..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İstanbul > Ömür İsfendiyaroğlu




16 Kasım 2001
Beyoğlu'nda Gezersin...  
Ömür İsfendiyaroğlu
Beyoğlu'nda çıktığım küçük bir gezinin yansımaları ve çağrıştırdıkları


:BBGG:
İkimiz Beyoğlu’nda gezmeye karar verdiğimizde zaten, birlikte herşeyi göğüslemeye hazırdık. Kız arkadaşların dostluğu, bir başka oluyor sanırım. Yada aynı cinsten olanların dostluğu da diyebiliriz buna. Sevgililerin, partnerlerin oluyor. Bir yıl, bir ay, bir gün, daha uzun, daha da kısa belki… Bu adamlar gelip geçerlerken hayatından, yanında aynı insan(lar). Gülsen ona koşuyorsun ağlasan gene ona... Yaşadığın her anı yanında olmasa da zaman geçirmeden paylaşmak istiyorsun. Mümkün olan en kısa zamanda, bir şekilde de yapıyorsun, bunu zaten. Sevgi dolu oluyor, tüm sıkı dostluklar... başka türlü yıllar yılları nasıl kovalayabilirdi ki zaten?

O gece her zamankinden çok farklı bir hazırlık içerisindeyiz, sanki İstanbul’da değiliz de Bodrum, Çeşme gibi, hareketli bir sahil beldesindeyiz. Tabii hazırlıklar da ona göre bir hayli uzun sürüyor. Bende bir kaç gündür sevgili arkadaşımın evini işgal ettiğimden, onun kıyafetlerinden faydalanarak geceye hazır bir hale geliyorum. Evden yedibuçuk gibi bayağı erken bir saatte çıkıyoruz. Bu gece ki amacımız, gidebileceğimiz kadar çok yere gitmek.

Bu yüzden, güzel bir yemek ve ardından nefis bir kahve için ( ki bu nefis kahve kesinlikle benim için değil, çünkü kahveyle pek aram yoktur, sırf arkadaşımın kırk yıllık hatrı uğruna) Kaktüs, Zencefil ve Pia arasından bir seçim yapıyoruz. Bu akşam doğal ürünlerle beslenelim dedik, ve yemeklerinde sızma zeytinyağı ve sebzeyi temel olarak ele alan Zencefil de karar kıldık. Bu arada Zencefil’in salatasını daha önce hiçbir yerde yememiştim; şu her öğlen salata diye yediğim atoma hiç benzemiyordu. İçinde nane, börülce, soya filizi bulunan çok lezzetli bir şeydi yediğim. Belki de bana lezzetli gelmesinin nedeni çocukluğumun yazlarının Ege’de geçmesi ve bu tip yiyeceklere aşina olmamdır, bilemiyorum.

Yemeklerimizi yedik, arkadaşım kahvesini de içti. Süper geceye nereden başlamalıydık. İlk durağımız olarak Gizli Bahçe’yi seçtik. Öyle durduğumuz yerde duramadığımızdan, önce Spoon’a baktık. Londra’da ki klüpleri daha önce hiç ziyaret etmemiş olmama rağmen Spoon bende öyle bir his uyandırıyor. Özellikle tam ortada ki dar koridor, karanlık ama ışıklı ortam. Gelenler de biraz daha tarz olsa mı acaba? Yok yok belki de böylesi daha iyi, yoksa Godet’e ye benzer bir yer olurdu herhalde, Godet’e biraz daha marjinal tiple dolsun diye, onu gecenin son saatlerine bir yerlere doğru attık. Beyoğlu vitrinlerine baka baka, kitapçıları, gümüşçüleri ne gördüysek karıştıra karıştıra, tünel’e doğru üşenmeden hatta büyük bir zevkle yürüdük.
Tünel’in tam karşısındaki Café’lerden birinde oturduk. Buranın bana çok farklı duygular uyandıran, eski, tarih kokan mekanı, beni bir anda o alemden başka bir aleme taşıyıverdi.

O an sanki orada değildim, ve yanımda kız arkadaşımda yok. Gözümde ne bir damla gözyaşı vardı, ne de bir tedirginlik yüreğimde…

O gün hiç farkedemediğim, içimde beni bir o yana bir bu yana çekiştiren bir kararsızlık vardı. Saçmasapan bir heyecan, garip bir istek duyuyordum belki de…
Gittiğim her yerde, anlamsızca bir o yana bir bu yana beni çekiştiren bir karmaşa, kulaklarımı sağır eden bir kalp çarpıntısı vardı.
Kimilerine göre; kalbinin gümbürtüsüne bile söz geçiremeyen, oldukça pasif biriydim.

Terle söndürmeye çalıştığım, büyük yangınlar vardı avcumun içinde biryerlerde, dudaklarımda çöl kuruluğu, boğazımdan aşağılara sürekli akıttığım küçük şelalelere rağmen gittikçe alevleniyordu. İpteki, cambaz gibi, aşağıda korku dolu gözlerle beni izleyenlere hiç aldırmadan; bir deli cesaretiyle, ince bir duvarın üzerinde korkusuzca gezebiliyordum.

“Hızla gelen bir tramvayın önünden hiç geçtin mi?” diye soracak olsanız:
- Defalarca, hem de korkusuzca. diye cevap verebiliyordum.

Çiçek pasajından çıkalı on dakika bile olmamıştı, caddede öyle yoğun bir kalabalık yoktu. Adının bir zamanlar Eptalofos Kahvesi* olduğunu, o akşam oradan ayrıldıktan çok sonra öğrendiğim bir yerdeydim. Düşünceler arasında sıkışıp kalmıştım, tıpkı binaların arasında kendimi sıkışmış hissettiğim gibi…

Şimdi de olduğu gibi, ne yazısız, ne de kitapsız geçmezdi hayat; senin olmadığın günlerde. O yüzden yine bir şeyler yazmaya karar vermiştim. Ama şunu da öğrenmemiş değildim. Sensiz de oluyormuş, ben bile yapabiliyormuşum ki daha kimler yapmasın. Bunu kolayca, seninle anladım. Önceleri ulaşılmazdın benim için, kim olduğunu bilmediğim ama içimde küçük heyecanlar yaratan, sonra gözle görülür bir kahraman oldun, en sonunda da benim, belki de böylece büyüsü bozuldu, o küçük şeylerin. Benimdin artık, öyle de kalacaktın, ben öyle karar vermiştim, kararlıydım, kararsızdım. Mutlu mu olacaktık, mutsuz mu?

Aslında sen tanıdığım insan değildin; öyle çok değiştiğinden falan değil…tanımaya fırsatım olmadığından, birlikte geçirilen o uzun gecelerin bana pek de uzun gelmeyen
zamansızlığından ve kararsızlığından belki; belki de insanların bir kaç sureti olduğu gibi seninde birçok suretin olduğundan. Bana yeterli mi gelmişti bir sureti bile tanıyamamak?

O karanlık sokaklarında beyoğlu seni bulmak için çok mu uğraştım?
Yoksa gördüğüm küçük bir ışık mıydı sadece, gözlerimi anlamsızca kamaştıran.
Gözlerim kamaştı da ne mi oldu hayatımda ? Ne olmadı ki ? Hayatım değişmeye başladı, ne kadar rota varsa, senin yönüne ayarlandı. Tüm talimatlar senin için verilmiş olsa da beynime, aramızda mermer kadar sert geçilmesi güç, yüksek bir duvar vardı. Elimi uzattığımda dokunabileceğim kadar yakındın, ama dokunamadım.Ne sen bana gelebildin, ne ben sana gelebildim.

Satırlar birer birer, yerlerini almaya başlamışlardı; sarı renkli, yaşanılanlardan daha eski görünümlü sayfada…


Ne kimsenin tek bir sözüyle mutlu olmalıyım, ne de o kimsenin herhangi bir sözü beni acıtmalı; belki de böyle bir yaşam yok istediğim gibi! Belki de bu yüzden günlerimin büyük bir bölümünü odamda geçiriyordum.O kadar sıkıcıydı ki günler;
Hiçbir şey yapasım yoktu. Saatlerce müzik dinleyip, saatlerce kitap okuyup, saatlerce yazı yazıyordum. Tabii ki kendimi aldatıyordum. Hiçbir zaman dışarı çıkmak aklıma gelmemişti
(Arkadaşların yalvaran telefonları dışında) O sıralar ,benim için hayat daha en başından yalandı, yaşamanın sevgi olduğunu söylerdi,birileri;insanları sevmemizi isterdi, ne pahasına olursa olsun. Sevgi olmayan yerde hayatta yoktu, sırf bu yüzden. Hayat zor bir oyundu belkide, sevenlerin kazandığı, sadece sevgiliyle oynanan ve hep bir el daha oynamaya zorlandığın ve ancak yaşam son bulduğunda, çekilebileceğin bir oyun. İşte bu hayat denen oyunda, yaşama ihtimali hep olan, kafamda bir yerlerde, içimde dolaşan fakat günü geldiğinde de yaşanmayan küçük şeyler vardı, bana sadece gözyaşı olarak geri dönen, unutmak için çırpınıp, unutamamak…

Arkadaşımın elinde o yıllar öncesinden kalmış, sararmış sayfayı gördüğümde, onu yıllardır saklamış olduğuna inanamamıştım. O zamanlar böyle şeylerin beni tekrar tekrar üzdüğünü söylemiş olduğunu ve o sayfayı hızla defterimden koparmış olduğunu hatırladım. Ben yazmayı bırakmadım ama o gün açıkçası o sayfa için bayağı üzülmüştüm. Şimdi ise içimde, tekrar bana dönen anılarım için yaşadığım garip bir sevinç vardı. Tünel’den Taksim yönüne doğru bir dönüş yaptık. Gino’nun önünden geçerken okul günlerimizi anımsadık, öğrenciyken bayağı harçlık alıyormuşuz anlaşılan, her hafta en az bir kere giderdik. Saint Antoine Kilisesi’ni geçtiğimiz sırada bu gece, gürültülü bir eğlencenin bizi çok daha fazla yoracağını düşünerek; Rumeli Hisarı’ndaki Arka Bahçe’nin sahiplerinin açtığı, Limonlu Bahçe’ye doğru yol aldık. Sonunda Beyoğlu’nun tarihi sokaklarında bir aşağı bir yukarı dolanan ayaklarımız uzatabileceğimiz bir yer bulmuştuk. Limonlu Bahçe’ye ilk gittiğimde öyle şaşırmıştım ki, Galatasaray Lisesi’nden aşağıya inen o dik yokuştan aşağıya doğru inerken, sonunda öyle bir bahçe bulabileceğimi hayal edemiyordum. Bugün ise nasıl bir yerle karşılaşacağımın farkındaydım.

Sanki burada Lale devrinden kalma bir keyif yaşanıyordu, etraf loştu, ve aydınlatma mumlarla, ve gaz lambalarına benzer lambalarla yapılmıştı. On an bu evde daha önce kimlerin yaşamış olduğunu, düşünmeden edemedim.
Masalarda oturan insanlar keyifle yemeklerini yerlerken, minderlerde, koltuklarda, koyu sohbetler yapılıyordu. Bizde kendimizi minderlerin yumuşaklığına bıraktık, buranın tek kötü yanı, servisin onbir buçuk, on ikiye doğru sona ermesiydi. Bizde yaz sıcağında, püfür püfür esen Limonlu Bahçemizi, Beyoğlu’nun karanlığında yapayalnız bırakıp evimizin yolunu tuttuk.

Ömür İsfendiyaroğlu
09.08.2001 Perşembe





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İstanbul kümesinde bulunan diğer yazıları...
İstanbul Calling, İstanbul Embracing
İstanbul Beni Gerçekten Seviyor mu?
Raylı Sitemler

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Hayatımda İlk Kez Bir Kadın İçin Heyecanlanıyorum
Hayata Dokunmak
Nilüfer'e, Nilüferime...
Nişa Oyunu
Meleklerin Gözyaşı
Yaşam Mucizedir
Bir Rüya
Şimdi
Yıldızlar
Düşümün Öte Yanı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bulmaca [Öykü]
Pulkanatlı Öykü [Öykü]
İçinden bir isim tut [Öykü]
O Pity Pity Karamela Sepeti [Öykü]
Servi [Öykü]
Buluşma [Öykü]
Seni Seviyorum... [Öykü]
Maskeli [Öykü]
Sinek [Öykü]
Düşmek [Öykü]


Ömür İsfendiyaroğlu kimdir?

Kişiliğimin tam anlamıyla gitmek istediği yoldan gitmek ve bunu yaparken de başkalarının bam tellerine dokunabilme isteği çoğu zaman hissettiğim. Yaşamımın hiçbir evresinde yazı olmadan yaşayabileceğimi düşünmüyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Okuduğum her kitaptan, her satırdan, her cümleden kısacası; yaşamın sözcüklerinden etkilenirim


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömür İsfendiyaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.