Her gün yeniden doğmalı. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
İzmir-Karaburun... Dağ dağ, tepe tepe... Burun buruncuk, koy koycuk... İşte o güzelim Karaburun. Koylarının, burunlarının, tepelerinin bekâretini, henüz yapsatçılara kaptırmamış o güzel yarımada. Bilinen tarihi, erken bakır çağına kadar uzanan kadim yarımada. Homeros’un Oddysea’sındaki Rüzgârlı Mimas. Hani, Zeus’a başkaldıran dev Mimas’ın, üzerine, demir, çelik, bakır dökülerek öldürülüp, bir daha dirilmemek üzere dağların altına gömüldüğü, Hades’e gönderildiği yer. Hani, XV. yüzyılda, Yıldırım Beyazıt oğullarının birbirine düştüğü, kanlı Fetret Dönemi’nde, bilge Şeyh Bedrettin’in, özgürlük, eşitlik özlemini savuran isyan rüzgârlarının püfür püfür estiği yerlerden biri... Karaburun/Rüzgârlı Minas... Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa, Şeyh Bedrettin’in el yazması Varidat’ını okuduklarında; “Varalım, dedik. Görelim, dedik. Yapışıp sapanın sapına şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim, dedik. Düştük dağlara dağlara, aştık dağları dağları...” (Nazım hikmet) diyerek yollara düşüp şeyhin elini öpmeleriyle başlayan isyan ve bastırılmasındaki vahşetin şehri. Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Şeyh Bedrettin Destanı’nda, o depderin soluğunu duyduğumuz isyan: “Sıcaktı. Sıcak. Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı sıcak. Sıcaktı. Bulutlar doluydular, bulutlar boşanacak boşanacaktı. O, kımıldanmadan baktı, kayalardan iki gözü iki kartal gibi indi ovaya. Orda en yumuşak, en sert en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadın: TOPRAK nerdeyse doğuracak doğuracaktı. Sıcaktı. Baktı Karaburun dağlarından O baktı bu toprağın sonundaki ufka çatarak kaşlarını : Kırlarda çocuk başlarını Kanlı gelincikler gibi koparıp çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp. Bu gelen Şehzade Murattı. Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın ismine Aydın eline varıp Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.” Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve nice yiğit, nice özgürlük ve eşitlik sevdalısının, Nazım’ın dizelerinde, söze dönüşen isyanı: “Aydının Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın düşman ormanına on bin balta gibi daldı. Bayrakları al, yeşil, kalkanları kakma, tolgası tunç saflar pâre pâre edildi ama, boşanan yağmur içinde gün inerken akşama on binler iki bin kaldı. Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için on binler verdi sekiz binini..” O günden bu yana, bu toprakların halkını, sömüre sömüre gelip geçen egemenler, kendilerine yönelik her başkaldırıya yaptıkları gibi, bu toprakların en doğru, en güzel, en yiğit isyanını da unutturmak için ellerinden geleni yaptılar. Kılıç salladılar, darağaçları kurdular, zindanlara attılar, işkencelerden geçirdiler halkı. İşbu öyküler, süredurur hâlâ... .................................. Börklüce’nin felsefesini, ruhunu, Karaburun yerelinden hareketle, tüm yurtta canlandırma çabalarının son üçüncüsüydü bu etkinlik. “Son üçüncüsü”, diyorum; çünkü, daha önceleri de denenmiş; denenmiş de, suskunluğa itilmiş kaç kez. Börklüce Mustafa adı çıkarılıp, Karaburun Festivaline dönüştürülmüş ince taktiklerle. Yerel ve genel yönetimlerin, çeşitli yöntemleriyle, özellikle 12 Eylül’den sonra daha çok üretilmiş korku virüsü. Üç yıldır, değerli tiyatro adamı Şıhali Yalçıner, değerli Cevdet Yüceer ve bir avuç gönüllü arkadaşlarının çabası, belediyenin de görece katkısıyla Karaburun Börklüce Şiir Günleri adı altında yeniden başlatılmış. Üç gün süren bu etkinliği ilgiyle, zevkle, duygu salınımlarıyla izledim. Program, toplumcu şiirin, günümüzdeki temsilcilerinden şair Sezai Sarıoğlu’nun yönetimde aktı. Sezai Bey, kıskandığım o müthiş belleğinden fışkıran kendi dizeleriyle, anektotlarıyla, ayrıca pekçok şairin dizeleriyle bizi şiir dünyasında gezdirdi. Sıkıcı değildi, güzeldi, hoşdu ama ben diğer katılımcılarla dinleyiciler arasında da diyaloğu özlemişim galiba, bekledim doğrusu. Etkinliğin, kuşkusuz en önemli ismi, gençliğimin şairi, o yıllarda, dergilerden ve İlk kez Kıracağız Herşeyi kitabıyla tanıdığım, şimdi uluslararası üne sahip olan şair Özkan Mert’ti. Zübeyde Seven Turan’ın şiir sanatına hakim sorularıyla yürüttüğü söyleşide, Ö. Mert ile şiir bilgisine dalmak, ilgi çekiciydi. Şimdiden, iki şiir kitabı sahibi, on altı yaşındaki şair Cihan Barış Budak, Şükran/Murat Mengihan’ın müziği eşliğinde, şiir ve müzikle buluşturdu bizi. Şair Mehmet Atal, Mustafa Gür’ün sazı ve sözü eşliğinde şiirlerini okudu. Recai Atalay, Zübeyde Seven Turan, Nedime Kösteroğlu’yla da şiirde buluştuk. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı, halk ozanı Turabi Yılmaz ise günümüzdeki zulmü seslendirdi şiirleriyle. Sayın Bedri Karayağmurlular’ın “Şiir ve Resim” konulu sunumu dikkat çekici ve doyurucuydu. Selçuk Yılmaz, Mustafa Dalçam, Mustafa Gür, Adil Serim yönetiminde, Eğitim-Sen 6 Nolu Şb Korosu müzikle kucaklaştık. Programda adı olmasına karşın, Cevat Çapan, sağlık sorunları nedeniyle etkinliğe katılamamış. Oysa Çapan gibi bir çevirmeni, şair ve edebiyat adamını dinlemek kuşkusuz hoş olurdu. Kendisine şifalar dileyerek, nice yeni, güzel yapıtlara imza atmasını beklediğimizi belirtelim. Etkinlikte, ilgi çekici bir gösteri de vardı. Tiyatrocu Şıhali Yalçıner’in yardımıyla , Ambarseki Kavimler Kapısı adlı, bir köyde rastlanması çok zor olan bir mekânda sergilenen Brecht’in epik oyunu Muhbir. Oyuncuların tümü orada yaşayan, etkinliğin gerçekleşmesine katkıda bulunan gönüllüler. Sevgiyle, yürekleriyle, içtenlikle oynadılar. Benim için ilginç, duygusal bir sarsılmaya neden olan diğer olay da, Nazım Hikmet’in, koca Nazım olduğunu bilmeden, onun sevkini yapan jandarma Abdülkadir Gani’nin Ambarseki Köyü’nden oluşunu öğrenmek oldu. Sevk sırasında, Nazım ona, yaşamında ilk kez tabakta dondurma yedirmiş. Nazım’ın koca şairimiz olduğunu, macerasını, terhisinden sonra öğrenir Gani ve hayranlığı bin kat artar; evini kitaplarıyla doldurur, 2009’da da ölür. Eşi Saliha Hanım hâlâ köyde yaşamakta. Onunla birlikte Gani’nin mezarını ziyaret ettik; yüreklerimiz, sevginin, vefanın sularıyla yunup yıkandı. XV. yüzyılda, Osmanlı ordusunun, on binlerce askeriyle tarumar ettiği, direnen onbinlerin sekiz binini verdiği o isyan ateşinin küllerini eşeleyip duruyor bir avuç gönüllü şimdi. Sönmesin o kadim ateş, diye. Unutmuyorlar, unutturmamaya çalışıyorlar. Karaburun’da yakalanıp Efes’te çarmıha gerilen Börklüce Mustafa’nın o güzel, yiğit, kesik başı, gözdağı vermek için Şeyh Bedrettin’e gönderildi. O günden bu yana, aklı ve ruhu, tüm zamanlara inat, hep ortaya çıkan gönüllüler tarafından, yiğitçe ve gönüllüce taşınıp duruyor. Şiirlerle, araştırmalarla taşınıyor. Unutulmuyor, unutulmayacak. Eşitlik ve özgürlük... İnsanlığın bir türlü ulaşamadığı, hep özlediği, aramaktan hiç vazgeçmediği kadim bir tutkudur o... Belalıdır, zamansızdır, aranandır, özlenendir o... Bazen bir kasırga, fırtına ya da hafif bir esinti gibidir yalımları. Ya da küllerin altında bekler bazen. Ama o, asla sönmeyen ateştir. Ta dev Mimas’tan bu yana, bakarsınız, ilkel komünal toplumun sonraki kalıtçıları, mağaralarda, birlikte yaşayıp, birlikte üreten- tüketen, o ilk İseviler körükler ateşi... Bakarsınız Şeyh Bedrettinler, Börklüceler, Pir Sultanlar, Köroğlular, Dadaloğlular körükler... Ve sonrakiler... “biz ki sevdamızı, alaca kıl bir heybe gibi sunduk aba terlikle denizi yürüyenlere şavkımız dağlara vurunca” der Hilmi Yavuz. Der de, okyanustan esen rüzgârlara kapılıp şimdilerde sevdasını unutmuştur. Ne ki şiir, şairden çıkmıştır bir kez, bizimdir. Şiiri sahiplenerek, sevdasını unutmayan bir avuç gönüllünün yanına, varlığımızı, çığ gibi büyüme dileğimizi ve umutlarımızı katıp, “aba terliklerle denizi yürüyenlere” selam olsun diyelim mi hep birlikte?... Yüzyıllardır, Bedrettin’in, Torlak’ın, Börklüce’nin aklını, ruhunu, felsefesini taşıyan, yaymaya çalışan gönüllüleri, ozanları, şairleri, şiirleri bir kez daha selamlayalım mı?... Gelecek yıllarda, yeni meşaleler tutuşturup çoğaldıkça çoğalalım mı sevgili okur?... Çoğalalım mı?... Karaburun “Börklüce Şiir Günleri”, gönüllüleri, daha nice yıllara... Nice yıllara... 19.07.2012 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |