Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Ama öncesi vardı bu yolculuğun.Bu yolcukta ilk işimize başladığımız günlerdi... Bir geceyarısı kardeşimle beraber kiralık olarak çalıştırdığımız kahvehanenin kapısı tekmelerle kırıldı. İri yarı adamlar içeri girdi. Otomatik tüfekler, telsizler bir yana, ellerinde ki sopaları bizlere doğrulttular. Bağırdılar, küfürler, haykırışlar birbirine karışmıştı. Önce garson bir yumrukla yere serildi.Burnu kırılmıştı. Masalar sandalyeler de sağa sola saçıldı, yere devrildi. Sonra bizleri duvara dizdiler. Tekme tokat vurdular tüm oyunculara. Hiç tanımadığımız, bilmediğimiz yeni bir sivil polis yapılanmasıydı.Meşhur adı ile İnfaz bürosu karşımızdaydı.. Sakallı olan hayvani tip bağırıyordu.“Bizden yol almadan, haber vermeden kafanıza göre kumar yapıyorsunuz hee orospu çocukları, kim ulan o mekancı?” diye haykırıyordu. Kardeşim ile göz göze geldik. İkimizin de cesareti sıfıra düşmüştü. “Benim” dedi kardeşim. Suratına, karnına inen yumruklar, tekmelerle onu da yere serdiler. “Cebinizdeki bütün paraları masaya koyun ulan ibneler” diyordu amirleri. Masanın üstü para doldu. Hepsini toparlayıp ceplerine koydular. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi çekip gittiler. Müşteriler, ben ve kardeşim şok geçirmiştik. Bizi soymuşlardı. Kimi kime şikayet edecektik. Ama karakol polislerinin artık bir tavşan olduklarını hissetmiştik. Bu gelen adamlar bizim yolculuğumuzda arka koltuğumuzda sürekli oturacaktı. Üstelik kazandığımızı onlarla paylaşacaktık. Aylar sonra yine bir geceyarısı karakolun ekip otosuna haftalığını verirken ekip şefi beni ikaz etti: “Şu ilerde park etmiş minibüsü tanıyor musun?” diye sormuştu. Baktım paltolu, bıyıklı bir adam tek başına şoför koltuğunda oturmuş bize bakıyordu. “Bugün Perşembe pazarı biliyorsun Veysi abi, pazarcıların arabasıdır” demiştim. “Aman dikkat edin” diyordu giderken. Onu bir daha göremeyecektim. İki gün sonra aynı ekibin içinde yine kahveleri dolaşırken Dev Sol militanlarının kalaşnikof mermilerine hedef oldu. Tekrar içeri masaya döndüğümde oyun da bir hayli coşmuştu. Kardeşim monoları toplarken yine gülümsüyordu. Topladıklarını yine dağıtıyordu. Minibüste gördüğüm o adam birden içeri girdi. “Kardeş tuvalet neresi?” diyordu. Ocağın yanındaki kapı dedik. Tuvaletten çıktıktan sonra yanımızdan geçerken bir anda tüm hızıyla masanın üstünde duran paralara elini dayadı. “Kumar masası lan herkes kimlikleri çıkarsın, ayağa kalkın, duvara yaslanın hadi duvara” diye bağırıyordu. Aynı anda sekiz on kişi içeri girdi. Elinde telsizi olan uzun boylu esmer, bıyıklı, paltolu bir adam önlerindeydi. “Kim ulan mekancı?” sorusu yine geldi. Kardeşimle yine göz göze geldik. “Ben” deme sırası bendeydi. “Az önce o ekiptekilere ne kadar para verdin söyle” diyordu. Sustum. Bizi görmüşlerdi. Ne diyecektim ona? Bu alemin o sessiz yasası ağzımdan çıkıyordu. “Bir şey vermedim abi” dedim. Yanıma geldi. Bir tokat salladı suratıma. “Ben gördüm verdiğini söyle” diyordu. “Fiş verdim, vergi iadesi için. Ara sıra biriktirdiğim fişleri veriyorum” dedim. “Doğru söyle bana” diye bağırırken bir tokat daha salladı. “Fiş verdim abi” dedim yeniden. “Doğru söyle bana, şubeye gittiğimizde astığımda seni tavana doğruyu söylersin” diyordu. “Fiş verdim” dedim tekrar. Kardeşim, oyuncular, diğer polisler sanki bir film sahnesini izliyordu. “Nerelisin?” diye sordu. Malatya’lı olduğumu söyledim. Kısa bir sessizlik oldu. Polisler ona bakıyordu bizi götürmek için. “Beni tanıyor musun?” diye sordu. “Yok abi tanımıyorum” diye cevapladım. “Adım Celal Zengin” dedi. Sonra adamlarına emir verdi. “Tamam bırakın onları, kimliklerini paralarını geri verin” diyordu. Sonra da geldikleri gibi gittiler. Her gün gazetelerde okuduğumuz o adamdı. İstanbul kumarhanelerini alt üst eden, kapılarını balyozlarla kırıp açan, kumar ahlak masasının amiriydi o adam.Balyoz Ekibin bizi onore ettiği geceydi. Bizleri azat etmişti. O da Malatya’lıydı. Ama asıl olan neden ise polise verdiğim o para direnişiydi. Bu alemin yasasını o da biliyordu ve ben bu işi hakkıyla, dürüst yapan bir mekancıydım. Hem de koca İstanbul’un en genç barbut oynatan bir mekancısıydım. Bilmiyordu ki benden daha genç olan on yedi yaşındaki kardeşim asıl patrondu. Müşterilere biraz sert, otoriter davranmam bir yana, bazen aşırıya kaçıp birilerini dövmem yüzünden kardeşim beni ikaz etti bir gün. Oyunlara karışmamamı istedi. Paramı yine aynı şekilde alacaktım. Ben hemen kabul ettim. Yemek içmek, gezmek daha cazip gelmişti. Sonra da bir gün meyhanede içerken birisi kulağıma fısıldamıştı. "Kardeşin geceleri Gaziosmanpaşa’daki kulüplerde pokerde kahvenin hasılatını kaybediyor" diyordu bir muhbir. Alkolün ve o haksızlığın vermiş olduğu öfkeyle masadan fırlamıştım. Kahveye adım atar atmaz karşıma çıkmıştı kardeşim. İki tokat attım. “Defol lan bu kahveden” diyordum tüm sinirimle. Yüzlerce müşteri arasında yapmıştım bu hareketi. Suratıma baktı. Boynunu büktü ve çekip gitti. Onu bir köpek gibi sokağa atmıştım. Kahve artık benimdi. Kardeşimin kurmuş olduğu o sistem çok güzel çalışıyordu ve ben çevremdeki yalaka sürüleriyle renkli bir yaşama adım atmıştım. Üstelik onun sayesinde kazandığım paralarla. Sonraları bazı haberler duyuyordum. Kardeşin bir yerde pokerde on bin dolar kazandı deniyordu. Şaşırıyordum. Sonraları “Kardeşin bir yerde yirmi bin kaybetti” dendi. Kazancıyla kayıpları bir arada gelip gidiyordu. Sonra bir sabah onu semtte bir kahvede poğaça yerken gördüm. Beş parasız oturuyordu. Bir yılı aşkın sürede kahvelerde o şekilde oturdu, dolandı durdu. Ona “Gel kardeşim tekrar” diyemiyordum. Sonra yine kazandı dediler. Gaziosmanpaşa’daki bütün kulüplerde, pokerde kazanıyordu. Eyüp’te, Fatih’te her yerde adı duyuluyordu. Sonraları “Bu ülkenin yetiştirdiği en iyi pokerci” deniyordu. O yükselirken ben alçalıyordum. Benim düşüşümün başladığı yıllardı. Toplumumuzda söylenen o meşhur söze sığınırdım sürekli. “Kumarda para kazanan bir Allahın kulu yeryüzünde var mıydı sanki?” Çevresinde iş adamları, sanatçılar ve mafyöz dünyasının insanları vardı ve milyon dolarlar ona sunuluyordu onların adına oynaması için. İstanbul, Ankara, İzmir, Kıbrıs artık yetmiyordu. Avrupa ülkelerindeki organizasyonlar onu bekliyordu. Bizim çevremizde ise kurduğumuz o küçük kumar dünyasında hayatı dağılan insanlar yığılırken, bu yolda heba olurken aramızdan sadece kardeşim bu yolculuğu başarıyordu.Kardeşim insanları bir kitap gibi okuyordu.Yeter ki onu bir kez görsün...Ertesi gün o kişi onun gözünde artık klasik bir eserdi. Sonra kahvehane elimden gitti.Sonra diğer işyerlerim...İki barbut mekancısı arkadaşım oyun masasında öldürüldü. İflas edenler, anasını kesenler, karısını satanlar, cezaevine gidenler konvoyunu takip ettim. Bizler varoşların kumarcısıydık. Sefil dünyamızda artık sıra günlük yövmiye ile şoförlük yapma sıramız gelmişti. Onu gördüm önümden geçerken. Son model Bmw aracıyla geçti gitti suratıma bakmadan. Yine o çukurun içine girdik ortaokul arkadaşlarımla. Yaşlarımız kırka dayanmıştı. Bu kez koku çekmiyorduk. Duman çekiyorduk.Ciğerleri, parçalarcasına dek o dumanı çekiyorduk … Bir gün yine duman sırası kavgası yaparken tepemize dikildi kardeşim...Gülüyordu..."Gel abi hadi gidelim buradan" diyordu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |