..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Yûşa Irmak




26 Ekim 2023
Kendini Anlatma Şekli  
Yûşa Irmak
Aynaya baktığınızda gördükleriniz dışında, göremediklerinizi de sunabilirsiniz okura. Ama ilkinde karşınızda dikizciler bulursunuz ve kendi imgenizi onların göz ucuna hapsediverirsiniz. İkincisinde ise bir paylaşım bulursunuz. Kendini anlatmakla ifade etmek arasındaki o ince çizgi burada yatıyor bence.


:DGE:
Çalışma masama oturduğumda ilk iş, bilgisayarımda arşivlediğim metinleri okumaya başlarım... Bazı metinlere yoğunlaşmak ve bir damar yakalayıp oradan yeni bir şeyler söylemeye çalıştığımda balkona özenle yerleştirdiğim bitkileri seyre dalarım. İrili ufaklı saksılara diktiğim fesleğen, kaktüs ve sardunyalara baktıkça hem gözlerimin hem de ruhumun dinlendiğini fark ederim. Şayet sabaha kadar çalışmışsam çiçeklerime su verip canlı kalmasını sağlarım. Bu seremoniyi gerçekleştirdiğimde o günüm çok verimli geçer…

Saksılardan balkona yayılan mis gibi toprağın kokusu, iç acıcı, ruh okşayıcı nane ve fesleğenin kokusu, güneşin ilk ışıklarıyla çiçeklerin yapraklarına teması, bahçemizdeki meyve ağaçlarına tünemiş güvercin, kumru ve diğer kuşların sabah zikirlerini dinlemekten haz duyarım. Düşünürüm, bakarım, seyredip anlamaya, idrak etmeye, yeni şeyleri keşfetmeye çalışırım. Bazen kelimelerden yeni bir yol açmışsam hemen not defterime yazıp, art arda sıralamaya çalışırım. Bu bir çeşit zor bir bulmacayı çözüyor hissi verir bana. Hani tüm soruların yanıtlarını biliyormuşum gibi… Bazen de içinde hiç sözcük olmayan, ancak tarifini bir türlü yapamadığım, belki de aciz kaldığım ve içinden geçilebilir bir auraya bırakıyorum kendimi. İki söz arasında uzayıp giden o suskunluklara…

Ortaokullu yıllarımdan beri okuma isteğim, yazma arzum deftere ve kaleme olan düşkünlüğüm bugün hâlâ devam ediyor. O yıllarda yazmak, kendimi anlamak, yaptıklarımla düşündüklerimi kendime kabul ettirmeye çalışmaktı. Gerçekten insan, kendi pürüzlerini görmek isterse düşünmeli ve yazmalı! Böylece kendi çıkıntılarını, pürüzlerini görüp, kendini tanıyabilir ve anlayabilir.

Benim düşünme ve yazma serüvenimde bazen kendimi belli sözlerle anlattıktan sonra şaşırarak artık o anlattığım gibi biri olmadığımı fark ederdim. Her tanımlamada hakikatin başka bir yüzüne dönüyordum, bu hakikatler başka bir yüzümü perdelediğini fark ederdim. Aynı kalan, anonim bir gerçekliğe tekabül eden yegâne olaylarım ise birtakım eylemlerimdi; “Şuraya gittim, buradan geldim, yeni kitaplar aldım” gibi. Onun dışındaki her şey göreceli gerçekliğin kapsama alanına giriyordu…

Bu kısırdöngüden kurtulmanın yolu, yazarken kendi merkezimle benliğim arasına bir mesafe koymakta buldum. Bunun üzerine defterime öyküler, hikayeler ve denemeler yazmaya başladım. Yine en büyük esin kaynağım yine kendi yaşantımdan alıyordum ama en azından “ben olmayan”ı anlatmaya başlamak bambaşka bir ufuk açmıştı yazma serüvenimin önünde. İşte bu yüzden kendini anlatmaya çalışan çoğu insanın, kendisinin bir benzeriyle karşılaştığını görüyordum. Bu da insanın kâğıt üzerinde en fazla bir yansıma ve bir tezahür elde etmesini sağlıyordu. Yani elinizdeki kalemle ayna kadar yaklaşamayanların kendi imgelemlerinde boğulduğuna şahit oluyordum.

Peki bu neden böyledir?

Sanıyorum insanın yüzde yüz kendi anlatması mümkün değil… Zira insan kendi hakikatlerinden bile eksiktir! İnsan, o bir türlü tamamlanamama duygusu yüzünden kendini ifade etme ihtiyacı hisseder. Çoğu arayışlar, keşifler, yorumlar hiç bitmesin, her an yenilensin diye yani… Kâinattaki yaratılışın her an sürmesi de bunu doğrular bir hadisedir.

Gelgelelim günümüzde yazardan istenen en yalın, en çıplak haliyle kendinden bahsetmesi. “Samimi ol, somut ve net ol. Kısa ve yalın ol.” Ve bu tek kriter haline geldikçe edebiyatın edebi de giderek azalıyor, dolayımlı anlatma biçimleri, imge ve simgeler, teşbih ve çağrışımlar çekiliveriyor edebiyatçının kıyısından. Kendini olduğu gibi anlatma telaşı yazarın yaratıcılığını kalbinden hançerliyor.

Baudelaire’in, Pavese’nin, Gide veya Kafka’nın günlüklerini okurken de kendilerinden bahsettiklerini görürüz. Ama onlar kendilerinden yola çıkarak bir başkasının iç dünyasına ulaşabilmişler, başkalarının kendi kendileriyle yüzleşebilmesine katkıda bulunabilmişler. Bugün ise yazardan beklenen tek tip bir talep var: “Başkası olma, kendin ol.” Kendine başkası üzerinden bakamayan bir yazarda okuyucu ne bulabilir diye düşünmeden edemiyorum.

Defterle, kalemle olan yakınlığımın ikinci dönemlerinde, özellikle denemelere ağırlık verdiğim bir zamanda anladım ki farklı dünyalar, birbirinden değişik yaşantılar ve iç sesler çoğaldıkça, kendini zaten anlatmış oluyor insan… Bu keşif, kendi adıma en net ve somut keşiflerimden biri olmuştu benim için. Aynaya bakıp ne görüyorsanız okuyucuya onu sunduğunuzda, bunun adı hikâye, öykü veya deneme değil, bu bir teşhirdir. Yaşadıklarınızdan yola çıkıp yine aynı yere varıyorsanız, kendinizi en iyi anlatan yine siz oluyorsanız, giderek çırılçıplak hale gelir ve bir türlü üç cümlecik atmaya kıyamazsınız kendi teşhirciliğinizden. Okuyucuya keşfedecek, tamamlayacak, hatta bir bakıma kendi öyküsünü yazdıracak cesareti vermezseniz ne yazmanın ne düşünmenin ne de dünyaya yeni bir eser meydana getirmenin hiçbir kıymeti olmaz.

Aynaya baktığınızda gördükleriniz dışında, göremediklerinizi de sunabilirsiniz okura. Ama ilkinde karşınızda dikizciler bulursunuz ve kendi imgenizi onların göz ucuna hapsediverirsiniz. İkincisinde ise bir paylaşım bulursunuz. Kendini anlatmakla ifade etmek arasındaki o ince çizgi burada yatıyor bence.

“Modern okurun beklentisi, bugün yazarı çırılçıplak karşısında görmektir” diyor Susan Sontag. Kendini anlatan yazarla neden bu kadar ilgilenilir? Okuyucu doğrudan kendi içine bakma arzusu ve bununla da aslında kendini keşfetme-anlatma hevesini duyuyor herhalde. Belki de bugün yazarların kurdukları hikâyeleri gerçek hikâyesi sanan okurlarla karşılaşmalarımız biraz da bundan kaynaklanıyor.

Çalışma masamın üstünde, altında, sağında, solunda duran defterlerim, elimin altında dursun diye sırtlarını bana çevirdiğim kitaplarım… Ya da bilgisayarımın Word’ünde hazır kıta bekleyen sözcükler… Bazı zamanlar bunların hepsinin hep aynı şeyi yazmak için gereken detaylar olduğunu hissediyorum. Yazar nihayetinde hep aynı şeyi yazıyordur belki de kim bilir… Fakat maharet, her seferinde o şeyin başka bir yüzüne bakabilmektedir herhalde. Aynanın karşısına geçtiğinizde bir benzerlik görmeksizin kendinize ilk kez bakabilmek için…

Kalın sağlıcakla



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kaygı ve Endişe İnsanı İnsanlıktan Çıkartır
İki Burçlu Bir Kale: Zaman!
Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi'nin Düşündürdükleri
Günbatımı Eski Bir Masada Başladı Her Şey
"Güzel"in Anadilini Konuşursak Ne Olur?
Güzelliğin Evine Kurulmak
Dünyaya Açılan Yol
Boş Çerçeve
Sesler
Yürek Evinde Oturmak

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
O Kelime!
İstanbul’u Düşünmek
Geçmişi Geçmişimiz Olan Şehir: Bosna - Hersek
Ruhu Vurgun Yemiş Dalgıçlar
13 - 14 Yaşındaki Kız Çocukları Hakkında…
Abdülhamid, Abdülhak Hâmid ve Karındeşen Jack
Ezberlerin Bilimsel Kılıklısı Bir Felakettir
Gidene Yol, Kalana Yer Vermek
İşlenmemiş Cevherler Ülkesi: Türkiye
Eşek Edebiyatı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Geldim [Şiir]
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.