..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




30 Ekim 2017
Köpeğin Adı Badi - 46  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Polisin yanındaki komşularından bazıları gördükleri karşısında yüzlerini kapattılar, bazıları da çığlık attılar: Süheyla hanım yatağında yatıyordu, üstü ve yataktaki örtü ile yorgan kan içindeydi; yüzü sarı beyaz karışımı bir renkteydi, gözleri kapalıydı.


:HEG:
Kenan Baba'nın cinayet konusunda söyledikleri doğruymuş:

Çok yağmur yağdığı yerlerin su içinde olmasından belliydi. . Gece yarısına bir saatten fazla bir zaman vardı. Uzun boylu, cüsseli, biraz kilolu, sırtında siyah bir pardesü bulunan bir adam, trafik ışıkları yeşil yanınca biriken yağmur sularının üzerinden atlayarak caddenin karşısına geçti. Oradaki su birikintisi daha fazla olduğundan atlayamazdı, o nedenle suyun içinde bata çıka yürüdü. Her adım atışında bir miktar su da havalanıyordu.

Yüz metre kadar yürüdükten sonra ara sokağa saptı. Yolun sağından ve solundan incecik bir dere gibi su akıyordu. Burası yokuştu, hem de ne yokuş! Dimdik. O yüzden adımları yavaşlamıştı. Önünde boş simit arabasını zorlanarak iten beyaz önlüklü bir genç gidiyordu. İşini tamamlamış, satış iyi geçmiş olmalıydı. Yüzünde memnuniyet ifadesi vardı. Önünü kapattığı ve gecikmesine neden olduğu için simitçiye sinirlendi, hızlandı ve onu geçti. Karşıdan yokuşu koşarak inen iki genç kızdan biri az kalsın ona çarpıyordu. Kızlara söylendi, ne dediği anlaşılmıyordu. Sokak lambaları ortalığı çok iyi aydınlatmasa da önünü görmeye yetiyordu.

Yolun iki yanında 4-5 katlı apartmanların bazılarının pencerelerinden ışıklar yola vuruyordu. Yokuş bitince yol ikiye ayrıldı. Sol tarafa saptı, burada evlerin çoğu tek ya da iki katlıydı; çok katlılar tek tüktü. Hemen hemen tüm evlerin hali perişandı. Yürüdükçe binaların arasındaki boşluklar artıyor yol giderek karanlığa bürünüyor ve ıssızlaşıyordu. Bir park çıktı karşısına, içine girdi. Boştu. Parkın içindeki lambaların çoğu yanmıyordu, yananlar gene de cisimlerin kabaca da olsa seçilmesini sağlıyordu. Oturacak bank aradı, az ileride vardı. Gitti, oraya oturdu. Kafasını çevirip ortalığı kolaçan etti. Kimse olmadığına kanaat getirince önce pardesünün cebinden çıkardığı galoş denilen ince plastik koruyucuları ayaklarına geçirdi; sonra plastik eldivenleri ellerine takıp ayağa kalktı, parktan çıktı.

Geniş, kasvetli, kocaman, bakımsız bir sokağa girdi. Biraz yürüdü, evler hatta cılız bir ışık yayan sokak lambaları bile bitmek üzereydi. Uzaktan bir köpek sesi geliyordu. Sondan ikinci evin önünde durdu. Burası üç katlı bir apartmandı. Diğer evlerle arasında onlarca metrelik mesafe vardı. Yolun sağ tarafındaydı, oysa ev solda kalmıştı. Karşıya geçti. Yerler az da olsa ıslak ve çamurluydu. Dikkat etse de ayaklarındaki galoşlara biraz çamur bulaşmasına engel olamadı.

Adam, apartmanın önünde bir dakika kadar bekledi. Pencerelere baktı. Bodrum kattaki daire hariç hepsi karanlıktı. Sokak kapısına yaklaştı, eliyle hafifçe yokladı. Açıktı. Ağır ve paslı demir kapıyı iteledi, gıcırdıyordu; fakat çok fazla bir ses çıkarıyor sayılmazdı. İçeri girince kapıyı gürültü yapmadan hafif aralık bırakacak şekilde kapattı. Ortalık çok karanlıktı ve elinde bir pilli fener vardı. Yaktı. Az ilerideki merdivenlere doğru ilerledi. Yavaş adımlarla merdivenleri indi, bodrum katındaki dairenin kapısı önünde durdu. Burnuna ağır bir rutubet kokusu geldi, kanalizasyon kokusu da olabilirdi. Yuvarlak basma yerli zile parmağıyla dokundu. Bekledi, bekledi; kapı açılmadı. Bir kere daha bastı zile, bu sefer daha uzun çaldırdı. Kulağını kapıya dayayıp içeriyi dinledi, ayak sesleri duyar gibi oldu.

Bu dairede Süheyla hanım oturmaktaydı. Uzun yıllar yapamamış olsa da mesleği hemşirelikti. Tüccar olan kocası, evlenince çalışmasını istemediği için on yıllık mesleğini bırakmak zorunda kalmış olmasına rağmen eşe-dosta, akrabaya çağırdıklarında iğne vurmaya koşa koşa giderdi. Artık yetmiş dört yaşındaydı, oraya buraya koşturamıyordu. Buna rağmen zorda kalan olursa gene yardımcı oluyordu.

Kocasının işleri yıllarca çok iyi gitti. Kendilerine ait evleri, yazlıkları, otomobilleri oldu. Öyle bir gün geldi ki kocasının işleri birden bire tersine döndü. Geçen yıllar içerisinde varlarını yoklarını kaybettiler ve bu bodrum kata kiracı olarak taşındılar. Kocası mahalle arasında küçük bir bakkal dükkanı işletip, Bağ-Kur'dan emekli oldu ve sekiz ay sonra da öldü. Süheyla hanım kocasından kalan maaşla hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Eline geçen para tek başına da olsa zarzor yetiyordu. O buna rağmen yaptığı iğnelerden para almayı kesinlikle reddediyordu.

Zil ilk çaldığında duymuştu ama pek emin değildi, kulakları artık eskisi gibi işitmiyordu. Onun için beklemişti, tekrar çaldığında açmak için kapıya doğru gitti. Gecenin bu saatinde onun evine gelse gelse işi düşen bir akrabası ya da komşusu gelmiş olabilirdi. Gelen de büyük bir ihtimalle iğne vurmasını isterdi. Mahalledeki birçok kişi eli hafif diye reklamını yapıyordu ve bu da iğne yaptırmak isteyenlerin sayısını artırıyordu. Kapıyı açınca, hiç tanımadığı pardesülü bu adamı görünce de aklına kötü bir şey gelmedi. Belki de bir tanıdık göndermiştir bu adamı diye düşündü. Adam davet beklemeden içeri daldı ve kapıyı örttü.

Üç gün sonra.

Komşuları birkaç gün Süheyla hanımı görmeyince evine gelip zili çaldılar. Belki duymamıştır diye tekrar tekrar çaldılar. Dışarı çıkıp dairesinin camlarına vurdular. Bir cevap alamayınca polise başvurdular. Polis bir çilingir vasıtasıyla kapıyı açtırdı.

Polisin yanındaki komşularından bazıları gördükleri karşısında yüzlerini kapattılar, bazıları da çığlık attılar: Süheyla hanım yatağında yatıyordu, üstü ve yataktaki örtü ile yorgan kan içindeydi; yüzü sarı beyaz karışımı bir renkteydi, gözleri kapalıydı.

Cinayet masası dedektifleri emniyet müdürünün odasında.

Emniyet Müdürü, deri kaplı makam koltuğunda sağa sola döndü, hareketlerinden sinirli olduğu anlaşılıyordu. Birkaç kere öksürüp boğazını temizledi. Yüksek bir sesle: “ Demek ki katil, yaşlı kadını yatağında öldürmüş. Eve nasıl girdiğini tesbit edebildiniz mi? Kadın uyurken eve girmişse ya kapıdan ya da pencereden girmiştir. Oralarda herhangi bir zorlama var mı?” Kadın bağırmamış mı, olayın olduğu gece sesini duyan olmamış mı? Dedi.

Birinci Dedektif: Efendim, evi iyice inceledik. Camlarda da kapıda da herhangi bir zorlama yoktu. Evin ışıkları da açıktı.

Emniyet Müdürü: Kadın yatağa yatıp katiline “Gel, beni öldür!” demedi ya... Neyle öldürmüş.

İkinci Dedektif: Kesici bir aletle öldürmüş olmalı müdürüm. Çünkü maktulün boynundaki sağ şah damarı kesilmiş ve aynı kesici aletle karnında da bir yara açılmış. Ayrıca sırtında bıçakla çizilmiş ne olduğunu bilemediğimiz bir işaret de var. Ayrıntılı bilgiyi otopsi raporundan sonra öğrenebileceğiz.

Emniyet Müdürü: Evi iyice incelediniz mi? Hangi delillere ulaştınız?

Birinci Dedektif: Saatler sürdü incelememiz. Buna rağmen en ufak bir delile ulaşamadık. Ne parmak izi var ne de ayak izi. Yerlerde biraz çamur vardı, ama tam bir ayak izi değildi. Evde boğuşma olmamış. Apartmanda oturanların hepsini sorguya çektik. Tek başına yaşayan, komşuları tarafından sevilen, hastalara ücret almadan iğne yapan eski bir hemşire, hısımı akrabası var ama yok, yaşlı bir kadıncağızmış. Bırakın düşmanı olmasını, küs olduğu kimse bile yokmuş. Gürültü, ses ya da çığlık duyan olmamış.

Emniyet Müdürü: Şehrimizde bununla birlikte son iki ayda üç tane faili meçhul cinayet işlendi. İlk ikisi jandarma bölgesindeydi. Sanırım ilk iki cinayetle bunun benzeşen tarafları var. Yarın ilk işiniz jandarmaya gidip o cinayetler hakkında ayrıntılı bilgi almak olsun. Maktullerin benzeşen taraflarını da iyice öğrenin. Belki buradan katile ulaşabiliriz.

İkinci Dedektif: Efendim, bu cinayetleri bir seri katilin işlemiş olduğundan mı şüpheleniyorsunuz?

Emniyet müdürü, bu soruya cevap vermeden önce ayağa kalktı, masanın önüne gelip ayakta bekledi. Bu hareketi konuşması bittikten sonra gitmeleri için bir işaretti. Hep böyle yapardı.

Emniyet Müdürü: Evet. Karşımıza bir seri katil çıkarsa hiç şaşırmam. O nedenle siz bu cinayetin ayrıntıları hakkında basına fazla bilgi vermeyin. Hatta hiç bilgi vermeyin, şimdilik gizli tutulsun. Halk arasında bir panik havasının yaratılması hiç hoş olmaz. Seri katil mi değil mi otopsi raporundan ve jandarmadan gelecek bilgilerden sonra belli olur. Gerçi seri katil olması zayıf bir ihtimal diye de düşünüyorum. Çünkü meslekte yirmi yıldan fazla zamanım geçti, bir tane bile gerçek seri katille karşılaşmadım, dedi.

Dedektifler selam verip dışarı çıktı.

(Devam edecek...)




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.