Mutlu insanlar tatlı şeylerden söz ederler. -Goethe |
|
||||||||||
|
Siyaset literatürümüzün vazgeçilmez terimlerinden biri de jakobenlik. Özellikle siyasete müdahale edildiği, siyasetin çalkalandığı, yerleşik düzenin olumsuz etkilerinin iyileştirilmeye çalışıldığı dönemlerde, aktörlerinin kol gezdiği bir düşünce sistemi. Bu aktörlerin ön saflarında, başta ülkenin aydınları, sanatçı ve edebiyatçıları olmak üzere, eşyanın tabiatına aykırı da olsa, ibretle bir takım siyasetçileri de görüyoruz. Modernizm, Dünya siyasetine 1789 Fransız İhtilâli ile beraber bu kavramı da dahil eder. Jakobenizmin siyaset biliminde anlamı “ tepeden inmecilik” tir. İhtilâl sonrasında, bir grup devrimci, iki meclis üyesince Saint Dominicus tarikatının, Jakobin olarak bilinen tarikat üyelerinin yemekhanesinde “ Cumhuriyet ve Dayanışma” adıyla bir siyasî dernek kurarlar. İçlerinde ihtilâlin önemli isimlerinden Danton, Robespierre, Desmoulins de bulunmaktadır. Önceleri kurulan Cumhuriyetin ılımlı ve idealist destekcisi olan derneğin, daha sonra ihtilâlci Montagne grubunun eline geçmesi ve İhtilâlin etkili ve önemli ismi olan Maximillien de Robespierre (1758-1794 ) nin liderliğinde totaliter bir yapı kazanır. 3,5 ay içinde içerisinde devlet yönetimini ele geçirirler ve, 20 yıl sürecek bir iktidarın kuruculuğunu yaparlar. Onların nazarında halk, kandırılması çok kolay olan, kendi aklı ve mantığıyla doğruyu bulamayacak kadar zavallı, bundan dolayı da vesayete muhtaç bir kalabalıktır. Devlet, her durumda hukukun üstündedir, hukuku uygulayacak yargı da vereceği kararlarda, devletin çıkarlarına hareket etmek zorundadır. Bunun içindir ki, devletin selâmeti adına, uygulanacak her türlü zorlayıcı yöntem şarttır. Bu sebeple alacakları kararlar, ilk bakışta onların aleyhine gözükse de, netice de onların lehine sonuç vereceğini ısrarla vurgularlar. Bu yüzden bütün kararlarındaki gerekçe “ Halka rağmen, ancak halk için” sloganı olur. Bunu gerçekleştirmek için ise, meşruiyet kaynağını evrensel hukuktan değil, kendi ideolojisininden alacaktır. Hedeflerine ulaşmak için de her vasıtayı meşru görürler. Yani çıkarları söz konusu olduğunda , gerisi teferruattır. Düşüncelerinin temel hükümlerini ihtilâlin ideologu olan Rousseau’ dan alan Jakobenizm, felsefî anlamda, akılcı, pozitivist ve seküler düşünce temelleri üzerine kurulmuştur. Dinî değerler ve metafizik düşünceye kapalı olan Jakoben düşüncenin acımasız uygulamaları sonucunda, ülkede binlerce insan giyotin altında hayatını yitirdi. Bunların arasında parlamentoda ılımlı Cumhuriyetçi olarak tanınan milletvekilleri de bulunuyordu. Öyle ki Katolik olarak belirlenen insanlara “parya” yaftası vurur ve onları başta ordu, eğitim kurumları ve bürokrasi olmak üzere, Türkiye’ de “irtica” olarak bildiğimiz kavramın benzeri bir gerekçeyle kamusal alandan silip atar.Başlangıçta idealist olan Robespierre, yönetimi tam anlamıyla ele geçirdiğinde iflah olmaz bir diktatöre dönüşür. Nihayetinde, Fransa’ da Robespierre’ nin hayatı, Fransa’ ya bizzat getirdiği giiyotine başını uzatmakla son bulur ve sonrasında, Jakobenler belirgin bir şekilde güç kaybetmeye başlarlar. Giderek siyasetteki etkileri zayıflar ve Jakoben hareketi 13 Ağustos 1799′ da, sona erer. Bazılarınca bir çok kurumda olduğu gibi, Jakoben hareketin gerisinde de masonik odaklar vardır. “… 1789 Fransız Devrimi'nden önce localardaki çalışmalara bir göz atınca görülüyor ki, bu çalışmalarda ele alınan fikir ve ilkelerin birçoklarının, Fransız Devrimi'ndeki fikir ve ilkelerle benzerliği dikkati çekmektedir. Devrimin başında ilan edilen İnsan Hakları Deklarasyonunda ileri sürülen görüşler, devrimden önceki yıllarda localarda hemen hemen olduğu gibi tartışma konusu edilmiştir... Bazı biraderlerin masonluk dışında siyasal nitelikte klüpler kurduğu da ayrı bir gerçektir. Bu klüpler arasında Club Breton gösterilmektedir... “ 1 Jakoben düşünce, her ne kadar Fransa’ da tarihin derinliklerine gömüldüyse de, başta 1917 Sovyet devrimi olmak üzere, yeryüzünde ortaya çıkacak ihtilâller, beraberinde kendi Jakobenlerini de üretecektir. Öyle ki, bu seçkinci anlayışın yerleştiği yerler, 3. dünya ülkeleri olarak tanımlanan az gelişmiş devletler olacaktır. Bunların kimisinde ordu, kimisinde yargı ya da idarî bürokrasi eliyle yönetimler jakobence yürütülür. Aslında, Jakobenler ortaya çıkmadan önce Fransız devriminde lokomotif görevini JİRONDEN’ ler yapar. Bunlar, şehirli, ekonominin kurallarını iyi bilen, sanayici, iş adamı ve entellektüellerden meydana gelmiş bir gruptur. Devrim’ den sonraki üç yılda, iktidarı temsil ederler. Kral’ ın yetkilerini kısıtlarlar ve özel mülkiyetin yerleşmesi için çaba gösterirler. Hukuk devleti ve Anayasal Demokrasi benimsedikleri temel siyasî değerler olur. Jirondenler’ in iktidarında, jakobenler jironderlerle Parlamento’ da uzunca bir süre tartıştıktan sonra, bir Meclis darbesi ile yasama organını ele geçirdiler. Jakobenlerin, devlete hakim olması ile, giyotine giden ilk grup, Jirondenler olacaktır. O günden bu yana, az gelişmiş her ülkenin siyasetinde, Jakoben unsurlar önemli roller oynayacaktır. Onların başta devlet olmak üzere, ülke genelinde yaptığı tesbitler tartışılmaz derecede doğrular olacaktır. Buna itiraz edenler, hatta kayıtsız kalanların yiyecekleri damga vatana hıyanettir. “ …Fransız Devrimi'nden sonra da tarihte sayısız "Jakoben" ortaya çıktı. Sanki Jakobenlik kendi kendini yenileyen, yeniden üreten bir kurummuşçasına, pek çok ülkede tekrar tekrar hortladı. Bu Jakobenlerin ortak özellikleri ise hepsinin seküler oluşları ve seküler düzenler kurmak için toplumu reforme etmeye çalışmalarıydı….” 2 Yasama, yürütme ve yargı için uluslar arası demokratik standartlar her ne kadar ayrılık öngörseler ve anayasal metinlerde de bu hüküm gözükse de, bu kural onların nazarında ancak kâğıt üzerinde kaldığı süre içinde saygı duyulacak bir umdedir. Çünkü, Jakoben terminolojide "devlet her hâl-ü kârda hukukun üstündedir" , ayrıca "yargı ve hukukun fonksiyonu, öncelikle devletin çıkarlarına hizmet” le yükümlüdür. Burada önemli bir parantez açıp, Devlet’ in toplumumuz için mukaddes bir kurum olduğunu hatırlayarak, “…gerek bir “kavram” ve gerekse de bir “kurum” olarak, insanlığın hayatında en fazla öneme sahip olan kutsal (burada, “mukaddes” ile “kutsal” ın aynı anlama gelmediğini kısaca belirtmek gereğini duymaktayım) sosyal kavramlar ve kurumların en başta gelenlerinden birisidir; o sebeple, Devlet’ in eleştirilmesi çok özel bir dikkat ve ihtimam ile yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, Devlet bizim gövdemizdir, fiziksel varlığımızdır; ve yine unutulmamalıdır ki, Descartes’ in deyimiyle, ‘ bizim herhangi birşey olabilmemiz için öncelikle ve behemehal var-olan birşey olmaklığımız icap eder ‘. Bu sebeple, Devlet, eleştirilirken, bu eleştirilerin ihlâs ile yapılması, yani bir ‘yıkım ‘ (destruction) değil bir ‘mükemmelleşme’ (perfection) gayesine yönelik olması gerekir. Zira, son zamanlarda çirkince ve sık-sık da kasıt ile yapıldığı gibi, bu eleştiri haince bir ‘ devlet düşmanlığı ‘ na dönüşebilir veya böylelerine fırsat ve zemin hazırlayabilir. Biz, bunun içindir ki, Devlet’ i eleştirirken aynı zamanda O’nu savunmak gibi zor bir san’ata talip olmak durumunda…” 3 olduğumuzu da söylemeden edemiyeceğiz. Ülkenin siyasal idare tarzını belirleyecek genel seçim sonuçları, jakobenlerin bekledikleri tabloyu ortaya çıkarmazsa, egemenliğin milletin temsilcisi olan vekillere devredilmesi asla kabul edilemez. Zira, onlar için demokrasi, aynen eski Atina devletinde olduğu gibi bir “ elitler” yönetimidir. Elitler dışındaki kalabalıklar için ise kural, öngörülen sisteme evet demek, yani “ hak yok, vazife vardır” düşüncesinin itirazsız bir şekilde kabulüdür. “… Jakoben elitler, meşrûiyetlerini Toplum’dan/Halk’tan/Millet’ten değil bizzat kendilerinden, kendi zatlarından almakta, bunu bir çeşit tuhaf bir “din” haline getirmekte ve kendilerini Millet’e karşı somut bir şekilde sorumlu hissetmemektedirler; onlar Millet’e değil, kendi kutsallıklarına karşı sorumludurlar. Jakoben elitler, kendilerini kutsamışlardır; bu sebeple, Toplum’a hemen herşeyi dikte edebilmeyi, Türk toplumunun aksi istikamette bir irade beyanında bulunması durumunda ise, gerektiği takdirde, en şiddetli bir şekilde cezalandırılmasını da işbu tuhaf dinlerinin kendilerine bahşettiği son derece kutsal ve doğal bir hak — hattâ bir anlamda bir görev —olarak telakki etmektedirler…” 4 Günümüzde, özellikle halkı müslüman olan ülkelerde, Jakobenizm ağırlıklı olarak artık devletin dine ve dindarlara keyfi olarak, dilediği şekilde müdahale etmesi, muhataplarının da bu dayatmayı kabullenmesi anlamında oldukça sık kullanılmaktadır. Jakobenleri, tarih boyunca bir siyasi parti çatısı altında pek göremiyoruz. Çünkü onlar, “….pratikte, siyasal bir parti düzleminde örgütlenmekten, daha da ötesi, teoride bir siyasal parti fikrinden hiç, ama hiç hoşlanmamaktadırlar. [Bir açıklayıcı not: Neden her askeri darbeden sonra, genellikle siyasal partiler kapatılıyor? Şimdi anladınız mı?] 1793 Nisan ayında Paris Jakoben Kulübü`nde yapılan bir konuşmayı aktaran Cobban`a göre, konuşmacı şöyle demiştir: `Yurtseverler, parti kurmazlar. Parti, ancak Konvansiyon`daki üçkağıtçılara yakışır.` Dahası, Jakobenlerin kendilerini `sol`da konumlandırmalarına rağmen, belirli bir sınıfsal çıkarı temsil etmiyor olmalarıdır... Aklı, Laikliği ve Bilim`i bir `tapınma nesnesi` haline getirmek! Siyaseti, sınıfsız ve partisiz bir düzende bir `elit zümre`nin işi saymak! Burjuvaziye ve emekçi sınıfına karşı duyulan hoşnutsuzluk! Jakobenlik bu işte... ” 5 Siyasal yönetim – onların deyimiyle- bu “ parya“ ların eline geçtiğinde, vatanın tehlike olduğu durum” kendini göstermiştir. O zaman, içlerinde o ülkenin şöhretli hukukçularının da bulunduğu Jakobenler, bu tabloyu ortadan kaldırabilecek gücün yöneticilerine darbe davetiyeleri çıkarmaktan kendilerini alamayacaklardır. Gerçekleşen darbelerden sonra da hukukçu jakobenler, derdest edildikleri ihtilâl konseylerin emir ve talimatları doğrultusunda çakma anayasalar düzenlemekten, devrilen yönetimin üyelerini, konseyin önerdiği suçla yargılayıp, yine onların istediği cezalara çarptırmaktan büyük bir haz ve gurur duyacaklardır. Ülkemizin Jakobenlik haritasına göz attığımızda ise, bu konuda oldukça zengin bir birikimin olduğunu gözlemliyoruz. “… Türkiye’nin yakın tarihinde, bilhassa — en büyük değişim ve dönüşüm olan — Batılılaşma ile birlikte, bütün sosyal değişim ve dönüşümlere ait Toplumsal Değişim Vektörü’ nün yönü hemen daima yukarıdan-aşağıya, yani hep Devlet’ ten — ‘elitist devletlû taifesi’nden — Toplum’a yönelik olmuştur. Devlet — daha açık bir deyimle, Devlet’ i temsil eden, ya da Devlet’ e egemen olan ve onun gücünü taşıyan Elitler — Halk’ı, Türk toplumunu, ellerinin altında, istenildiği gibi yoğrularak, istenilen fırınlardan istenilen sıcaklıklarda pişirilerek istenildiği gibi şekil verilecek, iradesiz ve kişiliksiz bir ‘ nesne ‘ — adetâ gasıl’ ın elindeki cenaze — olarak farzetmişlerdir: Yat, Yat! Kalk, Kalk!...” 6 Günümüzde artık daha çok “ toplum mühendisliği ” olarak tanımlanan jakobenliğin ilk örneklerini , 1908-1922 seneleri arasındaki 14 yıl ülkeyi yöneten İttihad ve Terakkî hükümetleri verir. Bu parti, gerek kuruluşunda taşıdığı değerler ve gerekse icraatlarıyla tam anlamıyla katıksız bir jakoben yönetimdir. Osmanlı Devleti iyiden iyiye bir çöküş sürecine girmiştir. Bu safhada kurtuluşun rasyonalist, pozitif ve modernist atılımlarla gerçekleşebileceği, bunu da ancak elit bir kadronun gerçekleştirebileceği varsayımı ile düşünceden eyleme sokarlar.O dönem içinde göz açtırmayan bir totaliter rejim ve bunu sürdürmek için siyaset ve basının önemli isimlerinin de içinde bulunduğu bazı kişiler tereddüd edilmeden öldürülecektir. Bu dönemin sonrasında kurulan Cumhuriyet rejimimiz de, Jakoben düşünceyle kısa zamanda tanışacak ve icraatlarına başlayacaktır. Öyle ki, İttihat ve Terakki döneminde üretilen “ vatan elden gidiyor “ ve “irtica geliyor “ jargonları, yeni dönemde de aynen kullanılacaktır. “… Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılındaki kuruluşundan, 1925 yılında Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılıncaya kadar `demokratik` bir Cumhuriyet`tir; -1925`ten sonra ise, Jakoben! Gerçekten de, 1945`e gelinceye kadar geçen 20 yıl, Cumhuriyet`in `demokratik` niteliğinin değil, `Jakoben` niteliğinin öne çıktığı bir dönem olmuştur. İzaha lüzum var mı?... “ 7 Fethi Okyar’ a 1930’ da bizzat Mustafa Kemal tarafından kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, mitinglerine halkın gösterdiği olağanüstü ilgi ve Kasım ayındaki Belediye seçimlerinde, genel yönetimin her türlü baskı ve hilesine rağmen, seçmenden önemli oranda oy alarak, 40 adet belediyenin başkanlığını kazanır. Devletin bazı valilerince Hükümete, Parti’ nin gericiler, komünistler ve gayri müslimleri harekete geçirip, ülke için tehlike arzettiği şeklinde raporlar verilir. Hükümet yanlısı basın da yayınlarında bu doğrultuda manşetler atarak gündem oluşturulur . Bu faaliyetler sonucunda fazla sayıda parti yöneticileri ve tarafları tutuklanır, nihayetinde parti kapatılır. O dönemdeki jakoben uygulamalarda örnek olarak verilebilecek en ilginç isim Nevzat Tandoğan (1894 – 1946 ) dır. Tandoğan 1929 yılında Ankara'ya vali olarak atanır. O yıllarda valiler, tek parti rejiminin anlayışı gereğince aynı zamanda bulundukları ilin doğal olarak Belediye başkanıdırlar. Tandoğan, 1946 yılında hakkında cinayete iştirak veya gizleme ithamı ile açılan bir davanın soruşturmasından oldukça rahatsız olup, intihar edene kadar Ankara’ yı adeta demir bir yumrukla 18 sene yönetir. Meşhur Turancılık davası sebebiyle 1944 yılında tutuklanıp makamına getirilen yazar Osman Yüksel Serdengeçti’ ye, “ Ulan öküz Anadolulu !.. Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek. " şeklinde haddini (!) bildirir. Günün birinde Ankara’ da, sosyalist gençlerin yaptığı gösteri ve yürüyüş sonrasında, polisce gözaltına alınan gençlere karşı söylediği, "Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?" sözleri ile şöhret bulmuştur. Tandoğan’ ın ifadeleri, devletin o yıllardaki jakoben yapısını bütün açıklığı ile ortaya koymuyor mu ?... Vali’ nin uygulamaları bir noktada öylesine bir komediye dönüşür ki, her halde dünya mizah edebiyatı literatürünün ilk sıralarında yer alacak kadar gülünç hale gelir. Polis, Ankara’ nın Ulus Meydanı ve Kızılay Bulvarı’ nda kasketli, çarıklı avı başlatır. Yani kırsal kesim kıyafeti ile bulvarda gezinmek bile suç olur. Bunun en canlı örneği, dönemin ünlü halk ozanı, o mahallerden birinde görüldüğünde, elindeki sazı asfalta vurularak parçalanır ve kendisi o bölgenin dışına çıkarılır. 1946 yılında dönemin Bayındırlık Bakanı Cevdet Kerim İncedayı ise TBMM’ de yapığı bir konuşmada, muhalefet görevi yapan Demokrat Parti`lilere sarfettiği, “ Bu memleketin idaresini Hasso`larla Memo`lara mı bırakalım! “ sözde aşağılayıcı ifadeler, millete nasıl bir gözle bakıldığını bütün vahametiyle ortaya koyuyordu. 12 Mart 1971 müdahalesinden sonra, askerî konseyce Başbakanlığa getirilen CHP milletvekili Nihat Erim, başbakanlığı döneminde, hükümetinin yaptığı hukuk dışı uygulamaları savunmak adına, “ Gerekirse demokrasilerin üstüne şal örtmeli “diyecek kadar jakobenleşecektir. Bundan dolayı da Aziz Nesin ondan her fırsatta “ Şalcı Nihat “ olarak söz edecektir. Postmodern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat 1997'den beri, birinci tehdit olarak ilân edilen sözde “ mürtecî “ kesimlere karşı son derece karmaşık metodlar izlenerek, sanki psikolojik bir savaş yürütülmeye başlanır. Günümüzde ise, neo-ittihadcı olarak adlandırılan grupların, kendi ideolojileri ile bağdaşmayan hükümetlerin başarısızlığı, hatta bir anlamda darbe yoluyla sonlandırılması yolunda yaptıkları olağanüstü faaliyetlere dair, bilgiler, belgeler, iddianameler kamuoyu gündemini yoğun bir şekilde meşgul etmektedir. Jakobenizmin, tarihi geçmişi ile, günümüz dünyasındaki konumu kıyaslandığında, artık tahammül edilemez derecede antidemokrat, fersude ve temel insan haklarına aykırılık teşkil ettiği artık hiçbir gerekçeyle haklı görülememekte ve gizlenememektedir. Uluslararası hukuk kapsamında kabul ettiğimiz standartlar, siyasal kurum ve kişiler, üniversiteler ve sivil toplum kurumları v.d. odakların kararlı çalışmaları ile, siyasetin bu arsız çocuğu, bir daha dönmemek üzere, devletin dışına çıkarılacaktır. K A Y N A K Ç A : 1 http://ahmetsecer.blogspot.com/2010/03/masonluk-jakobenizm-ve-fransz-devrimin.html 2 “ a.g.e “ 3 Durmuş HOCAOĞLU., “Toplumsal Değişme Vektörü ve Jakoben Elitizm’in Sonu”., Zaman.,17.12.1996, 4 Durmuş HOCAOĞLU, “ a.g.e” 5 Hilmi YAVUZ, “ Jakobenlik Üzerine “, Zaman Gazetesi, l Kasım 2009 6 Durmuş HOCAOĞLU, “ a.g.e” 7 Hilmi YAVUZ, “ Jakoben Cumhuriyet “, Zaman Gazetesi, 9 Nisan 2006 http://ferahnak.wordpress.com/2010/04/18/bir-%e2%80%9c-elit-%e2%80%9d-ler-cumhuriyeti-olarak-jakobenizm%e2%80%a6/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |