Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir.
-Cervantes |
|
||||||||||
|
Çocukluğumdaki oyunlarımız çok eğlenceliydi. Doyasıya oynuyorduk. Ama annemin de bazı kuralları, yasakları vardı. Eğer bu kurallara uymazsak, annem bizi cezalandırırdı. Oyun süremizi kısıtlardı veya dışarıda arkadaşlarımızla oynamamıza izin vermezdi. Onun sözünü dinlemeliydik. Sonra olan bize olurdu. Arkadaşlarımızın oyunlarına katılamaz, evde kendi başımıza oynamak zorunda kalırdık. Annemin koyduğu kurallara uymak, yasak olanları yapmamak hiç de zor değildi benim için. Bu konuda hiç zorlanmıyordum . Annemin “ yapmayın ” dediğini yapmıyordum, işte o kadar. Yani terbiyeli bir çocuk olmak bu kadar kolaydı. Annem bizim iyi bir çocuk olmamız için böyle davranıyordu. Hiç bizim kötülüğümüzü ister miydi! Hem de annemizin sözünü dinlemez, ona karşı gelirsek, öbür dünyada cayır cayır yakarlardı bizi. Hatta annemizi üzdük diye, taş bile olabilirmişiz, dilimiz ensemizden çıkabilirmiş. Bazı büyüklerimiz böyle söylüyorlardı. Bir de başkalarına yardımcı olma konusunda uyarırdı annem bizi. Evlerde su yoktu. Herkes suyunu , köy meydanındaki çeşmeden taşırdı. Annem, çeşmeden su getiren yaşlıların ibriklerini taşımamızı söylerdi. Biz de bunu arkadaşlarımıza söylerdik. Oyun oynarken, yaşlı bir teyzenin su taşıdığını görünce, hemen oyunu bırakır, ibriği onun elinden almak için adeta birbirimizle yarış ederdik. Ama bazı arkadaşlar, taşıdıkları ibrikteki suyun bir kısmını içerlerdi. Bu, yanlıştı. Yapılan bir iyilikten karşılık beklemek demek oluyordu. Ben, ne kadar susasam da içmiyordum, sabrediyordum. Annem bize sık sık ,” Bana lâf getirmeyin, arkadaşlarınızla iyi geçinin, büyüklere karşılık vermeyin.” diyordu. Biz de annemin sözü tutuyorduk. Büyüklerin, hele hele annelerin sözü tutulurdu. Öğretmenimiz de böyle diyordu. 3. Sınıf Türkçe kitabında bir okuma parçası vardı. O parçada, “ Annelerinize öf bile demeyiniz.” diye yazıyordu. Okuduğum veya dinlediğim masallarda, anne sözü dinlemeyen çocukların başına hep kötü şeyler geliyordu. O halde annemin sözünü dinlemeliydik. Oynamamıza ne kadar izin verirse o kadar oynamalıydık. Annem bizim hangi saatte evde olmamızı istediyse, o saatte mutlaka evde olmalıydık. Kolumuzda saat olmadığı için vakti bilemez, oyun saatimiz doldu diye eve koşardık. Eğer saatimiz henüz dolmadıysa, hemen evden fırlar, oyun yerimize sevinçle geri dönerdik. Diğer çocukların ne yaptığı bizi ilgilendirmezdi. Daha doğrusu ilgilendirmemeliymiş. Bizim eve döndüğümüz saatte, diğer çocukların hâla oyuna devam ettiklerini söylediğimizde annem; ” Her koyun kendi bacağından asılır.” diyordu, bu ne demekse. Onlar oyunlarına devam etseler bile, annemin istediği saatte evde olmalıydık. Aksi takdirde bizim yüzümüzden koyunları bacaklarından asarlardı (!). Oyundan eve geç dönersek, annem bir daha bizi oynamaya göndermezdi... Komşularımızın meyvelerinden almak, çok ayıptı, günahtı, haramdı. Sonra Allah bizi cezalandırırdı. Ayrıca adımız hırsıza çıkardı. O yediklerimiz ve başkasına ait meyveler karnımızda ur olurdu(!). Doktorlar karnımızı keser, uru karnımızdan çıkarırlardı. Çok canımız yanardı. Bir elma veya bir avuç erik için karnımızın kesilmesine ne gerek vardı! Hem haram yersek, kafamız çalışmazdı, okuyamazdık(!). Benim zaten okumam iyi değildi. Okurken hecelere takılıyordum, utanıyordum. Bazı çocuklar da bana gülüyorlardı. Eğer başkalarının ağaçlarından meyve koparırsam, okumam daha da kötü olurdu(!). Onun için kimsenin bahçesinden meyve koparıp yemezdim. Bazen dalından düşenleri yerdim sadece. Onu da çok yakın bir komşumuzun bahçesinden . Hem o komşumuz bize azıcık akraba galiba. Çocukluğumda annem işte böyle bir sürü yasak koymuştu ve uymamız gereken bir sürü kural. Büyüklere karşılık vermek yok, komşu çocuklarıyla kavga etmek yok, başkasının meyvelerinden koparmak yok, falan filan.......Öyle herkesin evine sık sık gitmek de yoktu. Biz üç kardeştik ya, biz hiç gitmemeliydik, ya da çok seyrek gitmeliydik. Kendimize “ Gene mi bu çocuklar geldi ! ” dedirtmemeliydik. Bir yere, kendimizden bıktırıncaya kadar gidilmezdi. Başkalarını bıktırmaktansa, kendimizi özletmek daha iyiydi. Hele yemek vakti, hiç gidilmezdi. Başkalarının evinde yemek yenmezdi. Yemekleri yalnız kendilerine yetecek kadar olabilirdi. Hem de bizim huyumuz bozulurdu. Ev sahibinin sofra kuracağını anlar anlamaz, kalkıp gelmeliydik eve. Sofraya oturmamız için ısrar etseler bile oturmayacak, ” Karnımız tok.” diyecektik. Annem pişirirdi bize canımızın istediğini. Bunları hep annem öğretiyordu bize. Eğer annemden habersiz, bir komşumuzun evinde yemek yersek ve bunu annemden gizlersek, annem hemen anlardı. Ondan hiçbir şey saklanmazdı. Çünkü ağzımız çok pis kokardı, yalan söyleyince(!). Biz bu kokuyu hiç duymazdık, ama annem duyardı. Ağzımız kokmasa bile, gözlerimizden bilirdi annem yalan söylediğimizi. ” Diliniz yalan söylese bile, gözleriniz söylemez.” Derdi. Ama, yalan söylediğimizi gözlerimizden nasıl anladığını bize söylemezdi. “ Bunu sadece anneler anlayabilir. Bu bir sır.” Derdi. Onun için yalan da söyleyemezdik. Bir de annemin kuşları vardı. O kuşlar gelir, başkasının evinde yemek yediğimizi, yaptığımız yaramazlıkları hemen anneme söylerlerdi(!). İspiyoncu kuşlar yani. Bu yüzden , annem bizim nerede ne yaptığımızı bilirdi. O nedenle her zaman, her yerde dikkatli olmalı, yanlış şeyler yapmamalıydık. Erkek kardeşim, gördüğü kuşların peşine düşerdi, elinde sapan kaya ile. Bizi anneme şikâyet ettikleri için, onlara kızardı. Ama öyle çoktu ki kuşlar, avlamakla bitecek gibi değildi. Sonra öğrendik ki ; meğer bizi anneme söyleyen kuşlar o kuşlar değilmiş. Annemin kuşları bize görünmezmiş(!). Saklı gizli bizi izlerlermiş(!). Bunun üzerine kardeşim, kuşları boşuna avlamaktan vazgeçmişti. Annem; koyduğu kurallar ve yasaklar konusunda biraz ileri mi gidiyordu, bilemiyordum. Bakıyordum diğer çocuklara, onlar için kural, yasak falan yok gibiydi. Ya da vardı, onlar umursamıyorlardı belki . Mesela bir arkadaşımız vardı, hayvanlara eziyet ederdi. Sineklerin kanatlarını koparır, tekrar salıverirdi. Arıları yakalar, gövdelerine süpürge çöpü batırırdı. O zaman arı çok değişik ses çıkararak uçmaya çalışırdı. Arkadaşıma bunu yapmamasını, çünkü arının canının yandığını söylediğimde; ” Onlar bizi sokarken iyi mi? Oh olsun! ” derdi. Annesinin sözünü de hiç dinlemezdi bu çocuk. Hiç de öyle taş falan olmazdı. Hani annesinin sözünu tutmayan çocuklar taş oluyordu?.....Demek bizi kandırıyorlardı. Olsun, taş olmasam da, yine annemin sözünü tutarım ben. Bir gün de bir kedinin ayaklarına ceviz kabuğu geçirmişti gene bu çocuk. Zavallı kedi ayaklarının üzerinde duramamış, kayıp kayıp yere düşmüştü. Arkadaşım çok eğlenmişti. Gülmekten yerlere yatıyordu, sanki gülecek bir şey var gibi. Bu çocuk bize kötü örnek oluyordu. Hatta bir gün kardeşim, o arkadaşımızdan gördüğü gibi, kedimizin ayaklarına ceviz kabuğu geçirmişti. Kedi ayaklarının üzerinde duramıyor, kabuk geçirilmiş ayaklarıyla kapıyı açmak istiyor, açamıyordu. Annem çok kızmıştı kardeşime. “ Hayvanlara eziyet etmek günahtır.” Demişti. Acaba o yaramaz arkadaşımızın annesi ona, hayvanlara eziyet etmenin günah olduğunu söylemiyor muydu? Bu arkadaşımın böyle şeyler yapması, bizim doğruları yapmamıza engel değildi. Ben ve kardeşlerim, annemin kurallarına uyardık genelde. Onun istemeyeceği hiçbir şeyi yapmazdık. Çok ender olarak yaramaz arkadaşlarımıza uyar, annemin istemediği şeyleri yapardık. İspiyoncu kuşlar, yemez, içmez, hemen anneme yetiştirirlerdi.O zaman dersimizi alırdık(!) annemden. Şimdi uçan kuşları gördüğümde, çocukluğumda bizi anneme ispiyonlayan(!) kuşları hatırlarım. Şimdiki kuşlar öyle ispiyoncu değil. O kuşlar bizim çocukluğumuzda kaldı... Bunun yanında birçok mutluluk da.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |