Yanlış sayısız şekillere girebilir, doğru ise yalnız bir türlü olabilir. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
Elif, annesi hastalanıp hastaneye gittiği günden beri hep böyle üzgün, hep böyle mutsuzdu.... Aynı zamanda dalgın, yüreği yaralı, ürkek ve endişeli. Her gün annesinden bir haber bekliyor, onu özlüyor; annesinin evdeki giysileriyle, sürekli kullandığı eşyalarıyla oyalanıyordu. Annesi hastaneye gideli kaç gün oldu, bilmiyordu. Ama galiba birkaç tane pazar geçmişti. Komşuları birkaç kez, kasaba pazarından onlar için ısmarlama alış veriş yapmışlardı çünkü. Baktığı her yerde, her şeyde annesi vardı. Annesinin elleri vardı, ayak sesleri vardı, gülen yüzü vardı. Dokunduğu, gördüğü her şey ona annesini çağrıştırıyordu. İşte şu kavanozdaki kızılcık reçelini, az ötede duran bebeği annesi yapmıştı. Üzerinde oturduğu sedirin örtüsünü annesi işlemişti. Defterlerini, kitaplarını gazete kâğıdıyla annesi kaplamıştı. 3. sınıf Türkçe kitabındaki “ Çoban ” adlı şiiri bile, annesiyle birlikte ezberlemişti. “ Kat sürünü önüne Dolaş dağ, dere çoban. Eriştin mutlu güne Diz çök bir yere çoban. Al eline kavalı İndir sürünü suya Her yer yeşil bir halı Doyum olmaz uykuya. Şu koyu gölgelerin Altında dinlen çoban Düşünme derin derin Biraz serinlen çoban.” Bir de dikiş makinesi vardı, annesini çağrıştıran. Geceleri geç vakte kadar, gaz lâmbasının ışığı altında annesinin dikiş diktiği makine...Makinenin başına gelip dikiliyor, annesini makinede dikiş dikerken hayal ediyordu. ” Lada ” yazıyordu makinenin üzerinde. Markasıymış o , ne demekse! Demek ki insanların adı olduğu gibi, makinelerin de markası oluyordu....Lada.......Güzel bir isimdi...Lale gibi.......Hele a harfini yumuşatarak söyleyince, daha da güzel oluyordu...Lâ - da...Lâ – da..... Annesi makineye, mavi çiçekli kumaştan fırfırlı, güzel bir elbise(!) dikmişti. Aynı kumaştan geceliği vardı Elif’le ablasının. Makine, o elbisenin içinde süslü bir kız çocuğu gibi duruyordu. Annesi makinede habire dikiş dikerdi, hastaneye yatmadan önce. Pijamalar, gecelikler, elbiseler, erkek kardeşine pantolonlar, kurulama bezleri falan. Mutfak raflarına bile örtüler dikmişti. Uçlarına da süslü bir şeyler geçirmişti. Annesi kumaş biçerken çıkan parçaları almak için, üç kardeş birbirlerine girerlerdi. Üçünün de gözleri, makasın ucundan çıkacak parçada olurdu. Kapanın elinde kalırdı parçalar. Erkek kardeşi de alırdı o parçalardan, ne yapacaksa ! O erkekti, kumaş parçalarıyla ne işi olabilirdi ki! Oysa Elif, erkek kardeşinin yamuk yumuk arabalarını hiç istemiyordu, kafa şişiren düdüklerine elini bile sürmüyordu. Hele hele tahtadan yapılmış, tekerlekleri çatlamış külüstür arabasına bir kez bile binmemişti. Madem öyle, o da kumaş parçalarına dokunmamalıydı. Ama dokunuyordu; hatta en güzel, en büyük parçaları o alıyordu. Zaten annesi de erkek kardeşinin kumaş parçalarını almasına izin veriyordu. Bir de annelerine, “ Önce kimin giysisi dikilecek ?” sorusunu sorarlardı. Her biri “Anne, önce benimkini dik.” derdi. Annesi bir şekilde hallederdi bunu .”Geçen sefer önce şuna diktim, bu kez de buna dikeceğim.” gibilerden sözler söylerdi. Giysiler dikilirken üç kardeş makinenin başında nöbet tutarlardı âdeta. ” Bitiyor mu anne, bitiyor mu?” diye sabırlı annelerini sıkıştırırlardı...........” Keşke bu kadar annemizi üzmeseydik. Keşke – anne, önce benimkini dik- demeseydim.” diye geçiriyordu içinden. Babaları, çalışmak için gittiği – galiba çok uzak - şehirlerden iki kız kardeşe kumaş getirirdi. Annesi de bu kumaşlardan elbise dikerdi bir örnek. O nedenle giysileri aynı olurdu. Bir dalda açmış iki çiçek gibi. Aynı renk, aynı model. Yalnızca boyları farklıydı, ama azıcık. Elif, ablasından şöyle bir parmak kadar daha uzundu. Galiba daha da güzeldi. Aynaya baktığında güzel buluyordu kendini. Açık kumral saçlı, yeşil gözlü bir kızdı. Yalnız, burnu büyükçeydi. “Ah ! Bir de burnum daha küçük olsaydı ! ” diye iç geçirirdi. Ablasının gözleri, işte öylesineydi. Kahverengi mi siyah mı, belli bile değildi. Elif eski günlere daldı gitti.... Makine tıkır tıkır ses çıkarırdı çalışırken. Bir türkü söyler, hatta oyun havası çalar gibiydi. Özlemişti makinenin sesini, makinede dikiş diken annesini. Annesi makinenin başına oturunca, daha da güzel olurdu. Yanakları pembeleşir, başını eğince uzun kirpikleri yüzünde gölgelenirdi. Bazen başındaki yemenisi kayar, siyah saçları alnına dökülürdü... Ablası el ve ev işlerine çok meraklıydı. Becerikliydi de. Elif’ten sadece bir yaş büyük olduğu halde, bir terzi edasıyla makinenin başına oturur, eğri-büğrü de olsa, birşeyler dikerdi. Küçük bir kumaş parçasının üzerinde döndürür dururdu makinenin iğnesini. Ama Elif, makine kullanmayı beceremezdi. Zaten ayakları yetişmezdi makinenin ayak konan yerine. Bazen ayağının altına bir yastık koyardı. Ancak makinenin ayağını ritmik hareketlerle oynatmayı bir türlü başaramazdı. Makine bir çalışırdı, bir dururdu. İkide bir makinenin ipliği kopardı. Daha fazla zorlamasına da annesi izin vermezdi. Birkaç kez, makinenin iğnesini bile kırmıştı Elif. Ablası, kendisinden daha kısa boylu olmasına rağmen, bu işi nasıl beceriyordu! Makinede dikiş dikebilmeyi çok istiyordu Elif. Ayakları makinenin ayağına yetişecek kadar büyüyünce, annesi, onun makineyi kullanmasına izin vereceğini söylüyordu. Annesi o makinede bebekler bile dikti. İçi yünle, pamukla ya da kumaş parçalarıyla doldurulmuş bebekler. Bebeğin yüzüne de kaş, göz, ağız, burun işledi. Annesini beklemekle geçiyordu günleri. Her gün; “ Belki annem yarın gelir.” diye kendini teselli ediyordu. Annesinin yokluğunda, yaşlı bir akrabaları bakıyordu üç kardeşe. Okuldan eve geldiğinde, annesinin yerine başka birini görmek onu çok üzüyordu... Derken bir gün anneleri , bahar gibi geliverdi aniden. Hani bazen kara bir kış gününün ardından, birdenbire bahar geliverir ya, aynen öyle işte. Ev sevinçle doldu, güller yağdı sanki. Sofranın tadı, yemeklerin tuzu yerine geldi.Gaz lâmbasının ışığı bile çoğaldı. Çalışmayan saatler yeniden çalışmaya, susuz çeşmeler yeniden akmaya başladı.Yüreği yerine sığmaz oldu Elif’in; bir kuş gibi çırpınıp duruyordu göğsünde. O kuş kafesteydi ve dışarı çıkmak istiyordu. Giysileri dar geliyordu bedenine. Annesi geldikten sonra sanki kolları uzamış, bedeni genişlemişti. Annesinin iyileşip eve gelmesinden bir müddet sonra, babası makineyi kasabaya götürdü. Zaten annesi, hastaneden geldiğinden beri, makinenin başına hiç oturmamıştı.Galiba dikiş dikecek kadar iyileşmemişti. Oysa biçilmiş kumaşlar vardı, dikilmeyi bekleyen. İpotek mi ne, öyle bir şey yapmıştı babası makineye. O yaptığının ne olduğunu anlamadı ama, annesi ipoteğe çok üzülmüştü. Demek ki iyi bir şey değildi bu ipotek...Sonra anladı. Kim anlattı hatırlamıyordu. Belki de annesi ile babası konuşurken duymuştu. İpotek, mahsuscuktan satmak gibi bir şeymiş ama, satmak kadar kötü değilmiş. Yani temelli gitmiyormuş makine. Satılmış gibi yapılan makine, sonra geri alınabilirmiş... Meğer annesinin tedavi masraflarını babası karşılayamamış. Birinden borç almış. Şimdi borcunu ödeyemediği için yerine makineyi götürmüş. İleride kazanacağı paraları borç aldığı adama verecek, makineyi geri getirecekmiş... Babası annesine; ” Üzülme, o makineyi sana geri getireceğim.” Demişti. Demek ki, bir makine parası kazanması gerekiyordu babasının. Yine de annesi çok üzgündü. ”Çocukların üstünü-başını dikiyordum.” Diyordu... Makine gidince, evden biri gitmiş oldu. Makinenin o süslü elbisesi, makas, renk renk makaralar öylece kalakaldı. Annesi üzülüyor diye Elif de üzülüyordu. Bir yandan da “ Annem geldi ya, olsun. Makine giderse gitsin.” diye kendini avutuyordu... “ Babam nasıl olsa makineyi gerçekten satmadı ki, satmış gibi yaptı. Evcilik oynarken benim mahsuscuktan anne olmam gibi.” Diyordu. Aradan haftalar mı geçti, aylar mı geçti bilmiyordu. Bir gün babası köye gelirken makineyi geri getirdi. Çok sevindiler. Ablası, hemen makinenin başına oturup, bulduğu bir bez parçasını, iğnenin altında döndüre döndüre dikti. Sık dikişlerden bez , bir kabuk gibi olmuştu. “ Olsun ! ” dedi annesi.....” Bulaşık bezi yaparız.”...... Annesi yine birşeyler dikti makinede. Hatta üç kardeşin giysilerini aynı gün dikebilmek için gece yarılarına kadar makinenin başında oturdu.Yanında radyo .....Nezahat Bayram’ın, Muzaffer Akgün’ün, Niyazi Yılmaz’ın türküleri eşliğinde, makine tıkır tıkır çalışıp durdu saatlerce. Türkü sesleriyle makinenin sesi birbirine karışıyordu. Hem de gaz lâmbasının yarım yamalak aydınlattığı odada. Herşey eskisi gibiydi artık, yani annesi hastalanmadan önceki günler gibi. Ama bir farkla: Makine o ipoteğe gidip geldikten sonra, sanki başka bir makine olmuştu. Çalışırken tıkır tıkır çıkardığı ses, Elif’in kulaklarını tırmalıyordu. Fırfırlı elbisesi bile makineye artık hiç yakışmıyordu. Makineyi eskisi kadar sevmiyordu Elif. Değişen neydi, bir türlü adını koyamıyordu. Onu her görüşünde annesinin hastalığını, makine gitti diye annesinin üzüldüğünü hatırlıyordu. Makine şimdi aynı elbise içinde duruyor. Oda kapısından içeri girdiğinde makineyle gözgöze geliyor Elif. Onu sevmek istiyor ama başaramıyor. Bazen de makineye haksızlık ettiğini düşünüyor. ” Ortak şeyler yaşadık onunla.Ve onun iğnesinden çıkan giysilerle ne kadar mutlu oldum. O nedenle makineyi sevmeye çalışmalıyım, fakat sevemiyorum. Kimbilir ! Belki bir gün başarırım.” Diye geçiriyor içinden. Ancak; makine ipoteğe gidip geldikten sonra, Elif bir kez bile başına oturmadı, ablasına özenip dikiş dikmek istemedi. Hem de ayakları, makinenin ayağına yetişecek kadar büyüdüğü halde. Resimler Nuri CAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |