"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Aslında bizler çalışmanın, düşünce üretmenin zorluğundan kaçıyoruz. Tembelliğimizle ibadetlerimizin bir arada çok güzel uyuşabileceğini sanıyoruz. Tembellikten kurtulmanın daha doğrusu “teekkül ehli” olmaktan kaçmanın da önemli bir ibadet olduğunu çoktan unuttuk. Zaten belli bir müddet devam ettikten sonra yemek içmek gibi itiyat haline getirdiğimiz, hatta gelenekselleştirdiğimiz namaz, oruç gibi ibadetlerle bütün yükümlülüklerimizden kurtulduğumuzu sanıyoruz. Ramazanlarda derinliğine inmeden okuduğumuz mukabelelerle, indirdiğimiz hatimlerle Kur’an-ı Kerim’in bizden istediği her şeyi yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Elbette yaptığımız hiçbir ibadet boşa gitmeyecektir ve lafzıyla okuduğumuz Allah kelamının, derinliğine fazla inemesek de yaptığımız bütün ibadetlerin hasenat defterimize eklediği sevaplar oldukça fazladır. Mesela her mezar başında, ya da her kutlu günde okuduğumuz Yasin suresinin bize söylemek istediklerinden ne kadar haberdarız ? Bu sure-yi celilede sonsuzluğumuz kadar büyük hakikatlerden bahsedildiğinin farkında mıyız ? Bu sure-yi şerif öncelikle ölüm denilen acı değişimin daha bilimsel tabiriyle metamorfozun ardındaki gerçeği bütün delilleriyle ortaya koyuyor. Ölüm esnasında bu ayetlerin okunmasının lafzi mucizesi sayesinde rahatlatıcı olmasının yanında mana yönünden de teselli edici bir içeriğe sahip olduğu açıkça anlaşılır. Hem lafız hem de mana oldukça önemlidir. Ama sadece birisi öncelenemez. İkisi iç içedir. Herkes fehmine göre bu sureden bir şeyler anlayabilir. Bu surede geçen aşağıdaki ayet mealleri, bizleri gizemli bir şekilde uzay yolculuğuna çıkardığı gibi adeta Mirac mucizesini kuluna nasip eden Rabbin başka hiçbir fani değil de, ancak bu ayetleri inzal eden Sonsuz Varlık Allah olabileceğini ortaya koyan yüce hakikatleri dile getiriyorlar. “38- Güneş de kendine mahsus bir yörünge içinde akıp gider 39- Aya da menziller takdir ettik; nihayet eski hurma dalı gibi olmuştur 40- Ne güneşin aya yetişmesi kendisine layıktır, ne de gece gündüzü geride bırakıcıdır. Çünki her biri bir yörüngede yüzerler” Bu ulvi ayetleri birkaç gecede bir okuyanlar var belki aramızda ama dinimizin bütün nafile ibadetlerden daha büyük bir ibadet saydığı “tefekkür” ibadeti ışığıyla bu kudsi ayetlere muhatap olmaya çalışanlar kaç kişi acaba? Birer nesne olan bu gezegenlerin, yıldızların –şakk-ı kamer mucizesi bile insanoğlunun aya tesir edebileceğinin gaybi bir ihbarıdır- kendi yörüngelerinde yüzebilmeleri gibi uzaya gönderebileceğimiz bir uydu nesnesinin de kendi yörüngesinde yüzebileceğini neden biz daha önce düşünemedik? Ya da Ayın hurma dalına nisbetinin hikmetlerinin ne olabileceğini, bu örneğin ayın yüzey şekillerinden tutun da hilal şekline girmesi gibi pek çok olaya ışık tutabileceğini düşünce fırtınaları üreterek neden anlamaya çalışmadık? Düşünemedik derken, Endülüs’ün, Buhara’nın, Bağdat’ın soykırıma uğrayan ilmi birikimlerinden bihaber olarak bunu söylüyorum elbette. İbn-i Sinalar, Farabiler, Uluğ Beyler, Mevlanalar gibi ilim devlerini yetiştiren bir medeniyetin uzayla ilgili konularda da çokça konuşmuş olabileceği hiss-i galibini her zaman içimde saklı tutuyorum. Bu dönemlerde Kur’an-ı Kerim’in feyziyle keşfedilen bütün ilmi malumatın bir şekilde oldu bittilerle, sömürgeci batılılar tarafından sömürüldüğü, devşirildiği gerçeğini de göz ardı etmeden bunları söylüyorum. Açıkça İbn-i Sina ya da Mevlana kendine düşen Kur’ani vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getirmiştir belki ama ben bugünden, bugünkü Müslüman yığınların miskinliğinden bahsediyorum. En başta kendi tembelliğim ve tenperverliğimden. En başta kendi vurdumduymazlığımdan bahsediyorum. Hadi diyelim avam denilen kulaklı tabaka bu gibi inceliklere fazla kafa yoramaz ve bu oldukça doğal bir durumdur ama avam tabakasını irşad etmekle yükümlü rasih alimlerin hala daha bu incelikler üzerinde kafa yormamaları, insanları hakikatlere irşad etmemeleri nedendir acaba? Her namazda “bize dünyada da ahirette de iyilik ver” diye dua ettiren bir dinin, ahiret alemlerinin bir tarlası olan bu geçici dünyadaki mutlulukları es geçmesi ne kadar mümkündür? Dinimiz bütün kemalatıyla bizlere hem dünya hem de ukba iyiliğini öğütlerken maalesef kendi tembelliğimiz, bütün hayatımızı esir alan o miskinliğimiz bizleri, ehl-i kitabın eline mahkum, komşularımızın başarılarına öykünür yoksul bir dilenci durumuna düşürmüştür maalesef. Herhalde esfel-i safilinin bir başka şerhi de bu zavallı miskin durumumuz olsa gerektir.. İşte bu miskinlikten sıyrılmanın yegane yolu, Kuran-ı Kerim’in bugün neredeyse araştırılması Farz-ı Ayn mertebesine çıkmış ilmi ihbarlarına ve işaretlerine yoğunlaşmamızın zorunlu olduğu gerçeğini fark etmemizden geçiyor. En azından ilgili alanlarda Rasih olan müdakkik bilim adamlarımız Kur’an-ı Kerim’i bir de bu zaviyeden derinden derine incelemelidirler. Batının bulduğu ya da keşfettiği her yeni malumatın ihbarlarını Kur’an-ı Kerim’den bularak sevinmek yerine, bizler Kur’an-ı Kerim’de fark ettiğimiz işaretlerden yola çıkarak bütün dünyalıların öyküneceği keşiflere, buluşlara imza atmak zorundayız. Bugünkü yazımızın ana konusu olan uzay mevzuu da bilim adamlarımız tarafından Kur’an-ı Kerim’in zaviyesinden bir kere daha derinlemesine araştırılmalıdır. Allah’ın kelami ayeti olan Kur’an-ı Kerim’in, tekvini ayetler olan kainattaki tüm varlıkların bütün muammalarını deşifre ettiğinin farkında olmamız gerekiyor. Zira Kur’an-ı Kerim’in de ilan ettiği gibi “Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın” ( 76-Neml) Mucizane bir şekilde göklere çıkılması gerektiğini, uzayın derinliklerinde yolculuk yaparak bir nevi miraca nail olmamız gerektiğini ifade eden pek çok ayet var. Bu yönüyle bu alanda bilim adamlarımızın, yöneticilerimizin yapacağı her çalışma aslında murad-ı ilahiye uygun bir nevi ibadet hükmündedir. Zira ayetlerin işaret ettikleri hedefler, ne hayvanlara ne de bitkilere hedef gösterilmişlerdir. Kuranla muhatap olan şuurlu insanlar ve bilhassa da Müslüman alimler bu ayetlerin en birinci muhataplarıdır. Şimdi de uzaya çıkmamızı işaret ettiğini düşündüğümüz bazı ayet-i kerimeleri sıralayarak yazımızı noktalayalım. “29- Göklerin ve yerin ve onlarda yaydığı her hareketli mahlukun yaratılışı O’nun delillerindendir. Ve O, dilediği zaman onları bir araya getirmeye hakkıyla güç yetirendir.” (Şura) “101- De ki, “göklerde ve yerde neler var, bakın!” Fakat o deliller ve korkutmalar, iman etmeyecek bir kavme fayda vermez” (Yunus) “ 93- Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki, Rahman’a kul olarak gelecek biri olmasın!” (Meryem) “ 6- Göklerde bulunanlar, yerde olanlar ve ikisi arasındakiler ve toprağın altında olanlar O’nundur. “ (Ta-Ha) “63- Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur” (Zümer) “ 13- Hem göklerde olanlar ve yerde bulunanların hepsini, kendi tarafından (bir lütuf olarak) sizin emrinize verdi (İşte Müslümanların arz-ı mev’udu O.D.) Doğrusu bunda düşünecek bir topluluk için gerçekten deliller vardır.” “6-Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında) Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (Onu inkar etmekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!” (Yunus) “55-Rabbin göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir.“ (İsra) „35- Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!“ (Enam) Zikrettiğimiz ayetlerin bir kısmında, göklerde tayeran eden melaike ve ruhanilerin hisse-yi azimi var elbette. Ancak her şeyi sonsuz ilmiyle bilen bir Mutlak Zâtın kelamı olan Kur’an’da, ileriki zamanlarda uzaya seyahat edecek insanların varlığına işaret edilmediği de iddia edilemez. Bizce bu ayetlerde işaretten öte, insanların göklerdeki ayetleri de temaşa etmesini teşvik eden emirler var. Saydığımız ayetler gibi daha pek çok ayetleriyle bizlere gökleri ve hatta göklerin ötesini (sonsuzluğu) hedef gösteren Kur’an-ı Kerim elimizde varken, bu geriliğimiz gerçekten düşünülesi bir durumdur. Muhtemelen Kur’an-ı Kerim ve diğer bütün iman esaslarına olan inancımızın taklidi seviyede kalması, buna rağmen halen yakıni imanı elde etmek için ciddi bir imani gayret göstermeyişimiz, bu dünyevi gayyalara düşmemize sebep olmuş oldu. Yoksa Kur’an-ı Kerim’in bu gibi ayetleriyle haşır neşir olmuş, tahkiki imanlı bir bilginin uzaya çıkmanın yollarını araştırmak adına gece gündüz demeden çalışmak zorunda kalacağı bir gerçektir. “Dünyada da iyilik ver” duasının kapsayabileceği bütün terakki arayışları aslında geceleri uykularımızı kaçırmalı, “inanıyorsanız en üstün sizsiniz” ayetinin manasını gerçekleştirememenin ezikliği belimizi çatırdatırcasına bükmelidir. Bu ibadetleri de gerçekleştirmeden Kur’an’ın bütün emirlerini yaşadığımızı sanmamızın hiçbir inandırıcılığı olmayacaktır. Bu gerçekleri dile getirdikten sonra şöyle bir duayla bitirelim yazımızı: “Ey Rabbim! Öncelikle şu miskin ve zavallı kuluna ve bütün Müslümanlara Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla anlayacak, yaşayacak şuur, ilim ve sabır ver. Amin..”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Oğuz Düzgün, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |