Her gün yeniden doğmalı. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Bu arada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Bütün Göbeğini Kaşıyan Adamlar kıllı değildir. Hem Göbeğini Kaşıyan Adamların eşlerinin hepsi başörtüsü takmaz. Göbeğini Kaşıyan Adam size o kadar yakındır ki her yerde karşınıza çıkabilir. Otobüste yaşlılara yer verirler, milletleri için çalışırlar, öğretmenlerine, yazarlarına saygılıdırlar. Onların içinden profesörler de çıkmıştır, sanatçılar da. Yani sadece göbeklerini kaşımaktan ibaret değildir hayatları. Ülkelerinin ekonomisinin, demokrasisinin hem de teknolojisinin gelişmesi için tüm engellere rağmen durmadan çalışırlar. Bütün bu işleri yaparken ara sıra göbeklerini kaşıyabilirler. “Bu özel bir durumdur, lütfen göbeklerimizi röntgenlemeyin” de demezler yani. Ben piyano çalamam, konser filan da veremem. Ara sıra ya bir türkü dilime dolanır ya da bir uzun hava patlatırım. Bazen de Türk sanat müziğidir benim favori şarkımın türü. Unutmadan söyleyeyim; Tasavvuf musikisi de çok hoşuma gider. Geleneklerimize, değerlerimize saygılı olduktan sonra Hip-Hop bile dinleyebilirim. Arabesk de dinlediğim türlerden biridir. Televizyon kanallarında sık sık duyduğunuz şehit haberleri de benimle çok yakından ilgili. Çünkü o şehitler arasında oğullarım, kardeşlerim, yeğenlerim ve arkadaşlarım var. Yani Göbeğini Kaşıyan Adamsak da, milletimiz için ölümü göze almayacak değiliz ya. Birileri bize rahat rahat Göbeğini Kaşıyan Adam desin; o birileri mutlu mutlu yaşasınlar diye vatan, millet ve devletimiz için ölümü bile göze alırız. Sakın piyanoya, batı müziğine düşman olduğumu filan sanmayın. Ben düşmanlık nedir bilmem bunu da söyleyeyim. Biraz saf kalpliyimdir de. Bana geçmişte yapılan bütün zulümleri, işkenceleri unuturum. O kadar da hoşgörülüyüm yani. Ancak isimleri isimlerime benzeyen yürekleri beni kabul etmeyen fildişi kulelerdekilerce edilen hakaretler gelir tam da yüreğimin en hassas köşesine oturur. Belli etmem ama geceleri düşünür, düşünür, ağlarım. Neden birileri bizi sevmiyor, neden devamlı bize hakaret ediyorlar? diye düşünürüm. Bazen de göbeğini kaşımak ne kadar da büyük bir insanlık suçuymuş, diye düşünürüm. Benim ara sıra da olsa göbeğimi kaşımamı eleştirenlerin göbeklerini kaşımadan nasıl bir ömür sürdüklerini bir türlü anlayamam. İnsan olmaktan kaynaklanan bazı kusurlarımı eleştirenlerin hiçbirinde hiçbir kusur yok mudur acaba? Bir öğretmen, sınıfındaki arkadaşlarından birine aşağılayıcı bir isim takan öğrenciye nasıl öğüt verir? Ona insanlara lakap takmanın kötü bir şey olduğunu nasıl öğretebilir? diye düşünür dururum. İşin içinden bir türlü çıkamam. Geçenlerde haber sitelerinde dolaşıyordum. Hani demiştim ya devamlı göbeğimizi kaşımayız diye. Ara sıra da olsa dünyadaki gelişmelerden de haberdar olmak isteriz yani. Piyanoyla aram çok iyi değil demiştim ya! Bu durumun bir kusur olduğunun farkındaydım zaten. Piyanoyla dolayısıyla Klasik Batı Müziğiyle aramı düzeltmeye karar verdim bir haberi okuyunca. Evet birden bire o yazıyla birlikte Mozartlar, Bachlar hayatıma girdiler. Çünkü bana saygı duyan, bana hakaret etmeyen bir Piyanist bulmuştum sonunda. O piyanist başlıktan da anlayacağınız gibi Tuluyhan UĞURLU idi. Göbeği Kaşıyan Adam’a Batı Müziğini, piyanoyu sevdirebilecek bir kişi varsa o da bu muhterem olabilir diye düşündüm. Bakın kendisiyle yapılan röportajdaki sorulara nasıl cevap veriyordu Üstad: “Sanatçı kitle ayırır mı? Aslında sanatkar birleştiricidir. Ama bunu görev edindiği için yapmaz. Çünkü sanatkar ışıktır ve pervaneler o ışığa doğru gelir. Dolayısıyla herkes gelebilir oraya. O ışık herkes içindir orada ayrım olmaz. Olduğu zaman yanlış olur. Peki siz de Türkiye'yi zaman zaman terk etmeyi düşünüyor musunuz? Türkiye'yi terk etmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Dünyanın her yerine giderim, konserlerimi verip, buraya geri dönerim. Her dönüşümde uçaktan Dünya Başkenti İstanbul'u mutlulukla gökyüzünden seyreder, bu kentte yaşadığım için şükrederim. Ben İstanbul'u yaşamadan eser yazamam, sokakta konuşmadan, selamlaşmadan ben olamam. Türkiye'yi terk etmek isteyenler isteklerinde serbestler. Sanatçıları ülkesini terk etmesini nasıl karşılıyorsunuz? Rusya'da komünizm döneminde baskıdan kaçan yazarlar bile Avrupa'da yaşamaya başlayınca yazamaz oldular. Yok oldular. Rusya kapılarını açar açmaz hepsi doğdukları yere geri döndüler. Türkiye'ye terk etmek isteyenlerin bu kararlarını birkaç kez düşünmelerini öneririm.” http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=289716 Demek ki Göbeğini Kaşıyan Adam olarak adlandırılan bizlerin de kalplerine girebilecek, yüreği sevgi dolu, tarihine, geçmişine sahip çıkan Piyanistlerimiz varmış. Röportajdan anladığım kadarıyla UĞURLU, Mevlâna’dan ve diğer kültür kaynaklarımızdan da beslenmiş. Onun hoşgörü anlayışında bu gibi yerli kaynakların büyük etkisi var sanırım. Üstadı Cemal Reşit REY’in "Şunu unutma, Allah, dört duvar, piyano ve sen" öğütlerini de ömrü boyunca unutmamış. Tuluyhan UĞURLU’yu daha çok merak ettim ve sanal alemde onun müzik anlayışını da araştırmaya devam ettim tabii ki. Bu araştırmalarımın sonucunda www.tuluyhanugurlu.com sitesini buldum. Siteyi incelerken piyanistimizin 26 Ocak 2008 Cumartesi saat 17: 00 ve 20: 30’da Sirkeci Garı Tarihi Bekleme Salonunda “Uzayın Derinliklerine Yolculuklar” adlı Piyano Resitali sergileyeceğini de öğrenmiş oldum. Biletler de Biletix’de satılıyormuş. Nasip olursa bir Göbeği Kaşıyan Adam olarak insani değerlere önem veren, her kesime sevgiyle yaklaşan Tuluyhan UĞURLU’nun konserini dinlemeye gideceğim. Göbeğini Kaşıyan Adam olarak adlandırılan tüm insanlarımızın da bu konsere gitmesini tavsiye ediyorum. Piyanistimizi daha iyi tanımanız için Dünya Başkenti İstanbul adlı yazısını da okumanızı tavsiye edeceğim. Yazıya http://www.tuluyhanugurlu.com/Neden-Dunya-Baskenti-Istanbul.htm adresinden ulaşabilirsiniz. Yazıdan da anlaşılacağı üzere UĞURLU, pek çok Anadolu İnsanının hayalini gerçekleştirmeye çalışan bizden biri. O sadece bir Piyanist değil aynı zamanda düşünce insanı. İnsanların başörtüsüyle, göbeğiyle filan işi yok UĞURLU’nun. O, ülkemizi geliştirme derdinde. İnsanlarımızın el ele, yürek yüreğe olması gerektiğinin farkında. Bu nedenle de ayrıştırıcı, aşağılayıcı değil hiçbir zaman. Tam bir dünya sanatçısı. Bakın ne diyor tüm gür sesiyle: “Ben büyük bir düş kuruyorum ve tekrar “dünya başkenti İstanbul” diyorum. Tarihe bir bakın büyük gelişmelerin, farklılıkların, yeni adımların önce sanatçıların düşüncelerinde yer aldığını, sonra bilim adamlarının, liderlerin bu düşleri gerçekleştirdiğini göreceksiniz.” UĞURLU’nun ne kadar yerli ve bizden ama bir o kadar da dünyalı olduğunu anlamak için “Kutsal Kitaplardan Ayetler”, “Beyazıt’ta Zaman”, “Senfoni Türk”, “Dünya Başkenti İstanbul” çalışmalarını şöyle bir huşu içersinde dinlemek yeterli olur sanırım. Merak edenler Senfoni Türk CD’sinin tanıtım demosunu http://youtube.com/watch?v=4NlYoSU_E0o adresinden izleyebilirler. O kısa bölüm bile UĞURLU’nun Türk milletine ve Türk tarihine ne denli yakın olduğunu gösteren açık bir kanıt. Piyanistimiz Bach, Mozart Klasik Batı müziği Üstatlarının yanı sıra Tekbir bestecisi Itri Efendi, Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Cemal Reşit REY gibi Türk Musikisi Üstatlarından da ilhamlar içeren İnsanlık Müziği türündeki evrensel eserlerini oluşturmaya, bestelemeye devam ediyor. Diğer Göbeğini Kaşıyan Adamlara da birkaç tavsiyem olacak. Bence çocuklarınızın biraz da sanatla, musikiyle içli dışlı olmasını sağlayın. Neden binlerce Göbeğini Kaşıyan Piyanist yetiştirmeyelim? Sanatsa sanat, müzikse müzik, batıysa batı. Hem inançlarına, hem geleneklerine hem devletine bağlı; hem de evrensel değerleri benimsemiş Tuluyhan UĞURLU örneğindeki gibi piyanistlerimizi neden yetiştirmeyelim? Üç yaşlarındayken başlayalım onları yetiştirmeye. Atatürk’ün de dediği gibi “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” Sanatın gücüne sığınıp da demokrasinin, özgürlüklerin yerini baskıların almasını isteyenler, toplumun büyük bir kesimini sürekli yok görenler, sanatın tek temsilcisi olmamalılar. Sanat, insancıl, özgürlükçü, demokrat olmalı. Sadece azınlığın değil çoğunluğun yani milletin de acılarını, ıstıraplarını dillendirmeli. Göbeğini Kaşıyan Adam lakabıyla adlandırılan bizler de ressamlar, müzisyenler, operetler kazandırmalıyız insanlığa. Her zaman birilerinden şikayet etmek olmamalı kaderimiz. Fildişi kulelerle halk arasındaki mesafeyi ancak kendimiz kapatabiliriz. Gençlerimiz bir an önce yetişmeli, piyanolarının, orkestralarının, kemanlarının başına geçmeliler. Öyle basit hakaretlerle, küfürlerle, şiddet eylemleriyle kimse, hiçbir sanatçı incitilmemeli. Her ne kadar bize hakaret etseler de, bir gün gerçeği görmeleri temennileriyle onları da saygı, sevgi kanatlarımızla himaye edebilmeliyiz. Bize, değerlerimize yabancı sanatçılarımızı sofralarımıza, sohbetlerimize misafir etmeliyiz. Korkulacak bir şey olmadığını onlara göstermeliyiz. Bizi iyice tanıyan hiçbir gerçek sanatçı artık bizden korkmayacak, bizden nefret etmeyecektir. Büyük sanatçıların yetişmesi otuz yıllar almaktadır. Onları yitirmek, kaybetmek yerine, bizi yanlış tanıyan ya da hiç tanımayan sanatçılarımıza sevgimizle, değerlerimizin güzellikleriyle yaklaşmanın yollarını aramalıyız. Yoksa ne farkımız kalır milletin özgürleşmesine, gelişmesine, ilerlemesine karşı olanlardan? Zor ama kalıcı olan yol, yani üretmek, inşa etmek yolu seçilmeli. Şiddet, hakaret, küfür içeren “bütün iğrenç kendimizi savunma metotları” bir kenara fırlatılmalı. Bugünden tezi yok müzik kulağı yeterli olan çocuklarımızı bilhassa piyanistliğe özendirmeliyiz. Ülkelerini hiçbir şekilde terk etmeyecek, insanlarının değerlerine saygılı, onları sağcı solcu diye ayrıma tabi tutmayan, hoşgörülü müzisyenlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Müzikle uğraşmanın çocuğun derslerine, sosyal hayatına, aile hayatına ve de meslek hayatına olumlu etkiler kattığını devamlı hatırlamalıyız. Bir Itri ya da Dede Efendi olmasaydı, ne tekbiri bayramlarımızda böyle huşu içersinde okuyabilirdik ne de Ezanı beş vakit farklı makamda dinleme zevkine varabilirdik. Göbeğini Kaşıyan Adam olarak adlandırılan fedakar Anadolu insanlarının arasında, fark edilmeyi bekleyen pek çok müzik dehası olduğuna eminim. Bu arada bir rahatsızlığımı da dile getirmek istiyorum. Kıymetli aydınlarımızca bize uygun görülen Göbeğini Kaşıyan Adam lakabından aslında rahatsızım. Evet bu lakabı değiştirmek için nereye müracaat edebilirim bilsem keşke! Bunu da araştıracağım elbet. Şöyle bir öneride de bulunulabilir bazı dostlar arayışımız karşısında. “Sen de sana lakap takanlara değişik lakaplar tak. Mesela onlara “köpeğini kaşıyan adam” ya da “bilmem neresini kaşıyan adam” gibi lakaplar tak” diye öğütler verebilirler. Bu öğütleri verenler beni tanımamışlar demektir. Ben insanlara hakaret etmenin, onları çeşitli lakaplarla aşağılamanın ayıp görüldüğü bir kültürle, ahlakla yetiştim. Bu nedenle insanlara lakap takmak gibi eylemler benden uzak ola! Bana lakap takanlara ne hakaret ederim, ne onları aşağılarım ne de onlara düşmanlık beslerim. Ben işime bakarım sadece işime. Toplumun bir kesimine Örümcek Kafalılar lakabını uygun görenlerle, milletin çoğunluğuna Göbeğini Kaşıyan Adam lakabını takanlar aynı kişiler midir? İnanın bunları tam olarak bilmiyorum. Varsın kime ne lakap takarsa taksınlar! Tarih insanlara aşağılayıcı lakaplar takanlara en güzel ebedi lakapları takacaktır. Bu nedenle o lakap üreticilere de düşman değilim, onlardan da nefret etmiyorum. Bu konularla da uğraşmak istemiyorum. Çünkü daha önemli işlerim var benim. Ama bildiğim bir şey var. O da milletlerinin fertlerine lakaplar takıp duran insanların aşağılayıcı hakaretlerini dinlemektense, Tuluyhan UĞURLU örneğindeki gibi değerlerimize saygılı müzisyenlerimizin, ruhları rahatlatan müziklerini dinlerim daha iyi. Türk Sanat Müziği, Tasavvuf Müziği, Halk Müziği de diğer dinleyeceklerim arasında. Dedim ya ben Piyanistimi buldum diye. Evet bundan sonra benim yani Göbeğini Kaşıyan Adam olarak adlandırılan Anadolu İnsanının Piyanisti Tuluyhan UĞURLU’dur. İnsanlara saygılı olan, onlara hakaret etmeyen, ülkesini hiçbir şartla terk etmeyen, ayrımcılık yapmayan her sanatçının başımızın gözümüzün ve yüreğimizin üstünde yeri vardır. Milletlerinin değerlerini benimsemiş sanatçılar, “milletlerin hayat damarlarıdır” Millet tüm değerleriyle o damarlarda akar sonsuzluğa. Onlar milletsiz, millet de onlarsız asla var olmaz. Onlar milletlerini sonsuzlaştırır, millet de onları ebedileştirir. Sonsuzlaşmak isteyen sanatçılar kendilerini milletlerinin bağrına bırakmalılar. Türbanlı türbansız, inançlı inançsız, sağcı solcu, Alevi Sünni ayrımı yapmadan gerçekleştirmeliler bunu. Onlar, bize, eşlerimizin kıyafetlerine, değerlerimize, saygılı olduktan sonra istedikleri görüşlere sahip olabilirler, istedikleri gibi de yaşayabilirler. Onlara da kimse karışmaz. Milletlerini dışlamasınlar yeter ki! Yunus Emreler, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler milletleriyle sonsuzlaşmışlardır. Tuluyhan UĞURLU gibi sanatçılar da aynı kutlu yolun yolcusu gibi görünmektedir. Sonsuzlaşmak isteyenler için Milletlerinin dışındaki bütün sokaklar çıkmaz sokaklardır. Sanatçılarımız bu gerçeği asla unutmamalı. Değerlerimize saygılı olduktan ve sadece sanatlarını icra ettikten sonra istedikleri gibi özgürce yaşarlar, istediklerine inanırlar ya da inanmazlar. Kimse onlara karışmaz . O zaman yüreklerimizin üstünde yerleri olur. Sonsuza kadar……………..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |