kitlelere ulaşımı ve etki hızını göz önünde tutarsak film yönetmenlerin, tarihe olan eğilimlerinin daha bir önem kazandığını söyleyebiliriz. Film yönetmeni elbette tarihçi değil, ama tarihi nasıl, nerden öğrendiği, kimlerin yönlendirmesiyle bir bakış açısı kazandığı, kimleri temsil ettiği, hangi misyonu taşımaya aday olduğu önemlidir. Film yönetmenlerinin tarih okuyuculuğu önemli, çünkü sanatına bir perspektifle yapacağı su götürmez bir gerçek. Acı bir gerçekte toplumların birçok şeyde olduğu gibi tarihi başkalarından duyduğu veya sinemada gördüğü gibi doğru kabul etmesidir. Son yıllarda sinemada tarihi filmlere önemli bir eğilim var. Bunlardan bir tanesi de, kahramanları az konuşan, anlatmak istediklerini daha çok imgesel görüntülerle anlatan; tarihi ve politikaya birinci derece de önemli temalar işleyen; üçlemeleri ile tanınan(sessizlik üçlemesi, tarih üçlemesi, sınır veya yolculuk üçlemesi); yönetmenliğinin 35. yılında 12. filmini 20. yy başlarında göç etmek zorunda kalan yunanlılara adayan yönetmen Theo Angelopoulos “ Ağlayan Çayır” filminde yine tarihe ve tarihle birlikte politik yansımalar ön plana çıkmaktadır. Film kısaca şöyle: “Anası babası Odessa’da öldürülen küçük kız Eleni’yi yanına alan ailenin oğlu Alexis kıza âşık olur. İki sevgilinin yasak aşkları, doğunca evlatlık verilen ikizleri, kızla evlenmek isteyen evin babası, evden kaçan âşıklar, yoksulluk, savaşlar, baskılar trajedinin parçaları. Filme hâkim olan mavi, yeşille kahverengi tonlara siyah devamlı eşlik ediyor. Siyah bayraklar hiç eksilmiyor. Su her yerden akıyor, basıyor ve yok ediyor. Köyün en güzel evi olan çocukluk evi filmin sonunda suların bastığı bir iskelet olarak kalmıştır. En son ölü beden Elen’inin ikiz oğullarından biridir. Kocası Alex ABD’ye göç eder; Eleni ise rejim karşıtlarını desteklediği için hapse atılır. İkincisi dünya savaş patlak verir. Yunanistan Almanlar tarafından işgal edilir. Savaşın ardından ülke bir iç savaşa sürüklenir. Ve Eleni’nin oğulları karşı taraflarda savaşır.” Ağlayan Çayır, Eleni karakteri üzerinden Yunanistan’da geçen ızdıraplarla dolu 30 yılın öyküsü anlatılıyor. Film, fabrika işçileri, sendika, yurtsuzluk, baskı, dağılan aileleri, savaş ve aşk gibi temalar üzerine kurulmuş. Eleni’n filmin sonuna doğru sayıkladığı: “Gardiyan. Hiç su yok. Sabunum yok. Çocuklarıma mektup yazmak için kâğıdım yok. Üniformalar değişiyor. Siz gri giyiyorsunuz. Gardiyan siyah giyiyor. Benim adım Eleni. Bir asiyi barındırdığım için buradayım. Beni nereye götürüyorsunuz? Gardiyan. Suyum yok. Sabunum yok. Çocuklarıma mektup yazmak için kâğıdım yok. Üniformalar değişiyor. Almanlar yeşil giyiyor. Sen Alman mısın gardiyan? Benim adım Eleni. Asiyi barındırdığım için buradayım. Beni nereye götürüyorsunuz? 1944'te insanlar meydanlarda kurtuluşumuzu kutlarken ben de oradaydım. Beni nereye götürüyorsunuz? Üniformalar değişiyor. Sen İngiliz misin gardiyan? Bir kurşunun bedeli ne? Kanın bedeli ne? Bütün üniformalar aynı gardiyan. Gardiyan...Gardiyan, suyum yok. Sabunum yok. Çocuklarıma mektup yazmak için kâğıdım yok. Nereye götürüyorsunuz beni? Benim adım Eleni. Yaralı bir gerillayı sakladığım için buradayım. Gardiyan. Ben sürgündeyim. Ben mülteciyim ve her yerden sürüldüm. Ben iskelede ağlayan üç yaşında bir kızım. Suyum yok, sabunum yok. Çocuklarıma mektup yazmak için kâğıdım yok." Konuşma filmin vermek istediği politik mesajı özetler niteliktedir. Filmde; kayıklar, tren, su, bayraklar, siyah bayraklar, beyaz bayraklar, beyaz çarşaflar en çok kullanılan imgeler olarak sıralanabilir. Tabii kullanılan bu imgelerin rast gele seçildiğini söylemek zor. Örneğin: tren, ayrılığı, kopuşun, uzağın, yurtsuzluğu; beyaz bayrak, barışa özlemi; siyah bayrak, ölümü; sel ve kayık, zorunlu hareketliliği; müzik, hüzün ve ağlama; Eleni, Helen uygarlığını; ikiz kardeşler, politik ayrılıkların aileyi parçalamasını… Görüldüğü gibi her kare sosyal bir olguya temas etmektedir. Tabii aynı karelerin sürekli tekrar edilişi üç saatlik filmde sıkıcı hale gelmektedir. Zamanın akışını zorlaştırmaktadır. Filmin başoyuncusu Eleni sürekli ağlamaktadır. Zayıf bir kadın karakteri imajı vermektedir. Yönetmen Angelopus, tarzı gereği film boyunca Eleni az konuşur. Sessiz kocası Alex ve diğer oyuncularda da sessizlik hâkim. Çok zorunlu olmadıkça konuşmuyorlar. Dolaysıyla imgeler, müzik ve görsellik oyuncuların önüne geçmiş. Öyle ki müzik sanki başrolde oynuyor. Alex müzisyen, akardon çalıyor. Film boyunca orkestra durduk yere müzik çalıyor. Beklenmedik anlarda müzik karşımıza çıkıyor. Konuşmayan oyuncuların yerine müzik kullanılmış. Duygular, hisler müzikle anlatılmaya çalışılmış. Konudan konuya atlayan bir senaryo olunca filmi takip etmek zorlaşıyor. Zira filmin; bir aşk hikâyesi mi? Yunanistan Tarihi mi? Eleni’nin hikâyesi mi? Mültecilerin dram mı, savaş mı? Kestirmek zor. Birçok şeyi üç saatte sığdırma çabası var. Bu zorlama filmin olumsuz tarafıdır. Birde oyuncuların konuşmaması da eklenince filmin konusunu anlamak zorlaşıyor. Filmin en etkileyici sahnelerinden biri Eleni’nin Alex’i rıhtımda “Bitirmeye vaktim olmadı”, diye örgüsünü uzattığı sahnedir. Alex, Amerika’ya gidiyordur. Gemi açıkta bekliyor. Eleni ve ikizleri ile vedalaşan Alex Eleni’nin uzattığı örgünün ipinden tutar ve sandala biner. Ekranda sadece Eleni’nin tuttuğu bordo örgüyü görüyoruz. Bir süre örgü kayık gittikçe sökülüyor. Zamanın durduğu an vedalaşmalardır. Vedalaşmalar çok şey barındırır. Her şey kilitlenir. Durgunluk ve durmak bilmeyen duygular, anılar ve düşünceler gelip, gider. Film buna benzer sahnelerle insanı sürekli uzaklara götürüyor. Sinemada çok şey anlatma uğraşı çok kere konun dağılmasına neden olmaktadır. Mesajın sığ kalmasına, önemli ayrıntıların görülmesine engel olabiliyor. Konu eksenli çekilen filmler hedefine daha kolay varmaktadır. Ağlayan Çayır da çok şey anlatma derdinde olan bir film. Ama çok şey anlayayım derken film fazlasıyla uzatılmış. Uzatıldıkça seyirci filmden kopuyor. Sinema da niteliği arayan, sosyal olgulara önem veren seyirci için seyredilmesi gereken bir yapıt. Osman Tatlı osmantatli@gmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |