"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Hayret etmiştim. Düşündüm. Düşündükçe belki de kafayı yiyecektim. Helal olsun dedim bu yazara. Gerçekten doğruyu söylemiş. Piyasaya çıkmadan evvel yazdığım kısa öyküleri arkadaş çevreme okurdum. Onların görüşlerini, fikirlerini alırdım. Arkadaş çevremde, eğer tarif edersem hepsi de haddinden fazla elit, nezih insanlardan oluşur. En eğitimli arkadaşımız taksi şoförü Cevat lise mezunu. Balıkçı İrfan ilkokul, Tilki Selim de benim gibi orta terk. Fakat hepsi de birbirinden kurnaz ve zeki insanlar. Çoğunlukla haftanın birkaç günü bir araya gelir, yer içer, felsefe ve dedikodu yaparız. İçtiğimiz yerde Tilki Selimin bekar olarak kaldığı ahşap bir bina. Ev korkunç durumda, yıkık dökük bir yer, pislikten geçilmiyor. Adeta bir şaraphane... Ancak Eyüp ilçesinin muhteşem manzarasını, kartpostal gibi izlediğimiz bir yer. Günlerden bir gün aniden yazdığım öykülerden bir tanesini çıkarıp okuduğumda arkadaşlarım şok geçirdi. Tilki Selim’in birden gözleri parladı: "Bunu harbiden sen mi yazdın Şenol, doğruyu söyle bana?" dedi. Balıkçı İrfan, Cevat ikisi de şaşırmıştı. Çok mutlu olmuştum. Arkadaşlarımın şaşkınlığı gururlanmama neden olmuştu. "Evet beyler bunu gerçekten ben yazdım." dedim. Tilki Selim içtiği birayı bir dikişte bitirdi. Şoför Cevat hemen tuvalete gitti. Balıkçı İrfanın içtiği biranın köpükleri sakallarından aşağı döküldü. Ortalık buz kesmişti. Beni kıskandıklarını hissetmiştim, evet kıskanmışlardı. Selim hala inanamıyordu tuhaf bir şekilde baktı. "Hayır Şenol inanmıyorum, bunu sen yazmış olamazsın. Ulan senin elinden altılı ganyan bülteni düşmez, hayır, hayır sana kesnlikle inanmıyorum." dedi. Ben tam cevap verecekken tuvaletten çıkan Şoför Cevat fermuarını çekerken konuştu: "Makara yapıyor Selim ne öyküsü be, bir yerden kopya çekmiştir, yer miyiz bu numaraları, Şenol işleteceksen git başkalarını işlet." dedi. Birden gülmeye başladım, arkadaşlarım da gülüyordu. Aniden suratım asıldı, yüzümü gören arkadaşlarımın suratı daha çok asıldı. Çünkü benden biraz çekinirlerdi. "Bana inanmıyorsunuz demek, ayıp değil mi?" dedim. "Bir daha da bana selam vermeyin, benimle konuşmayın yoksa harbiden papazlık oluruz ona göre arkadaşlar." diye çıkıştım. Arkadaşlarım korkudan olacakki bir anda doksan derece dönüş yaptı. Tilki Selim her zaman olduğu gibi yeteneğini konuşturdu. "Niye yazmasın, Şenol kardeşime inanıyorum, eskiden beri yetenekliydi zaten, yazanlardan neyi eksik, yaz kardeşim yaz. Selim abin her zaman arkanda." dedi. Balıkçı İrfan’da destek verdi: "Bravo Şenol yaz aslanım, sana güveniyoruz, gerçi ben bu işlerden pek anlamam ama sen yine de yaz kardeşim." dedi. Cevat da kafasını sallayarak diğer ikisinin söylediklerini onayladı ama dayanamadı sordu: "Sakın yanlış anlama da senin elinde hiç kitap görmedim. Ne zaman okudun, ne zaman yazmaya başladın vallahi bir türlü anlayamadım." "Cevat abi" dedim. "Topçularda ki fabrikada biliyorsun bir ara iki sene gece bekçiliği yaptım. İşte ne okuduysam orada okudum. Sonra da ufak tefek yazmaya başladım." Tilki Selim araya girdi: "Anlayamadım fabrikada nasıl okudun" diye sordu... "Abi benden evvel ki gece bekçisi çok kitap okurmuş. Adam da dünyanın kitabı vardı. Tolstoy, Dostoyevski, Steinbeck, Kafka falan filan elimden geldiği kadar mecburen okudum. Yoksa sabaha kadar başka ne yapacaktım ki? Onları okumak zorunda kaldım." Tilki Selim burnunu karıştırdı. "Biz mektup yazmayı beceremiyoruz, sen üstelik hikaye yazıyorsun. Evet enteresan bir durum hem de çok enteresan, peki Şenol bu işte para var mı bari, boşa kürek sallama?" diye sorunca... "Orasını düşünmedim Selim abi, şimdilik hobi gibi birşey ama para da olsa hani iyi olur diye düşünüyorum" diye cevapladım. İşin içinde para oldu mu bizim tayfa hemen yelkenleri açardı. Kaptanımız da tabii ki Tilki Selim olurdu. Birbirimize iltifatlar yaparken, övgüler peşpeşe gelmeye başladı. İtiraf etmem gerekirse ben de yağlanmayı seven bir tipim. Yalvardılar bana "Ne olur, allahını seversen bir öykü daha oku." diye. Tabii ki öyküleri okurken o gün, yaklaşık iki kasa bira ısmarlamak zorunda kalmıştım. İlk günkü olay alışkanlık yaptı. Daha sonraki günlerde, her buluşmamızda hem öykü okuyor; hem de dünyanın birasını ısmarlıyordum. Zorunlu olarak... Büyük zevk alıyordum. Çok mutluydum. İlk okuyucu kitlemi kazanmıştım ama maddi yönden de perişan oluyordum. Dünya edebiyatındaki sevdiğim yazarları da onlara anlatıyordum. Tilki Selim Dostoyevski müptelası olmuştu. Sarhoş olduğu zamanlar devamlı söylerdi: "Anam avradım olsun bu Dostoyevski gibi delikanlı adam görmedim." diyordu. Balıkçı İrfan Zola hayranı olmuştu. Şoför Cevat ise "Tolstoy baba adam, aslan gibi." derdi.Daha sonraki günler de her buluşmamız edebi bir toplantıya dönüşüyordu...Arkadaşlarım da kıt bilgilerine rağmen bana eşlik etmek için ellerinden gelen her çabayı gösteriyordu...Bir günde Tilki Selim heyecan içersinde sormuştu.. "Ya Şenol kim bu Peyami Safa?" "Hayrola abi nereden aklına geldi?" diye sorduğumda , heyecan içersinde anlattı.. "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu mudur nedir, hocası bizim kızdan kompozisyon çıkarmasını istemiş" dediğinde gülümsedim. "Abi dedim, ayağı sakat bir çocuğun ameliyat hikayesi, zengin bir akrabasının yanında köşkte takılıyor, sonra onun kızına aşık oluyor, ama kız başkasıyla nişanlanıyor, çocuk üzülüyor, anlayacağın tam bir dram" dediğimde aniden öfkeye kapıldı.. "Ulan tahmin etmiştim zaten. Daha bu yaşta liseye giden çocuğu bunalıma sokacaklar. Bende kıza çıkştım. Sakın o lavuğun kitabını okuma, kompozisyon falanda çıkarma ben öğretmenle görüşürüm kızım dedim" Selimin öfkeli tavrına hepimiz gülüyorduk. Araya şoför Cevat girmişti.. "Yediler bu milleti be, Kemallerle, Hasanlarla. Bizim edebiyatımız arabesk olmuş lan. Zaten Orhandan, Ferdiden yeteri kadar çektik. İyi yapmışsın Selim helal olsun sana lan... Günler böyle geçerken tabii ki ekonomik kriz herkesi etkilediği gibi beni de fena etkilemişti. Artık bira ısmarlıyamıyordum. Farkında değildim bu durumun. Bendeki kriz aslında arkadaşlarımı daha da fena krize sokmuştu. Öykülerimi okurken artık bıkkınlıkla dinlemeye başladılar. Çenelerini, kafalarını tutup devamlı tesbih çekerken suratları ekşiyordu. Bir gün Selim öykümü yarıda bıraktırdı. "Bırak Şenol be şu hikayeyi, masalı. Bize askerlik anılarını anlat. Nerede yapmıştın askerliği, Erzurum da değil mi?" diye sorunca şok olmuştum. "Hayrola beyler canınız sıkıldı herhalde" diye sordum. Balıkçı İrfan dayanamadı. "Ya Şenol yanlış anlama bizi. Diyorum ki kitap falan bastırsana, yani bizim aramızda meşhur olamazsın öyle değil mi? Vallahi bize artık gına geldi. Seni kırmamak için aylardır dinliyoruz numarasına yattık hala farkında değil misin? Yeter ama acı bize!" dediğinde aklım başıma geldi. Doğruyu söylemişlerdi. Bu kez kızmadım. Her zaman gerçekçi düşünen bir insan olmaya çalışmışımdır. Arkadaşlarım gerçeği söylüyordu. Bir grup sefil insanı edebiyat ortamına sokmuştum. Onlar meyhane ortamının insanıydı, ben ise ne yapıyordum? Soğukkanlılığımı muhafaza ederken yarım kalan öykümü montumun iç cebine koydum. "Haklısınız arkadaşlar, dışarı açılmam şart. Keşke daha önce söyleseydiniz bari. En azından zaman kaybetmezdim." dedim. Hepsi de nerdeyse sevinçten havalara zıplayacaktı. Tilki Selim bana sarılıp yanaklarımdan tükürerek şapır, şupur öptü. "İşte seni bu yüzden seviyoruz be kardeşim." dedi. Ertesi gün altılı ganyan gişesine gittiğimde bazı arkadaşların şaka yollu takılmalarına şahit oldum. "Vay Pamuk geldi." "Sayın yazarım nasılsınız?" "Şenol Pamuk naber?" Bizim semt işte böyle bir yerdi. Bok çukuruna düşmüştüm. Çamura batmıştım. Semtimizde yeterki bir açığını görmesinler yandın gülüm, keten helva misali olurdun. Sırf bu yüzden geçmişte bazı arkadaşlarımız bırakın Eyüp ilçesini İstanbulu terkederek Amerika'ya, Kanada'ya kaçıp gitmişlerdi. O ülkelerin vatandaşı oldular. Bazen telefonda konuştuğum bu arkadaşlarımın isyanı ortaktı. "Böyle lanet bir semt mi olur? Şenol gel yanımıza, sana davetiye gönderelim." diye devamlı ısrar edip beni çağırırlardı. Üniversiteye giden kardeşim imdadıma yetişti. "Abi takma kafana bak internet yazarlığı var. Birçok edebiyat sitesi var, birisine üye ol rahatlarsın." dedi. Ertesi gün siteye üye oldum ve siz dostları tanıma fırsatını buldum. Demem o ki yıllarca arkadaşlık, dostluk yaptığım, üstelik maddi, manevi kıyak yaptığım bu insanlar beni dinlemedi, okumadı. Ama hiç tanımadığım siz dostlarım beni okuyorsunuz ya, sizlere çok teşekkür ederim. Sanal dostluk kanımca gerçek dostluktan daha iyiymiş. Sağolun varolun. Sizleri seviyorum... Ama itiraf ediyorum: Beni okuyanları daha çok seviyorum. Kimse kızmasın.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |