..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Tuna M. Yaşar




23 Mart 2020
Göbeklitepe 3  
Arkeoloji / Kurgu

Tuna M. Yaşar


Orupta kararsızdı. Nevaliçöri mi yoksa Göbeklitepe mi kutsaldı. Ataları Nevaliçöri’de yaşamıştı. Ama aldığı kutsal bir işaret kutsallığın her zaman ıssız yerlerde olduğu ve o ıssız yerleri taşlarla inşa etmenin kutsallığı daha da artıracağını gösteriyordu.


:BJFE:
Orupta kararsızdı. Nevaliçöri mi yoksa Göbeklitepe mi kutsaldı. Ataları Nevaliçöri’de yaşamıştı. Ama aldığı kutsal bir işaret kutsallığın her zaman ıssız yerlerde olduğu ve o ıssız yerleri taşlarla inşa etmenin kutsallığı daha da artıracağını gösteriyordu.
Geçen gün avcı arkadaşı Gatrasen bir kuşun kırık kanadı ile yerde debelendiğini söylemişti. Orupta’ya normal gelen bu çırpınışlar rüyalarına değişik şekillerde girmiş sanki, içinde güneş doğurmuştu. Yaralı bir kuşun içinde bıraktığı izler onu günden güne büyülemişti.
Kuştan akan kan güneşin rengiydi. Kuşun uçmak için çırpınması taşların nasıl değişip şekilleneceğine işaretti. Tüyleri diken diken oldu Orupta’nın.
“Ateş gibi bir güneş nasıl olur da bana düşünmediğim bir şey öğretir. Biz uyurken nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Ama taşlar ağır olduğu için gece olunca bir yere gidemez. Taşlar gece bizim bekçimiz olmalı. Ama nasıl?” diye söylendi Orupta.
Yanında oturan dişisi Metarga “Ben hiçbir zaman senin gibi olamadım Orupta. Karnımızı doyurduğumuz şu geyik bile bana elindeki kemik parçası ile derinlere inip derin düşünceler fısıldamadı. Sen düşünürken tüylerim diken diken oluyor. Bazen senden korkuyorum. Bu korku uzun sürmüyor ama sende ki bilinmezliği çözemedin gitti.”
Orupta bu teklifsizce konuşmaya öfkelendi. Hırçınlaştı. Ama dişisiydi Metarga. Yalnızca o teklifsizce konuşabilirdi. Sinirini yuttu içine. Ama yine dayanamadı. Tepki verdi. Elinde tuttuğu geyik kemiğini yere fırlattı.
“Bak Metarga sana önceden de söylediğim gibi ben düşüncelere daldığımda aklımı sözlerinle karıştırma. Sen karnını doyurmak gece uyumak nedir bilir misin?” dedi.
Metarga susmuş cevap vermedi. Orupta “İçimden biri bana çok müthiş şeyler söylüyor ki. Bunu hissediyorum. Ama ne olduğunu bilmiyorum. Şöyle diyeyim. Güneş batarken kırmızı ışığın içinde hep bana seslenen o görüntüyü görüyorum. Bir ışık ama bana fısıldadıkları çok müthiş şeyler. Bu yediklerimizden uyuduğumuz gecelerden daha müthiş.” Dedi.
Orupta’nın yanına oğulları Carasus geldi. “Baba ben yine acıktım. Et yiyeceğim.” Dedi.
Orupta “Oğlum önce dur bakalım. Sana şimdi parça etler vereceğim. Onları kardeşini de çağırıp beraber yiyeceksin. Ayrı ayrı yemeniz doğru olmaz. Bu sizi vahşiliğe iter. Vahşilikte aklınızı köreltir. Büyüdüğünüzde iyi avcı olamazsınız. Haydi şimdi kardeşini de çağır gelsin.”
Carasus hızla uzaklaştı. Orupta “Biz bu çocuğa et verip akıl vermezsek vahşilerden farkı kalmaz. Geçenlerde Gatrasen ve diğer üç kişi ile ava çıkıyorduk. Gatrasen’in oğlu da vardı. Bize sürekli sorular sorup rahatsız etti. En sonunda ona ok ve yay verdim. Sustu. İyi ki ok ve yay verdim. Bizim peşinde olduğumuz geyiği tek başına vurdu. Vurdu ama nasıl. Hayret ettim. Ok geyiğin boynuna saplanmış. Geyik aniden yere yığılmış.”
Metarga “Bizim oğlumuzda beceriklidir. Beceri içten gelen bir şey olur. Az önce senden çekinen oğlumuz cesaret edip senden et istedi. Bu av gibi becerilere benzemez. Oğlumuz insanlar ile konuşma becerisini geliştiriyor. İleride Carasus avcı lider olur. En iyi dişileri kendi seçer. Lider olmak nedir bilir misin. Aç kaldığında rahatlıkla önce sen doyarsın. İstediğin gibi de gönül eğlendirebilirsin.”
Orupta yerinde doğruldu. İçinde avcıların yaşadığı hayvan postlarından oluşturulmuş çadırlara baktı. “Düşünmeyeceğim. Aklıma geleni yapacağım.” Dedi. Tüm çadırlardaki avcıları toplanmaları için çağrıda bulundu.
Bir planın üzerindeydiler. Çalı çırpı ağaç dalları ve hayvan derilerinden yapma çadırına gece yarısı girmişler cayır cayır tartışıyorlardı. İçeridekilerin hepsi söz sahibi kişilerdi. Aralarında kadınlarda vardı.
Orupta “Gökyüzündeki güneş bizi ısıttığı sürece bizi yok olmaktan kurtaracak güneşin kızıllığı atalarımızın düşüncesidir. Işığı görebiliyoruz. Ama gözümüz kapalı iken, gece olduğunda, vahşiliğin sevdiği, düşüncelerimizin danıştığı biricik gördüğümüz o kızıllıktır. Çünkü güneş batarken oluşan kızıllık bizim için olağan üstüdür. Uyuyan da uyanan da, yaşayan ve doğanda, atalarımızdan içimize işleyen yine o ışıktır. Kızıl ışık evet. Bu ışığı kimse eğip bükemez. Kimse ıslatıp kurutamaz. Kimse başlangıç ve son veremez.” Dedi.
Becerikli bir avcı olan Gatrasen sözü alıp konuşmaya başladı. “Atalarımız şimdiye kadar böyle incelikli, böyle planlı, böyle büyük bir işe kalkışmadı. Bu çabamız biz, mevsimlerin çevremizi değiştirdiği gibi bu kızıl ışık kaynağımız hem çoğalacak hem bizi, doğru ve isabetli bir hayata sevk edecek. Sorarım size bir kartal güneşin gösterdiği avını pusu kurarak elde eder. Bir aslan güneşte bulamadığı avını gecenin karanlığında pusu kurarak elde eder. Bizim farkımız ise güneş ve gece dışında bir düşünce vaktidir.Biz hayvanlar gibi sürekli yiyecek ve av peşinde değiliz. Şundan eminim bizdeki düşüncelere hayvanlar çok imreniyor.Bunu onların ruhunda görmek mümkün. Tapınak yaptığımızda bize imrenen hayvanları da taşlara işleyelim. Biz kızıl ışıktan ne elde ediyorsak onlarda elde etsin. Bir taşta ne kadar çok şeyimiz kazılıysa düşünce ışığımız çoğalacak demektir. Bir olağanüstü denge oluşturuyorsak içinde sadece bizim olmamız bizi yalnız bırakır.”
Orupta “Doğru söylüyorsun. Yalnız taşlara işleyeceğimiz her hayvan için atalarımızın onlar hakkında söylediği çağırmaları söyleyerek işleyelim. Kızıl ışığımıza bu sayede atalarımızın sesini de katmış oluruz.”
Çardaktaki bütün herkes ortada taşın üzerinde duran etlere uzandı. Kızarmış ve mis gibi kokan etleri sabaha az bir vakit kala iştahla yemeye başladılar.
Ortalarındaki etler kısa sürede yendi bitti. Orupta “Birazdan başlayacağımız işe süre verelim. Bu süre içinde çabaladığımız şeyi bitiremezsek anında bırakalım. Çünkü kararlaştırılmış bir şeyin dışına çıkmak uğursuzluk getirir. Ben derim ki olağan üstü yapımızı iki yaz içinde bitirelim. Kalabalık bir halkız. Bu sürenin üstesinden gelebiliriz.”
Çardaktakiler bu süreyi makul karşıladı. İtiraz sesi yükselmedi. Taşları iyi kullanan avcı Gatrasen “Öyleyse bir kurala daha uyalım. Benim mızrağımı her gün güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde hep işe kullanarak başlayalım.”
Orupta “Buda güzel bir düşünce ışığı oldu. Böyle şeyler benim aklıma zor gelir. Tapınağımız yapıldığında artık böyle şeyler aklımıza daha kolay gelecek. Çünkü görünmez ışıktan tapınağımız da içecek.”
Çardaktakiler ayağa kalkıp dışarıya çıktılar. Orupta “Taşların dilinden anlayanlar şimdi avcılarını seçip gelsin. Güneş bir mızrak boyu yükselince aynı anda çabamıza başlayacağız.”
Kısa sürede lider Orupta’nın etrafını avcılar sardı. O an güneş yükselmişti. Orupta “Rüzgarı ve yağmuru, güneşi ve geceyi, yiyeceği ve suyu getiren bize de kolaylık getirecek. Çünkü kuracağımız tapınakta hepsini taşlarımıza, taş sütunlarımıza kazıyarak bağlamış olacağız. Şu an güneş bir mızrak boyu yükseldi. Haydi başlayalım.”
O an avcıları gören kadınların içleri ürperdi. Erkekleri öyle gizeme bürünmüşlerdi ki kızıl görünmez ışığı bilmeseler heybetlerine bir anlam veremezlerdi.Avcı grup ellerinde taş keskilerle uzun bir yürüyüşe çıkmıştı. Kayalık bir bölgeye geldiklerinde durdular. Usta Gatrasen’in talimatları ile avcılar üç bölgeye ayrıldı. Ellerindeki taş keskilerle kayaları oymaya başladılar.
Güneş sıcağından hemen yanlarında akan buz gibi su ile korunuyorlardı. Susayan işini bırakıp suyunu içiyor, tekrar işe koyuluyordu. Üç avcı grubunun da başında onları yönlendiren birer usta avcı vardı. Orupta lider olduğu halde kolayca yontulmaya başlayan kayalara dikkatli gözlerle bakıyor bundan haz alıyordu.
Bir akşam üzeriydi. Tapınak tam istenildiği sürede iki yazın sonunda pars ayı başlangıcında bitirildi. Artık avcılar yeni bir kimliğe kavuşmuşlardı. Kızıl güneşin insanları olmuşlardı. Hala onlar Göbeklitepe ve civarında gezmedeydiler.
Bir turist kafilesi üzeri örtülü Göbeklitepe kazı yerine girdiler. Turist rehberi anlatıyordu. “Burası on bin yıllık maziye ait. Bu dikili taşları nasıl yontup buraya getirmişler bir muamma. Sizlere temin edebilirim ki yeryüzünde buradan daha eski bir yapı yok. Göbeklitepe Müslümanların Kabe'sinden daha eskidir. O yüzden burada dilekleriniz daha çabuk kabul olur.”
İçeriye bir turist kafilesi daha girmişti. İçerisi hınca hınç dolmuştu. En son giren kafilenin içinde bir genç dikkati çekiyordu. Genç bir öğrenciydi. Diğer öğrenciler gibi dinleyen değildi. En çok o soru soruyordu. Rehbere ‘hocam’ diye hitap ediyordu. Oysa hoca öğrencileri buraya okuldan getiren kişiydi. Adı Ahmet’ti çok soru soran.
Ahmet “Hocam böyle bir inşaat ancak yaz vakti yapılabilir. Ve yazında insanlar çok susar. Burayı inşa edenler suyu nereden buluyordu?” dedi.
Rehber cevap veremedi. Sustu biraz Konuştu. “Belki o zamanlarda burada bir akar su yatağı vardı. Şimdi bu yatağı burada bulmak zor.”
Ahmet susmuyordu. “Böyle düzenli ve garip dikitlere anlam veremedim. Sizce bu bir dinin başlangıcı mı yoksa olağan üstü doğa olaylarından etkilenme mi?” dedi.
Rehber “Neolitik insan sevdiğini yaşamada günümüz insandan daha özgürdü. Bu taşları yapmalarından önce neyi gördüler bilmem. Şurası kesinki mutlaka bir şeyi gördüler.”
Ahmet “Bence güneşin batarken ufku saran kızıllıktan etkilendiler. Bizlerde televizyondan ve bilgisayardan etkileniyoruz. Aynı şey.”
Rehber “Sözlerinde doğruluk payı var.Bu tapınak o zamanın ekranı ise görüntüleri o zaman insanının hayalleri. Tıpkı günümüz insanının boş boş oturup düş kurması gibi.”
Kafile bir alkış tufanı kopardı. Rehber bunu kendine anladı. Ama yanılmıştı. Kafilenin öğretmeni rehbere “Ahmet’in açılımını anlamanız beni sevindirdi.” Dedi. Bir alkış daha koptu.Bu seferki öğretmenlerineydi.
Gece Ahmet o gün Göbeklitepe’deki yaşadıklarını düşündü. Sıcağından kaçtıkları brandanın altı görselleri ile şahane bir atmosferdi. Onca ilkelliğin içinde uğraşmışlar, didinmişler, dikitlerle bir tapınak inşa etmişlerdi. Ve günün insanı ise pazardan aldığı kıytırık bezleri şahane bir branda çevirmişlerdi. Ne büyük tezattı bu. Günün insanı ne eziyet çekiyordu ne cefa. İnsanlar için hayat kolaydı artık.
Ahmet bundan, o dikitleri dikenler kadar haz alıyordu. Çünkü eski ile yeni zamanı kıyaslıyordu. Ahmet’in diğer bir sevindiği şey, Konya’dan çıktıkları okul gezisinin sabah, geri dönme vaktinin olmasıydı. Yine otobüse bineceklerdi. Ve uzun süre camdan dışarıya bakacaklardı.
Yeniden eski insanları müşahede etti. “Acaba neolitik çağın insanları da hayaller kurar mıydı. Ama ellerinde hayal kuracak malzemeleri yoktu.Varsa yoksa av hayvanları, doğa, orman ve avcıların kadınları. Belki onlar hayal kurmaya ihtiyaç duymuyorlardı. Hayal kurmak belki günümüz insanının marifetiydi.”



Orupta güneşin kızıllığına gözünü kırpmadan uzun süre baktı durdu. Yanında Arkeot vardı. Orupta’nın ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu. Tahmini devasa dikitlerle oluşturulan kutsal alanın geleceğiydi. Bir süre önce bunu Orupta’dan duymuştu çünkü.
Orupta “Seni karşıma çıkaran bir daha ne zaman çıkarır bilmiyorum. Yani sen ben öleceğiz bir gün. Biz avcıların tanrısı bizi nasıl kollayıp gözettiyse onun, ölüm denen feci, pamuğun içindeki dikenin çekilişini hepimiz yaşayacağız. Ölümü bu dikitlerle yenebilirsek baharda, tohumların filizlendiği gibi bir gün yine karşılaşacağız. Ama birbirimizi tanıyamayacağız. Geçmişten bize bilgi verilmezse böyle olacak. Bak ne güzel konuşuyorum. Bunu inşa ettiğimiz kutsal alana borçluyum. Bilinmezi böyle çoğaltırsak bir gün bilinene kavuşacağız.”
Arkeot “Aklıma bir şey geliyor, biz bir şeyler başardık. Bunun örneği hiçbir yerde yok. Bu örneği tanrılara armağan edemez miyiz?”
Orupta “Armağan edebiliriz fakat böyle devasa yapıyı inşa ettiğimizden daha zordur tanrılara armağan etmek.”
Yanlarına klandan Markeo isimli avcı geldi. Endişeliydi yaklaşırken. Orupta’ya aidiyet duygularıyla bakınca konuşma cesareti geldi.
Markeo “Az sonra dişiler yiyeceklerimizi pişirmiş olacak. Kutsal dairemize sizi bekliyorlar.”
Orupta bir şey demeden yerinden kıpırdadı. Üçü beraber ilk inşa edilen kutsal daireye geldiler. Orupta bu daireye ‘Kutul Kamar’ diyordu. Onun bu yakıştırmasını tüm klan benimsemişti. Burada daha çok klanın söz sahibi kişileri bir araya gelir konuşurdu. Şimdi ise önlerinde kuru hayvan derisi üzerine boca edilmiş, çanakların içinde haşlanmış tahıl ve et vardı.
Orupta eline bir et parçası aldı ve yüksek sesle “Ekmek yiyin su için. Aç iken doyduğumuz tok iken acıktığımız bu kutsal yerde, yiyeceklerimizin kokusunu alan tanrılar bizimle.” Diye dua etti. Beş kişi önlerinde ki yiyecek yığınından elleri ile alarak yemeye başladı. Yanlarında su kabağından yapılmış kaplarından bira da içiyorlardı. Bira, onları bilinmezlere yaklaştırdığı için içiliyordu. İçip sarhoş olup zevk vermesinden değildi içmeleri.
Orupta “Söyle Danes şimdiye kadar kaç geyik avladın?” diye konuştu.
Danes “On beşi geçti. Avladığım geyikleri hayvanlarla paylaşmadan yemedim hiçbir zaman. Her avda bir yırtıcı ile karşılaştım. Gücüm yeterse yırtıcıyı kovardım. Ama yırtıcılar bir aslan grubu ise etten büyük bir parça koparıp hemen oradan uzaklaşırdım.”
Orupta “Kimsenin gönlünü kırmak istemem ama avlarımız bizim zaferlerimizdir. Ne olursa olsun avlarımızdan yırtıcılara kaptırmak bize zayıflık getirir. Öyle bir avı yemektense bırakıp gitmek daha iyi.”
Arkeot araya girdi. “Kolay ava alışan yırtıcılar Tanrıları değil öfkelendirmek Tanrıların bize ceza vermesine neden olur. Bu kutsal alanı tanrıların gazabından kurtulmak için inşa ettik. Eğer şu an Tanrılar bizi işitiyorsa buraya öfke ile değil imrenmekle bakıyorlardır. Bakın gökteki yıldızlara ne kadar yüceler. Biz oralara çıkabilir miyiz. Orupta’nın dediği gibi göklere çıkan avlarımız kusursuz olmalı. Ava tek başına değil grup halinde çıkılmalı. Ancak böyle baş edilir yırtıcılarla.”
Kutul Kamat dairesinin dışında bir hayli kalabalık çocuk grubu vardı. İçeriden işitecekleri her söz onların eğlencesi olacaktı. Onlar böyle öğrenip gelişiyordu. Ama onları oradan uzaklaştırmaya çalışan avcılarda çocukların yaptığını yapıyordu. Dinlemek ve bilmek avcıların tek vazgeçilmeziydi.
Orupta “Bu gece dolunay bize kutsallık kattı. Onu gelim dışarıda ki meraklılarla da kutlayalım.” Dedi. Ayağa kalktılar. Ağır adımlarla dairenin labirentinde yürüdüler. Yürürlerken “Güneş, ay, mızrak.” Kelimelerini defalarca söylediler.
Dışarıya çıktıklarında kalabalık bir avcı grubuyla karşılaştılar. Diğer dairelerden gelen lider kadrolar Orupta’nın önünde diz çöktüler. Çünkü Orupta bira içmiş onlara gizem dolu bakışlarla bakmıştı. Avcılar bu bakışı gayet iyi okuyorlardı.
Orupta “Şimdi hepiniz yere oturup daire şeklini alın. Bu gün Kutul Kamar ayini yapacağız.”
Yere oturdular. Orupta bir sağdan saydı bir soldan. “Sağdan beş kişi güneş, soldan iki kişi ben dahil ay.” Dedi. Ardından başlarını eğip gözlerini yumdular.
Ayini konuşmaları ile Orupta yönetiyordu. Önce her biri beş yüz defa güneş dedi fısıltılı seslerle. Orupta bir şeyler mırıldandı. Sonra “Dolunay.” Diye seslendi sesine gizem katmışcasına. Beş yüze defa da dolunay dedi grup. Orupta yavaş yavaş okuyordu sözleri böyleydi ayinin özelliği. Acele etmeden sözleri fısıltılar halinde söylemek.
Sıra “Ya avcı, ya Tanrı, ya mızrak.” Sözlerine geldi. Grup bu sefer sözleri içinden söylemeye başladı.
Uzun sürmüştü ayin. Gök yüzünde ki ay üç adım ilerlemişti ayin başlayalı beri. Dairenin içinde olmayan diğer avcılar dairenin dışında onları çevreleyecek şekilde oturmuşlardı.
Orupta “Bizi bırakmadığın gibi biz de seni bırakmadık.” Diyerek ellerini havaya kaldırdı. Gruptakiler de aynı hareketi yaptı.
Orupta “Kızıl güneş içinize aksın.” Dedi. Diz dize olan avcılar başlarını eğip bir müddet ölü gibi sessiz oldular. Sonra Orupta “Kutlu olsun ayinimiz.” Deyince tüm avcılar başlarını kaldırıp gözlerini açtılar. Yerlerinden kalktılar. Avcılar dağılıp çadırlarına doğru uzaklaştılar.
Orupta’nın yanında Danes ve Arkeot vardı. Bölgenin dışına doğru yürüyorlardı. Bir ağaca yaklaştıklarında Orupta “Burası sessiz ve sakin. Konuşacaklarımız çok özel bizi duymalarını istemem. Oturun yere.” Dedi. Devam etti.
“Konuşacaklarım bazı dişilerin erkek avcılarla olan ilişkileri. Benim dişiden duydum. Avcının biri dişisinin saçını çekerek dövmüş. Hiç istemem böyle bir durumun yaşanmasını. Şimdi gidip o avcıya da aklını başına al da diyemem. Bunun önünü almazsak dişi dövmek bir salgına dönüşür. O yüzden bu işi gizi yürüteceğiz. Planım şu. Dişilerini en çok döveni tespit edeceğiz. Ve onu yargılayacağız. Sonra o avcıyı Kutul Kamar dairesine sokup hapsedeceğiz belli bir süre. Ve daire onu öyle bir tılsımlayacak ki o avcı kendi kendine ölüp gidecek. Tabi daireden hapis on beş günü geçmeyecek. Kutsal alanımızı yaparken çok kuvvetli tılsımlar kullandık. Tılsımları bilinçli olarak kullanırsak yapamayacağımız hiç bir şey olmaz. Bekletilmenin ayırdına hapsedilecek o avcı varamaz. Bu bilgiyi üst düzey birkaç kişi biliyoruz. Arkeot ve sen Danes bunları konuşmamış ve bilmemiş olacağız.”
Arkeot “Böyle gizli bir bilgiyi hissediyordum. Peki ceza alacak avcı inşa tılsımlarını bildiği halde nasıl onun tesirleri altına girecek. Bir şey biliniyorsa o şeyin tılsımı da kalkar.”
Orupta “Herkesin ortasında bildiğin gizli bilginin tesiri büyük olur. Ceza alacak o avcı nasıl bizim kanımızı ve kutsallığımızı içiyorsa işte söylenmeyen bu bilgilerle biz de onun kanını içeceğiz.”
Danes “Klan olarak kalabalık sayılmayız. Sayımız yüz yirmiyi geçmiyor. Salgın dediğin dişi dövmek bize de bulaşırsa?”
Orupta “Bize bulaşmaz gayet iyi biliyorum. Gizemin izcisi olarak sana doğruları konuştum. Bende ki bu bilgi ilk insan atamıza kadar dayanıyor. O ilk insan yaratıldığında hiç konuşmuyormuş. Hep hayvanların sesini dinlemiş. Aama bir gün ilk insan dişisiyle konuştuğunda “Bilgiyi konuşmak harcar. Susarsak bilgi bizimle konuşur ve bize öğretir.” Demiş. Sen sanma ki kolayca karınlarımız doyuyor rahat rahat yaşıyoruz. O ilk insandan bu zamana kadar olan bilgiler ne deneylerden geçti. Şu inşa ettiğimiz kutsal alanların yapılış amacını içinizden hiç biri gerçek olarak bileyemecek. Bunu ancak bir tek ben biliyorum. Ve bedenlerimiz bir gün benimle bu esrar sayesinde kendiliğinden dirilecek. Bazı şeyleri mezara götürmek gerek. Ki bilginin şiddeti insana ölünce de zarar vermesin.”



Orupta kendini dinleyen Danes ve Arkeot’a baktı bir süre. “Size bilginin şiddetini göstereceğim ama sabahı beklemeniz gerekli. Az önce yaptığımız ayinde mızrak diye içimizden söylendik durduk. Biraz sonra uyuyacağınız da mızrak kelimesini içinizden bin kez söyleyin. İçinizden şunu da söyleyin. ‘Mızrağım batmadık avcı bırakmasın.’ Buna biz de dahiliz. Biz söz ile parçalanıyoruz. Gerçek parçalanan biz değil söz oluyor. Çünkü bilgiye aşikarız. Söylediğimiz bize zarar vermez. Ama uyandığınızda öyle bir şeyle karşılaşacaksınız ki.” Dedi ekledi. “Şimdilik bilginin şiddeti yeter.”
Üç avcı da bölgelerine çadırlarına doğru yürüdüler.
Metarga o an gözlerini açtı. Heybetli ve gizemli Orupta’yı süzdü. “Hiç gelmeyeceksin sandım. Sen yine bir şeyler peşindesin. Söyle bakalım benim bilmediğim nedir?”
Orupta “Arkeot ve Danes var. Onlarla konuşuyordum. Gerisi malum biz avcıların bileceği şeylerden. Sana ipucu vereyim, bilginin şiddeti.”
Metarga eşinin açıklamasını istemedi. Anlamayacağını zannedip onu zora sokmak istemedi. Ama Orupta konuştu. “İyi mi yaptım, zannedersem değil. Bazı kadim sırları ağzımdan kaçırdım. Gerçi bilgide ki şiddet açığa çıktıkça zayıflar. Sabah ne olacağını göreceğiz. Şayet Arkeot veya Danes ikisinden biri söylediklerimi yaparsa sabah bir işaretle karşılaşacağız. Onlara bin kez mızrak söyleyin dedim.”
Metarga “Sen lidersin ama bu seni doyurmuyor. Daha çok lider olmak istiyorsun. Bu nereye kadar gidecek?”
Orupta “Her şeyi akışına bıraktım. Buraya bir sürü kutsal daire yaptık. Ama heyecan yaşamak için bu yeterli değil. Zannedersem ben kutsal daireleri toprağın altına gömmek istiyorum. İçimden bir ses böyle yap diyor.”
Metarga “Siz güneşten, aydan ve yıldızlardan yüce olanı yaptınız. İçimize ışık verici olan o kutsal alanlardır. Işığımızı mı söndürmek istiyorsunuz?”
Orupta “Öyle değil inşaat biteli beri klanımda bir uğursuzluk var. Tanrımız Tamumbu ve diğer tanrılar öfkeli gibi. Hiç birimizin keyfi yerinde değil. Sanki inşa alanı her şeyimizi esir almış gibi.”
Metarga “Haklısın biraz, benim de eski neşem yok. Kutsal daireler yaptık ama ne işimize yarar bunu bilmiyoruz. Öncesinden görülmemiş bir şey bu.”
Orupta “Her şey kahin Akaptu ile bir tilki avındayken başladı. Kovaladığımız tilki mağaraya sığındı. Arkasından mağaraya girince tilkiyi bulamadık. Üstelik tilkinin kaçacağı bir yer yoktu. Mağaranın içinde biraz dinlendik. Bir süre sonra kulağımıza inceden kalına bir avcı inlemesi duyduk. Tabi bu normal dışı bir şey. Dikkatimizi o sese verdik. Ses tekrar çıkacak diye uzun süre bekledik durduk. Güneşte batmıştı. Geceyi mağarada geçirmeye karar verdik. Akaptu bana ‘duyduğumuz ses gerçekti ama burada bizden başka kimse olmadığı için mantıksız, demem o ki gizemli inilti bizi kendine esir etti.’ Dedi. Ben de ‘neden biz de klanımızı esrarengiz şeylere kavuşturmuyoruz, bir fikrim var.’ Dedim. ‘Taşlardan alanlar inşa edelim, inşamız görenlerin ilgisini çeker, anlamlar yükler ve tapınırlar. Tıpkı bizim iniltiyi uzun süre beklediğimiz gibi’ dedim. Akaptu ‘doruları konuştun, tabiatta bir gizem de biz olalım, yabanilerden üstün olduğumuzu göstermiş ve onların da akıllarını karıştırmış oluruz, bu neyimize yarar dersen biz avcılar her zaman enteresan şeylerden hoşlanırız derim,’ dedi. Tabi ki dışarıdaki inşaatı zorlansakta iki yaz mevsiminde bitirdik. Bitirdik ama şimdi onları toprağın altına gömme isteği ile yanıp tutuşuyoruz. Neden dersen bir gizemi gömüp yerini sadece bizim bilmemiz şiddeti ile bize güç katacak.”
Megarta “Klanın lideri sensin, yüzü aşkın senin sözlerini dinleyecek olan var. Bir önerim var. Biz dişi avcılar tahrip etmeyi pek severiz. Bu siz erkek avcıların oyuncağı olursa tadından yenmez. Bu da biz dişilerin ilk yaratılan dişiden kalma şiddetli bilgisidir.”
Orupta “Siz dişilerin hayat farklarının olması gerekiyor. Şimdiye kadar hep kendimden baktım. Ama hissediyordum. Bir farkınız olması elbet doğal. Ama bana bir daha sırlarından bahsetme. Bu seni benim yanımda değil kendi yanında zayıf düşürür. Zayıflayınca da bir tilki postuna döner sağımızı solumuzu örtersiniz.”
Metarga “Bu sözlerinle örttün bile bizi. Söylediklerimden pişman değilim. Siz avcıların biz dişileri anlamakta zayıflık göstermenize kızgınız hep.”
Orupta “Sen sırrını açtın ben de açayım. Gizli ve feci bir planımız var. Dişisini döven bir avcıyı Kutul Kamar dairesine hapsedeceğiz. Yanılmıyorsam gizemlerin tılsımı ile kurban olacak.”
Metarga şaşkınlıkla elini ağzına şaplattı. “Ne! Biri mi ölecek şimdi. Hem de bizden biri. Nasıl olur bu?” dedi şaşkınlık içinde.
Orupta “Gizemlerin kurbanı gizemlerle olmalı. Gizemde ne kadar kararlı olduğumuz anlaşılmalı.”
O an oğulları seslerden uyanmıştı. “Ne oluyor?” diye söylenince Orupta Metarga’ya sus işareti yapıp yatmasını sağladı.
Arkeot bin kez mızrak dememiş zor geldiği için bundan vazgeçmişti. Sabah ışığıyla çadırından çıkınca Danes’in çadırına doğru baktı. Kalabalık vardı orada. Ağlama, bağırma, çığlık sesi geliyordu. Hemen oraya doğru hızla yürümeye başladı.
Orupta da oradaydı. Soru üzerine klandan Afeşte isimli avcı Orupta’ya olayı anlatıyordu. “Dişisi sabah uyanınca Danes’i uyandırmak istemiş ama uyandıramamış. Sonra Danes’in öldüğünü anlamış. Çadırın önünde de kırık bir mızrak bulunmuş.” Dedi.
Danes’in ölü vücudu içeriden çıkarıldı. Çadırın yanına taş çöltelerle aceleyle bir çukur kazıldı. Danes’i sorgusuz sualsiz hemen gömdüler.
Orupta Arkeot’a yanına gelmesini işaret etti. Klan bölgesinden uzaklaşınca “Sence Danes dişisini çok dövenlerden miydi?” dedi.
Arkeot “Zannedersem öyle. Bu kutsal alan öyle hızlı çalışıyor ki ne düşünsek hemen oluyor. Yani bizden önce bizden daha acımasız oluyor.”
Orupta “Keşke bazı sırları söylemeyip dillendirmeseydik. Öyle bir şey inşa etmişiz ki güneş ve ay, yıldızlar ve bulutlar öfkelerini gösteriyor. Bu işe bir son vermeliyiz. Klandan ölen bu beşinci kişi. Hemen şimdi klanın avcılarını topla ve Kutul Kamar dairesine gelsinler.”
Arkeot koşarak uzaklaştı. Orupta da Kutul Kamar dairesine doğru yürüdü. Az sonra klanın tüm avcıları geldi.
Orupta “Biz bu alanı inşa ederken hevesliydik. Zannedersem bilinmeyen, kötü ve feci bir gizem ortaya çıkardık. Kimse bunun uğursuzluk getireceğini bilemezdi. Şimdi burası uğursuz burayı terk edelim dersek terk ederiz ama inşa alanı toprak altına alınmadıkça uğursuzluk peşimizi bırakmaz. Çünkü aklımız hep burada kalır. Burayı gören yabaniler bile düşünceleri ile bize uğursuzluk bulaştırır. Burayı iki yaz mevsiminde inşa ettik. Taş yontmak zordur. Yontulan taşı kırmak ondan da zordur. Şunu yapacağız. Durp dinlenmeden bu alanı toprakla gömeceğiz.”
Mesaj öyle etkiliydi ki “Kum kaludan, ubi huldan.” Diye bağırışlar oldu. Bu “Kahrolsun uğursuzluk, uzak dursun.” Demekti.
Orupta “Şimdi bu iş için taştan çöltelerinizi ve deriden torbalarınızı hazır edin. Ve şu an hazır olan işe başlasın.” Deyince Arkeot hemen yandaki çadırına girip taştan çöltesini aldı. Acele ile deri torbasına toprağı doldurdu. Kutul Kamar’a ilk toprağı döktü.
Hevesliydi avcılar. Öğlene kadar çalıştılar. Kutul Kamar dairesi toprak altına girmişti. Orupta’nın emriyle az ileride ki Bek Şelef dairesine geçtiler. Dişiler yiyecek hazırlamıştı. Yüzü aşkın avcı onar gruplar halinde oturdu. Önlerine derilerin üzerine boca edilmiş, haşlanmış ve baharatlı tahıllarını yemeye başladılar.
Orupta Bek Şelef dairesinin yanındaki gruptaydı. “Acele etmeyin. İsteğimize uğursuzluk kaçmasın. Bizi ancak buraları toprağa gömmek kurtarır.” Dedi son lokmasını aldı ayağa kalktı. “Siz yemenize devam edin. Benim başlattığım bir şeyden geri kalmam doğru olmaz. İlk toprakları benim dökmem gerekiyor.” Dedi işe başladı. Orupta ikinci torbasını dökerken avcıların hepsi doymuş ve onun gibi işe koyulmuşlardı.
Geceye doğru yıldızların görülmediği bulutlu bir hava vardı. Ayın ışığı görünüyordu ama bulutlar arasında soluk duruyordu.
Orupta “Nihayet Tum Kera dairesini de kapattık. Daireleri çok çabuk örtüyoruz ama hepsi örtüldükten sonra bile buraya büyük bir tepe görüntüsü de vereceğiz. Hevesiniz kırılmasın, burayı tepeye dönüştürdüğümüz de göbekli olacak. Değilse mükemmellik yine peşimizi bırakmaz.” İşe paydos verildi. Avcılar yorgun argın çadırlarına doğru dağıldılar.

Tuna M. Yaşar



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihsel roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Göbeklitepe 5
Göbeklitepe 4
Göbeklitepe 2
Göbeklitepe 1
Çok Eskiden 9
Çok Eskiden 8
Çok Eskiden 4
Çok Eskiden 6
Çok Eskiden 5
Çok Eskiden 3

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dünya Taşınıyor 3
Dünya Taşınıyor 7
Dünya Taşınıyor 8
Dünya Taşınıyor 6
Dünya Taşınıyor 1
Dünya Taşınıyor 2
Dünya Taşınıyor 5
Dünya Taşınıyor 4
Dünya Taşınıyor 9

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Reptilian 1 [Öykü]
Reptilian 2 [Öykü]
Reptilian 3 [Öykü]
Reptilian 4 [Öykü]
Reptilian 5 [Öykü]
Savaş Trafiği 2 [Öykü]
Savaş Trafiği 1 [Öykü]
Savaş Trafiği 3 [Öykü]
Ağaçlara Fısıldayan Adam [Öykü]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.