En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Kibrit alevi, ay ışığı, güneş Sudenaz öğle vakti okulun küçük futbol sahasındaydı, burası oyun alanı, her türlü şamatanın at koşturduğu bir mavilik aslında uçsuz bucaksız, beton olabilir, burada bir sürü mavi gözlü çocuk var, yıldızlar misali, her renkten ışık. 11 yaşındaki ince kız dertliydi, dizlerini karnına çekmiş oturuyordu, üzgün bakışlarını çevresinde gezdirdi, az ilerde bir taş gördü, onu eline aldı, taşı kalem gibi kullanıp bir şeyler çiziktirdi betonda, sonra kiremit parçasını aldı, kiremit parçası daha iyiydi. Betonda kırmızı çizgili ilerliyor, daireler çiziyor, spiral, sonra yıldızlar çiziyor, bu sırada sıkıntısını unuttu. Ve bu çizimlerden sıkıldı, sıkıntısını yeniden alevli biçimde hissetti yüreğinde, o sıkıntı çatmaya yer arayan bir kimliğe büründü, ayağa kalktı, zıpladı sıçradı, koştu, daireler çizerek koştu, yerde taklalar attı ellerinin içini yere dayayıp, at gibi koştu gözle görünmez bir varlığı meleği yakalamak ister gibi, yorulmuştu, ilerde bir pet şişe gördü, ona bir tekme attı, pet şişe ilerde bir noktaya gitti. “Kapağını unuttun dostum” diyor, başın sana lazım olacak!” Pet şişeden caydı. Boksör gibi yumruk atmaya başladı karşısında boksör varmış gibi, evet, gölge boksu yapıyordu: “Hadi! Hadi! Ezik seni! Sen bana yumruk atana kadar ben ensende bir kazan düğün pilavı pişiririm, o kadar yavaşsın ki; bu ağır çekim sana kimden miras? Kime çektin? Anneye mi? Seni uyuşuk ucube! Sen bana bir yumruk atana kadar 1700 kaplumbağa ard arda aramızdan geçer!” Rakip sallıyor yumruğu, bir aparkat, bir sağ, bir sol, karaciğere bir yumruk. “O da nedir?” diye düşünürken Sudenaz, geri geri gidiyor, ama çabuk toparlıyor, gülüyor Muhammed Ali gibi. “Ooo dostum! bu çok iyiydi, nasıl oldu da bu yumruklarımı göremedim?! Sende Muhammed Ali’den bir göz kırpış var. Muhammed Ali rüyanda öptü mü seni, belki de az önce ruhu buraya sana yardıma geldi, yoksa senin karanlık acılı gecelerinin hırsını hatırlayıp mı salladın o yumrukları, parasızlık acısı mı? Babandan yanlışlıkla yediğin tokadın acını mı benden çıkarıyorsun, annene yaptığın büyük yanlış sonrası, saygısızlık ya da bir aşırılık ya bir başına buyrukluk sonrası, bir cehenneme dönüşmen sonrası, can sıkıcı ve çok kötücül bir çocuk olman sonrası, (bedeli vardır) karnına yediğin tekme? Annen kıvranışını görünce zevkle gülmekte.O tekmenin acısını bana resmetmeye mi çalışıyorsun? Tekrarlayayım: Ooo dostum! Bu çok iyiydi! Nasıl oldu da O ışınsal yumruklarımı göremedim. Sudenaz bir yumruk sallıyor, sonra bir tane daha. “İyi kaçtın, güzeeel; ama seni haşlama tavuktan beter yapacağım dostum. Derken Sudenaz bir sağa sendeliyor, bir sola, bir aparkat yedi, geri geri gitti, nerdeyse düşecekti. Hakeme baktı, hakem saymaya başlamıştı. Sudenaz hakeme öfkeyle baktı. Ring karıştı, koçlar birbirine girdi, seyircilerden bazıları ringe atladı, iri yarı güvenlik görevlileri onları cılız ve ölmek üzere olan kurbağalar solucanlar ya da haşerat olarak algılayıp soğukkanlı biçimde sarıldılar onlara, paketleyip ring dışına attı. Küfürler havada uçuştu. Boks müsabakası kısa aranın ardından yeniden başladı. Sudenaz kızgındı, dil çıkardı rakibine: hadi, kim yenecek görürsün!” dedi, yumruk atıyor, geri kaçıyor, eğiliyor, sonra ani atak yapıp yumruğu indiriyor, geri kaçıyor, Muhammed Ali gibi ayak dansı yapıyordu, Sudenaz onu üstüne çekip yormayı amaçlamıştı, ama o da nedir? Bir yumruk geldi; küfür etti; vay, ağzına acı biber koyim dedi, yere düşerken sırt üstü, aparkat yemiş, patates çuvalı gibi sırt üstü yere düşmüştü. Şunu duydu: beni hafife almamalıydın. Sudenaz’ın başının çevresinde biri milyon renkli yıldız dönüyordu, uyuşuktu beyni. Ya ben.. böyle planlamamıştım diye düşündü. Rakibin uzanan elini gördü Sudenaz, uzatılan eli ituttu, ayağa kalktı elin yardımıyla. rakip kollarını açtı, kucaklaştılar, rakip Sudenaz’ın kolunu havaya kaldırdı. Sudenaz çok yorulmuştu, kaybettiği için üzgündü; ama iyi olan kazanır diye düşündü, bu gölge boksu onu çok yormuştu. Yere bağdaş kurup oturdu, nefes nefeseydi, sesli düşünmeye başladı, havaya girdim, şimdi biri bana yar olursa ne güzel olacak, onu pataklama imkanı için bütün şartlar hazır içimde, fiziksel olarak, lastik gibiyim, ısınmışım. Şimdi bana biri dayılık yapsa, haraç istese, yan baksa onu çiğ çiğ yerim. Oh ne rahatladım be. Tam havaya girdim, içim açıldı. Ama hayalen değil; hayalin zevkini yaşadım; üstelik yenildim; şimdi gerçeğin zevkini yaşamam lazım: Gerçekten birini pataklamam lazım, diyerek oturdu yere yine, içindeki öfke yumuşamıştı, ağlamak istiyordu, ama gözyaşları çıkacak gibi değildi. Şöyle dedi kendine: Ağlamak için gözyaşlarım tükendi. Ayrıca Ağlamak bir halta yaramıyor. 11 yaşına geldim! Çekiç murçla dağları delip susuz köylere su getirebilirim! Çok zorlu yıllar kaydettim, okula sürünerek gittiğim yılar oldu, adımı kullanmayıp sürüngen dediler, bazı günler yola çıktım, bir hafta sonra eve varabildim, okul dağdan aşağıdaydı, o zamanlar dağda yaşıyorduk baldırı çıplak bir aileydik, çok yoksulduk, canımız sıkıldıkça, aç kaldıkça birbirimizi yerdik, açlıkla insanlar birbirine çatar, ne zaman paramız olacak şuyumuz buyumuz olacak, insanın sinirleri bozulur, psikolojileri darmadağın olur, ve yanındakine çatar, yerler birbirini, ne var ki bu karın doyurmaz. Okumayı çok istedim, fena hırs yaptım gır gır değil. Yollar orman doluydu, bazı erdemli kızlar bana cangıl kız derdi, ve ben ormanın bütün sürüngenleriyle dost oldum, sürüngen kız demeleri zoruma gitmedi, kalbim kırılmadı. Orman bana çok şey öğretti, meyvelerini yedim, karnım doydu hayatta kaldım, güneşte gölgeline sığındım, dallarından barınak yaptım. Kuş seslerinin büyüsünü içtim gündüz vakti ya da zifiri karanlık gecelerde, gecelerde en ürkütücü sesler olurdu, onları su gibi içtim, onlar gölgem oldu, onlar ruhumun bir parçası oldu onlar adımlarımdaki ıslık oldu, onlar parmaklarımın sihirli dokunuşu oldu, zifiri karanlık gecelerde en ürkek ve saf canlılar ortaya çıkar, kelebeksi ve güzel canlılar, parlak gözlü, minik ve sevimli varlıklar, güçlü varlıklar, büyük dişleri olan varlıklar, işi bilen kurtlar, ormanın her yerini bilen vahşi kurtlar, ulumaları…biliyorum onlardan bana çok şey geçti, onların ustalıklarından bana çok şey geçti… Kısa bir sessizlik sonrası yeniden sesli düşünmeye başladı, başını öne doğru sallıyordu aç bir kurt gibi, şöyle dedi kendine: “Bugün kesin birini yere sermem lazım ve bu yere sermenin de sonuçlarına katlanmam lazım. Acaba mahalleden kimi yere sersem. Şu yaşı benden büyük at gibi kızlardan birine saldırsam. Gölge boks gibi olmaz. Yani beni duman ederler hırpalamaktan, o halde ağır ve çok aşağılayıcı bir laf çakıp- psikoza depresyona girsinler- Girmeyip bu şebeği ciddiye almayalım, ufak çocuğa vursak başımıza bela gelir diye düşünürlerse…o halde ben de kaçınılmaz olarak bir yumruk çaksam birine…çok can yaksa…ilahi kuvvetle yumruk çaksam…peki; yakalayıp beni harcarlar; yüz metre rekoru m yok, eve kadar yüz metre var, uçup üstüme konarlar kesin. Ama arkadan Trt belgeseldeki kızıl tilki gibi yaklaşıp enseye bir tokat çakıp son sürat koşsam, hım, fikir güzel, enseye tokadın ağır sonuçları olmaz. Ama bir yumruk atarsam pahalıya ödetirler, o üç uzun kız beni fena pataklar. Selam verdim almadılar, beni ufak görüp eliyle tavuk kışkışlar gibi hareket yaptı liderleri, diğeri dil çıkardı, üçüncüsü bir elini gırtlağına götürüp keserim manasında boğazında gezdirdi parmağını. Ama bunu başlatan bendim, onlara ilk seferinde şöyle dedim, aşıktım ablalara, at gibi görkemli görünmelerine; “siz kızlar üçünüz bostan tarlasında mı büyüdünüz?’ O güneşli günde elimde dondurma vardı, üçü bana buz kesmiş suratla bakıyordu, sanki yüzyıllar sürmüştü o saniyeler, gülmüştüm, gülmüştüm pişmiş kelle gibi onlar gaddar yüzlerle bana bakarken, sırıttım ve birbirlerine baktılar, ‘biz bu şom ağızlığının biletini keselim’ dercesine, lider kız şöyle dedi, saçının bir tamında kan kırmızısı vardı; uzaklaşsan iyi edersin bücür’ dedi; ‘aksi halde seni öperim, öperim derken argo bir sözcük kast ediyordu, anlamam mı, ben kaçın kurasıyım. Kibarca uyardı beni. Korkarak dedim ki: Uzunsunuz, yapılısınız ya, git git bitmez, sev sev uzar, bak bak bilenir, dokun dokun çiçeklenir…kozmik bir güzelliksiniz. Ya nasıl besleniyorsunuz diyecektim, ağzımdan o sözler çıktı hayranlıkla, fizik sizde kendine yeni bir diyar yaratmış, güneş sizde aydınlanıyor, yalnız amaçlarınız, hayat mücadeleniz o türden mi bilemem, ben de sizin gibi görkemli görünmek isterdim, Fakültenin aşağısında, sahilde kimsenin umursamadığı o anıt ağaç gibi, hiç gidip onu gördünüz mü, ben gördüm, ışık mışık yok; asırlık ağacı görmeye giden kimse yok. O ağaç orada unutulmuş, belediye gereken bakış açısını, düzenlemeyi yaratmalı.” “Ağaçları ne edelim be çocuk, anladık anladık uzatma, çok uzak değil o gelecek, 15 yaşına geldiğine pişman edecekler seni.” “Kimler; neden?” “Herkes.” Gülmeye başladılar. Ben de sanıyordum sırlarını verecekler, uygulayıp onlar gibi görkemli olacaktım, mal mal onlara bakıyordum. Biri sağ koluma girdi, öteki sol koluma. Liderleri ise arkamdaydı. “Ensene tokat atayım mı?” dedi. “Ama neden, ben size kötü bir şey yapmadım ki.” Aniden ensemde bir ıslaklık hissettim ve keskin bir şey, ensemi yaladı ve ısırdı. Korkuyla öne sıçrayıp kurtulmaya çalıştım ellerinden. Lider küt siyah saçlı kız bana dilini gösterdi, “öperim seni bak, akreplerim sana geçer!” “Yalan atma” dedim. “Yaşıtlarınla takıl ya da senden ufaklarla.” Yanağımı okşadı. “Hadi ufaklık hadi. Git kendini mutlu et, bilirsin, birçok oyun var. Bizim yaşımıza geldiğimde oyun oynamak istemeyeceksin, birileriyle kapışıp duracaksın, sevgilinle, abinle, kardeşinle, dedenle, öğretmeninle, sınav kağıtları sana dil çıkarıp ayıp yerlerini gösterip sana küfür edecekler, bir sınav kağıdın diğerleriyle işbirliği yapıp çete kuracaklar, kaç ders görüyorsan, gece önünü kesip satır baltayla sana saldıracaklar, zaten böyle olur, onu geçmen lazım, bunu geçmen lazım, ailen zorbalık yapar, birileri. Ve hepsi senin iyiliğin için derler, sürekli birileri sana kafa atacak, otobüste, sahilde, ıssız yolda, kalabalıklarda, sana öyle şeyler yapacaklar ki canından bezeceksin, bütün yaşama azmini karanlık kötü bir varlık gibi emip yok etmek isteyecekler, geç kalma, şunu yap, bunu yap, şöyle, böyle, bu böyledir, şu şöyledir, kendileri çok bilirler, fikirlerini ne kadar dinlerler, robota çevirirler seni, büyüdükçe, yani bizim yaşımıza geldiğinde…asıl dertlerin başlayacak, senin için müzik yapmazlar, senin için sinema filmi yapmazlar, senin için ithal dizileri koyarlar ekranlara, ufak çocuklar kitap okumaz, cep telefonları elinde peynir ekmek gibi, ölçü, yasak getirin öyleyse, saçma, adi, beş para etmez platformlarda vakit harcarlar, oyun oynarlar, Halide Edip Adıvar’ı bilmezler, öyleyse filmini yapsana kaskafa! Yap ki insanlar tanısın onu, kavgasını! Anadolu’da düşmanı yok etmek için kurulan irili ufaklı çeteleri. Kurtuluş savaşında ölen 9 yaşındaki çocukları, cepheye mermi taşıyan çocukları, komple ölen liseli gençleri. Bak ufaklık, geçmişte o fakir çocuklar, yamalı giysiyle cepheye mermi taşıyan çocuklar, peki günümüzdeki çocuklar… bilgisayarda aptal oyunlar oynar, geçmişin çocukları çocuk yaşta cepheye gidip düşman öldürdü, onların hikayesi yok şimdilerde, beyaz tenli, makyaj yapan çekik gözlülerin dizilerini çocuklara izletiyorlar, şarkıcılar. Ah be ufaklık…seni yöneten büyükler ne kadar ahmaktır, sistem…her şey büyükler içindir, arada senin için bir şey yapmış gibi görünmek için bir şey yaparlar, senin için film yapmazlar; çünkü para getirisi yok, senin reytingin yok, bakarsın bütün diziler büyükler için, dizilerin içine birkaç çocuk koyarlar laf olsun diye. Alayı yalan. İğrenç uydurma şeyler. Uyu diye, ceset gibi uykuya dal diye, mezarlığa çabuk gidesin diye, aklını kullanama diye. İşte bu herifler bu kadınlar okullarda öğretmen müdür, onlar sizi yönetiyor. Onlar bize güya bir şeyler öğretiyor. Bana 1800’lü yılarda yaşayan bir Türk çocuğunun filmini çeksinler koysunlar önüme, bana ortaçağdaki Türkler’i çocuk anlatan bir dizi yapsınlar, baş kahramanları çocuk olsun, yetişkinler değil, saçma sapan bir rüya gör diye ithal film ve gübre kitaplarla bizi büyülemekteler, işte onlar yönetiyor bizleri. Bir şeylerin istismarcıları…bak ufaklık, ilerde, bizim yaşımıza geldiğinde…duvarlarla konuşacaksın çaresizken, duvarı yumruklayacaksın, ağlayarak ya da öfkelenerek, kendini hayatta yapayalnız hissedeceksin. Sen sen ol bize özenme, çocukluğunu, şu anı yaşa. Bizim yaşımıza gelince.. arkadaş çevrene birileri gelecek, sana uyuşturucu satmaya çalışacak, önce parasız verip seni alıştırmak isteyecekler, yanında uyuşturucu kullanacaklar, dostundur, çevrenden biridir diye gidip kimseye söyleyemezsin, söylersen seni zaten mahvederler, zararı yok, al bir kere dene diyecekler, uyuşturan hap satmaya kalkışacaklar, içelim rahatlayalım diyecekler, Samsun’da her gün uyuşturucu kullanan ve satan kişiler yakalanır ve hapse atılır, uyuşturucu kullanımı o kadar yaygın ki…işte çocuk, seni bekleyen bir ortam var ve ortam bu anlattığım ortamdır. Gerçekten iyi insanlar yok; hiç kimse seni gerçekten sevmeyecek, herkes seni bir şey için kullanmak, sömürüp atmak isteyecek, kimse sana hakiki bir söz söylemeyecek, herkes bir çıkar peşinde olacak, dünya bir cehennemdir çocuk, yaşadıkça bunu anlayacaksın ve bizim gibi simsiyah giyeceksin, hayatın yaşamaya değmez bir gübre olduğunu anlayacaksın, yıkılacaksın, çok ağlayacaksın, çok kızacaksın, sevgilin lanetin teki olacak, gerçek yüzünü gizleyecek senden, ve sevgiline inanıp, aileni karşına alacaksın ve sonra ailenin haklı olduğun anlayacaksın, sevdiğim şerefsizin tekiymiş diyeceksin, nasıl inandım nasıl kandım. Bizim gibi kızlardan oluşan bir çete kuracaksın kendini, araya tek erkek sinek giremez! Kimse yaşamın rezil, cehennem yüzünü anlatmıyor, anlatmaz, okullarda ezberden bir şeyler söylerler, çıkarları için, hepsi seni sömürmek için, sürekli palavra sıkarlar, sürekli, seni yalanlarla programlarlar, bir bilgisayar gibi, ki; onlar için savaş diye, biz ayılanlardanız, biz köle zihniyeti reddedenleriz, bizler okuldan atılanlarız. Bizler uyuşturucu satmayıp kullanmayıp kuaförde saçma bir kadının yanında sigortasız çalışanlarız, bir gübreden kafede gece yarılarına kadar üç beş kuruş için çalışanız, bir barda bulaşık yıkayanlarız, dondurmacıda mahvolanlarız, lokantada, giyimi mağazasında…üç beş kuruşa binlerce takla atanlarız…bizler…ithal gübre dizilere inanmayanlarız…bizler acı çeken ama onları reddeden ve bu yolda canını verecek olanlarız ve bizler onlara göre şeytanız…bizler argoyu en iyi kullananlarız…çünkü bizler sokaklarda öğrendik gerçekleri, acı çekerek, aldatılarak, en zorlu yollardan geçerek elde ettik bu bilgileri. Okullarda değil! Madem bu sistemin yöneticileri çok akıllı, bilgisi, muhteşem.. peki niye uyuşturucu meselesini çözemiyorlar, haberlerde sürekli polisin baskınları gösterilir, evlerde uyuşturucu yetiştiriyorlar. Bak ufaklık, sen onların cehennemine odun taşımak istiyorsan…sorun yok; ama bizim gibi uyanmak istiyorsan…bu zor yol bilesin…çok ağlarsın üzülürsün ama kendin olursun…kavgan bitmez ama kendin olursun. Bütün dediklerimi boş ver de çocukluğun yaşa…bana dünyayı verseler büyümek, bu yaşlara gelmek istemezdim, böyle görünmek istemezdim, 9 yaşında kalmak isterdim sonsuza dek, 9 yaşında annem öldü ve babam bir ay sonra yeniden evlendi. O karı da lanetin teki çıktı.” Sudenaz dedi ki: “Ama sizin özgürlüğünüz var. 15 yaşındasınız. İstediğiniz yere gidersiniz. Ben bakkala zor giderim. Yani nerdeyse evdeki tuvalete her gittiğimde, ‘gidebilir miyim?’ derece biri özgürlük benimkisini. Yani şehir içine tek başıma gidemem. Sahile yüzmeye. Bu can sıkıcı. Sinek miyim, dolaptaki yumurta, bu sınırlama olacağına.. ben patates tarlasında patates olaydım, yazın en tatlı güneşin vurduğu şeftali bahçesinde mutlu olgun bir şeftali. Boklu derede yeşil ve dost canlısı erkek bir kurbağa. Anemin evhamlı hali beni öldürecek. O sanıyor bakkala giderken araç çarpacak, sağa sola bak diyor, sanki sürekli araç geçiyor, bakkal yirmi adım ötede. Bakkala çok gidip geliriz, aslında bakkalı bizim evin bir odasına açsalar çok iyi olurdu, yer kirası almazdık. N’apim can sıkıntısına sürekli bir şeyler alıyorum. İncik boncuk türden. Bir de cimri annem, para veriyor bir sakız parası. Bir de idareli çiğne diyor. Sakızın nesini idareli çiğneyeceğim diyorum, biz çok idareliydik sakız bulamazdık, çok fakirdik çocukluğumuzda, yeşil otların çiğnerdik tarla kenarında koparak, papatya çiğnerdik, gelincik, başka başka çiçekler, bahar ayında bahçelerde tarlalarda açan lahanaların sarı çiçekleri… denedim süperdi…diyor annem, bir cılız poşet.. cips dolu…alıyorum küçücük şeye el koyuyor. Şimdi bir tane, bir saat sonra bir tane diyor. Her şeye karışıyor. Bir arkadaşım dedi ki: Senin annen ruh hastası. O gün deli gibi gülmeye başladım. Kız şaşırdı, onu döveceğimi sanmış sonradan dedi, aslında ben de annemin ruh hastası olduğunu düşünüyorum ama kendime yediremiyordum, benim annem ruh hastası olmaz, olamaz, annem bize yemek yapar evin içinde patron odur, yok canım annem sağlıklı, hasta olamaz, hastaysa, annelerin babaların hastalıkları genlerle bir şeylerle çocuklara geçer ya, doktora gidince sorar, ailede böyle böyle hastalık taşıyanlar var mı diye. Aklıma bu gelmişti, düşüncem bu, annem ruh hastasıysa, kesin ben de ruh hastası olurum, şimdi değilse bile…ilerde…aman Allah’ım, korkunç bir şey olur…benim gelecek hayallerimde bir sürü şey var, villa, havuz, Paris Amerika…yatlar katlar, en lüsk araçlar…marka ayakkabılar, çantalar, tuvaletler, dağlarda otel zinciri sahip olmak…ama benim gelecek hayallerimde ruh hastası olmak yok ki.. hangi çocuk gelecek hayallerinde bir ruh hastası kişi olmak ister ki… gelecek hayallerim büyük… Türkiye’de ki bütün milli parkları gezmek istiyorum. Dağların en tepelerine çıkmak istiyorum. Paraşütle atlamak istiyorum, yamaç paraşütü.. sörf yapamasam da tertemiz denizlerde kurbağa taklidi yapabilirim. Annem bana birkaç bozukluk veriyor. Diyorum ki sakince; anne ekmek bile on lira, karıştırdım diyor, yalan atıyor, numarasını yesem para vermez, tam evden çıkıyorum, kızım izin almadan nereye?! Diye parlıyor. cehennemini dibine gidiyorum, dönebilirsem gelebilirim. Ama yolumu şaşırıp cehennemin geri dönülmeyen yerinde gidebilirim anne, merak etme diyecekken demiyorum, ama diyorum laf saydırınca, öyle olursa anne polise bildir, tabi yorgun ve şişman polisler; ‘bakarız abla’ deyip geçiştirebilirler seni, o sıra yemekte olabilirler ellerinde yarım ekmek tavuk döner, -zorlu bir görevden yeni dönmüş olabilirler- ağızlarında ekmekle konuşacaklar. Sistem yemek masrafını karşılamaz polislerin, eğer yemek verirse hazır paketlerde kokuşmuş kurbağa ya da antik kertenkele gibi bir şeyler vardır; onlarla kimse doymaz, onu yiyen aç ayı gibi isyan edesi gelir…Polis intiharları ayrı konu, en çok intihar eden meslek gurubu üyeleridir polisler…Anne Allah aşkına kafan uçtu mu, nereye gitti yoksa ben farkında olmadan beynine sokaktan bir serseri kurşun mu geldi diyorum, bakkala gideceğimi biliyorsun da neden izin almadan gidiyorsun diyorsun. Babana bozuğum diyor kör olasıca geç geleceğim dedi, geç geleceğim esirin miyim diyor. Ne yapacağız kızım. Gülüyor annem aklını kaçırmış gibi, en iyisi yeni bir koca bulayım…sen de büyürsün, sana da yeni bir koca buluruz gidersin…anne ben okuyacağım yüksek yerlere geleceğim…diyordun ya; ‘okumazsan kafanı kırarım, cehennem gibi kirli kanlı ve simsiyah bulutlarla kaplı sokakları yalarsın yaşlanırsın açlıktan…aç sokak köpekleri gibi gezersin… diyordun ya, hadi kızım hadi, git bakkaldan al alacağını…çok uzatırsan alırım elindeki on liranın beş lirasını…zaten para sıkıntımız var. Pazara gitmem lazım. Beş lira büyük para… ben kaçtım deyip güvercin gibi kaçarak uzaklaştım evden. Sonra eve geldim ve annem cips istedi, ‘hayırdır aga’ dedim mafya lideri gibi, ses tonumu erkekleştirip, ellerimi arkada bağlayıp. Parladı: ver kız dedim, yolarım saçlarını! Kapçık ağızlı! En sevmediğimi hakaret de kapçık ağızlıdır, bunu bana biri derse ayar olurum, onu leş parçalayan akbaba gibi paramparça etmek isterim, kızgın boğa gibi burnumdan solumaya başlarım. Kızgınlıktan kırmızıya dönerim domates gibi. Anneme söv sorun yok, ,ama bana kapçık ağızlı dersen bana, topuklarıma kurşun sıkmış gibi olursun. Bir de ‘edepsiz’i lafını hiç sevmem, biri bana ‘edepsiz’ derse çok sinirlenirim, ne edebi ya, edebin ne, hay senin edep dediğin şeye…nokta nokta..nokta…anladınız…senin edep dediğin şey batsın! Annem elimden zorla aldığı cipsi yemeye başladı, çok kötü çok kötücül bakıyordu, belli, bir şeye kızıp sızmıştı, anne neyin var dedim ses etmedi, dalıp gitmişti, boşlukta bir şeye bakarken cipsi, birinden bir şeyden intikam alır gibi çiğniyordu, anneme korkarak yanaştım, beni dövecek diye korkuyordum; ama yanlış bir şey yapmadım ki sokaktaki kaldırımdaki yeşil otlara bile saygım vardır, evin üstünden geçen martılara.. özentim var kesin.. bir gün onlar gibi olabilir miyim bilmiyorum; ama olmadı sokak kedileri gibi işi bilen yiyecek kapmasını bilen…yiyecek atılınca yanaşan, öteki kedilere hırlayıp onları korkutup yiyeceğini koruyan bir kedi olmak isterim…anneme iyice sokuldum ve elimin içini yüzüne yanaştırıp sağa sola salladım araç sileceği gibi, annem elimi öyle sallamama aldırış etmedi, kör olmuş gibiydi, anne, dedim yanıt vermedi, anne, neyin var, acil yardım 911’i arayacağım… Donuk dalık uçmuş annem dedi ki; “biz Türkiye’deyiz. Amerika acil yardım hattını ararsan…911’i… kalın kafalı yavrum, Amerika’dan Türkiye’ye gelmeleri birkaç gün sürer, o zamana dek ben de ruhlara alemine ulaşmış olurum, sen de mezarıma gelip ağlayıp başını mezara toprağa mermi gibi destansı gömüp, anne, ben sensiz ne kadar kötüyüm diye zırlarsın. Türkiye acil yardım no’su 112’dir kızım, sen zeka olimpiyatlarına katılsan kesin şampiyonsun!” “Offf! Anne karıştırdım. Annem dedi ki; “O izlediğin saçma dizi yüzünden. Anne, neyin var, konuşuyorsun; ama bitkisel hayatta gibisin, konuşuyorsun, hissediyorsun; ama hareket etmiyorsun, filmlerdeki şırıngayla ilaç basılmış acınası maktuller ve mankafa kurbanlar gibisin, o aptal adamlara güvendikleri için şırıngayı yerler…ama tabi kurgu bu… anne, put gibi oldun…roma döneminin en gösterişli heykellerine taş çıkartırsın. Artık normale döner misin? Annem dedi ki; kafam çok bozuk.. neden anne diye sordum. Annem dedi ki; bu akşam baban eve dönmezse…yani gece 3 gibi dönerse.. o tahta kafayı… banyoya sokacağız ve kapıyı kilitleyeceğiz…kafasına kızgın ütüyle birkaç darbe indirirsin önceden. Ben de keserle ağzına doğru, keserin küt kısmıyla dişlere doğru güzelce vururum. Bugün çok kötü şeyler çıktı ağzından telefonda konuştuğumuzda. Keserin keskin kısmıyla da gözlerine vurdum mu tamam, kör kuşu kafese atacağız.. böylece kör kuşu kafesten çıkarsak da bir yere gidemez. Ayağına zincir vururuz, bir sene banyodan çıkarmayız onu, yemek su verirsin tepsiyle, orada sıçar işer.. klozet var. Anneme dedim ki: Neden anne? Galiba baban beni aldatıyor… Anne, sakin olmalısın. Nedenmiş.. sen evli olsan kocan seni aldatsa? “Anne sakin olmalısın. Sabreden derviş muradına ermiş derdin ya. Banyoya onu bu şekilde, zararlı bir böcek gibi atarsak bunun bedeli ağır olur. Yani: “Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. “Ne saçmalıyorsun kızım?” Suç belgeselinde izledim bilgilendim anne, avukat anlatıyordu. “Yaaa, arkamda olmalısın; seni ben büyüttüm ne zorluklarla, evde baş başaydık, banyoya atacağız tahta kafayı; ama önce girişeceğiz…ne var bunda? Korkmana gerek yok. Bir sene onu orada hayvan gibi tutsak etmesek bile bir gece dursa…o dayağı yiyip dursa içimdeki bütün acı gider. Yani kocamı banyoya banyo yapması için sokmak suç mu hakim bey, sarhoştu, kızım sağına girdi, ben soluna. Deriz mahkemede. Yaşın ufak; ceza almazsın. O esnada ayağı kaydı düştü kafası gözü yarıldı deriz. Sen endişelenme kızım. Onun gerçekleri anlaması, ayılması için pata küte bir efsane dayak yemesi lazım bizden. Analı kızlı bir efsane yaratmaya ne dersin bu gece…? Bak oklavayı verebilirim. Kızgın ütü dehşet verebilir. Merdaneye ne dersin…? Bak olmadı ben motorlu testereyi alayım. Ben onu çalıştırıp ucun havaya dikerek gidip onu korkuturum korku filmlerindeki gibi, tar tar tar….geçende izlediğimiz korku filmindeki gibi, sen de arkadan kafasına merdaneyi indirirsin. Arkada saklanırsın. Bak bu ‘komple’ çok işe yarar. Anne ona ‘komplo’ diyorlar, gizli karar almak.. amaaan neyse. Sen meselenin özünü anladı mı aslan parçası kızım. Sen güçlü bir kızsın. Biliyordum böyle olacağını dedi konuşuyor; ama heykel gibi donmuş suratla, ortaçağ dönemi bir heykel yine. Sıkılmadı mı, aklını kaçırdı galiba, korkunç şeyler anlatıyor, şeytan iş başında…kötülük yanı başımda…bak canımın içi, sen asenasın, sen amazon’da yaşamış kabile kızların soyundasın…Sen Amazon çocuksun, kadın olacaksın. Onlar kadınlardan oluşurdu, aralarına erkek pire bile sızamazdı, onlar kadınların devletiydi, onlar kadın savaşçıydı. Onlar güreşirdi, onlar erkek gibi güçlüydü, onlar çıplak elle ayıyı öldürdü, onlar ayı boğardı, onlar öyle güçlüydü ki boğayı boynuzlarından tutup yere devirip tuş ederlerdi.. Atma anne! Samsun’da Amazon kadınlar yaşadı. Git bak araştır oku. Cahil cahil konuşma! Bakacağım. Bak kızım.. o hain babana iyi bir ders vereceğiz ki aklı başına gelsin, bize bizden fayda var, aile birliğini, bütünlüğünü korumamız şart. Acı tatlı yılları birlikte geçirdik. Bizler iyi insanlarız. Sen, ben… Ben cani ya da psikopat bir anne değilim ve sen de küçük, yardımcı şeytan değilsin! sen bir melek çocuksun, ben de dertli yürekli çilekeş yuvasını caniyle dişiyle koruyan bir anneyim! Benle devam et, bana uy; ama bu işi seriye bağlama sakın, okulda birine uygulama çocuklarla işbirliği yapıp, sevgilin olur, kocan olur, sakın bu işi seriye bağlama, hapse girersin.. Ama biz bunu yaparsak tahta kafaya…hapse girersin. Saygısızlık yapma! Sen ona ‘baba’ diyeceksin, tahta kafa kavramı bana ait...Bak kızım.. ben o oduncudan aldığım bodrumdaki motorlu testereyi çalıştıracağım…sen arkada bir yerde bekleyeceksin. O banyoya kaçar, kaçıracağız…banyoya girdi mi…tamamdır, arada kapıya testereyle delik açarım, ara ara ve kafam girecek kadar ve ona işin bitti moruk, işim bitti derim delirmiş suratla…taciz ederim, az sonra senin kafanı koparacağım derim, korkudan ödü patlar… Anne, hapse girersin, hadi ben yaşım küçük, yırtarım, peki sen? Evladım bak, aha, o da ne, üç harfliler emir verdi hakim bey derim, hayaller görmeye başladım derim, kocamın sırtında simsiyah kara bir böcek gördüm derim, ben o siyah böceği öldürmeye çalışıyordum, kocama delice aşığım, evladımın babası, onu neden öldüreyim ki derim, ben kocamın kılına zarar gelmesini istemem, evimin reisi o…Deli numarasına yatacağım yani, deliler suç işlerse ceza almaz, tedavi ettirirler…peki kızım, o iş sende mi…basit bir numara çekeceğiz, basit; ama numara boka sarabilir; numarayı elimize yüzümüze bulaştırırsak, baban direnir ve bizle çatışırsa eğer cehennemin en rütbeli cezalandırıcı melekleri misali bir savunmayla, canımızı dişimize takıp onu yere serecek miyiz, şampiyon?” “O iş bende anneciğim.” Annem birden normale döndü ve bana sarıldı sımsıkı, ben de ona. Anneme dedim ki; anne bu numarayı babamın birlikte olduğu kadına çeksek?” Hım, çok iyi bir fikir. Hiç düşünmemiştim bunu! Şampiyon! Ama önce babanın icabına bakalım. Sudenaz pet şişeye annesine sarılır gibi sarılmaktadır. 19 MAYIS 2024 PAZAR Yazan: İsa Kantarcı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |