Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Cam kavanozda yapsaydı evin hanımı turşuyu, hangisinin ham olduğunu, hangisinin çoktan kıvamını bulduğunu daha iyi anlayabilirdi. Ama yolda seyyar arabaların içerisinde satılan beyaz, plastik, kirlendiğinde iğrenç gözüken orta boy kavanozlardan almıştı. Aslında amaç eskileri atmaktı galiba, eski leğenleri değiştirmek falan. Ama ancak bunu koparabilmişti satıcıdan. Neyse, manavdan aldığı en küçük salatalıkları özenle yerleştirdi. İçine, limon, sirke, bol tuz ile hazırladığı karışımı döktü. Ve kalan limonları yuvarlak yuvarlak kesip, kavanozun en üstüne yerleştirip, kapağını kapattı. Şimdi minik organizmalar, salatalıkları tuzla pişirecek ve akşam yemeğinde, özellikle de kışın yenecek şahane bir garnitür olacaktı. -“Şu sapını ağzımdan çeker misin?” diye bağırdı küçük salatalık. “Zaten her yanım kaşınıyor. “ -“ O sapı kesmedikleri sürece, ağzına girmeye devam edecek” dedi beriki. -“ Bak, ilk sen konmuş olabilirsin kavanoza ama bu benden daha lezzetli olacağın anlamına gelmez, tamam mı?!” -“ Cürmün kadar yer yakarsın” dedi büyük olan. “Cürmüm” diye düşündü küçük salatalık. Yüz ölçümü gibi birşey herhalde. “Küçüğüm” diye düşündü, sonra bunu düşünecek bir iki ayı daha olduğuna karar verdi ve bağırmaya başladı: -“ Bana bak zebellah! Azıcık sapımı oynatıp, seni kenara ittirirsen görürsün. O zaman ne lezzetin kalır, ne de büyüklüğün.! Ben küçük olmama rağmen, en iyi tarlalarda, en güzel gübreyle yetiştirildim. Çevremde beni seven bir sürü çiftçi vardı, bu yüzden en güzel turşuluk salatalık benim. Git başımdan!” dedi. Büyük salatalık yerinden emin bir gülümsemeyle sustu. Çünkü biliyordu ki, turşunun hası kendisiydi. Bir kere tarlada uzun süre kalmıştı ve gelişmişti. Göz dolduruyordu, belki gübresi çok iyi değildi ama topraktaki tüm faydalı mineralleri içine çekmek için delice bir gayret sarfetmişti. İlk onu almıştı evin hanımı ve özenle yerleştirmişti kavanoza. Buradan kıpırdamaya niyeti yoktu, gerekirse savaşacaktı ne de olsa kavanozun içi gözükmüyordu. Küçük olana birşey olsa bile limon veya tuzdan zedelendiği düşünülürdü. Küçük salatalık, büyük olanın planlarından habersiz, şikayetlerini etrafındaki diğer salatalıklarla paylaşıyordu. Aslında hepsinin sorunu ortaktı, kendi tepelerinde oturan, veya yanlardan sıkıştıran büyük salatalıklar onlara büyüme imkanı tanımıyorlardı. -“ Oysa” dedi bir küçük salatalık, “ Bir zamanlar makbul olan küçük olmakmış. Hem daha lezzetli hem de sulu olunurmuş. Tüm kadınlar, özellikle küçük olanları seçermiş. Sonra bir gün bir kral, en güzel ve sulu salatalığın büyük olması gerektiğini söylemiş. Ve adetler bozulmuş. ( *Hikayenin aslı, elinde büyük salatalık kalan bir çiftçi, bunları satmak için sadece bir yalan uydurmuştu.)” demiş. ( * Yazarın notu) -“ Desene, krallar bile bizi sofralarına layık bulmuyor artık.” diye hayıflandı bir salatalık. -“ Buna baş kaldırmamız lazım” dedi bizim küçük salatalık. “ Çünkü işin aslı, göz doldurmalarına rağmen bu büyük salatalıklar kart ve içleri kalın olduğundan bir türlü limonlu suyu yeterince içlerine çekemiyorlar. Ve yerken sadece salatalık tadı alıyorsun. Oysa biz, taze damarlarımızla suyu taa derinlere alıp, körpe körpe, damaklara tad katıyoruz. Ayaklanalım!” diye bağırdı. Önce bir şaşkınlık sonra büyük küçük salatalıklar yerlerinde oynamaya başladılar. Sağa, sola, yukarı aşağı...Hızla büyükleri itmeye ve yerlerinden oynatmaya çalıştılar. En tıknaz olanı, büyüklerden bir tanesinin sapını itmeye çalışırken tam orta yerinden kırıldı, -“ Ah, ben yaralandım, siz devam edin.” diye bağırdı. Diğerleri var güçleri ile büyükleri itmeye çalışıyorlardı, bir kaç tanesi büyükleri alta doğru itmeyi başardı. İçi gözükmeyen kavanozda büyük bir savaş başlamıştı. Bizim ayaklanmanın liderli olan küçük salatalık, var gücüyle arkadaşlarına destek olmaya çalışıyordu. Ama kafasına bastıran bir sap onu engelliyordu. Tam kafasını kaldırdığında, bunu yapanın büyük salatalık olduğunu gördü. -“ Seni mahvedeceğim” dedi büyük olan. -“ Asla beni yıldıramazsın, açın küçük salatalıkların üstlerini, biz de yaşamak istiyoruz. “ diye bağırdı küçük olan. Hırsla saldırdılar birbirlerine, büyük salatalık belki evinde hanımı durumu fark eder diye bekliyordu da...Ama...Evin hanımı mutfaktaki işlerini bitirmekten mutlu bir halde salonda, Seda Sayan izliyordu. Elinde bir fincan çay, diğer eliyle çalan şarkıya tempo tutuyordu... -“ Ahh geceler sensizzzz gecelerrrr....Kaabus gibi çöker....” . Yani evin hanımı,olanlardan habersizdi. Keşke içini görebileceği bir kavanoz alsaydı. Savaş şiddetli bir şekilde devam ediyordu, yaralananlar oldukları yerde duruyor ve dinleniyorlardı. Hali olanlar sallanmaya devam ediyordu. Sonunda büyük salatalıklardan bir tanesi bağırdı: -“ Yeterr! Bu şekilde bir yere varamayız! Bir anlaşma yapalım.” -“ Sizinle anlaşılmaz. Siz... “ dedi küçük lider. Ama baktı ki arkadaşları yorgun ve anlaşmaya meyilli, lafını tamamlamadı. -“ Eğer kabul ederseniz, bizler biraz saplarımızı sizin üzerinden çekeriz, sizler de limonlu sudan daha fazla faydalanırsınız. Ama sizlerde her suyu içinize çekişinizden sonra biraz altlara gideceksiniz çünkü bizim cüsselerimiz fazla olduğundan daha fazla suya ihtiyaç duyuyoruz.“ -“ Neden olmasın? “ dedi küçüklerden bir tanesi. -“ Yaşasın barışşş!” diye bağırdı bir diğeri. Herkes sevinç içindeydi, bizim küçük salatalık hariç. Çünkü sulandıktan sonra aşağıya gitme fikri hiç hoşuna gitmiyordu. Ama sesini çıkarmaya korktu, herkes o kadar mutluydu ki. Son bir kez içinde kalanları anlatmak için büyük olana sapıyla vurdu. Büyük olan onu hiç umursamadı. Sabah olduğunda küçükler suyu daha iyi emebilmek için yukarı çıktılar. Kana kana damarlarına doldurdular suyu, güneşin ışınlarını, kavanoz izin verdiğince içlerinde hissetmeye çalıştılar. Sıra büyüklere gelmişti, ama küçüklerin unuttuğu artık kavanozun açılma vaktinin geldiğiydi.Yukarı çıkan büyükler, keyifle suyun ve güneşin tadını çıkarırken, bir Seda Sayan programını daha izlemiş olan evin hanımı, Ümit Usta’nın tavsiyesi üzerine artık kavanozun kapağını açmaya karar verdi. Sakin adımlarla kavanoza yaklaştığında, yerdeki titreşimi önce küçük lider hissetti, üstlere çıkmaya çabaladı ama olmadı. Büyükler pis pis gülümseyerek ona izin vermediler. Acı ile kıvranıp, onlara bağırıken, bir büyük salatalığın sapıyla ortadan ikiye kırıldı. Aşağılara doğru süzülürken aklından geçen şunlardı: “ Asla kurulmuş düzeni tek başına yenmeye kalkma. Yoksa kırılıp, zedelenirsin...Büyükler senden daha kurnazdır.” Evin hanımı kavanozu açıp, üstte duran büyük salatalıkları aldı. Aşağıdakilerin durumunu eliyle kontrol etti, o sırada ortadan ikiye kırılmış, kabuğu zedelenmiş bir küçük salatalık gördü. Diğerlerine zarar vermeden onu aldı ve attı. -“ Keşke içi gözüken bir kavanoz alsaydım” dedi, “ O zaman bu kırlanları önceden görüp, temizleyebilirdim. İşallah tadlarını bozmamıştır bu küçük olan diğerlerinin...” -SON-
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |