Özgür insan, denizi daima seveceksin. -Baudelaire |
|
||||||||||
|
Batan güneş için, doğan güneş için, senin için; yazamaz oldum bu sıralar… Eskilerden bir mırıltı bir haykırıştı sesin, yazısızlık ise geceme gündüzüme ve üzerime çökmüş bir karabasan, kalemimde isyanlar… Rüzgar bekleyen bir yelkenli gibi bende bekledim her sabah seni, gri bulutlara uyanan hayal kırıklığımla… ve yine bekliyorum. - Geç kaldı. Diyorum - Ya da ben ona geç kaldım, gelmeyen baharı beklerken. - Bugün onu görmeye gitsem mi acaba? Hafızamın ve kalbimin bir köşesinde sürekli taşıdığım anılarımı da götürsem ona. Her zamankinden biraz daha özenli giyinsem, yüzüme savaş boyaları niyetine, biraz renk katıversem. Benim yerime başka biri dolaşıyormudur kollarında? Unutmuş mudur beni aradan geçen şu kısa ama bir o kadar uzun zamanda? Kafamdaki onca sorunun arasından; Mayıs sonlarına doğru bir güne uyanıyorum sonra; yastığımdaki özlem, yüzümde derin izler yaratmış. Anlayacağınız yastık izleri ve özlem birbirine karışmış. Şöyle bir gerinip, yataktan çıkıyorum, pencereye koşuyorum…Mevsimin bahar olduğunu söylüyorlar ama değil,üstelik kış giysilerimden de ruhumdan da henüz kurtulmuş değilim. Bakıyorum, yeniden bu kez biraz daha dikkatlice; bahar yok yaz ise çoktan yanaşmış pencereme. Bir ses geliyor kulağıma; hem yakın, hem uzaklardan. Yüzüme vuran güneş eşliğinde seni düşlüyorum yeniden! Şimdi oralara bahar gelmiştir, yavaş yavaş canlanmıştır taş sokaklar, Nazire teyze sıcak ekmek almak için fırına gidiyordur belki de, üzümler bağlara bahçelere çıkmış, sararmaya başlamıştır, bazıları da çoktan şarap olmuş doyumsuz bir tad bırakıyordur kimilerinin damağında… Thenes’in karşısına görücüye çıkmıştır çoktan, Potenti burnundaki kızlar. Aynı masada oturup şarap içen rumları gören, karasakız ve çavuş aynı salkımda yetişmişler onu da duydum. Heredot’un dediğine göre de "Tanrı, insanları uzun ömürlü olsunlar diye Thenedos'u yaratmış.. Bende belki ,ömrüme ömür katmak için bekliyorum, birilerinin çağrısını ve her geçen gün biraz daha yakından duyuyorum, Thenedos’un şarkısını… Ömür İsfendiyaroğlu 20 Mayıs 2002 Pazartesi Peki sizin hiç alıp başınızı gitmek tüm sorumluluklarınızı ardınızda bırakmak, istediğiniz olmadı mı? Can Yücel'in bir şiirini okudum bugün. Benim gibi başka insanların da olduğunu düşünmek bir rahatlık hissettirdi bana. Malum bahar kapıda geleyim gelmeyeyim diye nazlanırken neşeli kıpırdanmalar, nedensiz mutluluklar, nedensiz hüzünler gelip gidiyor belki sizinde yüreğinizde. Belki sizde kalk gidelimle otur... diyen yanınız arasında kalan bir ruh hali içindesiniz…işte böyle düşünerek duygularımı ve Can Yücel’in “Gitmek” şiirini paylaşmak istedim. En azından bu haftasonu kalk gidelim diyen yanınıza engel olmayın. Gidin bir yere, neresi olursa gönlünüz nereye isterse oraya… gidemiyorsanız bile, en azından gitmeyi isteyin… GİTMEK Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara... Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey... Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği. Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Herşeyi, herkesi götürdün demektir. Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor... Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor. Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor... Böyle gidiyor işte. Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor. "Otur" diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık. Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor. Kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz. Evlenmeler... Bir çocuk daha doğurmalar... Borçlara girmeler... İşi büyütmeler... Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor. Misal ben. Kapıdaki Rex' i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki...Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında. Herkes onu, o herkesi seviyor. Hangi birimizle gitsin? "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin. Kendi imalatımız küfeler. Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira. Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım. Bari ufak kaçışlar yapabilsek. Var tabii yapanlar. Ama az... Sadece kaymak tabakası. Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif denk olsa... Gün içinde mesela. Küçücük gitmeler yapabilsek. Ne mümkün... Sabah 9:00, akşam 18:00. Sonra başka mecburiyetler. Sıkışıp kaldık. Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. Bir ömür karşılığı bir ömür yani. Ne saçma. Bahar mıdır bizi bu hale getiren? Galiba... Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim. Gittiğim olmadı hiç. Ama olsun... İstemek de güzel. CAN YÜCEL
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömür İsfendiyaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |