Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
Sabah saat dokuzda Nilüfer'in Unçukuru Köyünde Kara Mehmet evinden çıktı. Köyün üst başına doğru yürüdü. Tepenin üzerinden ovaya ve Ulubat Gölüne baktı. Tepenin yamacındaki ot bile bitmeyen kayalık araziler son beş yıl içinde altın gibi değerlenmişti. Akşamki yağmur köyün içini çamur deryasına çevirmişti. Ama bu bile inşaatlarda çalışanları durdurmamıştı. Yamaçtaki iki katlı lüks binaların çatısında iki işçi çalışıyordu. Bursa'nın zenginleri göl manzaralı evler istiyordu. Hem göl manzaralı, hem sivrisinekten uzak evler. "Keşke bu yamaçların bu kadar para edeceğini önceden bilebilseydim. Üç kuruşa hepsini alıp şimdi zengin olurdum,"diye düşünüyordu. Yamacın gerisine ormanlara doğru baktı. Kıvrıla kıvrıla dağa çıkan yoldan bir minibüs köye doğru geliyordu. Hızlı adımlarla köyün öteki başından geçen asfalta doğru yürüdü. Sigarasını da yeni yakmıştı. Birkaç fırt çekmeden onu yere atmaya mecbur kalacaktı. Elindeki sigaraya baktı. "Hep ziyanlık, hep israf," diye düşündü. Hangi işimiz akıllı ki? Saat dokuzda Berber Rıza anahtarı deliğine sokup dükkânın kapısını açtı. Kilit son günlerde açılırken zorlanıyordu. Ve o her kilitle boğuştuğunda "Bu gün bari yağlayayım şu mereti ,"diye düşünürdü. Dükkânda tıraş makineleri için kullandığı yağ üstelik bu işi görürdü. Ama ertesi sabaha kadar bir daha bunu aklına bile getirmezdi. Akşam zaten rakıyı biraz fazla kaçırmıştı. Başında kurşun gibi bir ağrı vardı. Dükkânı duvar boyunca kaplayan aynada kendine baktı. Dolaptan beyaz önlüğünü alıp giydi. Pompalı damacanadan bir bardak su doldurdu. İçine kocaman bir aspirin attı. Su önce ufak ufak kabarcıklandı. Kabarcıklar çoğalıp bacadan çıkan dumanlar gibi su yüzüne koşuşturmaya başladılar. Bardaktaki su aniden kaynamaya başladı. Suyun rengi süt gibi bembeyaz oldu. Kabarcıklar bardağın duvarlarına yapışıp şu yeniden cam gibi durulunca bir kerede dikip içti. Birisi çıkıp dükkana gelmesin diye dua etmeye başladı. Ne olur yarım saat kimse gelmesin. Kafamı biraz toparlayıncaya kadar… Saat sabahın dokuzunda Küçük Sude annesinin elinden tutuyordu. Nilüfer tren istasyonu hala kalabalıktı. İzmir yolunda trafik iyice tıkanmaya başlamıştı. Sekiz belki on serçe cıvıldaşarak Avrasya Sirk çadırının üstünden gelip parkın çimenlerine gökten düşer gibi indiler. Hala birbirleriyle dalaşıp cıvıldaşıyorlardı. Parkan geçen insanlar onlara aldırmıyordu. Küçük Sude annesinin kolundan çekiştirmesine aldırmayarak serçelere izlemeye çalışıyordu. Parkın içersinde boylu boyunca uzayan taş yolda iki köpek birbiriyle şakalaşıyordu. Otomobillerin arasından çıkıp çam ağaçlarının arasına doğru gittiler. Köpeklerin oynaşmasının serçelerinkinden hiçbir farkı yoktu. Birdenbire köpekler serçelerin cıvıltısına kulak kesilip oyunu bıraktılar. İkisi birlikte ok gibi kuşların üzerine doğru koştular. Kuşlar havlanıp çam ağacının dalına kondular. Ve yine kaldıkları yerden yeniden birbirlerini kovalamaya ve cıvıldaşmaya devam ettiler. Küçük Sude tren istasyonun merdivenlerinden karanlık dehlize ilerlerken artık kuşları göremediği için üzüldü. Annesi her zaman acele ettiriyordu. Ve nedense her zaman gidecekleri yere geç kalıyorlardı. Oysa serçelerin hiç acelesi yoktu. Saat tam dokuzda Bitlisliler Kahvesi'nin önüne beyaz kamyonet gelip durdu. Kapalı Pazar yeri pazartesi günü pazarcılarla dolup taşarken o illa gelip kahvenin önünde duruyordu. Saat tam dokuzda bütün sokaklar henüz sabahın mahmurluğunu taşırken patates, soğan diye bağırmaya başladı. Tamam, elektrikli megafonu yoktu ama satıcının sıtma görmemiş bir sesi vardı. Bağırdığında sesi bütün sokağı dolduruyor, neredeyse camlar tıkırdıyordu. Sanki inadına yapıyordu. Birkaç sokak yukarıda Pazar varken bu adam neden illa buraya geliyordu? Dört aylık bebeği olan genç kadın bu adama zaten haftalardır sinir oluyordu. Daha önce birkaç kez balkona çıkıp adamı uyarmaya niyetlenmiş ama her saferinde ayıp olur diye vazgeçmişti. Ama bu gün artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bebeği uyanınca kan iyice beynine çıktı. Saçı başı dağınık ve öfkeli bir biçimde balkona çıkıp satıcıya bağırdı. - Hey patatesçi! Baksana biraz… - Buyur abla kaç kilo vereyim. Patates mi istersen soğan mı? - İkisinden de istemiyorum. Buradan başka patates, soğan satılacak yer yok mu koca Bursa'da? - Pardon Abla, nerde satayım? - Yukarda pazar var git orda sat. Gelip kapının önünde bas bas bağırıyorsun. Evde bebek mi var, hasta mı aldırdığın bile yok? - Yakışmıyo ama abla sana bu ağızlar. Git işine, ekmeğimle oynama benim. - Sana çok mu yakışıyor patates-soğan diye bağırmak? Hee çok mu yakışıyor? - Hey Allah'ım ya, hep bize çatıyor üşütükler. - Üşütük senin bacındır, terbiyesiz. Evde bebek var, hasta var diyoruz. Üşütükmüşüz. Bağırma kardeşim burada. Git başka yerde bağır. - Abla psikopata bağlatma beni. Patatesimi, soğanımı nerede satacağımı sana mı soracağım. - Git nerde istersen sat. Burada satma. Gelip balkonumun altında bağırma benim. Seni zabıtaya şikâyet ederim. Bir daha mahalleye bile giremezsin. - Git başımdan be abla, istersen valiye şikayet et. Hatta başbakana, cumhurbaşkanına et. Genç anne öfkeden tir tir titreyerek içeri girdi. Saat dokuzdan yavaş yavaş uzaklaşırken evinin salonundaki kadın öfkeyle zabıtanın numarasını arıyordu. Patatesçide de çok sinirlenmişti. "Kadın başıyla şu yaptığı terbiyesizliğe bak," deyip duruyordu. Kahvenin önünde oturan insanlara bakıp haklılığını onaylamaları bekliyordu. Kimse sinirlerini yatıştıracak ve ona "boş ver yahu aldırma" diyecek gibi durmuyordu. Onlara da kızdı. Yönünü evin balkonuna çevirip yeniden patates, soğan diye bağırdı. Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |