Sevgi dünyadaki yaşam ırmağıdır. -Henry Ward Beecher |
|
||||||||||
|
Görevli Bahtiyara sordu. “Söyle bakalım, Kuran okumayı biliyor musun?” Bahtiyar “Eve biliyorum, hatta Osmanlı medreselerinde okutulan emsile, bina, avamil, maksut kitaplarının öğrenimini de aldım.” Görevli “Demek öyle, yinde de bizden kurtulamazsın.” Dedi ekledi. “Söyle bizimle iş birliği yapacak mısın?” Bahtiyar “Yapmayacağım. Beni kirli işlerinize bulaştıramayacaksınız. Ve esarete razıyım.” Görevli “Senden çekeceğimiz var. Al şunları ye de doy.” Bahtiyar’ın önüne domatesli bulgur pilavı, tas içinde ayran ve biraz da dilimlenmiş ekmek koydular. Bahtiyar hemen yemeğine yumuldu. Görevlilerin sesleri geliyordu diğer odadan. “Arsuz abi emir gelmeden tutukluyu nakil yapamayız. Şef duyacak olursa yaşatmaz bizi. Hem dur bakalım tutuklunun ailesi fidye vermeye razı olur.” Arsuz “Benim endişem şu Türk istihbaratçılar. Olaya dahil olmaları an meselesi. Ne kadar kaçırılan olduysa bir şekilde elimizden uçtu gitti, avucumuzu yaladık. Söyle Cemal altımızda araba var. Nakil mesafemiz kırk iki kilo metre. Sorun çıkarsa o mesafeden tutukluyu geri getiremez miyiz?” Cemal “Sorun mesafe değil. Telefonumuz da çekmiyor. Reşit’e ulaşsaydık çok güzel olurdu.” Arsuz kızdı. “Sana kaç defa dedim Reşit deme diye. O bizim liderimiz. Ona yakışan bir ünvanla seslen. Kral de, emir de, padişah de.” Cemal “Doğru söylediklerin. Abi liderimiz Tarkan’ı çok seviyor. Ona benzemeye çalışıyor. Tarkan’ın ‘oynama şıkıdım’ şarkısını çok seviyor. Benim içimden liderimize mega star demek geliyor.” Arsuz “Yanlış yaparsın derim. Tepkisini öğrenmek için denemek gerekir. Kızarsa bunu söylememk gerekir.” Binaya hızla biri girdi. “Abi çabuk toplanın gidiyoruz. Kente Özgür Suriye Ordusu girdi.” Arsuz “Ne dedin sen, bu bizim sonumuz. Hemen dökümanları ve cephaneleri yüklenin, acele edin.” Binada bir telaştır başladı. Beş kişi binaya girip çıkıyor arabalarına, silah, mermi, doçka, mayın, el bombası taşıyorlardı. Yirmi dakika da işlerini bitirdiler. Bahtiyar’ı zırhlı araca bindirdiler. Beş araçlık konvoy henüz zapt edilmemiş otoyol güzergahında hızla ilerlediler. Arsuz “Bestami söyle bize, kimden duydun ÖSO’nun şehre girdiğini. Yoksa bu Türk istihbaratçıların bir düzeni olmasın olmasın?” Bestami “Ben bizzat şahit oldum. ÖSO militanları konvoy halinde şehirde tur atıyorlardı. Beni görecekler diye ödüm koptu.” Arsuz “Sana niye ilişsinler. Bizler federal bir örgütüz. Bizi bizden başka kimse bilmez. Amacımız servet edinip hegemonya sürmek.” Bestami “Abi öyle deme, savaş sırasında insanın hep insan sarrafı olacağı tutar. Haklı da olsan şüphelendikleri an insanı bir kaşık suda boğarlar.” Cemal araya girdi. “Konuşmanız ismime nazire oldu. Allah rahmet etsin Cemal Kaşıkçı’ya. İyi adamdı ama bir trafiğe bilinçli olarak kurban gitti. Evet kurban hem de dünya devletlerinin ortak kararıyla.” Dedi. Arsuz “İyi şeyler döktürüyorsun. Biraz bahset bundan, yolumuz uzun, konuşarak gideriz.” Cemal “Şöyle başlayayım. Balzac demiştir ki ‘her büyük servetin ardında büyük bir suç yatar’ Kaşıkçı’nın ölümünün paranormal arka planı şöyle gelişti diyebilirim. Bilgi için delirmenin ötesinde bir bilgi bu. Dünya liderlerinin tüm aklı, tüm ruhu, tüm vücudu, zerrelerine kadar, orta doğuda oynanan oyunun içinde. Bir görünmez dalga oluşuyor bu bölgede. Fırsat o zaman doğuyor. Ve cinayette paranormal şekilde ehil olanların bu gerilimden istifadesi oluyor. Ellerini değdirmeden Cemal Kaşıkçı’nın ölümünü sağlıyorlar. Dedim ya görünmez ve gizli hat.çekildi mi en suçsuzu bile seri katile dönüştürür. Bu bir insanın iradesine hükmedebilmedir. Bu kanlı ve canlı yaşayan İblis denen varlığın işiyle sonlanıyor.” Arsuz “Anlat anlat güzel gidiyorsun. Şu görünmez ve gizli hattı açıklar mısın biraz?” Cemal “Hat dediysem cep telefonu hattı değil. Gerçi telefon radyo dalgaları ile çalışıyor. Bir elektronik dalga da görünmez ve gizlidir. Size şunu söyleyeyim, düşüncenin oluşturduğu görünmez ve gizli düşünce dalgası doğal bir dalga. Hayat dalgalarının hepsi doğaldır. Bunu geliştirmiş birinin yapamayacağı şey yoktur. Hatta ben Suriye’den Amerika’da falan ünlü birinin düşünce ile cep telefonuna görünmez ve gizli bir manevi hat çekebilirim. Şöyle ünlünün cep telefonundaki ana çipine bozulma nurunun aktığını düşünerek cep telefonunu bozabilirim.” Arsuz “Biraz saçma geldi bu, ama nur denen şeyi de ciddiye almalıyız.” Cemal devam etti. “Gelelim mana hu fihimize. Cemal Kaşıkçı Müslümandı. Onu cennete havale ettiler. Onu öldürenlere gelince burada susuyorum.” Arsuz “Nasıl öldüğünü açıkladın, neden katillerine gelince susuyorsun?” Cemal “Şu an bir Cemal de ben olmak istemiyorum. Mazallah sözlerim birilerinin kulağına kaçarsa kendimi süfli bir cendereden kurtaramam.” Arsuz şoföre seslendi. “Kasım çok dikkatli ol., trafik kurallarına uy. Kesinlikle arabanın kornasını kullanma. Bu ‘bak işte buradayız’ demektir.” Şoför “Abi gittiğimiz yer liderimizin karargahı. Oraya bizde sığınırsak bayağı kalabalık olacağız.” Arsuz “Liderimiz bir çaresini bulur. İdlib’in dışında Antakya Samandağı’nda da bir sığınma yerimiz var. Türkiye’ye girmek kolay olur. Kendimizi mülteci kılığına sokar gireriz. Ama bir sorunumuz var. Tutuklumuz bize büyük bir yük oluşturuyor. Şuna karar verdim. Bahtiyar’ı indireceğiz ve yolumuza onsuz devam edeceğiz. Liderimiz sorarsa ben gerekli cevabı veririm.” Konvoy o an durdu. Bahtiyar’ı araçtan indirdiler. Ardından bir şey demeden hızla uzaklaştılar. Bahtiyar kurtulduğuna mı sevinsin yoksa, gecenin bir yarısında, gök yüzünde yıldızların parlamasının eşlik ettiği bu ıssız yerde yalnızlık mı çeksin bilemedi. Yürüdü ve ümidini korudu. Antakya Samandağı otuz kilo metre ötedeydi. Gelirken yol levhasında görmüştü. İlk defa uzun bir yolu yürümeyi tecrübe edecekti. Belki bir arabaya tesadüf ederdi. Kulağına köpek havlamaları geldi. Yakınlarda köy olmalıydı. Ama yürüyerek buralardan kurtulmaya karar verdi. Aç değildi, yol kenarları hep cennet hurmaları ve pabuç incirleri ile doluydu. Belki bunlardan yemeye de gerek kalmayacaktı. Gideceği mesafe o kadar uzak değildi. Yürürken bir ışık göründü, heyecanlandı. Yaklaştığında dört köşe oldu. Burası sınır kapısı idi. Hem de Antakya Samandağı sınır kapısı. Tek taraflı nöbet bekleyen Türk askeri dikkatle Bahtiyar’a bakıyordu. Belki kendisini canlı bomba zannetmişlerdi. Bahtiyar kapıya yaklaşınca giysilerini çıkardı, don gömlek kaldı. Askerlerden biri “Giysilerini niye çıkardın. Güvenli biri olduğun anlaşıldı. Git giysilerini al gel.” Dedi. Bahtiyar giysilerini aldı, aldığı yerde giyindi, geri geldi. Pasaportunu ve kimliğini nöbetçi askere verdi. Kontrol yapıldı. Sonra geçişine izin verildi. Bir sorun vardı, böyle ıssız bir yerde Samandağı yerleşim yerine servis olmazdı. Mecbur askerlerin nöbet değişimini bekleyecekti. Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |