Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Durağa bıyığı ve seyrekten saçı boyalı bir adam geldi; elli - elli beş yaşlarında gösteriyordu. Elindeki tespihi sol bileğine takarak yaka cebinden cam bir esans tüpü çıkardı… Yastık bıyığına ve göbek düğmesinden biraz yukarıya kadar açık olan kıllı bağrına koku sürdükten sonra elinin tersine bulaştırdığıyla da burun deliklerinin önünü, çenesinin altını ve kulaklarının arka kökünü yağladı. Yastık bıyığını bir iki kez sıvazladı; sıvazlamakla yetinmedi, artarda burdu da… Kömür karası boyalı seyrekten saçının altında görünen kafa derisi incecikten çalı çırpı veya otlar arasına gizlenmiş su kabağı gibi görünüyordu. Adamın alnı parlıyor, yaz güneşinden etkilenmiş bir hali olmadığı gibi, iş güç kaygısı, geçim derdi olmadığı da hemen anlaşılıyordu ama, ‘ turp gibi , diye tanımlanacak denli da sağlıklı görünmüyordu… Kendisince uygun yerlerine koku sürme işini bitirdikten sonra telefonun kontrol etti. Çağrı bırakan veya mesaj yollayan yoktu. Bundan emin olunca telefonu beyaz gömlek üstüne takmış olduğu hafif yeleğinin yan cebine koydu. Birilerinden telefon beklediği belliydi. Belki önemli bir buluşma ya da görüşme gerçekleştirecek, belki de başka bir takım işleri vardı … Ama, adamın sağlam bir ayakkabı olmadığı ve hazırlanmakta olduğu buluşma veya görüşmenin de düzgün işlerden olmadığı izlenimi vermekteydi. Telefonu yeleğinin yan cebine koymasından iki dakika sonra çaldı: “ Dam üstünde un eler” dedi; daha ‘ Tombul tombul memeler, dizesi bitmeden evecen bir hamle ile açtı telefonu!... Telefonu açanın adını ekranda görünce yüzü asıldı ve “ .mına koduğumun arvadı seni!, diye kaba bir küfür yollayarak telefonu kapattı ve gene aynı cebine koydu. Aradan iki üç dakika geçti - geçmedi, telefon gene çaldı! Adam, bu kez telefonu açarken ağırdan almayı yeğledi; az önce arayanın tekrar aradığı varsayımıyla, ‘ Dam üstünde un eler, tombul tombul memeler, Zalim oy gelin zalim zalim zalim, memeler baş kaldırmış kavuşmuyor düğmeler. Adam, türküyü yeni duymuş gibicesine dinledi, telefonu kulağına yaklaştırarak! Sonunda açtı; açmasıyla da, “ Hımmm!... Hımmm!...” diye hiddetlenerek kapatması bir oldu!... Kapatır kapatmaz, kendisi bir numaraya bastı konuşmak için. Beklediği telefon edilmeyince kendisi aramak zorunda kalmıştı besbelli: “ Selamaleykime!...” diye başladı!... Konuşma çok kısa oldu. Adamın, “ He!...Hee!... Temam!.. Annadım!... Saat kaçda?... Nerede?...” gibi kısa kısa konuşmalarından bir kavilleşme olduğu anlaşılıyordu… Adam heyecanlandı!... Beş altı metrelik bir mesafede gitti geldi!... Bu kısa volta, heyecanının geçmesine iyi geldi… Heyecan geçti de, bu kez öfkelenme belirtileri baş gösterdi!... Telefonu yeleğinin cebine koyarken, “ İhi de ben Ab’durazag’ ısam sağa bu naz etmenin ne demek olduğunu örgetmezsem bunlar anamın .mında bitmiş ossun !...” diyerek yastık bıyığının bir ucundan tutarak çekiştirirken ekledi: “ Avrastiğimin sürtüğü ben sağa görsetirem!...” Tasarlanan buluşmada bir aşk kokusu vadı açıkçası. Adının Abdülrezzak olduğunu ( Kendisi , ‘ Ab’durazak ’ diyor. ) öğrendiğimiz bu adamın kızgınlığı uzun sürmedi, çektiği acıların bedelini fazlasıyla ödeteceği için… Kendisi öyle düşünüyordu… Zaten bu bedeli ödetmek için bıyığını çekiştirerek yemin etmemiş miydi? Uzatmayalım; biraz rahatlamış olarak, belediye otobüsünün durağa yanaşmasını beklemeye koyuldu… Abdülrezzak, bekleyedursun, biz dün akşama dönerek ilk ikisi kız olmak üzere, dokuz çocuk babası Abdülrezak’ ın evinde neler olduğuna bakalım. Ne var ki, buna bakmadan önce Abdülrezzak’ ı biraz daha yakından tanımak ve baş kahramanı olduğu aşk öyküsünü az biraz açmada yarar olsa gerek… Bütün büyük aşklarda ( Bütün aşklar büyüktür aslında; ve herkesin aşkı da kendisince büyüktür!... Gerçi, Abdülrezzak’ ın içine düştüğü ateş yığınına aşk da denmez ya!... Neyse!..) olduğu gibi bu da karşılıksız bir aşktır aslında… Ve bu aşk yorgun, bitkin, ağır ve can çekişen bir aşktır!... Bütün ağırlığıyla da Abdülrezzak’ ın omuzlarında ve onun yüzsüzlüğü sayesinde ite kaka ve sürünerek yol almaktadır. Ve bu aşk iki yıldır bu adamın aklının bir köşesinde pırpır ederken son altı aydan bu yana alevlenmekle, Abdül Rezzak’ ın olan aklını da başından almıştır adeta!... Ne oldu da iki yıldan bu yana Abdülrezzak’ ın kıllı bağrında pırpır eden bu aşk aniden kartal gibi kanatlanarak havalandı? Anlatalım : Baştan alacak olursak, o zaman genç denebilecek yaşta olan bu adam, bu kente akın eden işsiz, aşsız yığınların arasına karışarak gelmiş ve yarı aç yarı tok bir yıl kadar sağa sola savrulmuş bekâr birisiydi… Bir yıl kadar savruk bir yaşamdan sonra köyüne dönerek kendisinden epeyce küçük bir kızı kaçırarak evlilik yaptığı için, biraz da başına dert açmama kaygısı nedeniyle hazırlıksız bir şekilde kentte yeniden dönmek zorunda kalmıştır. Bölgede meydana gelen bir sel baskınının ertesi günlerde belediyenin kendisine gösterdiği bir barakaya yerleşmiş; selin önünden ve yağmadan elde ettiği üç beş parça ev eşyası ile barakayı sağlıksız bir mesken haline getirmiştir!... ....../.... Devam edecek
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mudi Beya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |