Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Kore Balesi : Bach’tan Günümüze Bale Adımları Seval Deniz Karahaliloğlu Vücut dili kullanılarak anlatılan küçük öyküler bunlar. İnsanlık hallerinin kısa oyunları. Tiyatro sanatının en basit, en saf hali. Özün özü. Sanat dallarını birleştiren, kaynaştıran, sınırların anlatımın naifliğinde eridiği bir gösteri bu. Hareketin sese, jestlerin bütün dünya dillerine döküldüğü bir oyun. Güçlü tiyatral bir etki, hikayeci bir dille örülmüş öykü metni ve bunların estetik bir beden diliyle sahneye yansıtılması bu gösteriyi benzersiz kılıyor. Daha ötesi, dans dilini başarıyla kullanan bir oyuna dönüşüyor. Genç, yetenekli ve inanılmaz esnek dansçılardan oluşan Kore Balesi, anlatımda yakaladığı başarılı üslupla sahneye taze bir hava getirdi. Işık, renk, müzik, dans çok güçlü bir estetik duyguyla bir araya gelince ortaya çok çarpıcı hikayeler çıkıyor. Akıllıca buluşlar, yeniden düzenlemeler, sanki o an esinlenmiş havasını veren doğal hareketler, damaklarda inanılmaz bir tat ve hafızalarda silinmez bir keyif bırakıyor. “8. Uluslar arası Bodrum Bale Festivali” kapsamında, Bodrum Kalesi’nde sahne alan “Ulusal Kore Balesi”, “Bach’tan Günümüze Bale Adımları” başlıklı bale gösterisiyle nefesleri kesti. Üç yarı koreografın, üç ayrı bağımsız eserinden oluşan bale, mükemmel sahnelemesiyle festivalin unutulmazları arasına girdi. Üç ayrı koreograf, üç ayrı bağımsız hikaye. Koreograf Heinz Spoerli “Hepsi Olacak” başlığı altında tanımladığı dans partisi Bach’ın müziği ve kırmızı rengin çarpıcı birlikteliği ile başlar. Bach’ın müziği üzerine kurduğu baleyi kadınsı zarafeti ve erkeğin maçoluğa varan gücü arasında gel gitler şeklinde dengelemiş. Zıt kutupları Bach’ın müziği altında birleştirirken, yeri geldiğinde kendi bildiğince ayrıştırmaya çalışmış. Zarif tavrın akrobatik hareketlerle arkadaşlığını estetik bir dille ifade eden bir çalışma ortaya çıkmış. William Forsythe’ın, “Ortada” Adını verdiği çalışması, baştan aşağı mavi-yeşil kostümlere bürünmüş olan kadın ve erkek dansçıların modern müzik eşliğinde mekanik bir zarafet yakalamasını sağlar. Ritmik hareketler, klasik bale figürleri ile desteklenen geniş açılı hareketler, balenin denge unsurunu oluşturur. 1987 yılında Paris Opera ve Balesi için oluşturulan bu çalışma, Thom Willems’in müziği ve mekanik ritmi ile benzersiz bir yere oturuyor. Koreograf Ohad Naharin, “Minus 7” için “Mevcut işlerden parçalar ya da bölümler almayı, bunlar üzerine çalışmayı, yeniden düzenlemeyi ve yeni bir açıdan bakarak yeni olasılıklar yaratmayı seviyorum. Bu, bana her zaman kendi işim ve kompozisyonumla ilgili yeni şeyler öğretmektedir” diyor. Modern hayat ve birey arasındaki ilişki, başını suyun üzerinde tutabilme uğruna kişilerin vermek zorunda kaldığı tavizler üzerine eğlenceli bir çalışma olarak tanımlanabilir. Mekanik bir dünyanın ürettiği müzik, mekanik insanlar, esnek hareketler ve modern hayatın öğüttüğü bireyler “Minus 7”’nin konusunu oluşturur. Birinci Hikaye. Kırmızı Hoppacık Origami Kuşlar. Üç kırmızılı dansçı sahneye Bach’ın müziği eşliğinde girerler. Sonra gruplar halinde sahnede yerlerini alan kadın ve erkek dansçıları görürüz. Eski zaman saraylılarının zarafetini anımsatan jestlerle modern zamanlardan yüzyıllar öncesine dönerler. Güneş kralın sarayında dans eden soyluların çağdaş varyasyonları gibidirler. 17 yüz yıla ait tiyatral tavırlar, ağdalı hareketler, dramatik bakışlar, modern zamanların esintisi ile estetize edilmiş keskin duruşlu eller, ironik akrobatik hareketler ve tekrar soylu tavırlara dönüş. Pointler üzerinde kayarak ilerleyen zarif, sürekli gülümseyen kırmızı kuğular. Kısmen mekanik akrobatik bir etkiyle sarsılan erkek dansçılar. Eller neredeyse hep hazır olda. Eller iki yanda, dimdik sert biçimde kasılmış, neredeyse askeri bir disiplin içinde. Öte yandan, klasik baleye geri dönüşler. Zaman zaman mekanikleşmeler, kuklalar gibi hareket etmeler. Sonra erkek dansçıların sırtına zarifçe tüneyen kırmızı kuğular. Kağıttan yapılan Origami Kuşlarını anımsatır. Kanatlarını zarifçe çırparlar. Onlar, artık bizim Origami Kuşlarımızdır. Kağıt değil ama kağıttan da kırılgan bir naiflik içinde değişir, dönüşür tekrar dansçı kızlar olurlar. Grup halinde danslardaki zarafet ve simetri olgusu bir aynanın yansıması gibi bir duygu uyandırır. Keskin bir simetri ile yakalanan denge unsuru izleyenleri büyüler. İkinci Hikaye. Küçük Yeşil Kurbağa, Kim Öper Seni? Modern bir düzenleme ile sunulan tamamen klasik bir bale. Müzik gök gürültüsü gibi gürler. Davullar, ziller, gümbürdeyen davul seslerine eşlik eden arka planda nabız gibi atan ritmik zil sesleri. Mavi yeşil renkli kıyafetler içinde dansçılar. Son derece estetik, yumuşak klasik bale figürleri ile sizi farklı hikayelere götürüler. Mesela mavi gününüzdeyseniz mavi bir hikayede bulursunuz kendinizi. Yok eğer yeşil gününüzdeyseniz, yeşil bir hikaye bekler sizi. Mesela yeşil bir kurbağanın modern müziğe bulanmış hikayesini hayal edebilirisiniz. Hiç mahsuru yok. 6 Kız ve 3 erkek dansçının da görevi bu. İzleyenler hayaller kurdurmak. Bir birinden bağımsız figürler, kurgu bebekler gibi kendi öykülerini terennüm ederler. Kimi zaman sırtlarından kurulduğundan şüphelendiğimiz bu porselen bebekler, hüzünlü bir öykünün baş kahramanları gibi davranırlar. Kimi zaman eklemler dışarı doğru esnetilir, dizler sever gibi sıvazlanır. Hula hup çevirir gibi kalçalarımızı çevirelim. Bedenimizi çok sevelim. Bedenimizi eğip, bükelim, yay gibi gerelim, esnetelim. Tıpkı gündelik hayatta esnettiğimiz kimliklerimiz gibi. Bıkkınlık anlarında tavana bakalım “yeter artık!” der gibi. Sahi, her gün kaç kez yapıyoruz bunu? Ama maskelerimiz hep yüzümüzde olsun. Ölesiye bıksak bile hep gülümseyelim. Daralalım, sıkılalım. Ayaklar zarif biçimde savrulsun. Eller kollar çaresizce açılıp kapansın, çırpınsın, hep karizmatik görünelim, yakışıklı, güzel, havalı. Sıkıntıdan ölürken bile zarif olalım. Sıkıntıdan ölelim ama karizma hiç çizilmesin. Sevilesi mavi - yeşil kurbağalar gibi hep öpülmeyi bekleyelim. Kimse bizi öpmese bile zararı yok. Biz yine yüzümüzde maskelerimiz, hoplar, zıplar, gerilir, en iyi atlayışlarımızı yaparız, yüzümüzde en iyi gülümsememiz. Hareketler kurgusallaşır. Kurgu bebekler otomata bağlar. Estetik küçük kurbağalara dönüşür. Mavi - yeşil kurbağalar atlar, zıplar, hoplar, döner, sarsılırken müzik hep gümbürder. Güm, güm, güm… Gümbürdeyen müzikle hareketlerin de çağıldasın. Sarsıl, zıpla, hareket et. Sen bir kurgu bebeksin gümbürdeyen. Müzik senin zincirlerin. Hep duruşunu değiştir. Farklı pozlara gir ama gülümseyen maskeni hiç çıkarma. Gümbürdeyen ziller çınlasın, tınısı seni sarssın. Unutma sen artık mavi - yeşil bir kurbağasın! Üçüncü Hikaye. Taviz Verme, Verme, Verme ama Nereye Kadar? Kesinlikle modern zamanlar. Pulmp fiction müziği eşliğinde, yarım daire biçiminde dizilmiş sandalyelere oturan takım elbiseli kadın ve erkekler. Siyah pantolon, siyah ceket, beyaz gömlek, siyah ayakkabılar, siyah fötr şapkalar. Hepsi biri birinin fotokopisi. Dalgalar halinde, birer birer oturduğun iskemlenden akaya doğru kaykıl. Ayağa kalk şarkını söyle. Hep bir ağızdan. Sesin gür çıksın! Tekrar iskemlene çök. Bacaklar iki yana açık, yarım daire şeklinde sıralan. Dalga hareketi ile dairenin bir ucundan öteki ucuna doğru birer birer büyük bir hızla, seri şekilde oturduğun yerden arkaya doğru kaykıl. Tıpkı denizden gelen kocaman bir dalga gibi. Dairenin sonuna kadar bu böyle gider. Dairenin öteki ucundaki adam. O sıra dışı, ayrıksı otu. Sıra ona gelince, düpedüz kendini yere atar. İskemlesinin önüne doğru, yüzü koyun. Anların öldürdüğü cesetler gibi durur. İlk turun sonunda fötr şapkalar havaya fırlatılır. Mezuniyet törenlerindeki masumiyeti anımsa. Tekrar sıra dairenin sonunda oturan adama gelince, bir tek o başında hala fötr şapkası. Kendini yere atar. Tekrar iskemlenden fırla. Şarkını söyle. Üzgün, kızgın, mutsuz, çaresiz, yapacak bir şey yok havasında ama mecburiyetin getirdiği isyankarlık sesine yansısın. Her bir turun sonunda sırayla ceket, ayakkabı, pantolon, beyaz gömlek ortaya doğru fırlatılır. Her seferinde sesler şarkıyı söylerken daha hüzünlü, daha kırgın, daha öfkeli, ezik ama alabildiğine isyankar çıkar. Sadece o. Sırasının sonundaki sessiz adam kendini yerlere atar. Yüzü yere yapışık. Kafasına zamkla yapıştırdığı fötr şapkası, sıkı sıkıya sarıldığı siyah ceketi, siyah pantolonu, ayakkabısı ve beyaz gömleği ile taviz vermeyen küçük adam. Başından beri, o hep suskun, o hep sessiz, o hep inatçı ve ölesiye kararlı. Kendini yerlere atar ama asla taviz vermez. Diğerleri ise lacivert şort ve fanila ile kalmışlardır. Gündelik yaşamda ayakta kalabilmek için taviz vermek zorunda kalan modern zamanlar insanı. Kaç kez başını önüne eğdin? Hatırla. Kaç kez ezildin? Ama hep şarkını söyledin! Bir tek o toplumun çirkin prensi, öpülesi kurbağası asla ödün vermez. Şarkısını söylemez. Sessiz, hüzünlü, yalnız, düşmeyen son kale, hep yerlere serilen Don Kişotumuz. Taviz verme, verme, verme ama nereye kadar? Küçük bir hikayecik. Bizim biri birimimizden başka kimimiz var ki? Bir kadın ve bir erkek dansçı. Gri kostümler içinde. İnsanı kişiliksizleştiren. Kimlikleri silen. Yalnızız. İnsanlar sel gibi yanımızdan akarken aslında hepimiz kendi küçük adacıklarımızda yaşarız. Modern dans diliyle soğuk, mesafeli gri bir dünyada yaşamak. Klasik bale dili üzerine oturtulmuş modern bir hikayecik. İki çift laf arasında anlatılan kısa hüzünlü bir öykü bu. Kendi kendine olma, kendi kendine kalabilme halini anlatır. İki yalnız insan. Bir çift eder mi? Geometrik hareketler, mekanik, tutuk, kasılmış. Gergin eller, ayaklar. Kukla oyuncaklar gibi katılmış kalmış ayaklar. Bazen sarılmalar, bazen ileri savrulmalar. Ne kadar sert, dik, keskin bir anlatım olsa da klasik balenin naifliği kokusu sinmiş bu hüzünlü çaresizliğe. Bu karşı duruşta bile bir zarafet var. Eski birikimlerin üzerine yeni yapıları inşa etmenin verdiği bir deneyim seziliyor hafiften. Klasik baleden beslenen bir modernlik ile yorumluyorlar. Yalnız bir çiftin sevgisi, aşkı, dargınlıkları, kavgaları, ayrılışlar, barışmalar, birbirine tutunarak ayakta kalabilme mücadelesi. Her gün, her Allahın günü hepimizin yaptığı. Hayat ağırlaşır bazen. Taşıması zor olur. Şimdi başını dik tut. Gözyaşlarını kimse görmesin. Hayat acıtır. Mesela, canın yanar. Çok bunalırsın. Kaçmak istersin ama kaçacak yer yok. İşte o anda birine sarılırsın. En çok sevdiğine. Bizim biri birimizden başka kimimiz var ki? Bir hikayecik daha. Neşeli Bir Final. Hadi Dans Edelim! Bu kadar ağırlık yeter. Dağıt şu hüzün havasını. Neşeli bir parça koy. Hadi dans edelim. Siyah takım elbiseler içindeki dansçılar sahneden inerler. Seyircilerin arasına karışırlar. Gözüne kestirdikleri izleyicileri ellerinden tuttukları gibi sahneye çıkarıp dans etmeye başlarlar. Kadın erkek 20 çift var sahnede. Muhteşem figürler, neşenin hakim olduğu bir atmosfer. Canlı bir müzik ve patlayan kahkahalar. Kore balesi dansçıları alabildiğine sevimli, alabildiğine sempatik. Esprili bir tavırla dans ediyorlar. En az seyirciler kadar eğleniyorlar. Sonra dans alkışlarla bitiyor. Dansçılar dansa kaldırdıkları seyircileri sahneden indirerek yerlerine götürüyorlar. Bu arada muzip bir dansçı, büyük olasılıkla bizim “öpülesi muhalif kurbağamız” seyirciye sarılarak romantik bir tavırla dansına devam ediyor. Diğer dansçılar yerlere serilmiş ne gam. Kahkahalar, alkışlar. Romantik dansa devam. Diğer dansçıların hepsi kendilerini yere atmış vaziyette. Kıpırdamadan yatıyorlar. Bizim romantik de sonunda kendini yere bırakıverir. Yerde yatan dansçılar arasında ayakta kalan tek seyirci eşliğinde gösteri biter. Ve Nihai Son. Her Şeyin Bir Sonu Vardır. Sonra her şey özüne döner. Işıklar kararır.Tıpkı başlangıçta olduğu gibi Bach’ın müziği duyulur. Siyah takım elbiselerin içinde ayağa kalkan dansçılar sanki hiçbir şey olmamışçasına tekrar klasik bale formuna geri döner. Bach’ın müziği eşliğinde dans etmeye başlarlar. Modern kostümler içinde Bach’ın adımlarını takip eden dansçılar küçük bir partiden sonra sahneye SON yazan bir tabela getirirler. Ayakta alkışlayan çılgın seyircilerin ve sahneyi dolduran neşeli müziğin eşliğinde bir kez daha sahnede okullu çocuklar gibi dağıtırlar. Çılgınca dans ederken SON yazısını işaret ederler. Evet, her şeyin bir sonu vardır. Bu da hem gösterinin hem de bu yazının sonudur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |