"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu İsmet İnönü Sanat Merkezi ısıran soğuk havaya rağmen tıklım tıklım dolu. İzmir Sanat’ın düzenlediği konserde, Türkiye’nin en iyi Latin Müzik Topluluklarından biri olan Latin All Stars Topluluğu ve efsane adam Ayhan Sicimoğlu’nun sahneye çıkmasını bekliyoruz. Işıklar kararıyor. Salona saygılı bir sessizlik çöküyor. Dakikalar geçiyor. Hafif sıkıntılı kıpırdanmalar, meraklı mırıltılara karışıyor. Ayhan Sicimoğlu ve Orkestrasından eser yok. Bir süre sonra “artık yeter, hadi sahneye gelin” dedirten bir alkış başlıyor. Alkışlar, diniyor. Sessizlik. Ayhan Sicimoğlu ve arkadaşları hala yok. Ne oldu acaba? Derken grup üyeleri tek tek sahneye teşrif ediyorlar. Ayhan Sicimoğlu müthiş zeki bir adam. “Batının iki kere en ucunda” olmanın verdiği mutluluktan bahsedince salonda atmosfer bir anda değişiyor. Sıkıntılı bekleyiş unutuluyor. Yani, ülkenin gömüldüğü karanlığı rağmen hala “laik kalabilmiş yüzünü” kast ediyor. Zaten böyle bir konseri şeriatın kötülük ve kan kokan nefesinin hissedildiği yerlerde düzenlemek ve dinlemek ne mümkün. İşte o nedenle, “batının iki kere ucu” deyince salon alkıştan yıkılıyor. Uygarlıkların beşiği, Antik Dünyanın bilgeliğinin ve ticaretinin incisi İzmir’den bahsederken izleyicilerin gönlünü ustalıkla alıyor. “Batının iki kere ucu”, hem “laik ve aydınlık duruşuyla” hem de 11.000 (yazıyla on bir bin ) yıllık bir uygarlık birikime sahip olmanın getirdiği “aydınlanmayla” ve coğrafi açıdan batıya dönük en uç nokta oluşuyla da İzmir’in önemini vurgulayarak söze giriyor. Dünya medeniyetinin temellerini atan büyük uygarlıkların gelip geçtiği, kültürleri beşiği olan büyülü topraklar üzerinde oturduğumuzu bir kez daha hatırlattıktan sonra konser başlıyor. Böylelikle “çok özel” bir konser izleyeceğimizi ilk dakikalardan itibaren anlamış oluyoruz. Çünkü bu kuru kuruya bir müzik dinletisi değil. Onun ötesinde dünya görüşlerinin melodik biçimde ifade edildiği, hayata bakışların notalara sarmalanarak aktarıldığı özel bir paylaşım olacak. Neşeli Latin ezgileri salona yayılırken dışarıdaki soğuk havayı unutuyor, ezginin kaynağı Küba’ya gidiyoruz. Her şarkı öncesinde sıcacık, renkli bir sohbetle melodileri tatlandırıyor. Müziğin renkleri yüreğine ve diline bulaşmış. Mesela Küba’nın “Müziğin Mekke’si” olduğunu öğreniyoruz. “ Ben altı kez hacı oldum, iki kez de ümreye gittim” diyor. Şaşkınlık. “Altı kez Küba’ya, iki kez de Porto Riko’ya gittim” deyince salonda kahkahalar. Aldırış etmeden söze devam ediyor. “Fidel Castro ölmeden önce Küba’ya gitmek lazım. Bir kere o topraklara ayak basınca hakikaten farklı bir dünyaya giriyorsunuz. O müzik, o kültür, bir zaman tünelinden geçmiş gibi oluyorsunuz. Mesela Kübalıların çok sayıda Tanrısı var. Latin Amerika ülkelerinin çoğunda Santeria Azizler Dini olarak biliniyor. Latin Amerika kıtasını işgal eden İspanyollar yerli halka Hıristiyanlığı zorla kabul ettirmeye çalışmışlar. Yerli halk kendi dinlerini unutmuyor ve tanrılarını Katolik inancı içinde saklıyorlar. Böylece inançlarını koruyorlar. Yani, her Afrikalı Tanrı bir Azizin arkasına saklanmış. Çok sayıda Tanrıları var. Mesela müzik için St. Cecilia’ya (Santa Sesilya diye okunuyor) tapıyorlar. St. Cecilia müzisyenleri koruyan tanrıça. Müzisyenler için o “Ağır Abla” oluyor. Bütün müzisyenler, böyle konserlerde sahneye çıkmadan önce ona dua ediyorlar. Acayip bir şey. Biz de konserlere çıkmadan önce öyle yapıyoruz. Görseniz sahne arkasında el ele tutuşup dua ediyoruz.” Böylece Ayhan Sicimoğlu Orkestrasının neden sahneye geç çıktığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Meğer sahne arkasında bütün sanatçılar el ele tutuşup “Ağır Abla St. Cecilia’ya” dua ediyorlarmış. Eh ne diyelim ağzınıza, yüreğinize ve ruhunuza sağlık. “Hadi gelin hep birlikte dua edelim” diyor. Ağır Abla St. Cecilia’ya kendi usulünce dua etmeye başlıyor. Öyle iç bayan bir durum yok ortada. Sıcak, neşeli ritimlerden oluşan dua, dünyadaki bütün müzisyenleri, hala bu müziği dinleyebilecek kadar ellerinde özgürlükleri kalmış biz “şanslı dinleyicileri”, Küba’yı, bütün Latin Dünyasını ve aklı ile vicdanı yobazlara karşı hala özgür kalabilmiş bütün insanları kutsuyor. Tanıdık bildik dünyadan ne kadar farklı? Keşke bütün dualar böyle olsa. Biz hepimiz, bütün dünya hep beraber böyle dua edebilseydik, kanlı savaşlar, sonu gelmez açgözlülük, hırsla beslenen vahşi kapitalizm, dişlerinden kan damlayan saldırgan emperyalizm, özgür kafalardan korkan bağnazlık ve cehaletle semiren yobazlık son bulurdu diye düşünüyorum. Ayhan Sicimoğlu konserlerine giderken kuru kuruya müzik dinleyeceğinizi sanıyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz. Tam teşekküllü hayat bilgisi seminerlerinden de faydalanıyorsunuz. Bunun için ayrıca bir ücret ödemenize gerek yok. Çünkü hayatı doğru yaşama seminerleri konser ücretine dahil efendim içinizi serin tutun. Mesela suyun Ph derecesinin çok önemli olduğunu hemen bir Latin ezgisini dinlemeden önce öğreniyoruz. Bir kere suyun vücuttaki zararlı maddeleri atabilmesi ve bünyeye faydalı olabilmesi için derecesinin 7 ve üstü olması gerekiyor. Aşağısındaki suları boş verin. Atın çöpe gitsin. Hani, su içsem yarıyor diyorlar ya. Vallahi doğruymuş. Bu sular Ph derecesi düşük olduğu için vücuttaki toksit maddeleri atamıyormuş. Salonda bir ilgi, garip bir samimiyet duygusu, adlandıramadığımız bir rahatlık, bir gevşeme hali mevcut. Yani kasmanın alemi yok. Hemen herkes elindeki su şişesine sarılıp karınca duası formatında yazılan içerik bölümünden suyun Ph derecesini seçmeye çalışıyor. Ph derecesi 7 ve üzeri olanlarda bir zafer çığlığı. Hemen bilgi bütün salonla paylaşılıyor. Herkes birbiriyle pek samimi. Sonra Ayhan Sicimoğlu, su ve detoksun önemine vurgu yapıyor. Bir hafta katı gıda almadan sadece sıvı ile beslenerek zararlı maddelerin vücuttan atılması ilkesine dayanan özel diyeti anlatırken şakacı, sevimli, esprili tavrıyla koca salonu büyülüyor. Ayhan Sicimoğlu’na göre, diyetin ikinci gününde insanların kızarmış piliçler halinde ortalıklarda dolaşmaya başladığını görmek mümkün. Yalnız insanları yemek yasak. Ya da muhteşem kızarmış bir şinitzel için seve seve düz duvara tırmanacak hale gelebiliyorsunuz. Ama üçüncü günün sonunda bomba gibi oluyorsunuz. Bir enerji, bir enerji, tutabilene aşk olsun. Sonra gençleştirici etkisi de var. Bu durumda, “botoksu boş ver, detoksa bak” yeni sloganımız olacak demektir. Ayhan Sicimoğlu anlatmaya devam ediyor. “Ben detoks yaptım valla kendime geldim. Gençleştim. Bütün zararlı maddeler gitti. Çakı gibiyim. Hadi bilin bakalım. Ben kaç yaşındayım” diye sorunca bütün salonda kıyamet kopuyor. Herkes tahmin yarışında . Müthiş bir bilgi alışverişi. Haylaz çocuklar gibi dersi kaynattığımız zamanlara atıfta bulunurken sınıf öğretmenimiz biz şamatıcı çocukları susturup müziğe geri dönüyor. Ah tabii, konsere gelmiştik. Keşke çocukluğumuzda bütün dersler Ayhan Sicimoğlu’nun konserleri gibi olsaydı. Orada öğrendiğimiz bilgileri hayat boyu unutmazdık. Müziğini de ruhumuza ve kalbimize işler, büyünce daha iyi insanlar olurduk. Şarkılar hayat dersleriyle doğru orantılı. Konu sağlıklı beslenmeden açılmışken detoks sonrasında buzdolabındaki bütün “zararlıları” nasıl çöpe attığını anlatmaya başlarken tam bu sırada topluluğun solistlerinden biri “palavra, palavra, palavra” diye söze giriyor. Böylece o çok bilindik şarkıyı Ayhan Sicimoğlu’nun yeni uyarlamasıyla dinlemeye başlıyoruz. “Artık kebap yemeyeceğim, kızarmış patatese elveda, kolayı hayatıma sokmayacağım” Vokaller “Palavra, palavra, palavra, palavra…” Ayhan Sicimoğlu günah çıkarmaya devam ediyor. “Kırmızı ete son. Sadece beyaz et yiyeceğim. Tuz, şeker, un üç tane beyaz zehir mutfağıma giremez artık.” Vokaller daha bir vurgulu “palavra, palavra, palavra,….” “Çikolata, şeker, pasta, tatlı. Adını bile anmayacağım. Unlu gıdalar, börekler, çörekler, evlada” Vokaller daha bir içli söylüyor sanki. “Palavra, palavra, palavra, palavra,…” “Açtım buzdolabını ne kadar zararlı yiyecek varsa attım dışarı. Cips, fındık, fıstık, kola giremez artık hayatıma. Şimdi çok sağlıklı bir hayat sürüyorum. Hamburgerden, pizzadan uzak duruyorum” Vokaller tam gaz ileri “ Palavra, palavra, palavra, palavra, inanmam sana…” Son notalarla birlikte bir kahkaha ve alkış tufanı geliyor. Salon mest olmuş vaziyette. Hayat sadece yeme içmeden ibaret değil tabii. Bir de ruhun gıdası aşk var ki. Onsuz hiç yaşanmıyor. Ayhan Sicimoğlu aşkı modern zamanlara ve Latin ezgilerine uyarlamış. Dantel mendiller eskiten içli bir aşk şarkısı beklerseniz, inanın daha çok beklersiniz. Şarkının adı “oynama, kaynana, kaynama, kaynatma, oooooh, oynama, kaynama, kaynatma, kaynana…” Nasıl yani? Ayhan Sicimoğlu bizi merakta bırakmadan “içli” aşk öyküsünü anlatmaya başlıyor. “Bu varoşlarda yaşayan punkçı, fırlama bir oğlanla bir kızın aşkını anlatıyor. Genç bunlar. Daha 17-18 yaş civarı. Oğlan kızla çıkıp gönlünce arkadaşlık etmek istiyor. Yani ortada masum bir gençlik ateşi var. Bu ateşe su dökende bizzat kızın anası. Hadi evlenin, evlenin, evlenin diye çocuğa baskı yapıyor. Bizim punkçı velet de “yaaaa, kaynana, kaynama, kaynatma diye bir şarkı düzüveriyor.” İşte size aşkın özü, sözü. Gelelim melodilere. Bu öyküyü Küba ezgilerine dökünce ortaya muhteşem bir parça çıkıyor. Bütün salon ayakta, oğlan tarafı olarak kaynanaya bir ağızdan sesleniyoruz. “Ooooh, oh, oh, kaynama, kaynatma, kaynana, oh, oh, yandan kaynana…” Sıra, indim havuz başına tarzında bir öyküde. Ayhan Sicimoğlu müziğin ümresini yani Porto Riko’yu ziyarete gittiğinde kaldığı otelin havuzuna gider. Gerisini kendi ağzından dinleyelim. “Bir baktık karşıda 1.80 boyunda bir kadın. Bu ne anneciğim dedim. Kadının belden üstü kazık gibi duruyor. Yani sadece belden yukarısını görürseniz baston yutmuş gibi hiç hareket yok. Ama belden aşağısı müthiş oynuyor, olağanüstü kıvrak bir dans. Kala kaldım. Sonradan öğrendim ki bu dansa Merenge adı veriliyor. Sol ayağınızı kırık, alçıda farz edin. Sol ayak alçıda kalçanızı kıvırta kıvırta dans ediyorsunuz.” Hikayeyi anlatırken ayakta bize Merenge dansının nasıl yapıldığını bizzat göstererek öğretiyor. Bakalım ne kadar öğrenmişiz diye bütün salonu ayakta, olduğu yerde dansa davet ediyor. Biz de akıllı uslu öğrenciler olarak, hocamızı mı kıracağız? Davete dünden razı, bütün salon ayakta, sol ayağımız alçıda, kalçalarımızı müzik eşliğinde kıvırta kıvırta “merenge” yapıyoruz. Alın size ücretsiz dans dersi. Daha ne istiyorsunuz. Bir de “senyör ilik” durumları var. Parlak kırmızı renklere bürünmüş, bebek yüzlü senyör ilik öyle es geçilecek biri değil zaten. Reynier Magre Avila gruba ilk geldiğinde birleri ilik gibi çocuk demiş. “ Baktık ilik aşağı, ilik yukarı derken çocuğun adı “ilik” kaldı. Evet, karşınızda senyör ilik” diye tanıtınca salon alkıştan yıkılıyor. Ayhan Sicimoğlu fazla reklam yaptığını anlayıp uyarıyor. “Kızlaaaar, fazla bakmayın. Senyör ilik bir Türk kızıyla evli ve çok mutlu. Öyle sarkmak filan yok”. Kahkahadan kırılıyoruz. A iki gözüm bu şimdi mi söylenir? Hem “ilik” diyorsun aklımıza karpuz kabuğu düşürüyorsun sonra yaaassssak kardaşım yasssaaak diyorsun. Alem adam bu Ayhan Sicimoğlu. Neyse, Allah sahibine bağışlasın. Valla hiç kötü niyetim yok. Güzele bakmak sevap. Ben de zaten biraz bakayım da sevap kazanayım belki böylelikle cennetin kapılarını ufaktan aralarım diye düşünüyordum. Kötü niyetten değil yani. Bass çalan senyör ilik aynı zamanda hem vokal yapıyor hem de harika dans ediyor. İkinci bir ilik de Colombiya’lı bir çocuk. Luis Ernesto Gomez Bongo, Campana ve Tambora çalıyor. Konser sırasında Ayhan Sicimoğlu’nun yerini kapan ve bir daha yeri ona geri vermeyen müthiş yetenekli bir sanatçı. Bütün sanatçıları tek tek tanıtırken kazara Ayhan Sicimoğlu’nun seyircilere tanıtmayı unuttuğu (!) Luis Ernesto Gomez inanılmaz yetenekli. Muhtemelen genlerinden geldiğini tahmin ettiğimiz muhteşem bir ritim duygusu var. Konser sonunda, salon alkıştan inliyor. İzmir Sanat’ın hakkını yememek lazım. Bu durumda onlar için de bir şeyler söylemek zorunluluğu doğuyor. İzmir Sanat sessiz ve derinden giderek İzmir’in kültür ve sanat yaşamını etkileyen muhteşem etkinliklere imza atıyor. Her etkinlik sonunda salondan çıkarken içimizden “iyi ki İzmir Sanat var” diyoruz. Evet, konser sonunda bütün salon ayakta ve sanatçıları alkışlarken işte bunlar akıldan geçiyor. Tabii Latin All Stars bahsetmeden olmaz. Ayhan Sicimoğlu’nun “biz bir aileyiz” dediği orkestraya, çok başarılı olduklarını düşündüğümüz solistlere ve iki saat boyunca çalarak bizi büyüleyen müzisyenlere gelince. Vokallerde Banu Kunt ve Zeynep Özbilgen harika sesleri, yorumları ve danslarıyla izleyicilerden büyük alkış aldılar. Orkestranın diğer üyeleri Davulda Osman Şeşbeş, Trombonda Hakan Kilman, Klavyelerde Mehmet Emre Ataker, Trompette Serkan Okanar ve Trombonda Taşkın Akarsu tek kelime ile harika çalıyorlar. Ayhan Sicimoğlu arkasında yetenekli sanatçılardan oluşan bir orkestra ile arkasının yere gelmeyeceğini çok iyi biliyor. Dedik ya akıllı adam diye. Gerçekten öyle. Gelecek projeleri de bunu gösteriyor. Belki de siz bu satırları okurken onlar tarihin küflü ritüelleri içinde kaybolmuş Habsburg Sarayının güve kokan soylularına gece yarısı saat 12.00 den sonra Latin müziği çalıyor olacaklar. Her yıl geleneksel olarak yapılan ve Avrupa sosyetesi üyelerinin hazır ve nazır bulunmaya özen gösterdiği Viyana Balosu balo olmaktan çok aristokrasinin bir gövde gösterisi niteliği taşıyor. Uzun beyaz eldivenler, en temiz deterjanlarla yıkanmış hissi veren bembeyaz tuvaletler içinde süzülen peri kızları ve kutuplardaki penguenlerden ödünç alındığını düşündüğümüz farkları içinde genç beyaz atlı prenslerin katıldığı Viyana Balosu tarihin tozlu sayfalarına bir tapınma özelliği de taşıyor. Baba oğul Straussların müzikleri eşliğinde vals yapan geçmişin soyluları günümüzün hızlı sosyetesi gece 12’yi geçtikten sonra, normal vampir hallerine dönerek “hadin gari bu kadar nostalji yeter, artık biraz eğlenelim, havamızı bulalım” diyerek, tarihi balo salonunun yanındaki diskoda deli gibi tepiniyorlar. İşte bu eğlence için Avrupa’da çeşitli orkestralar üzerinde duruluyor. Sonra akla Latin All Stars geliyor. İyi de oluyor. Hiç olmazsa Latin Amerika, Küba ezgileri ile fani vücutlar biraz ruh bulacak, yüzlere kan gelecek, dimağlar temizlenecek. Feleğin işine bak. Emperyalizmin ağababası sayılan Habsburg Sarayında yerli halkın sömürgecilere karşı direnmesini sağlayarak işgalcilere karşı kültürlerini ve ruhlarını korudukları müzikler dinlenecek. Allah’ın sopası yok. Belki Ağır Abla St. Cecilia, küçük bir mucize gerçekleştirir de Viyana’da Habsburg Sarayında dinlenecek Latin Amerika ezgileri birilerinin içinde bir şeyleri harekete geçirir. Küçük bir kıvılcım düşer. Ne bileyim Ağır Ablanın hikmetinden sual olunmuyor. Bu arada, bu konser için can atan Avrupa’daki binlerce orkestra arasından Ayhan Sicimoğlu ve Latin All Stars’ın seçilmesi Türkiye için de çok önemli. Çünkü Ayhan Sicimoğlu ve Latin All Stars Orkestrasında çalan ve söyleyen sanatçıların hepsi çok yetenekli ve başarılı. Türkiye’yi en iyi biçimde temsil edeceklerine hiç şüphe yok. Üstelik ısrarla ve kasıtlı olarak dış dünyaya çizilmeye çalışılan “türbanlı şeriat ülkesi Türkiye” imajının tam tersine, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün çocuklarına yaraşır niteliklerle donanmış, hala ATATÜRK devrimlerine ve anlayışına sıkı sıkıya bağlı, Laik Cumhuriyet Türkiye’sinin aydınlık yüzünü temsil ediyorlar. Barbar (!?) Türklerden Viyana Habsburg Sarayına, Küba Müzikleri çıkartması. Fidel Castro’nun kulakları çınlasın. Mavi gökyüzünde beyaz bulutların üzerinde Ernesto Che Guevara bu konseri seyrediyorsa, ağzında purosuyla kesin gülüyordur. Arkada Ağır Abla St. Cecilia, son derece yetenekli müzisyenlerden kurulu bir orkestra ve tatlı deli bir adam Ayhan Sicimoğlu. Yani aristokratların hiç şansı yok. Latin ezgileri eşliğinde faydalı hayat dersleri diğer fanilerin ruhlarına da iyi gelebilir. Belki umulmadık bir biçimde dünyadaki iyi insanların sayısı artar, dünya daha güzel bir yer haline gelebilir Hadi Ağır Abla St. Cecilia yap bir iyilik. Müziğinle ruhlarımızı yıka, vicdanlara ve akıllara iyilik tohumları ek. Ne diyelim Allah’tan umut kesilmez.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |