"Sevgi bilmekten doğar." -Mevlana |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu “Işık”! Feuerbach’tan duyduğumuz ilk söz. Karanlıktan çıka gelen bir oyuncu. Hikayenin başladığı yere dönüyor. Sahneye. Akıl hastanesinde geçen yedi karanlık yıldan sonra ışığa olan özlemini dindirmesi gerek. Yeniden doğacağı, kendisini var eden yerde çözecek her şeyi. Kendini yeniden yaratması lazım. Bunun için kendisiyle yüzleşecek. Israrla yönetmeni görmek ister. Ama karşısında genç asistanı bulur. Dağınık, kendi halinde, umursamaz genç bir adam. Olsun. Rol Feuerbach’ın olmalı. Bu nedenle yönetmeni beklerken kendine eşlik eden asistanı orada tutmak zorundadır. “Mevsimler değişiyor, asırlar dönüşüyor ve durmadan öğütüyor zaman. Ben sonra oyuncu oldum ve buna hayatımı feda ettim. Ben, Feuerbach.” Bu onun hayatının kısa bir özeti. Tiyatro onun için yaşamak demek. Çünkü tiyatrodan başka elinde hiçbir şeyi yok. Hiçbir şey. Tiyatro 4’ün Urla Toprak Sahnede sergilediği “Ben, Feuerbach” (Ben, Oyuncu) Alman yazar Tankred Dorst’un unutulmaz eseri. Bir baş yapıt. Eseri dilimize Sema Engin Edinsel kazandırmış. Derya Efe Uluca’nın yönettiği oyunda başrolleri Kağan Uluca (Feuerbach), Aytunga Atattoprak (Asistan) ve Kıymet Şimşek (kadın) paylaşıyorlar. Oyunun sahne tasarımı Polat Canpolat’a ait. Utku Güçoğlu’nun müziklerini hazırladığı oyunda ışık tasarımını ise Halil Dönmez yapıyor. Afişlerinde ise Alpgiray Kelem’in imzası var. 2012 yılında kurulan Tiyatro 4 çok genç bir tiyatro topluluğu. Yola çıkış amaçlarını kısaca “yatırımını tiyatroya yapmak ve oyunlarını seyirci ile buluşturmak” olarak tanımlıyorlar. Tiyatro onlar için sadece oyuncu ve gösterimden ibaret değil. Aynı zamanda tüm bileşenleriyle birlikte bir tasarım süreci. İşte bu süreçte, “Ben Feuerbach” oyunuyla izleyici karşısına çıkıyorlar. Tıpkı Feuerbach’ın yaptığı gibi hayata meydan okuyorlar. Feuerbach’ın gizemli kişiliğini keşfetme aşamasında kendisine ilişkin yaptığı tespitler ilginçtir. “Ben mi? Ben, hiç kimseyim” der. Bu kadar basit. Hiç kimse. Güçlü bir kaybolmuşluk duygusu yansıtırken baş döndürücü bir hızla bin bir suratı oynar. Hangimiz hayatın bir yerinde kaybolmadık ki? Kısa ama can alıcı sorularla tam on ikiden vurur. Seyirciye döner ve “kime oynuyoruz bu oyunları?” diye sorar. Sahi, kime oynuyoruz? Kimlikten kimliğe geçerken duygusal savrulmalarıyla başımızı döndürür. Aslında hepimizin hayatında farklı zamanlarda, farklı şiddetlerde yaşadığımız duygusal gelgitlerden pasajlar geçer. Bir dakika önce melankoli denizinde boğulan adam, bir dakika sonra manik durumun doruklarında dolaşır. Yerinde duramaz oradan oraya zıplarken son hız konuşur. Daldan dala konar. Sözcükler bir barajdan fışkıran sular gibi çağıldayarak akar gider. Sonra şizofren bir tavırla kendi içine döner. Hayata, kendine, karşısındakine, belki de bize dair yaptığı acımasız tanımlarla küçük tokatlar atar. Garip bir farkındalık durumuyla Feuerbach ustalıkla aynayı seyirciye doğru tutar. Bu “ben, artık senim” demenin başka bir yoludur. An gelir yitirmenin getirdiği acıyı yüreğimizde hissederiz. Akıl hastanesinde geçen gayya kuyusu kadar karanlık yedi yıl. Dile kolay. Sonra kendi suçluluğunun, değersizliğinin bilincine varma durumu. Feuerbach’ın dibe vurduğu anlar. Siz, hayatta kaç kere dibe vurdunuz? Anımsıyor musunuz? Kaybolduğu karanlıktan müthiş bir enerji patlamasıyla sıyrılır. Artık o içinde bulunduğu anın insanıdır, eylem adamıdır ve bu sahneye, üzerinde durduğu bu tiyatro sahnesine aittir. Bu rol onundur. Çünkü rol adeta onun için yazılmıştır. Tırnaklarını bütün gücüyle yaşadığı anın ışıltısına geçirir. Pırıltılı bir dünyaya ait mizah anlayışını, aslında hiç kaybetmediğini düşündüğümüz umut duygularıyla besler. Aşırı enerjisiyle manik durumun zirvesine tırmanır. Hazırladığı Tasso ile role yepyeni bir bakış açısı getireceğine bütün varlığı ile inanır. Aslında olmayan bir seyirciye oynarken, oyunculuğu için “onay” bekler. Bu onay beklentisiyle, başarı konusunda içten içe kendini ikna eder. Oyuncu olarak bütün varlığını ortaya koyar. İnandığı gerçekle, yaşadığımız gerçek uyuşmayabilir. Olsun. Onun sıkı sıkıya tutunduğu bir dünya vardır. Sert duygusal iniş çıkışlarla bizi soluksuz bıraksa da sıra dışı bir sanatçı olduğunu gösterir. Onda zeka ile beslenen bir deli cesareti var. Hastalanmadan önce oynadığı son oyun Goethe’nin Tasso’sunu bir çeşit meydan okuma gibi sunar. Tiyatro sahnesine dönüş için seçtiği oyun yine aynıdır. Tasso. “Tasso’yu oynayacağım. Dördüncü perdedeki monoloğu” der. Bu açılış cümlesi, asırlar sonra tekrar nefes almaya başlayan bir canlının ilk yaşam belirtileri gibidir. Neden özellikle Tasso? İtalyan şair Torquato Tasso (1544-1595) Rönesans dönemi ozanlarından. Tasso’nun melankolik, son derece duyarlı, hastalık hastası biri olduğu söylenir. Akıl hastası olduğu gerekçesiyle yedi yıl süreyle bir hücreye kapatılır ve Roma’da yaşamını yitirir. Ortak noktaları her ikisinin de yedi yıl boyunca akıl hastanesinde kalmasıdır. Dehanın hayalci istekleriyle, gerçeğin gerekleri arasındaki çelişkiyi anlatan bir eserdir Tasso. Tam da Feuerbach’a uygun bir oyundur. Onun ruhsal durumunu mükemmel yansıtır. Tasso oyunun yazarı Goethe “Tasso’yu yaşıyorum ben. Etimle, kemiğimle Tasso benim" der. Gerçek hayatla, hayal dünyası arasındaki çizgi çok incedir. Bazı anlar bu çizgi belirsizleşir, giderek yok olur. O zaman gerçek nedir? Kime göre, neye göre gerçek? diye sorarız. Hayat kocaman bir sınav. Sınav hiç bitmiyor. Hayatımız hakkında ne kadar “söz sahibiyiz”? Hakkımızda kararları kimler veriyor? Mesela, hangi ölçüye göre “değerlendiriyorlar” bizi? Hayatımızı belirleyen “doğruları” kimler saptıyor? Kime göre doğru, neye göre doğru? Bu ölçülerin doğruluğu nereden belli? Sıfırın tükettiğimiz, kaybedenler kulübüne dahil olduğumuz anlarda mesela başarının ölçüsünü kimler koyuyor? Hayata ara verdiğimiz dönemler, kaybolduğumuz zamanlar, kayıplar, beklenmedik kesintiler, trajediler... Bu sınavın kağıtlarını kimler okuyor? Kimler not veriyor? Feuerbach bu sınavdan geçer not alacak mı? Kendini var eden yere geri dönen Feuerbach hayat, gerçek, hayal, varlık ve yokluk arasında kurduğu ilişkinin hassas sınırları arasında gezinir. Asistanla arasında geçen renkli sohbette küçük bir çocuğun merakıyla bakar hayata. Hemen hemen her konuya bulaşır, fikir yürütür, dokunduğu her şeyi sarsar. O genç, umursamaz asistan bile artık aynı adam değildir. Feuerbach belki yönetmeni göremez ama asistanı ve bizi sonsuza kadar değiştirmeyi başarır. Evet, sahnede gördüğümüz kesinlikle sıra dışı biri. Feuerbach, binlerce suratın, binlerce öykünün, binlerce insanın, duygunun ve umudun inanılmaz bir karşımı. Her an patlamaya hazır tehlikeli bir kokteyl. Her şeye inanır ve hiçbir şeye inanmaz. O, herkestir. Kendisine sorarsanız “hiç kimse” ! Oyunda, Feuerbach rolünü oynayan Kağan Uluca Feuerbach karakterini iyi çözmüş. Karakterin değişken özelliklerini katman katman yapılandırırken, usta oyunculuğu ile her bir katmanı diğerinden ayırarak vurguluyor. Feuerbach’ın değişken ruh durumunu çok doğru biçimde yansıtıyor. Canlı, dinamik, akışkan bir oyunculuk sergiliyor. Tiyatro 4’ün prodüksiyon sıkıntısı sahneye yansıyor. Mesela, oyunda kadının kaybettiği “köpeği” göremiyoruz. Köpek yerine, “köpek tasması” kullanılarak olay anlatılıyor. Burada oyunculuk devreye giriyor. Oyuncular orada bir köpek olduğunu hayal etmemizi sağlıyorlar. Böylece eksi olabilecek bir durum oyunculukla artıya dönüşüyor. Sade bir dekorla hikayeyi gayet güzel anlatıyorlar. Zaten az, çoktur. Tiyatro 4 ekip olarak zor olanı başarıp iyi işler yapmaya çalışıyor. Feuerbach çok güçlü bir metin ve böylesine zor bir oyunla perdelerini açan grup çıtayı çok yükseğe koyuyor. Artık işleri çok zor. Çünkü bir sonraki oyunda, koydukları çıta daha yükseğe çıkacak. Bu büyük cesaret ister. Ekip olarak çok zor bir oyundan yüzlerinin akıyla çıkıyorlar. Feuerbach, deliliğin ve yoksunluğun karanlığında, tiyatroyla kendi ışığını bulmaya çalışan bir adam. Sürekli spotları takip eder. Işık üzerine düşsün ister. Koyu bir karanlıktan gelir. Umutlarını yatırdığı yönetmeni bulamayınca arkasında soru işaretleri bırakarak yeniden karanlıklara karışır. Genco Erkal’ın dediği gibi “oyuncu, başka bir oyuncuyu, en iyi oynayarak anlar, anlatır”. “Ben Feuerbach”, 9 Mart Pazartesi İzmir Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde, 17 Mart Salı İstanbul Bo Sahenede ve 29 Mart Bostanlı Suat Taşer Sahnesinde izleyiciyle buluşacak.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |