Ben bir dünya yurttaşıyım. -Sokrates |
|
||||||||||
|
Türkiye’deki yeni kadın-erkek profili üzerine kafamdakileri paylaşmak istiyorum sizinle. İtiraf ediyorum. Bu yazıyı etliye sütlüye dokunmadan, kimseyi kırmadan yazmaya çok uğraştım. Ama beceremedim...Çünkü gerçekten takıldığım, gördükçe içime fenalıklar bastıran mizansenler dönmekte... 80’li yıllara kadar kadının toplumdaki yeri çok netti: “Kadın annedir, eştir, evdeki dirlik ve düzeni sağlar.” Aslında bu, kadının yaratılışından beri süre gelen özelliklerinin, toplumsal yaşama yansımasıydı. Sonra kadınlar iş hayatına atılmaya başladılar. Neden, çünkü ataerkil toplumlarda ikinci plana atılan kadınlar, evlilik bağı, aile desteği dışında ekonomik özgürlüğe sahip değillerdi. Bu da onların istedikleri kıyafeti alırken, kocalarına fazladan fingirdemelerini getirmekteydi :) . Bu kadar ucuz olmasa da, şiddete, hakarete maruz kalan kadın varlığı, Atatürk’ün de desteği ile birlikte pek çok hakka sahip oldu ve birey olarak kabul görmeye başladı. ( Tabii Atamızın istediği oranda başarılı sağlandı mı, o tartışılır veya bazı araştırmalarla gözler önüne serilir: “Dünyada kadınların parlamento ve hükümetlerde temsilinde Türkiye’nin küresel sıralamadaki yeri, yetmiş yıl önce seçme ve seçilme hakkını kadınlara veren Türk toplumu için maalesef pek gurur verici değil. Mozambik 10. sıradayken, Türkiye 110. sırada” ) Neyse, çingeneye oba vermişsin hesabı, biz bir delirdik 80’lerden sonra...Hepimiz elimizde bond çantalar, bugün laptoplar, arabalarda, otobüslerde, taksilerde, zamanın amerikan filmlerindeki kadınlara dönüşmeye başladık. Misal; bak kabul edecekseniz bu çok ama çok komik; yeni yetme, en sarışınında, sesleri pikka kuşu gibi olan bayan şarkıcılar bile kliplerinde sürekli limuzinlerde bu rollerle karşımızdalar. Allah aşkına, kim naapsın seni plazada... :) . Bir de hep aynı kurgu, daralıyorlarlar böyle laptopta çalışırken. Saçlarını ahenkle geriye atıp, bir of çekiyorlar ve sonrasındaki Türkçe’yi bir cümlede yaklaşık 10 kere mahfeden tanımlamalarla, sevgililerine küfrediyorlar. Klibin sonunda da ya adam gelip özür diliyor mutlu son, ya da kadın kendi kıymetini anlayıp adama “hayır” diyor, ve yine mutlu son :) . Klip sektörüne iyi senarisler lazım Arkadaşlar, eliniz kalem tutuyorsa durmayın derim :) . Neyse, şaka bir yana cidden huyumuz suyumuz değişti elimize azıcık otorite geçince. Zamanında erkeklere kızardık ya, her haltı bildiklerini sanıyorlar, patronluk yapıyorlar diye. İnanın, bugüne kadar 4 kadın, 1 erkek patronum oldu. Hemen söylüyorum, hatınlardan daha fazla şey öğrenmeme rağmen, erkek patronumla daha huzurlu çalıştım. Adam, herhangi bir erkeğin normal hayatta olmaması gerektiği kadar iş hayatında anlayışlıydı. Kadınların, muayyen günleri diye birşeyi vardır ya, “Rozi günü” şimdilerde, elemanlarına izin verirdi ilk gün. “Yazık, karınları ağrıyor, stresli oluyorlar. Gitsin yatsın çocuklar” derdi. Adam asker emeklisi, disiplinli, sert, ama anlayışlıydı böyle hallere. Bayan patronu olanlar, rica edeceğim düşünsünler, hiç yorum yapmayacağım. Delirmemizi bir anlamda aslında haklı da buluyorum, çünkü yıllarca en iyi okullarda bile okutulsak, “ iyi bir kısmete” daha kolay yoldan ulaşmak adına okutulmuş neslin son kuşağındanım ben :) . ( Yenileri bilemiyorum, sanki onlar sadece fiziksel anlamda semirtilip, kültürel anlamda herhangi bir yatırıma tabii değil gibiler. Aziz Nesin, Uğur Mumcu falan bilmiyorlar mesela, onu da geçtim Unakıtan’ı tanımıyorlar :) ) Bizler, iş hayatına atıldığımızda daha erkekti herşey. Bizler de onların arasında varolamka adına, bünyemizde bulunan duygusallıktan bir nebze ayrılmaya çabaladık ama abarttık. Terminolojik anlamda rahatsız edici de olsa, bir dönem yaygın olan “feminizm” kavramı, özünde kadın dayanışması anlamına gelirdi. Bugün, şirazesi bozulmuş, buna zorlanmış, hırs yapmış Hürrem Sultanlar, sadece erkeklerle değil, kadınlarla da savaş halindedir. Kımıladayan ve konuşan her canlı, çalışan, kariyer planı yükseklerde olan pek çok kadın için gözü oyulması gereken şeylerdir. İktidar savaşı, iki kişilik bir oyundur. Hırs tek başına, hırs yapanı tüketir eğer karşısındaki yelkenleri suya indirirse... Kadın, duygusallıktan uzaklaşırken aslında aşk ve nefret arasındaki ince çizgide bocalıyor milleniumdan beri. Bir yanı anne olmak, evinin düzenini kurmak ve hayatta kalmak için uğraşırken, diğer yanı erkek egemen toplumda söz sahibi olmaya çalışıyor. Erkekler ise daha acınası halde... Mesela bugün hayatımızda Nev ve Yalın ( Zalim, pabucu yarım, çık dışarıya oynayalım şarkısının, unutulmaz sesi) var :) . Kayıp denizcilere dönüşmeye başladılar. Sadece iş hayatında değil bu kayboluş, özel hayatlarımızda da var. Kadınlar, hayatlarını öylesine fazla hırsla doldurdular ki, inanın bu doğru, sevişmek için sevgilisine/kocasına randevu verenler mevcut. Veya çocuğu ile zaman geçirmek için. Bu sadece iş hayatında da değil dediğim gibi, yaşamın her alanında bölye olmaya başladı. Barlara bakalım, her barda yaşı 16’dan başlayan küçük kadınlar var, ve ülkemizde 4 kadına 1 erkek düşüyor :). Avcıyken, ava dönüşen erkekler var artık... İçimize aniden sokulan bu farklı 2 kimlik çatışmaya başlıyor bir süre sonra. Biolojik saat denen hadise, kadının en büyük vicdanıdır. 29+ olduğunuz anda, çocuk sahibi olma istediği, eğer çocuğu yapacak birisi yoksa elinizin altında sizi ya daha hırçın, elinizin altında birisi varsa daha yumuşak da yapabiliyor. Çocuk doğduğu anda daha duygussal oluyor ve belki de kariyerinizde vermeniz gereken radikal kararları daha zor alır hale geliyorsunuz. Bu çelişki, ya çocuk yapmamaya, ya ertelemeye, ya boşanmaya, ya yalnızlığa kadar gidebiliyor. Benim eleştirdiğim sadece kadınlar ve Hürrem Sultan genleri değil, bu güne kadar eşitlik diye beylik laflar eden ancak bunu hayatlarına yansıtmayan, babalar, annele rve hatta eşler, sevgililer de. Çünkü etki- tepki durumu. Ne kadar ezersen, günün sonunda tepki beklenmedik derecede şiddetli olabilir. Buket Ongun gibi, “ Odanıza parfüm sıkın, çiçekler koyun, hayata pozitif bakın.” Gibi uygulanması imkansız önerilerim yok. Sadece, kadının bu karmaşasına destek olması gerekildiğini anlatmaya çalışıyorum. Akşam yemeğinde, sadece kendi tabağınızı mutfağa götürmeniz bile, akşamınızı televizyon karşısında değil, yatak odasında geçirmenize yardımcı olabilir :) . Lütfen bir düşünün! Sevgiyle kalın, Esra
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |