Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Bahtiyar arabası ile tekrar yoldaydı. Akçay Köprüsünü geçerken sağına baktı. Petrol tesisi bütün görkemi ile duruyordu. Öğrenmişti, buraya petrol Azerbaycan’dan geliyordu. Bir yetkiliydi konuştuğu. O gün cesaret edip bu tesise korkusuzca girmiş, kimselerin görünmediği anda, bina içinde düzgün giyimli ama her halinden emir alan bir müdür çıkmış, boş gevezelikleriyle adama sorular sormuştu. Sağda küçük solda büyük bir askeri tesis vardı. Birinde nöbet bekleniyorlardı. “Karanlık olsa, nöbetçinin yanına gitse, saat sorsa, sorgusuz sualsiz silah doğrulturlardı.” Diye söylendi Bahtiyar. “O kadar güvenle korunuyor tesis.” Diye ekledi. Şehre giriş yaparken burnuna çürümüş çamurların küf kokusu geldi. Koku rahatsız etmiyordu ama insanı farklı hislere götürüyordu. Palmiye ağaçları yolda sağlı solluydu. Orta şeritte öyle. Bir kebapçı dükkanının önünde durdu.Arabadan indi, kebapçıyya girdi. Üç dürüm istediğini söyledi. Beklemeye koyuldu. Kebapçı “Birader nereden gelir nereye gidersin?” dedi. Bahtiyar “Yolum uzun, Antakya’ya gidiyorum. Tahıl tüccarıyım.” Kebapçı “Oranın künefesi güzeldir tavsiye ederim. Buraya gelenleri buralı olanları bilirim. Az buçuk kendini belli ederler. İnsanlarla karşılaşmak insan sarrafı yapıyor. Senin buralı olmadığını bildim de ondan sordum.” Bahtiyar “Sen bildiğim insanlar gibi değilsin. Sende kendini belli ediyorsun. Nereden anladım diyorsan ilim dolu insan muhabbet besler.” Kebapçı “Halden anlıyorsun.” Dedi, dürümleri bir poşet içinde Bahtiyar’a verdi. Bahtiyar kebapçıdan çıktı arabasına bindi. Şehri dikkat ve ve sakince çıktı. Yokuş yukarı dağların üzerinden gidiyordu. Trafik seyrekti ama yol dikkat istiyordu. Bahtiyar dürümlerini yemek için az daha beklemesi gerekiyordu. O fırsatı yakaladı. Belen’e girdi. Arabasını park edecek müsait bir yer aradı. En uygun cami önünü gördü. Tarihi bir camiydi burası. Kitabesine baktı, Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştı. “Ulan insanlar siz ecnebi ülkelerine imrenirsiniz, onlar Türkiye’yi aşkla ziyaret ediyorlar. Siz Türkiye’den çıktığınız an lanetlenirsiniz. Neden mi, pırıl pırıl kalpleriniz var. Bu pırıltı yurt dışında katrana bulanır da ondan.” Bahtiyar bu düşüncelerle dürümüne niyetlendi yemeye başladı. Doyduğunda “Şükür oh be acıkmışım. Ev yemeği de kebap gibidir ama açlık krizi çekerek yersen.” Diye söylendi. Arabasını çalıştırdı ilerledi. Bir kahvehanenin önünde durdu. Kahvehanede kimse yoktu, birkaç müşteri dışarıda masadaydı. “Usta bir çay.” Diye seslendi Bahtiyar. İçinden “Hey gözünü sevdiğim trafik, bana dokunma Suriye’ye gireyim. Söz sana bir kilo nescafe potlacı yapacağım.” Dedi. Çayını yudumluyordu. Keyfine diyecek yoktu ama bir sorunu vardı. “İdlib’te bombalar patlıyor ajanı, tekinsizi cirit atıyor, ya beni kaçırırlarsa, fidye için beni alı korlarsa.” Diye düşündü. Daeş bitmişti ama kansız teröristlerle bu mümkündü. “Tövbe yarabbi tövbe” diye fısıltı halinde söylendi. Yan masadaki iki kişi Bahtiyar’a baktı. Bahtiyar bu bakışları hissetti, ilgilenmiyormuş gibi yaptı. Öyle yapması gerekiyordu, başını derde sokmak istemiyordu. Çay parasını çay tabağına koydu, içeriye seslendi. “Usta parayı bıraktım.” Usta el kaldırdı tamam der gibi. Antakya semaları görünmüştü. Bütün şehir aşağı platodaydı. Bahtiyar ağır ağır zikzaklı yolu inmeye başladı. Aşağıda trafik polisleri uygulama yapıyordu. Bahtiyar o polisleri hiç tanımıyordu. Polisler Bahtiyar’a da durmasını işaret ettiler. Bahtiyar Topboğazı denen bu yerde on bir tane bekleyen araba saydı, az sonra sayı on beşe çıktı. Bir polis Bahtiyar’a yaklaştı. Bahtiyar’ın verdiği evrakları kontrol etmeye başladı. Polis Bahtiyar’ın pasaportunu görünce “Suriye’ye gireceksen üzerinde fazla para taşımanı tavsiye etmem.” Dedi. Bahtiyar “Teşekkür ederim memur bey. Allah razı olsun uyarınız için.” Bahtiyar’ın işlemi bitince polisler onu saldı. Antakya’ya doğru ilerliyordu. Gökyüzünde ki güneş yakıcıydı. Bahtiyar arabanın camlarını açtı. Müzik dinleyecekti vaz geçti. Uzun süren bir seyirden sonra Antakya şehrine girdi. Habib-i Neccar’dan himmet duası almak istedi. Hazreti İsa’nın bu havarisini gayet iyi biliyordu. Ona İncil’de Yuhanna diyorlardı. Heyecanlandı biraz. Habib-i Neccar havari de olsa ona hep Kuran’da ululanmış gözüyle bakardı. Caminin önünde heyecanı hat safhadaydı. Camide mahzene inen merdiveninde adımları yavaş ama kararlıydı. Bahtiyar’dan başka cami hazresinde kimse yoktu. Avucunu sarnıç suyuna daldırdı, üç avuç içti. Olmadı bunu beşe tamamladı. Biraz durdu orada. Binlerce yıl beklemekten zehirlenmiş sudan içmekle akıl rahatsızlığına yakalanacağını biliyordu ama bunun da çaresini bulmuştu. Bunda psikiyatrlara çok güveniyordu, çünkü birkaç kez bu zehirli sudan içmiş şifayı psikiyatrlarda bulmuştu. Camiden çıktı arabasına bindi. Antakya’yı çıkarken içindeki tüm korkular ve endişeler gitti. Çünkü kendini İsa’nın havarisi olarak görmeye başladı. O zehirli sudan içmişti, bu bile bu tür hayallemeye yeterdi. Sınıra yaklaşmıştı. Yolda ki levhaya baktı. “Sınır 5 km” yazıyordu. Kısa sürede o yolu da aştı. Sınır kapısında yoğunluk vardı, iltica edenlerle dolup taşmıştı. Bahtiyar’ın işlemleri kısa sürdü. Suriye topraklarına girdi. Yönünü İdlib kentine çevirdi. Evler harabe, savaşın kalıntısı bezmişlik ve sığınmasızlık her yerde belli oluyor, kendini gösteriyordu. Bahtiyar’a bağırırcasına ‘bizler deli değiliz, bizi bölmeyin ve parçalamayın’ diyorlardı. İnsanlar kendi içlerinde bölündü mü bir deliliğin yalnızlığına sürüklenirlerdi. Bunun şifası birlik ve beraberliğin aklı olan Türkiye’nin imdada yetişmesiydi. Yolda kontrol vardı. Eli silahlı kişiler Bahtiyar’ın arabasını durdurdular. Evrak istediler. Bahtiyar cüzdanını çıkarır çıkarmaz asker giyimli görevli cüzdanı elinden aldı. Asker cüzdanın içini dışını kontrol etti. “Bize yüz dolar verirsen geçebilirsin. Aksi halde seni istasyonumuzda misafir ederiz.” Dedi. Görevli türkçe konuşuyordu. Bahtiyar çaresizdi, tüm parasını Antakya’da bir bankaya yatırmıştı. İşler rayında gittiğinde parasını İdlib’deki bir bankadan çekecekti. Görevlinin biri “Beni takip et. Seni istasyona götürüyoruz.” Dedi. Az sonra Bahtiyar kuzu kuzu görevliyi takibe başladı. Görevlinin onu getirdiği istasyon bir tesisten çok malikaneye benziyordu. Bahtiyar arabasından inip binaya girdiğinde şok oldu. Onu demir parmaklıklı bir odaya hapsettiler. İçeridekilerden biri “Buradan hemen çıkacağım diye sevinme. Biz ne askeriz ne de akıllı uslu bir görevli. Bize federal terörist derler.” Dedi. Bahtiyar o an, bundan sonra kendini ifşa etmemek için, zarf atanlara hep bilmez modunda cevap vermeye karar verdi. Çünkü zengindi bunun bilinmesi belki sonu olurdu. Tuna M. Yaşar
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |