Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
(Kovan Savaşları öykülerimden önceki tarihte geçen bir Ufuklar öyküsü.) 16 Mart 2024 akşamı Özüm için yine yoğun bir günün yorgun akşamıydı. Genç kadın bir duş için adeta ölüyordu. Bütün bu K07 operasyonunun sorumluluğu yetmezmiş gibi bir de yüzlerce hatta binlerce sivilin sorumluluğu omuzlarına binmişti. Yeryüzündeki bütün hükümetler ve ordular 6 Ocak 2024 gününden itibaren Orman'dan Kaleler'ine çekilmişti.. Adiler.. Aşağılıklar.. Korkaklar.. Vicdansızlar.. Özüm bu kararı hem küfürlerle anıyor hem de kısmen anlıyordu. Ama sebebi ne olursa olsun bu durumun K07 üzerine bindirdiği yük tartışmasız çok fazlaydı. Dünya korkunç bir kıyameti yaşıyordu. Hiç hazırlıklı olmadığı ölçüde bir felaket karşısında zararları azaltmak için zor ve acımasız seçimler yapılıyordu.. Acımasız.. Bu kelime genç kadının aklında ağırlaşıyordu.. Kısmen anlasa bile Özüm hala bu kararları yanlış buluyordu. Dünyanın çarpık düzeni ve o düzenin savunucuları suçluydu. Sessiz kalanlar da suçluydu. Bütün dünya suçluydu. Odasına girdi. Işıkları loş ayara getirdi. Hemen soyunmaya ve banyoya doğru yürümeye koyuldu. Daha iç çamaşırlarını yeni çıkarmıştı ki bileğindeki bir saat görünümündeki bilgisayarına mesaj geldi. Bir Diversity Locası'nın komutanı olmak 7/24 adanmışlık isteyen zor bir görevdi. Derin bir nefesle pöfleyerek iletişim hattını açtı. Üs içi bir iletişimdi bu. Özüm'e adıyla hitap etmesine karşılık ses tonundaki saygı ve resmiyet askeri bir disiplini ele veriyordu. Diversity, gizli servislerin en gizli departmanlarının varlığını kısmen bildiği yasadışı bir örgüt olarak tanımlansa da onlar kendilerini Direnişçi olarak görüyor ve işlerini çok ciddiye alıyordu. “Özüm, Opera'dan acil bir mesaj aldık,” diyerek uluslarası örgütlerinin Ana Karargah'ından gelen haberi iletti Ali. “Dinliyorum,” “Hortlak, bütün Loca Komutanları ile yüz yüze bir görüşme yapmak istediğini bildiriyor. Beş saat sonra açılmak üzere şifrelenmiş bir talimat paketi teslim aldık.” Bu durum Özüm'ün ilgisini fazlasıyla çekmişti ama şu anda o kadar bitkindi ki bu şaşkınlığı ertelemeye karar verdi. “Ali, beni 4 saat sonra uyandır lütfen. O zamana kadar rahatsız edilmek istemiyorum.” “Anlaşıldı Özüm.” Özüm buharlar içinde kalmış sıcak banyosunda duşun altında adeta yığılıp kalmıştı. Ne gündü ama.. Ya da daha doğrusu ne haftaydı.. Hayır, hayır. Bu ay korkunç bir aydı.. Kimi kandırıyordu.. Kendini bildi bileli, daha doğrusu gözleri gerçeklere açıldığından bu yana yaşadığı hayat ne hayattı ama.. Derin bir nefesle koca bir of çekti.. Yorgundu. Şimdi bir de kimsenin yıllardır yerini bilmediği Opera'ya gitmek ve kimsenin asla yüzünü görmediği Hortlak ile buluşmak için çağrı alıyordu.. Bakalım bunun içinden ne çıkacaktı.. Hortlak boş yere tek kelime bile etmezken şimdi Loca liderlerini hem de yüz yüze görüşmeye çağırıyordu.. Diversity, hem Kuklacılar'ın(Hanedan) hem İkinci Hanedan'ın hem de KGT'nin ve diğer çok üst düzey istihbarat departmanlarının varlığından haberdar olduğu bir örgüttü. Bir Direniş Örgütüydü. Yönetici kadrosunun tamamı ve operasyon gücünün iskeleti Telepatlardan-Psişiklerden oluşan bu örgüt küreselleşme karşıtı hareketi uzun zamandır destekliyordu. Bu hareketi desteklediği gibi kendisi de küreselleşme adı altında empoze edilmeye çalışılan Küresel Diktatörlüğe kendi yöntemleri ile ciddi biçimde saldırıyordu. Son 15 yıldır bu mücadelenin dozu hep yükselmişti ve Buhran Yılları'nda zirvesine ulaşmıştı. Diversity'i bu koridorda yavaşlatan tek şey Ruth olmuştu. Örgüt Meteor'un varlığını öğrendikten sonra çabalarını yeni bir koridora kanalize etmeye başlamıştı. Meteor'un yani Ruth'un gelişinin açıklanmasında da Diversity'nin parmağı vardı. Açıklama eğer Kuklacılar ve İkinci Hanedan güdümünde sarkaç gibi ileri geri sallanan dünya hükümetlerine kalsaydı çok geç kalacaktı. Diversity'nin Elçiler ile yaptığı temaslar sonunda Gizli Krallar yola gelmeye mecbur kalmıştı. Koca bir dünya ile uğraşmak kimsenin harcı değildi. Bugün gelinen nokta da buydu.. Koca bir dünya ile uğraşmak kimsenin harcı değildi.. Tatlı rüyalarından koca bir kabusa uyanan dünya halklarını durdurabilecek bir ordu yoktu.. Polis kısa sürede halk yığınları karşısında çaresiz kalıp boğulmuştu. Ordular bile bir süre sonra yıpranmanın lanetine tanık olmuştu. Zamanın dalgaları koca dağlar gibi yükseliyordu. Halk yığınları ardı kesilmeyen dalgalar halinde önüne çıkanı yıkarak ilerliyordu.. Medeniyet çöküyor, kanunlar bu dalgaların altında boğuluyordu. Kızgın ve korkmuş, umutsuz kitleler hiçbir kaba sığmıyordu. Dünya her türden ve her karakterden hayvanın bulunduğu koca bir hayvanat bahçesine dönmüştü. Bütün kafeslerin kapılarının kırıldığı bu koca hayvanat bahçesinde bütün kurallar ortadan kaybolmuştu. Burada artık sadece orman kanunları hüküm sürüyordu. Son olarak 6 Ocak günü bütün orduların Sığınak ve Depo bölgelerine, Korunaklı Bölgelere çekilmesi ile küçük bir şanslı-elit kesim dışında bütün dünya kaderine terk edilmişti. Diversity'nin her ülkedeki değişen sayıdaki “Loca” adı verilen üsleri, bulundukları bölgelerde güçleri yettiğince insanları korumak için çabalıyordu. Askeri birliklerin ve polis kuvvetlerinin sokaklarda düzeni güçleri yettiğince - en azından bir süre daha korumayı amaçlayan gönüllü kalıntıları kısa sürede bu Localarla şu ya da bu şekilde ittifak kuruyordu. Halktan çeşitli guruplar ve muhafız güçleri de bu ittifakın saflarına katılıyordu. Yine de bunların karşısındaki kanun ve adalet tanımaz koca kitleler ciddi rakiplerdi. Bütün dünyaya hükümdar olan orman kanunu düzeni kısa sürede kızgın halk dalgalarından mazlumlar ve zalimler adında iki topluluk yaratmıştı. Güç kısa sürede yozlaşıyor ve bozulup iblisleşiyordu. Kanun ve Adalet gibi denetleyici mekanizmaları çalıştıracak adil güçlerin yokluğunda, mutlak güce sahip olan karanlık ruhlar bütün irinlerini ortaya şehvetle kusuyordu. Dünya yanıyor ve karanlığa batıyordu. Dehşet, şiddet, ölüm, tecavüz ve panik sokaklarda kol geziyordu. Şehirlerde sokaklar savaş alanı gibiydi.. Sokaklar, caddeler, şehirler hayalet bölgelere dönüşmüştü. Dünya, Ruth gelmeden kıyametini insan eliyle bulmuştu. Cehennem zebanileri sokakları ele geçirmişti.. İnsanlık ölmüştü.. ******** Demir güzel bir Antalya akşamında sahildeki çadırının yanında Jaguarını parlatıyordu. Diversity'nin teknisyenlerinin bu Jaguar ünitelerinin bakımını mükemmel biçimde yapmasına rağmen Demir kendi ünitesiyle ilgilenmeyi seviyordu. Bütün bu kaos zamanında Demir'in aklına huzur veren birkaç iyi şeyden biriydi bu bebekle ilgilenmek. Jaguar ünitesi yüksek teknoloji ürünü yeni nesil bir savaş aracıydı. Tek kişilik aracın kokpiti ve kullanımı, pilot selesi tamamen bir motosikleti andırıyordu. Bir tank gibi tamamen kapalı ve zırhlı olmasına rağmen pilot koltuğunun üzerindeki armadillo zırhı açıldığında kesinlikle bir motosiklet gibi görünüyordu. Beş metre boyunda ve yaklaşık bir buçuk metre genişlikteki bu zırhlı savaş aracı kullanıcıları tarafından çok sevilen maharetli bir oyuncaktı. Demir de bunlara bayılıyordu. Kendi Jaguarının ön tekerlek üzerindeki sağ ve sol kalkanlarına kendi elleriyle kırmızı gül desenleri bile işlemişti.. ******** Ocak ayının ortalarından bu yana Diversity'nin Antalya üssü K07'nin 2 numaralı sığınak bölgesi gizliliği elden bırakmıştı. Bu tarihten sonra Loca için hareket hiç bitmemişti. Bugün bu bölgenin yakınlarına kurulmuş iki kamp bölgesinde yirmi bine yakın insan doğrudan Diversity korumasındaydı. Antalya'da çakma şeyh Hacı Mutasım'ın Cemaati ve kabadayı Enver Ender'in sokak çeteleri güç savaşında kapışıyordu. Bunlara karşı iki cephede mücadele veren Metin Binbaşı ve askerleri son bir ay içinde Loca'nın desteği ile şehir merkezine güvenli bir koridor açıp orada yine Loca'nın gücüyle bir silahsız-savaşsız bölge kurmuştu. Diversity, KGT'den geçen on yılda çaldığı yüksek teknoloji sayesinde Localarını olabildiğince iyi donatmıştı. Buna rağmen bu bölgede hayat hala çok zorluydu. Meteor daha vurmadan durum böyle berbattı. Bir de meteor vurursa.. Ya da meteor yok edilse bile dünyaya vuracak yağmuru bile yağsa.. Her ne olursa olsun iki ihtimalde de Kovan yeryüzüne inecekti.. Evet. Diversity bunu biliyordu ve bunun için de ayrıca endişeliydi. Omuzlarında taşıdıkları ağırlık bu “uzaylı işgalci” bilgisiyle daha da ağırlaşıyordu. Yine de bütün bu karamsarlığın içinde hala umut da vardı. Umut insanın olduğu her yerde vardı. Hele orada gençler varsa umut daha da çok vardı. Gençlik ne muhteşem bir güçtü. Umut gençliğe tapardı. Umudun en gerçek güzelliği sadece genç yüreklerde çiçek açardı.. **** Güzeller güzeli Ela bu salak oğlanı nerede bulacağını çok iyi biliyordu. Bu kamplar kurulduğundan beri büyük koydaki uzun kumsal ve civarında gezinen çok oluyordu. Demir kendi özel hayatına ve sessiz yalnızlığına çok değer veren bir karaktere sahipti. Yine de Ela'dan kaçamazdı. Ela onun bütün gizli yerlerini hep bulurdu. O minik koyda saklanabileceğini düşünerek ne kadar da salak oluyordu böyle.. Ama olsun, onunla geçirdiği zaman bu küçük saklanma çabalarıyla daha da renklenip tatlanıyordu.. Ela tatlı tatlı güldü. Tokalarını çıkarıp uzun, simsiyah saçlarını rüzgara savurdu. Gece ne güzeldi böyle. Yıldızlar gece mavisi gökyüzünde ışıl ışıl yanıyordu. Beyaz bulutlar koştura koştura gökyüzünde geziniyordu. Sahildeki tatlı meltemin fısıldayan sesine dalgaların kumlu sahile vuran köpüklü şarkıları katılıyordu.. Ela bu şehrin sahillerine, havasına, gökyüzüne bayılıyordu. Bu ne güzel bir geceydi böyle! Ela kendi Jaguarını sahilde bıraktı. Koltuğun arkasına uzanıp küçük kargo bölmesinden piknik sepetini çıkardı. Jaguarına iki eliyle yaslanıp sibernetik savaş giysisinin(ZARM) “askı” modunu çalıştırdı. Giysinin bütün arka yüzü süratle fermuarlıymış gibi açıldı ve geriye bir adım atan Ela giysinin içinden çıktı. Giysinin arka yüzü tekrar kapandı ve bir heykel gibi Ela'nın vücut şekliyle ayakta kaldı. Ela şöyle üstüne başına bir baktı. Bu mor bikiniyi iyi ki bir numara küçük almıştı. Bu sıkı haliyle çok daha yürek yakıcı duruyordu. Deli gibi spor yapan diğer kızların aksine sporu kararında bıraktığını düşünüyordu Ela. Atletikti ama kesinlikle öyle azman gibi kaslı değildi. Minyon bir tipti ve vücut ölçülerinin orantısı, güzelliği konusunda çok dikkatliydi. Ten rengini ne çok beyaz ne çok bronz tutuyordu, saçlarıyla ciddi biçimde ilgileniyordu. Hareketli ve çok yaramaz bir delikanlı kız olsa da Ela hala bir hanımdı ve güzelliğine, nasıl göründüğüne cidden çok önem veriyordu. “Taş gibi hatunum vallahi. Demir ne şanslı bir adamsın sen ya..” Ela aslında kendini de şanslı görüyordu. Tanıştığı erkekler içinde Demir'in yeri başkaydı. İkisinin de psişik olmasından ve duygularını korkmadan paylaşabilmelerinden çok daha fazlası vardı. Demir'le beraberken kendini çok rahat ve özgür hissediyordu. Demir hem onu sahipleniyor hem de aynı anda olabildiğince özgür bırakıyordu. Tabi genç adamın Rönesans dönemi mükemmel bir Michelangelo heykelini andıran bir vücuda sahip olması da küçük bir artıydı.. Şey, aslında pek o kadar KÜÇÜK(!) de sayılmazdı! Neşeyle kıkırdadı Ela. Hem dudaklarıyla hem zihniyle bir melodi fısıldayarak yürümeye başladı. Ağaçların ve çalıların arkasındaki kamp ateşinin parladığı açıklığa doğru ilerledi. Civarda sadece ikisinin olduğunu ve Demir'in gelişini duyduğunu biliyordu. Psişik olmak bazen sürprizleri bozuyordu. Bu bazen iyi bazen kötü bişeydi. Ela bir elinde piknik sepeti ile yürürken bikinisinin üzerini çıkardı. Son bir haftadır kamplardaki veletlerin çıplak güneşlenirken onu dikizlemeye çalışması yüzünden kumsalda epey hareketli anlar yaşanmıştı ama bu manzaraya değerdi hepsi. İzsiz bronzluğa paha biçemezdi Ela. Bakalım Demir ne değer biçecekti. Yaramaz kalbi şimdiden küt küt atmaya başlamıştı. Dudakları baştan çıkarıcı bir gülümseme ile kıvrıldı. Yürürken saçları gece melteminde tel tel dalgalanıyordu, mavi gözleri safir parçaları gibi alev alev yanıyordu. Demir yaklaşan Ela'yı hissetmişti. Jaguarının bakımı ile uğraştığı bu anlar onun aklını adeta bir meditasyon gibi başka diyarlara götüren dinlendirici zamanlardı. Aklı sakin, dingin ve huzurluydu. Çocukluğundan, çok sevdiği bir hatıranın izleriyle taçlanırdı bu motoruyla uğraştığı saatler. Jaguarının bakımını kendi elleriyle yapmıştı ve şimdi dış temizlikten sonra son kat cilayı da bir ayin gibi ciddice geçiyordu.. “Acıkmışsındır diye düşündüm. Öğle yemeğine de gelmedin Demir,” diye tatlı talı konuştu Ela. Demir o yana dönmeden cevapladı. Hala cila ile uğraşıyordu. “Yanımda birkaç sandviç vardı. Aç değilim ama teşekkürler.” Ela biraz bozulmuştu.. Aslında bu odunun dönüp bakmamasının üzerine cidden ve süratle kızmaya başlıyordu. Yine de zorlamaya karar verdi. Bunca yolu ne hayallerle gelmişti. Sepeti yere bıraktı. Bikinisinin altını tutan düğümleri çözdü.. “Belki biraz tatlı alırsın, ne dersin?” Evet Demir efendi, bakalım buna ne diyecektin.. “Hmm, az bi işim kaldı. Şu son kat cilayı da atayım. Oraya bırakıver Ela..” Eh, Ela da sabır küpü sayılabilecek türlerden değildi hani.. Ela öfkeyle sepetin içindeki bütün meyveleri ve içecekleri, yiyecekleri cilalanmakta olan jaguarın üzerine telekinetik gücünü kullanarak yağdırmaya başladığında.. Demir fark etmekte çok geç kaldığını anlamıştı.. Hem de çok geç.. Demir kendine küfürler yağdırırken bunu derhal tamir etmesi gerektiğini fark etti. Ela'yı çok seviyordu. Beraber olduğu hanımlar içinde bu şirret yaratık en harika olanıydı. Bu güzel yürekli, dikenli görünümlü canavarı üzmektense ölürdü. Hem Ela çok pis kin tutardı, hemen kendini affettirmezse çok çekeceği kesindi. Demir telepatik olarak özürlerini birbiri ardına sıralayıp üzüntüsünü bin bir defa dile getirirken Ela yavaştan sakinleşip duruluyordu. Yine de hala burnundan soluyordu doğrusu. Çatık kaşlı öfkesinin tüttüğünü görebiliyordu Demir.. Demir kendi salaklığını da görüyordu. Buraya kadar ne güzel bir piknik sepeti hazırlayarak gelmişti Ela.. O sepet ki şu an boylu boyunca jaguarının her yerine sıvanmıştı.. Karşısında huri gibi bir güzel çırılçıplak dururken o cila ile uğraşıyordu.. Çok acıklı bir sahneydi.. Nerden bakarsan bak acıklıydı.. Demir özürlerini sıralarken Ela'nın ellerini tutuyor ve gözlerine samimi bir suçlulukla bakıyordu. Ela'nın numaracı dudakları abartılmış çocukça bir öfkeyle büzülüydü ve bir süre daha özür dilenmesi gerektiğini işaret ediyordu. Ela böyle oyunlara bayılıyordu. Aralarındaki ilişkiyi bu denli canlı ve heyecanlı kılan bir sürü küçük ayrıntı vardı ve Ela'nın oyunbazlığı da bunlardan biriydi. “Seni bi şartla bağışlarım.. Diz çök,” diye diretti Ela. Demir kabuğun kırılmaya başladığını görebiliyordu. Biraz daha dil döktükten sonra barışma faslına geçebilirdiler. Kavgalardan sonraki bu barışma faslına ikisi de bayılıyordu. Ela tatsızca uflayarak Demir'in diz çökmüş özür dilemelerini bastırdı.. “Seni şapşal.. Özürlerle dil dökmelerini umursamıyorum. Dilini başka yerlerde çok daha iyi kullanabildiğini ikimiz de biliyoruz..” Jeton bazen köşeli düşebiliyordu. Demir'in anlayışı da bütün erkeklerde olduğu gibi bazen ağır çekimde işliyordu. Bu emri ikiletmedi. Hemen uygulamaya geçti. Zaten bu barışma faslına tatlıyla başlamak gibisi yoktu.. Önceleri Ela tepki vermedi. Sonra yumuşamaya başladı.. Nefesi hızlanıp derinleşti.. Kıkırdamalarını yüzünde açan gülücükler izledi.. Az sonra inlemeleri dalgaların sesine karışıyordu. Çıplak teninden teri süzülürken gece meltemi tatlı tatlı vücudunu okşuyordu. Ela'nın inlemeleri zevk dolu çığlıklara dönüşürken ağaçların ve çalıların hışırtısı meltemin fısıltılarıyla karışıp aşk şarkıları mırıldanıyordu.. Ateşin çıtırtılı gölgesinde terleri kumlara karıştı. Barışmanın coşkusuyla kumların üzerinde uzun uzun öpüşüp seviştiler. Gece çok bonkördü, olabildiğince onlarla kaldı.. Sabah çok şefkatliydi, olabildiğince yavaş geldi.. Onlar birbirini sarıp sarmalarken Antalya sahilleri bir kez daha bir aşkın coşkusuna şahit oldu.. *********** Gece karanlığının son nefesini verdiği saatte K07'nin tepelerin içine oyulmuş pistinin kapıları açılıyordu.. Sıradışı bir uçucu olan Pelikan mekiği kısa süre sonra kapıdan dışarıya fırlıyordu.. Yandan bakınca ince oval bir diski, tepeden bakınca üçgenimsi bir elmas silüetini hatırlatan aerodinamik mekiğin sürati çok etkileyiciydi. KGT mekiklerinin çalınan planları ile üretilen Diversity'nin Pelikan mekikleri daha küçük cüsseliydi(40 metre boy, 30 metre genişlik, 8 metre yükseklik) ama çok daha çevikti. Mert'in komuta ettiği mekik yardımcı pilot koltuğunda Özüm ile süratle yol alıyordu. Sabahın ilk ışıkları gelmeden yola çıkan mekik daha yerden havalanmadan görünmezlik pelerinine bürünmüştü. Bir saat sonra belirtilen buluşma noktasına ulaştığında yeni emirleri ile yolcusunu yere indirmiş bekleme noktasına çekilmek için yeni emirler alıyordu. Özüm'ün yokluğunda bütün Loca operasyonları planladığı şekilde normal akışında ilerliyordu. K07 özellikle Antalya şehir merkezinde kurulan “Mavi Bölge-07” üzerindeki operasyonlara bu dönemde ağırlık veriyordu. Metin Binbaşı komutasındaki gönüllü askerler ve sivil muhafız gurupları Loca ile kurdukları ittifak sayesinde Antalya şehir merkezinde geniş bir alanı “kurtarılmış bölge”ye çevirmişti. Çevresi Diversity'nin armalı flamaları(beyaz bayrak içinde siyah bir çember. Deniz mavisi fonlu çemberin içinde farklılık ve çeşitliliği temsil eden 7 rengi simgeleyen kırmızı bir “7” şekli. Ve 7'nin kolları arasında birliği temsil eden kırmızı bir “O”. Kırmızı renk -burada- kararlılık ve uyanıklığın, hazırlıklı olmanın simgesi.) ile işaretli bu bölgeye silahla giriş ve içeride şiddet kullanımı yasaktı. Yasağı korumak için bölge sınırları K07'nin uzaktan komuta edilen Gergedan ve Kutu dronları ile devriye geziliyor ve insansız taretlerle(UT-1 ve UT-2 üniteleri) gözlenip korunuyordu. Metin Binbaşının kontrol noktaları olan üç Kapı Nokta haricinde bu bölgeye girişler kapalıydı. Megafonlar şehir içinde ve civar yerleşimlerde günün belli saatlerinde yayın yaparak bu bölgede korunma ve yiyecek-su-ilaç bulunabileceğini halka anlatmaya çalışıyordu. Mazlumlar ve zalimler arasındaki kavgada hergün daha çok mazlum bu bölgeye sığınmak için kendine bir yol açmaya çabalıyordu. Antalya merkezinden civara püskürtülen Hacı Mutasım ve Enver Ender, orman kanunlarıyla hüküm savaşı verdikleri bölgelerde, bu yeni oyuncunun varlığından hiç memnun değildi. Özellikle de Metin Binbaşı'nın da bu oyuncuya katılıp gücüne güç katarak üzerlerine gelmesi canlarını sıkıyordu. Yine de bu iki zorbanın insan gücü ve hüküm alanları genişti. Bunların askeri depolardan ve talan edilen birliklerden-enkazlardan yağmaladıkları silahlar da az bir ateş gücü değildi. Binbaşı ve Özüm şimdilik bunları Antalya şehir merkezinden uzak tutup halka sığınabilecekleri geniş alanlar açma mücadelesi veriyordu. İkisi de bunlara karşı ellerindeki gücü şimdilik oldukça kontrollü ve kurallı kullanıyordu. Kontrol ve Kural.. Demir bu stratejiyi onaylamıyordu. Büyük Orta Doğu Savaşında çarpışmıştı. İnsanların ne kadar çirkinleşebileceğini ve neler yapabileceğini ilk elden tecrübe ile biliyordu. Binbaşı ve Özüm'ün taşıdığı endişeleri taşımıyordu. Onlar hala bu iki zorbayı ve yanlarındakileri suçlu siviller olarak görüyordu. Demir buradaki durumun klasik pencereden bakışla değerlendirilemeyeceğine inananlardandı. Bu bir ayaklanma durumu değildi. Bu tam anlamı ile bir savaştı. Dünya koca bir iç savaşın içindeydi. Sivil hukuk geçerliliğini kaybetmişti. Artık buradaki savaş hukukunu gerektiren bir durumdu. Karşındakiler suçlu değildi. Bunlar artık düşmandı. Bunlar halk düşmanı derebeyleri idi. Bunlar savaş lordlarıydı. Bunlara karşı sivil kanunlar değil askeri savaş kanunları uygulanmalıydı. Demir'i şimdilik dinlemiyordular.. Öyle olsundu. Onlar da anlayacaktı. Bu gidiş kaçınılmaz biçimde Hacı Mutasım ve Enver Ender'in kellelerinin alınmasına gidecekti. Başka yolu yoktu. Savaşta düşmanın başını kopardığında vücuduyla uğraşmana gerek kalmazdı-savaş biterdi.. Öğrenecektiler. Demir ve Ela yerden sekiz yüz metre yukarıda Jaguarları ile devriye geziyordu. Jaguarlar sıvı-form teknolojisi ile süratle iki kanada ve uçuş için daha elverişli aerodinamik hatlara bürünebiliyordu. Bu kanatlı halleri ile saatte 1400 kilometre azami hıza ulaşabiliyordu. Hem karada, hem havada, hem su üstünde ve hem de su altında görev yapabilen bu pahalı oyuncaklar Locaların gözdeleri idi. Kirpi zırhlı araçları ve Pelikan mekikleri, Gergedanlar da hep çok faydalı aletlerdi ama Jaguar ünitelerinin Diversity operasyonlarına verdiği güç bir başkaydı. “Demir, kuzeyden yaklaşan motorize guruplar var.” “Görüyorum. Bölgedeki gizli kameralara bakılırsa mollaların gurubu.” “Kalabalıklar. Geçen seferkinden çok daha büyük bir gurup.” “Kesinlikle. Mitra(K07 üssünün ana bilgisayarı-yapay zeka) X-ışını ve termal verileri çözümledi. Bu bir saldırı gurubu Ela. Ellerinde çok sayıda roket ve ağır makinalı var.” “Personel sayısı geçen defadan neredeyse beş kat fazla. Destek istesek mi?” diye gülümseyerek konuştu Ela. “İstemezsek dostlarımızı gücendiririz. Metin Binbaşı'ya Kapılarda misafirleri olacağını bildir. Ben Gergedanları yeniden konumlandıracağım.” Gergedan adının nedeni bu dronların kalın derisi ve koca cüssesiydi. Dört metre yükseklikteki Gergedan ünitesi insansız bir mech ünitesiydi. Üç ana parçadan oluşuyordu vücudu. Uçlarında küreyi andıran birer tekerlek bulunan dört koca mekanik “bacak”, bu bacakların birleştiği iki metre çapındaki “boğaz” ünitesi ve “kafa” kısmı. Kafa ünitesi dört metre genişlikte, dört metre uzunlukta, iki metre kalınlıkta ve ağır zırhlı koca bir kutuydu. Boğaz üzerinde 180 derece dönebilen kafa ünitesi üzerinde orta büyüklükte bir Quad-Shooter Silah Sistemi mevcuttu. Bu ana silah; girdap topu, mikrodalga topu, gatling topu ve çok amaçlı lançer sistemlerinden oluşan bir bileşimdi. Asıl olarak öldürücü olmayan düzeyde güç kullanımı ile araçları ve insanları etkisiz hale getirmeyi amaçlayan silahları olsa da Gergedan bu silahların gücünü birkaç seviye yukarı çekerek çevresini cehenneme çevirebilirdi. Demir mecha dronları yaklaşan kuvvete karşı uygun mevkilere konumlandırırken Ela da yerdeki dostlarını uyarmıştı. K07 Karargahında taktik komutan görevindeki Ali sahadaki Kutu dronlarını takviye olarak önceden belirleniş planlar dahilinde harekete geçiriyor, sahaya emirlerini veriyordu. “Ellerindeki araçları EMP mermileri ile safdışı edin. Kalabalıklara mikrodalga silahlarla bayıltıcı saldırı yetkiniz var. Çok gerekmedikçe girdap silahlarını(şok dalgası silahı, vuruşları devasa yumruklar gibi insanları ve araçları savurup atabilir.) kullanmayın. Mümkünse kimse yaralanmayacak ve ölmeyecek. Duydun mu Demir? Bunlar Özüm'ün emirleri.” Demir ekşi bir suratla tatsız bir ses tonuyla cevap verirken Ela kahkahalarla gülüyordu. “Anlaşıldı. Kimse yaralanmayacak-ölmeyecek..” dedikten sonra daha alçak bir sesle ekledi, “mümkün olursa..” “Yaramazlık yapma Demir. Özüm'ü üzmenden hoşlanmıyorum. Zaten son zamanlarda çok yorgun,” diye ciddice dayılanarak konuştu Ela. “Tamam, tamam. Senin korumana girmiş birini nasıl üzerim.” “Demir ses tonundaki alayı sana çok pahalıya ödeteceğimi şimdiden bil. Seni mahfedicem..” “Ne alayı yavv.. Ben ciddiyim.” Ela cevap vermedi. “Yav, valla ciddiyim.. Ela.. Aloo.. Ela.. Yav ciddiyim lan.. Haydaaa.. Durup dururken başımıza iş aldık iyi mi..” Demir bir of çekti. Demir'in jaguarı havada yumuşak bir yayla, üç yakın kol halinde yaklaşan araçlara doğru, döndü. Binaların üzerinden sessizce ve yumuşakça süzülüyordu jaguar. Jaguarın maksimum sürati 1400 kilometreyi bulsa da -aerodinamik safhaları aktifken- 60 kilometreye varan çok düşük süratlerde bile uçma kabiliyeti vardı. İyice yavaşlamış ve sessizleşmiş jaguarla tecrübesi olan Hacı Mutasım'ın adamları ellerinde dürbün ve roketatarlar ile gökyüzünü tarıyordu. Mutasım'ın en ateşli müritlerinden ve saha komutanlarından olan Zahid elinde telsiz konuşuyordu. Zahid daha önce birçok defa Demir ile karşılaşmıştı. Demir onu elinden kaçırıp duruyordu. Çok kaygan bir tipti ve Özüm'ün emirleri de kaçışını çok kolaylaştırıyordu hani.. “Demir.. Orda olduğunu biliyorum.. Gel buraya kafir.. Korkak karılar gibi saklanma. Çık karşıma Demir..” “Demir.. Bre zındık, bre münafık.. Bre kancık. Çıksana ortaya. Kaçamazsın Demir. Bak kıyametin geliyor. Bak sonun geliyor. Hepiniz cehennem ateşinde yanacaksınız. Artık kaçacak yeriniz kalmadı.. Kutlu Şeyhimizin mübarek askerleri her yandan üzerinize yağacak. Kafirleri ateşlerde yakacaz.. Kanınızla yıkayacaz bıçaklarımızı..” Demir bu heriften hiç hoşlanmıyordu. Eline geçirdiğinde ona yapmayı düşündüğü o kadar çok nahoş şey vardı ki.. Aynı frekanstan cevap verdi. “Hala aynı boş ezberlerle gürültü yapıyosun Zahid. Bu lafları anca mürit dediğin moronlara yedirirsin. İkimizde dinsiz bi köpek olduğunu biliyoruz. Merak etme çok yakınındayım. Geliyorum.” “Gel köpek. Gel de layığını bul. Hepiniz için geliyoruz. Siz kafirlerin canına okuyacağız. Hepinizin gırtlağını keseceğiz. Seni de o orospunu da, alayınızı s... Bütün laikleri gebertecez. Kanınızla yıkayacağız bu cenabet toprakları. Kemalistlerin iktidarını yıktık, şimdi de bütün dinsizleri, bütün münafıkları tek tek avlayıp kökünü kazıyacaz!.. Demiiirrr!.. Gel Demiiirr!.. Geeell!!” Demir'in sabrının da sınırı vardı. “Ulan bin babanın dölü, ulan bitli uyuz köpek, ağzından ishal olmuş iblis tohumu.. Sana söylüyorum Zahid, sen her kelimesiyle irin saçan pislik, hasta ruhlu zavallı insan müsfettesi.. Bana bak Zahid, ipimi şimdilik kısa tutuyolar diye pençemden kaçıp duruyosun. Çok yakın zamanda tasmamı çözecekler işte o zaman seninle de, ananla da, bacınla da, karınla da, babanla da, erkek kardeşlerinle de hatta ölmüş yedi sülalenle tanışacam.. Bekle beni Zahid. Sakın Enver ya da Metin'in kör kurşunuyla gebereyim deme. Bekle beni seni s.. Mezara bile girsen seni bulup s...” “Demir köpeği, anasını s.. çocuğum! Çık önüme de kim kimi..” diye sayıp dökerken Zahid'in konuşması, Demir'in sesi ve gökten gelen saldırı ile kesildi. “Zahid! İblis dölü! O.. çocuğu. Senin de sahte şeyhinin de a.. koyacam! Şeyh dediğin si..ş tecavüzcü ib.. sübyancılıktan sabıkalı.. Dolandırıcı-hırsız, adi şerefsiz, oğlancı bi o.. çocuğu. Yediği bütün pislikleri sen de biliyosun çanak yalayıcı ib.. Kim kimi s.. görücez bin babanın çocuğu! Mutasım'ın gö.. gezen bütün yobazların alayının a.. k.. Az daha sabret Zahid.. Ananı s... geliyorum.” Küfürleşmeler ve karşılıklı sövüp saymalar, hakaretler, lanet okumalar, tehditler bu ikisi yüzleşince kaçınılmazdı.. Jaguarın ön tarafındaki mini top yuvasından üç guruba doğru 12 top atışı yapıldı. 12 mini top mermisi araçların motor kısımlarını EMP etkisi ile susturduğunda Zahid'in üç takımı da yaya kalmıştı.. Kamyon ve jiplerden dökülen güruh tekbir getirip naralar atarak çevreye yayılıyordu. Şimdiden havada ilk roketler Demir ve Ela'nın jaguarlarına doğru dumandan kuyrukları ile uçuşuyordu.. “Adamın ağzı lağım gibi diyecem ama senin verdiğin cevaplar da ondan geri kalmadı Demir..” diye tatsızca konuştu Ela.. Ela sokaklarda büyümüştü. Bir yetimdi. Psişik yeteneğini çok erken yaşta keşfedip gizlice geliştirmiş ve bu şekilde hayatta kalmıştı. Sokakların vahşiliğini ve insanların canavarlığını ilk elden tecrübe ile biliyordu. Ama özellikle -psikoloji öğrenimi gördüğü- üniversite yıllarından sonra ve Diversity ile yolları kesiştiğinden bu yana daha nazik ve güzel bir hayatı vardı. Demir ile Zahid'in her defasında tansiyonu daha da yükselen bu atışmaları yumruk yağmuru gibi sersemletiyordu genç kadını.. Eski hatıraları bu anlarda mezardan coşkuyla fışkıran hayaletler gibi içini kirletiyordu.. “Özür dilerim Ela.. Herşeye katlanabilirim ama bu yobazlarla şahsi bir meselem var. Yobaz gördüm mü kendimi tutamıyorum..” diye dişlerini hiddetle sıkarak konuştu Demir.. Cidden yobaz gördü mü Demir'in gözleri kararıyordu. Psikolojik harp az sonra yerde sıkı bir çatışmaya dönmüştü. Demir kurallara aykırı ve son derece gereksiz biçimde yere inip jaguarının zırhlı korumasını terk etmişti. Aslında üzerindeki ZARM zırh elbisesi sayesinde bir roketle vurulmadıkça bu gurubun silahları onun için sorun değildi ama hala bu tedbirsizce-keyfi bir yaklaşımdı. Çevrede 200'e yakın mürit ellerinde av tüfekleri ve askeri silahlarla ateş açıyordu. Şimdiden üç beş el bombası bile savrulmuştu Demir'in üzerine. Ela bütün uyarı ve bağırmalarına rağmen yere inen Demir'in yanında yerini almak üzere süratle yere iniyordu. Miğferlerindeki ekranın alt köşesindeki -dronlardan akan anlık veriyle sürekli güncellenen- mini savaş haritasından görüldüğü kadarıyla Metin Binbaşı da az ötedeydi. Gergedan dronlarının 2 metre yüksekliğindeki küçük versiyonu olan Kutu dronları yerlerini alıyordu. Bu güruhun ilerlemesi artık pek mümkün değildi. Demir elinde quad-shooter tüfeği ile süratle yürüyerek önüne gelen müridi tek mikrodalga atışıyla yere seriyordu. Bayıltıcı vuruşları yiyen birisi 12 saat sonra ve ağrılı-bitkin bir halde ancak ayağa kalkabilirdi. Kırmızımsı-turuncumsu bir flaş ile vuran ışın, vurduğu adamı anında bayıltıp yere yığıyordu. Demir koni saldırısı yerine nokta saldırısı ile tek tek vuruyordu bunları. Düşmanlarının zihinlerini duyuyor ve hislerini hissedebiliyordu. Ne yapacaklarını daha onlar yapmadan biliyor ve ona göre hareket ediyordu. Hoplayıp sıçrayarak ve sürekli hareket ederek, yer değiştirip mümkün olduğunca siper ve örtü kullanarak saldırıyordu Demir. Demir çok güçlü bir psişik değildi ama telepatik kabiliyetleri üzerindeki kontrolü çok yüksekti. Bu yeteneklerini özellikle yakın mesafelerde çok az çaba ile ve çok üstün bir kesinlikle ustaca kullanabiliyordu. Üstelik bu güçleri ile savaş tecrübesi ve Diversity operasyonlarından gelen takım harekatı becerisi de vardı. Demir öğretmen olarak görev yapan Diversity Telepatlarının eğitiminde görev almış birkaç saha ajanından biriydi. Roketatar taşıyan müritlerden birinin zihnini bir kısa an için karıştırdı ve nişanını birkaç metre kaydırarak kendi arkadaşlarının mevzisine çevirdi. Roket ateşlendi. Roket uçtu. Roket vurdu. 6 mürit patlama ile birlikte havaya uçup parçalandı. “Demir!” diye bir çığlık attı Ela. “Ben yapmadım. Sadece nişanını kaydırdım.” Ali de lafa karışıyordu. “Demir, daha az saldırgan bir stratejiye geçmeni emrediyorum.” “Anlaşıldı, Ali. Kusura bakmayın. Biraz çizgiyi aştım.” Demir savaş görmüştü. Hatalar yapmıştı. Hata yaptığında bunun bedelini ödemen gerektiğini biliyordu. Bir roketçi daha Demir'e nişan alıyordu.. Demir yine aynı zihin şablonunu tetikledi. Bu kez hedef noktayı başka bir yöne çevirdi. Roket ateşlendi. Nişancı o bir anlık zihin dokunuşu ile şaşırmış ve roketi dimdik havaya doğru ateşlemişti. Roket yükseldi.. Yükseldi.. Sonra uçuş süresi dolunca kendini havada imha etti. Ela'nın atışları Demir'in atışlarından daha geniş alanları vuruyordu. Koni şeklinde saçılan flaş vuruşları yakın mesafedeki müritleri üçer beşer yere indiriyordu. Demir'in gözleri inatla Zahid'i arıyordu.. Neredeydi bu adam.. Bir yandan etrafı tararken bir yandan AVİdeki kayıtları geri oynatarak izini yakalamaya çalışıyordu. Ali onun ne yaptığını görmüştü ve yardımcı olmak için bölgedeki gizli istihbarat kameralarından gelen verileri Mitra'ya sorgulatıyordu. Mitra kısa sürede Demir'in miğferine tam konumu aktarıyordu. Sinsi herif bu caddeyi çok iyi gören bir çatıya çıkıp nişancı tüfeğiyle atış fırsatı kolluyordu. Demir onu gördü.. Demir'e nişan almıyordu. O anda fark etti Demir! Ela'ya nişan alıyordu! Demir'in içi bir anda titredi ve öfkeyle nişan alırken bir yandan da zihninden bir saptırıcı vuruş tetikledi.. Herşey bir an içinde olmuştu. Tetik çekilmişti. Mermi namludan fırlamıştı. Demir geç kalmıştı. Zahid baygın düşerken mermi çoktan Ela'nın göğsüne ulaşmıştı. “Ela!!” diye haykırdı Demir.. Ela öylece ayakta duruyordu. Bir an sesi soluğu çıkmadı. Kıpırdamadı.. Sonra.. “Ne var be! Rüyamda görsem inanmazdım. Bay Süper Askerin bütün bilgisi ve tecrübesi puf oldu gitti sanki.. Bu mermiler ZARM derisini delemez Demir Bey..” “Biliyorum.. Biliyorum..” diye Ela'nın sözünü rahatlamış ve gülümser bir ses tonuyla kesti Demir.. “Yine de birisinin sevdiği insanın vurulduğunu görmesi hiç hoş bişey değil..” diye orada bıraktı.. Demir'in ses tonu samimi endişesinin derinliğini haykırıyordu. Ela hazırlıksız yakalanmıştı. Garip bir biçimde şimdi bu olayın ardından bunu duymak onu da çok etkilemişti. Yüreğinde bişeyler kocaman bir dalgayla sımsıcak kabarmış taşıyordu.. “Seni domuz..” diye burnunu çekerek titrek bir sesle konuştu Ela. Nemlenmiş gözlerindeki iki damla yaşı tutmak için kendini zorluyordu. Demir gülümserken derin bir rahat nefes aldı.. Ela'ya bişey olmamıştı ya.. ***** Zahid yine kaçmıştı.. Adamlarından birkaçı onu binadan indirip atlarla(!) kaçırmıştı.. Atlarla.. Demir duyduğunda şaşırmıştı. Çatışma sürerken yakınlara önceden getirilmiş at ve eşekler kullanılmıştı ve geri çekilirken bunlardan faydalanmıştılar. Bu boş kafalılar o kadar da boş değil diye tatsızca düşünmüştü Demir.. Günün bir diğer tatsızlığı Özüm'den gelen fırçaydı Demir için.. Özüm özellikle Demir sayesinde bu fırçalama işinde günden güne iyileşiyordu.. Günün tatsız sürprizleri bitmiyordu. Özüm yeni bilgilerle gelmişti. Çok taze bir bilgiydi. Ruth hızlanmıştı.. Dünyaya çarpma tarihi 1 Nisan günü olarak hesaplanıyordu.. Bu kocaman berbat bir şaka gibiydi.. Bir yandan böyle kıyametle uğraşırken bir yandan da Demir'in deyimiyle tırıvırı işlerle vakit harcıyordular. K07 korumasındaki iki ana kampın sözcüleri Özüm ile konuşmak için diretip duruyordu. Sadece iki kampta yirmi bine yakın insan vardı. Mavi Bölge ve civarındaki bloklarda yaşayanlar ile birlikte Loca'nın velayeti altında yaşayan insan sayısı elli bine yaklaşıyor diye hesaplanmıştı. Metin Binbaşı ve Polis gücü ile halktan gönüllülerin yardımı olmasa Loca bu toplulukla nasıl başa çıkardı, Özüm bunu düşünmek bile istemiyordu.. İnsan topluluklarını yönetmek cidden belalı bir işti. Özüm'e Loca Liderliği görevi verilirken işlerin bu noktaya kadar gelebileceğine dair uyarılar yapılmıştı. Hortlak ileri görüşlü bir liderdi. Kimileri onun psişik-telepatik yetenekleri ile geleceği görebildiğinden bile şüpheleniyordu.. Ve Hortlak uyarılarında yine haklıydı.. Özüm bu belalı işin altından tek başına kalkabileceğine inanmıyordu. Meteor Günü bu kadar yakınken şimdi o insanların karşısına tek başına çıkmak istemiyordu. Beş sözcü toplantı salonunda yerlerini almıştı. Özüm iyi bir ev sahibi olarak güzel bir hoşgeldin ile karşılamıştı onları. K07'nin vitrin yüzü olan 1. Takım'ın üyeleri de buradaydı. Demir, Yeşim, Selin, Ela, Murtaza, Özcan, Mert, Ertan.. Demir'in sert ve tatsız suratı Özüm'ün hepsine verdiği gülümseme emrine rağmen çok ekşiydi. Özüm'ün bile gücünün yetmediği şeyler vardı.. İlk hoşbeşler çok kısa sürdü. Herkesin yapacak işi vardı. Sözcüler isteklerini dile getirmek eleştirilerini söylemek istiyordu! Demir daha bu sözleri ilk duyduğu anda sandalyesinde şöyle bir sallanmıştı.. Ohaydı be.. Ne oluyodu yav? Ne isteği, ne eleştirisi? Ulan teşekkür edeceklerine bir de şuna bak! Anaaa!.. Aslında Özüm de dahil hepsi bazı konuşmaların içeriğinden ve özellikle de bazı sözcülerin üslubundan rahatsızdı.. Demir'in ipi Özüm tarafından şimdiden üç kere psişik biçimde çekilmişti.. Konuşmalar bu hızla giderse Demir'in çekilecek ipi kalmayacaktı.. Demir'in başının üzerinde fırtına bulutlarında şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu. Bankacı Esma Hanım demokrasiden, insancıllıktan ve kampların yönetimiyle ilgili olarak söz sahibi olmaktan filan söz ediyodu.. Demir bu kadını üç ay önce Orman Kanunu bölgesinden kurtarmıştı.. İpotekler ve bankacılık oyunlarıyla beş yıl önce iflas ettirdiği zavallılardan biri tecavüz etmek üzereyken.. Şans eseri onunla bu orman kanunu zamanında karşılaşan adam Esma'nın ağzını burnunu dağıtmışken.. Şimdi burada patronluk taslıyor ve ders almamış, tepeden bakan, kibirli yamuk ağzıyla entellektüel nutuk çekiyordu.. Belki de orada hiç araya girmemesi gerekiyordu diye düşünüyordu Demir.. Kurtarıp korudukları bazı insanlar bu korumayı ve kurtarılmayı hiç haketmiyordu-minnet duymayacak kadar kibirliydi. Yöre'nin zenginlerinden Mehmet Bey bir dolu eleştiri ve şikayet bildiriyordu.. Çoğu aslında kendi rahatı ve egosuyla ilgili yakınmalardı.. Burada kendisine ve yakınlarına üstü kapalı biçimde özel muamele istiyor ve sıradan insanlarla aynı şartlarda yaşamaktan rahatsızlığını söylüyordu.. Demir, adamın lüks ve kale gibi çiftliğinin Mutasım'ın müritlerince saldırıya uğradığı ve ateşe verildiği günü hatırladı.. Onu da Demir kurtarmıştı.. Demir birilerini kurtarmaya tövbe etmeye çok yaklaşmıştı.. Emekli bir asker olan Osman Albay kamplardaki kaynak yönetiminden askeri kararlara kadar aklına gelen her konuda atıp tutmuş ve bir dolu maddeyi sıralamıştı.. İşgüzar biçimde ve ne dediğini aslında hiç ama hiç bilmeyen bir nutuk çekmişti.. Çok sinir bozucuydu.. Enver Ender'in bile daha etkili ve akılcı metotları olduğundan bile dem vurmuştu.. Demir bu adamı kampın korunaklı kapısına kadar -döve döve- geçirmemek için kendini zor tuttu. Bakalım Ender'in köle ordusuna yazılmak kendisini mutlu edecek miydi.. Bir öğretmen olan Serap Hanım bu duydukları karşısında utançla söze başlamış ve Loca'ya yardım ve korumasından ötürü sessiz çoğunluğun teşekkürlerini iletmişti.. Loca hem koruma, hem yiyecek hem ilaç ve tedavi sağlıyordu. İnsanlar kamp sınırları içinde güvende olduklarını biliyordu. Karınları toktu. Tepelerinde çatı, hastalandıklarında doktor ve tedavi vardı. Doğanın içindeki bu korunaklı alanda dünyanın bugünü düşünülürse cennette gibiydiler.. Tam bu nazik ve sıcak, içten sözlerle ortam yumuşamaya başlamışken araya çok arızalı birisi giriyordu.. Asıl bomba sona kalmıştı.. Demir'in suratının daha ilk baştan bu kadar ekşi ve sert olmasının nedeni bu adamdı.. Adam bile demek istemiyordu Demir bu mahlukata.. İbrahim Hoca diye anılan ak sakallı yaşlı adam daha ilk kamp kurulduğu günden bu yana kamplarda bir sorun kaynağıydı.. Bugüne kadar Demir'in gazabından kurtulmasının tek nedeni Özüm'dü. Özüm karşılıklı anlayışla, hoşgörüyle, asgari bir müşterekte buluşmayla medeni bir beraberliğin herkes için mümkün olduğuna inanıyordu. Kulağa hoş geliyordu ama Demir bunu pek gerçekçi bulmuyordu. En iyiyi ümit ederken kötü şeylere de hazır olmak gerekti.. Kötülük tam karşısındaydı ve kendinden olmayan herkese zehir saçıyordu.. Bir virüs gibiydi.. İbrahim Hoca'nın konuşması Demir'in gözünde Zahid'in sözlerinden sadece bir kat aşağıdaydı. Neredeyse aynıydı. İbrahim “Kemalistlere ölüm” ya da “laikleri kesecez, münafıkları yakacaz” diye bağırmıyordu ama sinsi sahte gülümsemesinin tam bir sırtlan gülüşü olduğunu biliyordu Demir. Bu adamın her hareketi sorundu. Her konuşması ortalığı karıştırıyordu. Kamplarda beş yaşındaki kızlı erkekli çocukların oynamasından genç kızların makyaj ve kıyafetine kadar herşey sorundu. Mart ayıydı ama Antalya sahilinde hava anormal biçimde sıcaktı.. Bu kadar insanın bu havada Antalya adında bir yerde, Akdeniz adında pırıl pırıl bir deniz kenarında, bir arada bulunması ister istemez ortama bir tatil havası da veriyordu. Herşeye rağmen hayat sürüyordu ve gençler kötü şeyleri akıllarından uzak tutmak için denize, kumsala, aşka sarılıyordu. İnsanlar umut için birbirine sarılıyordu. Çoğu kimse ölmeden önce son zamanlarını böyle bir cennette ve mutluluk içinde geçirmek istiyordu. İnsanların mutluluğu İbrahim'e batıyordu. İnsanların birbirine sevgi ile sarılmasını, iki çocuğun beraber oynamasını, gençlerin ilk aşkını, sevgililerin öpüşmelerini, insanların neşeyle-müzikle eğlenmelerini, insanların kendi odalarında sevişmelerini günah olarak görüyordu İbrahim.. İbrahim yobazlık yapıyordu. İbrahim insanların arasında ayrılık tohumları ekip ortamı karıştırıyordu. İbrahim kimin cennete kimin cehenneme gideceğine tanrı gibi karar veriyordu.. İbrahim burada, Demir'in deyimiyle, feci şekilde kaşınıyordu.. Ela'nın bazı huylarını feci şekilde kapıyordu Demir.. Yobazlar söz konusu olduğunda Demir zaten hassastı ama bir de İbrahim şimdi Ela'ya laf atınca.. Sabır taşı caaart diye yarılıyordu.. “..Bir de 'bu kadının' gençlerimizin ve çocuklarımızın ahlakını bozacak şekilde denize girmesi konusu var..” derken İbrahim çok ileri gitmişti.. Demir'i bir Allah'ın kulu tutamazdı artık.. Demir yerinden yıldırım gibi kalktığı gibi İbrahim Hoca'nın yakasına yapıştı.. İbrahim'i bir eliyle yakasından duvara yapıştırırken bir eliyle de bıçağını yaşlı adamın gırtlağına kanatacak kadar sokmuştu.. Şahdamarın bi milim ötesinde öylece tutuyordu bıçağın ucunu. Demir sıkılı dişleri arasından tıslıyordu.. Öfkesini zor kontrol ediyordu.. Gözleri kısılmış bütün vücudu öfkeyle gerilmişti.. Ne Özüm'ün sesini ve uyarılarını, yalvarmalarını ne de kollarına yapışıp onu İbrahim'den ayırmaya çalışan arkadaşlarının kollarını duyuyordu.. “Bana bak yalancı Hoca.. Evet yalancı hoca olduğunu biliyorum. İmam Hatibi sınıfa bir kez girmeden torpille bitirdiğini ve ömrün boyunca daha iki rekat namazı bile adam gibi doğru kılamadığını da biliyorum.. Hatta daha Elhamı bile doğru okuyamıyosun.. Daha başka neleri bildiğimi de söyleyeyim mi? Yediğin hac paralarını, cami vakfından yürüttüklerini, Kuran kursundaki kız çocuklarına sarkmalarını, sana yüz vermeyen dullar hakkında dedikodu çıkarmalarını, dolandırdığın köylüleri, sende büyü var diye suistimal ettiğin zavallıları.. Sayıyım mı lan!? Daha sayıyım mı! Şerefsiz! Şimdi karşıma geçmiş bize ahlak dersi veriyosun! Ulan seni burda koyun gibi yüzerim kimse elimden alamaz. Bana bak, Özüm'de peygamber sabrı var ama ben deliyim.. Seni burda kıtır kıtır doğrarım!! İblis!!” Herkes Demir'i sakinleştirmek için çabalıyordu ama Demir'e işlemiyordu bu çabalar. Demir'in üzerinde hala fizik gücünü de arttıran ZARM elbisesi olması bir yana psişiklerin zihinsel güçleri ile yapabildikleri çok çeşitli numaralar arasında kas güçlerini insanüstü seviyeye çıkarmaları da vardı. Demir telepatik sakinleştirme çabalarına bile direniyor ve İbrahim'i bırakmıyordu.. İbrahim dehşet içindeydi ve gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Gözlerinde yaşlar vardı ve paçalarından aşağı sular süzülüyordu.. Özüm'ün sesi bütün salonda yankılanırken bu sese şlakkk(!) diye bir ses de eklendi. “YETER!” Demir yediği tokat ile sarsıldı. Bıçağını indirdi ve İbrahim'i yere bıraktı. Korkudan dizleri tutmayan adam kendi sidiğinin içine öylece oturmuş kalakalmıştı.. Yüzyüze dururken Özüm'ün gözleri Demir'i adeta delip geçiyordu. Demir ayakta dururken yerin sarsıldığını ve ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Hem fiziksel olarak hem bilinç olarak çok sert bir darbe yemişti.. Bir an için Demir havadaydı bir an sonra duvara bindirip delerek arka tarafına geçiyordu. Ela'nın eyvah çığlığı bağırırken odadaki herkes şu birkaç kısa an içinde olanlar karşısında donup kalmıştı.. “Demir!!” ******* Demir kumsalda sabah sporu yapıyordu. Dün akşamki hareket yüzünden bir gün istirahat kapmıştı. Aslında Özüm'den disiplin cezası beklerken tatille ödüllendirilmesi biraz garibine gitmişti.. Ama olsundu. Sıkı arkadaşlarından birinin sürekli söylediği bir laf vardı; Biri sana karşılıksız iyi birşey veriyorsa alacaksın-salak olma. Demir gülerek güneşe karşı barfiks çekmeye başladı. Çocuklar bir köşede kumdan kaleler yapıyordu, biraz ötede gençler voleybol oynuyordu. Aşıklar dalgaların koynunda göz göze-dudak dudağaydı. Gerideki ağaçlıklarda büyüklerin çay kahveli sohbetleri gençleri izleyerek renkleniyordu. Umut.. Umut gençlerin olduğu yerde yaşlıların da yüreklerine sızıyordu.. Cehennem gibi bir zamanda bile hala umut vardı. Elbette Antalya'nın kumu, güneşi ve denizi de bu umuda çok yardımcı oluyordu. “İyi olmana sevindim,” diyen sesin sahibi Özüm'dü. O da spor kıyafetlerinin içindeydi. Terine bakılırsa epey koşmuştu. Demir barfiksi bırakıp havlusunu aldı. Bir su şişesini kafasına dikmeden evvel diğer şişeyi Özüm'e uzattı. Özüm şişeyi aldı. Serin suyun tadı ikisine de iyi gelmişti. Sabahım erken saatinde bile kumsal sıcaktı. Demir terini silerken cevap verdi. “Sıkı vurdun doğrusu. Hak etmediğimi söylemiyorum. Biraz delirdim. Rana'nın şifa güçlerinin Diversity doktorları içinde bile eşsiz olması çok iyi. Onun dokunuşundaki güç ilaçlardan çok daha iyi geldi. Birşeyim kalmadı.” “Bunu Ela duymasın,” diye gülerek konuştu Özüm. Rana'nın peşinde koşan çok erkek vardı. Demir bir an panikledi! Kastettiği bu değildi. Psişiklerin bazı güçleri kişiden kişiye çok farklılık gösterir seviyedeydi. Rana'nın şifa güçleri ondan çok daha güçlü psişiklerin şifa güçlerini bile geride bırakıyordu. Ama bunu Ela'ya anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor olurdu.. “Amman Özüm.. Bana hala kızgınsan çek vur daha iyi. Temiz bi ölüm olsun. Ela'yı karıştırma bu işe, beni mahveder.” Özüm güldü. Ela'yı çok seviyordu. İkisi çok iyi anlaşıyordu. Hatta yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor dense yeriydi. Ela Demir'in yanında değilse büyük ihtimalle ya kumsalda kitap okuyordu ya da Özüm'ü de kaytarması için ayartmıştı-beraber kızsal geyiklerde yiyip içiyodular.. “Merak etme. Seni cezalandırmak istersem bunu kendi ellerimle yaparım.. Dünkü tecrübe iyi geldi..” diye konuştu Özüm. “Aslında ben de tam bunun için teşekkür etmeye gelmiştim.” Demir biraz şaşırmıştı. “Teşekkür?” “Elbette,” diye gülümsedi Özüm. “Ah, lütfen şaşırmış numarası yapma. Herşeyin farkındasın. Hatta belki de en başından planladın. Belki de Opera da bu işin bir şekilde içinde..” Demir birşey söylemedi.. “Evet, cevap ver lütfen,” diye ısrar etti Özüm. Özüm zihninin ilk yüzeysel katmanındaki “örtü”yü epey kaldırmıştı. Psişikler konuşurken karşılıklı olarak aralarındaki mesafeyi ayarlayabilirdi. Bu duygu ve düşüncelerin farklı yoğunluk ve miktarlarda paylaşıldığı bir iletişim metoduydu. Bir psişiğin-bir telepatın eğitiminin ilk aşaması bu “örtü eğitimi” idi. Örtü hem psişiği korur hem de psişik olmayanların özel hayatını korurdu. Güçlerini kullanmayı bilen ve adil-saygılı bir telepat olmak Diversity psişikleri için olmazsa olmaz idi.. Demir şimdi Özüm'deki değişimi görebiliyordu. Bütün yorgunluk birikimi ve ağırlığın üzerine, aylardır aralarında süre gelen tartışma ve sürtüşmelerin üzerine kırılma noktası dün akşamki olay olmuştu. Birikim coşmuş ve taşan duygular Özüm'ün içinde yatağını bulup ait olduğu yönde akmaya başlamıştı. Demir dostça gülümsedi. Ellerini genç kadının omuzlarına arkadaşça atıp onu sevinçle sarstı. “Özünü bulmuşsun Özüm,” diye güldü. Sonra bu lafın kulağa gelişindeki “özün ve özüm” şeklini duyunca bir an irkildi. Ellerini genç kadının omuzlarında çekti. “Tam olarak duyulduğu gibi demek istemedim.. Şey .. Yani.. ehem..” Demir biraz sıkılıp utanmıştı doğrusu. Özüm berrak kahkahalarla neşeyle gülüyordu. “Merak etme. Ne dediğini anladım. Hem zaten, yanlış anlama ama pek tipim değilsin Demir.” Demir hem biraz rahatlamış hem de birden içinden bir soru uyanmıştı “nasıl tipin değilim ulan, gül gibi delikanlıyım..” Aralarındaki bağ hala derin seviyede olduğundan Özüm bunları duyabiliyordu ve kahkahalarla gülüyordu.. Demir de kendini çok tutamadı ve gülmeye başladı. Bu aralar Demir de oldukça gergindi ve gülmek iyi gelmişti hani. Güldükçe ikisi de açıldı ve ikisi de rahatladı.. “Evet?” dedi Özüm. Aralarındaki bağ normal seviyeye geri çekilmişti. “Özüm, Hortlak senin bugün karşımda olan Özüm olacağını biliyordu. Ama henüz değildin. Bana bu konuda kısa bir konuşma yaptı ve bir iki tavsiyede bulundu. Ama hepsi bu. Yani aslında ortada bir plan yoktu. Hortlak senin yolunu bulacağından emindi. Ben sadece onun tavsiyeleriyle seni.. Eh.. nasıl derler.. Biraz zorladım diyelim. Süreci biraz hızlandırmaya çalıştım. Ama plan yoktu. Hiç olmadı. Dün akşamki olay ise hiç planlı değildi. Sanırım ben de epey gergindim bir süredir. Bir de o öküz herif Ela hakkında konuşunca gözüm karardı.” Özüm başını salladı. Anlıyordu. Demek plan yoktu. Sadece bir öngörü ve biraz yardım. Hepsi bu.. Demir Hortlak'ı tanıyor muydu? “Hortlak ile yüzyüze geldin mi?” “Hayır. Hiç yüzyüze gelmedim. Sadece telepatik bir bağ. Derin ve güçlü bir bağdı ama fiziki birşey yoktu. Aynı mekanda bulundum ama ne yüzünü gördüm, ne sesini duydum. Sadece gölgelerin arkasında belli belirsiz bir silüet.. Gerçek olduğundan bile şüpheliyim. Bir Venedik karnavalının kıyafetlerini görüp seslerini duyar gibiydim. Aklıma hep Opera'daki Hayalet'ten şarkılar ve kostümler geliyor onu düşündüğümde..” “Aynen. Dünkü buluşma da benim için aynen böyleydi. Şimdi seninle konuşunca içime bir his doğdu. Sanırım Diversity içinde kimse Hortlak'ı görmedi.. Garip. Değil mi?” “Ben emin değilim.” diye cevapladı Demir. “Ben Hortlak'ın yüzünü görmedim ama Hortlak'ı görmedim diyemem. Onu gayet iyi gördüm. Arkasından cehenneme yürümemi isterse seve seve yürürüm. İçinde insanlar için, hayır-aslında evren için çok büyük bir sevgi var. Merhamet ve adalet duygusunu çok parlak biçimde hatırlıyorum. Bir de bilgeliği hatırlıyorum. Çok sade, ve aynı zamanda çok gösterişli.. Saf.. Basit. Ve çocuksu.. Ama bilge. Çok bilge. Ben Hortlak'ı gördüm. Ve gördüğüm kişiyi annem gibi, babam gibi, kardeşim gibi çok sevdim.” Özüm öylece durmuş Demir'i dinler bulmuştu kendisini. Şimdi onu dinledikten sonra dün Hortlak ile konuşurken hissettiklerini bir kez daha tartıyordu. Aslında Demir az önce onun da hislerine tercüman olmuştu. Hortlak'ın verdiği haberler çok sert ve karanlık olduğundan bu duygular gölgelenmişti ama şimdi hissedebiliyordu. Şimdi hissettikleriyle yüreği hafifliyordu. Yanlarına Selin ve Yeşim gelirken ikisi de bu derin muhabbetten çekiliyordu. “Ne kaynatıyosunuz bakiyim?” diye ilk laf atan pembe mayosunun içindeki Selin'di. Demir onun her zamanki gibi çok sade ve çok hoş olduğunu gördü. Esmer tenli eski aşkının uzun, dalgalı saçları da her zamanki gibi muhteşemdi. Buğulu bakışları yine derin ve sakindi. Sakin bir liman gibiydi Selin. Bir süre sonra Demir için fazla sakin olmaya başlamıştı. Demir buna hazır değildi. “Katılabilir miyiz?” diye tatlı talı gülümseyerek soran Yeşim'di. Yeşil gözlü hurinin kısacık kesilmiş altın saçları ve küçük beyaz bir bikinisi vardı. Demir onun bu kadar güneş altında gezip nasıl bu kadar beyaz kalabildiğini hep merak etmişti. Yeşim de Demir'le bir süre beraber olmuştu. Bazı yönlerden çok uyumlu olmalarına karşın bazı yönlerden tamamen zıttılar. İlişkileri hiç bitmeyen sert bir kavga olduğundan bir yerden sonra ikisi de güzelliklerine rağmen yorulmuştu. Bir ilişkiyi bitirmenin cinayetten çok daha iyi yöntemleri olduğunda anlaşmıştılar. “Bir daha saçmalarsam dün akşamki kadar ucuz kurtulmayacağımı söylüyordu Özüm. Sanırım sabrını iyice taşırdım,” diye konuştu gülümseyen Demir. Özüm de gülerek cevap verdi. “Ha şunu bileydin. Artık böyle şeylere katlanmayacağım. Kurallar var. Uymayanlara ne yapılacağı da belli.” Onlar böyle güle oynaya muhabbet ederken geyik kokusunu alan Ela'nın damlaması da uzun sürmemişti. Loca'daki herkes Ela'nın geyik kokusunu nasıl bu kadar çabuk aldığına hayret ederdi. Bu konuda doğal bir yetenekti Ela.. Muhabbet süratle derinleşirken bir ağaç gölgesine yayılmıştılar ve hatta boynuzları bile çıkmaya başlamıştı.. ***** Akşam üzeri olurken Murtaza ve Özcan'ın beraberce ortadan kaybolması Demir'in dikkatini çekmişti. Bu ikisinin Akşam yemeği için yemekhaneye de uğramadığını gördüğünde iyice emin oldu. Pis herifler, adiler, şerefsizler Demir'e haber vermeden mangal yapıyordu.. Demir de Demir ise bunun hesabını sorardı. Bu hıyarların üç mangal mekanı vardı. Hiç değişmezdi. Bunlar güya saklanırdı ama hep aynı -ve çok yakın- yerlere kamp kurduklarından hemen bulunurdu. Nitekim onları bulmak zor olmadı. Rüzgarın taşıdığı kokuyu duydu ilk önce. Sonra sesler gelmeye başladı. Hafiften çakırkeyif şarkılar.. Bir de hayvani sesler.. Bu ikisi şimdiden geğirme yarışına başlamıştı.. “Ohhaaa!. Oha.! Çüş be hey camışlar! Allah'ın davarları! Oha ya..” diye bastı Demir. Murtaza bir küfürle cevap verdi. Özcan güldü. “Geldi bizim beleşci.” “Bir kere de insan ol da bişey getir yanında, deyyuz” diye söylendi Murtaza. “Ben kendimi getiriyorum ya len. Şereflendiriyorum bu sefil.. dur bi dakka.. Oha. Nerden buldunuz lan bunları!?” Özcan güldü. Demir mangalın yanındaki koca yığını işaret ediyordu. Bunlar bu gece sabaha kadar patlayıncaya kadar yemeye niyetli ve de hazırlıklıydı. “Biz senin gibi hazırcı değiliz olm. Buluyoruz yolumuzu her türlü..” Bütün yiyecek stokları sıkı denetim altındaydı ve taze et-tarım ürünü sağlanan birkaç çiftlik bölgesi K07'nin en önemli sırlarından biriydi. “Beyler, tadınızı kaçırmak istemem ama cidden bizim stoklardan yürütmediniz dimi? Bakın onlarda bütün bu insanların hakları var. Biz neden başladık bu mücadeleye? Ne için kuruldu Diversity? Bu ilkeleri biz koru..” “Yav bi dur be olm.. Bi dur da motorun soğusun. Yok öle bişey.. Ohoo. Bi dinle. Bunlar bizden değil. Mutasım'ın malı deniz yemeyen domuz.” “He yav,” diye temin etti Özcan da. “yav bunlar bizim çakma şeyhin hediyeleri.” “Nasıl ya?” diye sordu Demir. “Son devriye sortilerinden birinde şans eseri bir telsiz konuşması yakaladık. Mutasım'a her hafta belli zamanlarda et sağlayan bir cemaat çiftliği bulduk..” diye gülerek konuştu Murtaza “Ulan ya yakalansaydınız. Habersiz ne işler karıştırıyosunuz böyle..” “Ya bi dur be olm. Panik yapma. Herkes senin gibi Rambo değil. 200 adamın ortasına yalın kılıç atlayacak kadar manyak mıyız biz..” “He lan,” diye destekledi gülen Özcan. “Olum, biz salak mıyız? Tedbirimizi aldık. Sağolsun Ertancığım şu optik kamuflaj çantasıyla operasyonumuza destek verdi. Gittik, aldık, çıktık. Kimsenin ruhu duymadı. Aslında bunu daha sık yapmalıyız lan Muro,” Özcan mangaldaki etleri şöyle bir ters yüz etti.. “He lan. Yakında bi daha yapalım bunu,” diye gülerek onayladı Muro. Murtaza bir koca yudum rakı çekti. Geğirdi. Bi yudum daha rakı çekti. Koca bi oohh çekti. “Yarasın,” dedi Özcan kahkahalarla. “Çakma şeyhimin şerefine içiyorum. İnşallah tez zamanda yüzyüze geliriz de bu kadehi yüzüyle tokuştururum oğlancı pezevengin..” “Biram nerde?” diye sordu Demir. “Adam ol da rakı iç abisi,” diye gülerek azarladı Murtaza. “Bak pis adamım biliyosun. Biram nerde?” diye aynen gülerek cevapladı Demir. Bunların geyiğine doyum olmuyodu. “Al lan al. Hemen su koyverme,” diye güldü Özcan. Mini buzluktan aldığı bir birayı fırlattı. Birlikte içtiler. Yediler. Şarkılar söylediler. Geğirdiler. Anlattılar. Dinlediler. Seyrettiler. Gecenin içinde ateşin çıtırtılarında sesi de paylaştılar sessizliği de. Gece derinleşti. Saatler birbiri ardına devrildi. Bir yerden sonra suskunlukları gökyüzüne döndü. Üçü de bir taşa, bir ağaç köküne, bir tümseğe sırtlarını verip başlarını göğe çevirdi.. Yıldızlı gece göğünde geçmişi düşündüler, geleceği düşündüler.. şimdiyi düşündüler.. Bazen de hiç düşünmeden, sadece var olmanın engin derinliğine dalıp, sadece tatlı bir sarhoşlukla kayboldular.. Sabaha karşı ateşin son kalıntıları da küle dönerken, ilk kuşların sesleri etraflarını sararken, dalgalar sabahın şarkısını söylerken, yaprakların hışırtısı rüzgarın fısıltısıyla düet yaparken.. Gökyüzünde ilk ışık yağmuru başlıyordu. İlk meteorlar dünya atmosferiyle tanışmaya başlamıştı. Bir devrin kapanıp bir diğerinin açıldığını söylüyordu gökyüzü. Uzun nesiller boyunca sürecek bir savaşın ilk kurşunlarıydı bu meteorlar. Murtaza geğirdi. Onun hayvani sesiyle diğerleri de uyanıp gözlerini açarken Muro sabah gökyüzünü eliyle işaret etti. “Vay a... k... Başladı be..” diye derin düşüncelerin içinde dalgınca söylendi.. ************ K07'nin 1 numaralı sığınak bölgesindeki ana karargahta acil bir toplantı vardı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte herkese acil durum çağrıları yayınlanmıştı. Bütün dünyada tüm askeri güçler alarm seviyesini kırmızıya çıkarmıştı. İlk meteorların yeryüzüne vurduğunu sismograflar da teyit ediyordu. Yeraltındaki derin, sağlam ve güç alanı ile çifte kalkanlı sağlam bir sığınaktı 1 numara. Mitra'nın birkaç kat üstündeki harekat merkezinde liderler toplanmıştı. Takımlar pistlerde ve fırlatma rampalarında araçlarının başındaydı. Siviller 1. Seviye ve 2. Seviye sığınak merkezlerine yönlendiriliyordu. İlk ön raporlar süratle dünyanın dört bir yanındaki Diversity Localarından akıyordu. Bununla beraber Ruth çok özel bir durum yarattığı için dünya genelinde pek çok gizli örgütün tarafı olduğu Ruth Anlaşması da vardı. Bunun anlamı; KGT ve hatta Hanedanlar'dan ve ülkelerin gizli servis ve askeriyelerinden de bir “paylaşım kanalı” ile bazı seviyedeki bilgilerin serbest yayılımı idi. Çeşitli kaynaklardan akan bilgiler ulaştıkça Mitra bu bilgileri toparlayıp ortaya bir resim çıkarmaya çalışıyordu. İlk bilgiler, yörüngedeki muhafız güçlerin -öncelikli olarak kendi varlıklarını korumak için- üzerlerine gelen meteorlara pozisyon aldığını gösteriyordu. Yerdeki savunma birlikleri olan yerden havaya füzeler ve lazer topu sistemleri de kendi sınırlı bölgelerinde alanlarını korumak için çalışıyordu. Bununla beraber özellikle dünyaya yönelen meteor saldırısı çok bunaltıcı seviyedeydi. Yörüngedeki savunucular kendi üzerlerine gelenleri bir kenara bıraksaydı bile dünyaya yardım için ellerinden pek birşey gelmezdi. Saldıran meteor sayısı ve büyüklük yelpazesi inanılmaz boyuttaydı. Hedefleme ve takip sistemleri bu saldırı karşısında yetersiz kalıyordu. Savunma için ateşlenen füzelerin çoğu hedeflerine ulaşamadan daha küçük meteorların isabetiyle durduruluyordu.. Bütün bu yağmur dinmemecesine bir ritimle sürüyordu. Ritim alçalıp yükseliyordu ama bu acımasız akın şarkısı hiç susmuyordu. Şimdiden üç saat olmuştu ve yağmurlar zaman zaman yavaşlasa da hiç durmuyordu. Meteor yağmuru, Çoban ünitesinin güneş sistemi içindeki meteor kuşaklarından toparlayıp Ruth'un çevresine ördüğü kütlelerden oluşuyordu. Demir ya da kaya bileşenli meteorlar kadar buz kristallerinden oluşan meteorlar da az sayıda değildi. Genelde yere ulaşan meteorların büyük bölümü demir bileşikli küçük meteorların havada infilakı sonucu saçılan parçacıklardı. Çok nadiren birkaç metre ye de yarım metreyi bulmayan bütün parçalar yere ulaşabiliyordu.. Atmosfere girişteki yüksek hızları ve sürtünme-şok etkisi ile bir süre sonra meteorları büyük bölümü yüksek irtifa infilakı ile dağılıp zararsızlaşıyor gibiydi.. Zararsız göreceli bir kavramdı. Bu patlamalar yavaş yavaş yabancı bir partikül rezervini atmosfere saçıyordu. Yer ile uzaydakiler arasında şu an için önemsiz boyutta ama git gide yavaşça yükselen bir ECM etkisi oluşuyordu. İletişim ve sensör sistemleri üzerindeki bu tehlike öngörülen 1 Nisan Çarpışması'na kadar bu ritimde sürerse yerküredeki iletişimin %99'u felç olacaktı. Yere çarpan meteorların büyük bölümü çok küçük olmasına rağmen, nadiren de olsa aralarında boyu 10 metreye varan meteorlar da vardı. Bu darbeler Hiroşima'ya atılan nükleer bombalardan 20 kat kadar daha güçlü olabiliyordu. Böyle tek bir vuruş bir şehri haritadan silecek kapasiteye sahipti. Böyle bir darbe yere vurmadan bir şehrin üzerinde atmosferde patlayıp dağılsa bile yere vuran patlama etkisi hala bir şehrin canına okuyacak güçteydi. Nitekim ilk raporlar New York için bunu işaret ediyordu. New York iki büyük darbe ve sayısız küçük darbe ile yüz yüzeydi.. Yağmur hala sürüyordu.. Dünyanın çeşitli bölgelerinden benzer felaket raporları gelmeye devam ediyordu. Sadece şehirler değil kırsallar ve yerleşim bölgelerinden uzaklardaki ıssız alanlarda ve okyanuslar-denizler üzerinde de yoğun aktivite vardı. Şimdilik meteor boyutları yeryüzüne ciddi bir kalıcı etki bırakacak boyutta değildi ama yağmur yoğun ve aralıksızdı.. “İlk rakamlara bakarsak Mitra en azından 500 bin ila 5 milyonluk bir ölü sayısı bildiriyor. Bunlar sadece darbe aldığı kesin olan 3 şehir için çok iyimser tahminler. Henüz haber alınmamış bölgelerin sayısı korkutucu boyutta. Yağmurun olduğu bölgelerde iletişimin çok hasar gördüğünü göz önüne alırsak topyekün bir bombardımanla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz..” diye durumu özetledi Ali. “Başladı..” diye karanlık bir sesle konuştu Özüm. “Kolay kolay da bitecek gibi durmuyor,” diye katıldı Demir. Ertan K07'nin en dahi bilimadamıydı. Koca bir masanın başında bir sürü istasyondan gelen bilgileri inceliyor ve diğerlerinin görmediği şeyleri bütün o rakamların ve raporların satır aralarında çözümlemeye çalışıyordu. “Diğer Diversity bilim ekiplerindekiler de benimle aynı fikirde. Hatta “paylaşım hattı” ile bağlantıda olduğum diğer askeri kuvvetlerin bilim ekipleri de aynı şekilde düşünüyor..” diye karanlık biçimde konuştu Ertan.. “Yani?..” diye sordu Özüm. Herkes Ertan'a dönmüştü. Ertan bir süredir üzerinde çalıştığı teoriyi daha da kuvvetli kanıtlar bulmasına dayanarak ortaya koydu. “Bu bir yok etme saldırısı değil. En başında yörüngeye o kadar savunma yığınağı yapmamış olsaydık bile Ruth bize çarpmayacak. Buna inanıyorum. Kovan bizi yok etmek istemiyor. En azından ilk aşamada bunu yapmak istemiyor.” “Nasıl ya?!” diye şaşkınca sordu Demir. Ertan bazen can sıkıcı bir dahi olurdu ama Ertan'ı çok severdi ve ona çok güvenirdi. “Bakın, en başından başlayalım. Adım adım.. Bu Kovan niye bize saldırıyor? Yok etmek için, eğer Grekul'a inanırsak..” “İnanmamalıyız mı demek istiyosun? Sesin dalga geçer gibi..” “Aynen öyle. İnanmamalıyız. Bakın burada dönen dolap sadece bir uzaylının bilmem kaç milyon ışık yılı öteden bizi yok etmeye gelmesinden çok daha fazlası. Uzayda bu kadar uzak mesafeleri aşacak kapasitede bir uygarlık ister böcek ister ağaç olsun fark etmez. Bizim seviyemizdeki bir uygarlığın canına okur. Tohumlarla geliyor, efendim gelişmesi lazım vs. vs. vs. Hikaye.. Tohumla gelene kadar bu yeryüzüne attığı meteorların içine bir virüs kapsülü koyardı işlem tamam.” “Bunu bütün dünyada sığınaklar yapılırken herkesin göz önüne aldığını hatırlatmalıyım Ertan,” diyerek araya girdi Özüm, “Dünya çapındaki sığınakların büyük bölümünü oluşturan 1. Seviye sığınakların kömürlükten tek üstün yanı hava geçirmez ve tam Biyolojik-Kimyasal filtreli olmaları. Sığınakların çok büyük bölümü sadece atmosferik koruma düşünülerek yapıldı. Bir meteor darbesinden ya da savaştan çok hastalık saldırısından korumaya yönelik.” “Biliyorum Özüm. Biliyorum. Sizin bilmediğiniz ise elimizdeki bilgilerin bize satır arasında söylediği. Biz burada test ediliyoruz.” diye konuştu Ertan. “Ne testi?” diye soran Ali'ydi. “Onun cevabını henüz bilmiyoruz. Ya da kimin test ettiğini. Ama bir sınav verdiğimiz kesin. Bu koca bir senaryo. Bu bir kurmaca. Kovan cidden bize ilk anda yok etmek için saldırıyor olsaydı bundan çok daha sert gelirdi.” “Belki de yukarıdaki savaşın etkisini çok gözardı ediyorsun Ertan. Yukarda ciddi bir kavga var. Mekikleri ve Silah uyduları bizden çok daha iyi biliyorsun. Grekulların desteği de yanımızda.” diye konuştu Demir. “Size söylüyorum, Kovan Raporu'nu okudum. Bizi bu ilk hamlelerle yok edecek gücü var. Elinde 300-500 metrelik demirden koca meteorlar varken bize attıkları fındık fıstık.. Ağırdan alıyor. Gelecek günler bunu daha iyi gösterecek. Yenmek ya da yenilmekten ziyade birşeyin peşinde olduğunu hissedebiliyorum. Onu aldıktan sonra hala mümkün olursa canımıza okuyacak..” sonra Ertan derin ve karanlık düşüncelerinden gülerek sıyrıldı.. “Aman.. Siz boşverin bu kaçık ineğin sözlerini. Gerçek olan şu ki şu durumda daha ilk başta çok sıkı bir karşılık verebilirsek bu düşmanı bozabiliriz. Bize bu şekilde saldırması doğru bir taktik değildi. Avantajı tepti. Sıra şimdi bizde..” Ertan'ın görüşlerini sessizce paylaşan bilimadamlarının sayısı az değildi. Daha çok bilenler en az konuşup en çok düşünenlerdi. Onların ağzını şu aralar bıçak açmıyordu. Raporlara ve ölçümlere gömülmüş kafa patlatmakla meşguldüler.. Bu insanların görüşlerine değer verenler ise sadece endişeli ve rahatsız bir biçimde elleri tetikte ya da işlerinin başında umut ediyordu. En iyisini umut ediyordular. Daha kötüsü insana yaşam şansı vermiyordu. ****** İlk yağmurun başlamasından 2 gün sonra Opera tarafından başlatılan bir operasyon Afrika'ya yöneliyordu. K07'nin 1. Takımı da bu operasyona katılıyordu. Sahra çölünün kuzey doğu uçlarında görülen ilk Kovan bölgeleri hedefteydi. Ön raporlar bu çöl bölgesinde geniş alana -çok sık yamalarla- yosun yayılımını gösteriyordu. Bu bölgenin çapı 20 kilometreyi buluyordu. Bölgeyle ilgili istihbarat raporlarına bakılırsa buralarda ilk sentezleyici kök yapılar ve güneş havuzları hatta spor kolonileri görülüyordu. Larva havuzları ve besin koruları olarak adlandırılan yapılanmalar ve köpekcek ile işçi ünite hareketi de göze çarpıyordu. Bu bölgelerde küçük boyutta sarmaşık muhafızları ve zıpkıncı varlığı da dronlar ile tespit edilmişti. Kovan müthiş bir hızla ilk üslerini kurmaya başlıyordu. Sahra'da bunlar olurken Buenos Aires'den gelen haberler hiç iç açıcı değildi. Şimdilik haberler çok yayılmamıştı ama kesin bilgiler geliyordu. Spor kolonilerinin ve yosunun yaylımı şehri ele geçirmişti. Şehir içindeki ve çevredeki birliklerin ne olup bittiği ile ilgili en ufak bir fikri yoktu. Orduların en üst kademeleri bilgi sahibi olsa da alt kademedeki bilgi akışı SON ana kadar çok kısılmıştı. Ne yazık ki o “son an” kısmı çok yanlış ölçülmüştü. Son, bazıları için beklenenden çok önce gelmişti. Neyle karşı karşıya olduğunu bilmeden savaşı kaybetmişti Buenos Aires.. Bütün şehir ya ölmüş ya da spor etkisi altında kalarak “çalınan insanlar”a dönüşmüştü. Onlar artık Kovan'ın kraliçelerine hizmet için var olan iradesiz köle askerlerdi. ************ Kirpi, çok cici bir muharebe-destek aracıydı. 14 metre boyunda, 4 metre genişlikte ve yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki bu aracın silüeti yumuşak-yuvarlak hatlara sahip bir kamyonu andırıyordu. Üç sıra önde, üç sıra arkada olmak üzere 12 adet koca tekerleği olan bu canavarın arkasındaki kargo bölümü 2 Jaguar ünitesini taşıyabilecek kapasitedeydi. Bu aracın içindeki istihbarat-iletişim sistemleri ve üzerindeki küçük ölçülü Quad-Shooter taretleri, roket-füze fırlatıcıları onu komuta-destek-nakliye-keşif alanlarında etkili bir araç kılıyordu. Derisi cidden çok kalındı. KGT kökenli güç kalkanları olmadan bile tanksavar silahların büyük bölümüne karşı tam dirençliydi. Pelikanın yere indirdiği 2 adet Kirpi aracı süratle kargo kapılarını açıp 4 jaguarı daha kumlu çöl yüzeyine indirdiğinde sahadaki jaguar sayısı 10'a tamamlanmıştı. Jaguarlar süratle geniş bir kama düzeni alırken Kirpiler bu kamanın içinde onlarla ilerliyordu. Kama formasyonuyla ilerleyip ilk elden istihbarat verisi toplayacaktılar. Burada Kovan ile ilgili bilgi edinmek, yayılımını bastırıp kraliçeyi bulmak-yok etmek hedefler arasındaydı. Kirpilerden birinin içindeki Ali operasyonun Taktik şefiydi. Komuta aracındaki istasyonlardan birinin başında diğer iki yardımcısı ile çevreyi izliyordu. Bilmek ayrı şeydi burada bizzat bulunup görmek bambaşka bir şeydi. Bu yeşil örtü çölün bu bölgesini neredeyse tamamen kaplamıştı. Acayip şekilli oluşumlar bu yosunumsu-çimenimsi katmandan yer yer fışkırıyordu. Bu çok inanılmaz ve şok edici bir manzaraydı. Burası dünyaya hiç benzemiyordu.. Sürücü koltuğunda oturan Özcan kamera ve sensörler sayesinde holografik kokpitinde 360 dereceyi kristal berraklığında izliyordu. “Lan Ali, bayılıyorum bu canavarı kullanmaya. Hele şimdi bu operasyonu düşününce.. Şuna bak yav, bu harika bi şey. Işıklar, renkler, ordan açılan pencereler, burdan son saniye raporları. Uzaygemisi, yok yok, filo yönetir gibi hissediyosun. Hem de herşey parmaklarının ucunda.. Hehe..” Ali gülümsedi. Başını iki yana salladı. Özcan bu işi strateji simülasyonu oynamak gibi görüyordu. “En azından birimizin eğlenmesi de güzel bişey,” diye konuştu arkadaşına. Özcan kahkahalarla güldü. “Karşımdakinin insan olmadığını bilmek hoşuma gidiyor. Biliyosun savaşta çarpıştım. Gönüllü yazılmıştım askere. Neye yazıldığımı bilmiyodum. Savaş bittikten sonra, geri döndüğümde herşeye daha başka gözle bakmaya başladım. Birilerinin babasını ya da oğlunu, kocasını, kardeşini hedef almadığımı bilmek şimdi içimi biraz rahatlatıyor.. Çok rahatlatıyor.. Yine de hala..” derken tatsızca durakladı Özcan.. “Hala ne ?” diye sordu Ali. Özcan'ın sesinde birden ortaya çıkan rahatsızlık canını sıkmıştı. “Adamım, saçma gelecek ama.. Ya, bu Kovan hakkında ne biliyoruz? Çok az şey biliyoruz.. Yaşayışı, düşünüşü, yolları hakkında hiç kadar bişey biliyoruz.. Bizimle savaşmaya, bizi yok etmeye geldi diyoruz.. İyi de neden bize düşman, ne yaptık da tavuğuna kışt dedik.. Savaştan başka yol yok muydu da hemen üstümüze atladı? İşte şu yöntemi kullanır bu silahları bu taktikleri kullanır diyoruz.. İyi de bu düşman, düşman olduğu kadar da canlı be babacığım.. Canlı. Anlatabiliyo muyum? Bu bi yandan insan öldürmediğimiz bi video oyunu gibi rahat bi savaş, öte yandan hala bir canlıyı öldürüyoruz. Hakkında çok az şey bildiğimiz, bizden uzun bin yıllar önce uzaya adım atıp kültürünü ilerletmiş bir canlı..” Ali cidden bu konuşmadan rahatsız olmuştu. Kovan'ı sadece çok gelişmiş bir böcek kolonisi, uzaylı bir düşman olarak düşünmek daha kolaydı. Onu canlı ve karakter sahibi bir kişi olarak düşünmek işleri rahatsız edici bir boyuta getiriyordu. Cidden rahatsız olmuştu. “Ne kültürü lan. Böcek işte.. Düşman. Düşmanı çok fazla düşünmek savaşta iyi değil Özcan. Tetik parmağına hiç iyi gelmez bu düşünceler,” diye mırıldandı ama sesi kendisine bile inandırıcı gelmemişti.. Durdu.. Pis pis Özcan'a baktı. “Özcan.” “Hee, ne var?” “Seni kas yığını, fındık beyinli, çok gelişmiş sevimli bir ayı olarak gördüğüm zamanlarda daha çok seviyodum. Felsefe yapmanın sırası mıydı g...?” “İnan bana ayı olduğum zamanları ben de daha çok seviyorum. Öteki türlüsü adamın canını yakıyor.” *** Köpekceklerin sırtındaki iki koca yüzgeci andıran çıkıntıların ne olduğu hemen ortaya çıkmıştı. Bunların üzerindeki dikenlerin her biri çok güçlü bir tüfeğin mermisi gibi hasar kabiliyetine sahip misillerdi. Tüfek mermisi gibi vınlayarak uçup giden bu dikenlerin vuruşu patlayıp spor da saçıyordu. Koca sürüler halinde sahaya yayılmış köpekcekler geri çekilmeden ve iyi organize sürüler halinde çarpışıyordu. Çarpışmanın daha ilk yarım saatinde çok değerli bilgiler toplanmış ve epey düşman gücü yok edilmişti. Diğer Loca gurupları da kendi bölgelerinde aynı ölçüde başarıyla ilerliyordu. Doğudan batıya bir cephe halinde önlerine geleni süpürerek ilerliyordu saldırı gücü. İçerilere doğru ilerledikçe düşman sayısı ve çeşitliliği de artıyordu. Sarmaşık muhafızlar araçlara saldırmaya başlamıştı. Bazı yerlerde yoğun sarmaşık kollar ahtapotlar gibi jaguarları esir alıyordu. Kökleri yok edilene kadar araçlar esir kalıyordu. Bu halde bir zarar verici güçleri yoktu ama hareketsizleştirdikleri ortadaydı. İlk tank böceklerinin kalın yosun tabakası altından fırlayıp öne çıkmasıyla bu hareketsizleştirme etkisinin ne kadar tehlikeli olacağı da göz önüne çıkıyordu. Tank böceklerinin sarı plazma vuruşları sayıları arttıkça kalkanları daha hızlı boşaltır hale gelmişti. Bu tank böceklerle çarpışarak ve yok ederek biraz daha içerilere ilerledikçe daha çok tank karşılarına çıkmaya başladı. Daha bunlar ne bela şey diye düşünürken şimdi ilk spor kolonileri karşılarındaydı. Sarı-turuncu bir kar fırtınasını andıran bölge etkisi bu kolonilerden süratle ve rahatsız edici psişik etkilerle yayılmaya başlamıştı. Hafif bir rahatsızlığı ve baskıyı hepsi hissediyordu. Sıradan insanların öğle güneşinin bir anda kalın kara bulutlarla gölgelenmesi gibi bir etki yaratıyordu bu durum psişikler için. Zarardan çok rahatsız edici bir etkiye sahipti şimdilik. Bütün savaş gurupları benzer manzaraları ve hisleri dile getiriyordu. Hepsi bu düşmanın doğasından çok rahatsızlık duyuyordu. Kovan'ın en ürpertici yanıyla yüzleşmiştiler. Az sonra üzerlerine çıldırmış kuş sürüleri akın ederken bunun ürpertisini iliklerine kadar hissettiler.. Kovan dünya canlı yaşamını ele geçirip köle askerler gibi kullanıyordu. Demir en önde ilerlerken altından vuran bir darbeyle jaguarı havaya fırladı ve yere sırt üstü çakıldı. Devrildi. Ela hemen o yana dönerken hepsi şaşkındı. Demir süratle toparlanıp “kendini düzelme” manevrasıyla jaguarını kendi imkanlarıyla düz konuma getirmişti bile. Ela yanına kendi jaguarı ile damladığında ikisi de karşılarındaki canavara bakıyordu. Bir balina gibi kocaman ve yırtıcı gaga kafalı bir solucandı bu! Koca bir yeraltı canavarıydı. Toprak canavarı.. Jaguarların bir akrep kuyruğunu andıran katlanabilir silah kolunun ucunda Quad-shooter silahı vardı. Silaha eklenen mini roketlerden birisi ateşlendi. Ela çok hızlı tepkileri ile tanınıyordu. Yaratık daha ağzını açıp kalın bir yeşil duman-sprey kümesi püskürtmeye başlıyordu ki roket ağzının içinde patlayıp canına okumuştu! Guruplara biraz daha ileri gitmeleri için emirler verilmesinin üzerinden sadece 5 dakika geçmişti. Kovanın elektrovatozları ve yarasaları koca sürüler halinde karşılarına dikiliyordu. İyi organize guruplar halinde saldıran bu savaş gurupları toprak canavarları, köpekcekler ve sarmaşıklarla destekleniyordu. Savaş alanı iyice karışmıştı. Kirpilerin destek ateşi iyice ortaya çıkmıştı. Kirpilerin taretleri durmadan girdap vuruşları ile köpekcekleri ve mikrodalga koni saldırıları ile vatozları hedef alıyordu. Sarmaşık köklerinin ve tankların üzerine roketler-mermiler isabetle yağıyordu. Jaguarların otomatik quad taretleri tam kapasite çalışıyordu.. Herkesin kalkanları süratle son noktalarına dayanıyordu.. 5 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 20 metre uzunluğundaki koca boğatıl (boğa tırtıl) üniteleri sahneye çıktığında vakit gelmişti. Zırhlı kalın kabuk derisi ve iki koca boynuz topu ile bu üniteler nadir Kovan yaratıklarıydı. Bunlar küçük prensesleri taşıyan VIP üniteleri idi. Burada anlaşıldığı kadarıyla gelişmiş bir kolonini temelleri atılmaya çalışılıyordu. Belki de atılmıştı bile.. Birlikler derhal geri çekilme emirleri alınırken bu boğatıl ünitesinin üzerine Jaguar ve Kirpi saldırıları yağıyordu. Boğatıl bunlardan etkilenmediği gibi kalkanların canına okuyan güçlü saldırılarla karşılık veriyordu. Başka gurupların karşısına da birer ikişer boğatıl üniteleri çıkmaya başlamıştı. Çekilme emri tam zamanında gelmişti. Kalkanlar tükenmiş ve kirpi araçlarından bazıları boğatıl saldırılarından ciddi hasar alarak kaçabilmişti. Pelikanlar süratle yardıma koşmuştu. Bu mekikler kendi guruplarına destek ateşi sağlarken birer birer neredeyse tırtılların tümü vurulmuş ve yok edilmişti. Pelikan silahlarından sadece 2 tırtılın kesin kaçışı görülmüştü. Bunlar güçlü lazer silahlarının vuruşları ulaşamadan süratle yerin derinlerine inen tünellere dalıp tarayıcılardan kaybolmuştu.. Pelikanların aldığı emir açıktı. Güçlü bir saldırı için yeterli silah gücü olan kuşlar hedeflerinin üzerine isabetli saldırılarına başladığında az bir direniş ile karşılaştılar. Vatozlar ve yarasalar Pelikanlar için bir sorun değildi. Yer ve hava hedefleri üzerine devamlı bir saldırı sonucu Sahra üzerindeki bu küçük bölge görünüşte temizlenmişti. Bununla beraber taktik subayların hepsi sadece yüzeysel bir temizliğin söz konusu olduğunda anlaşıyordu. Şu durumda bu da bir başarıydı. Henüz gerçek kavga başlamamıştı. Bunlar ısınma turlarıydı. Şimdilik Kovan bu baskı ile yavaşlatılmıştı ki bu iyi bir şeydi. Asıl kavga Ruth'dan sonra başlayacaktı. O zamana kadar Localar ve diğer direniş güçlerine yine de çok iş düşüyordu. ******* İlk meteorların yeryüzüne vuruşundan 24 saat sonra Özüm yanında takım komutanları ve Metin Binbaşı ile bir toplantı yapıyordu. Konu bu yeni durum karşısında takınılacak yeni tavırdı. Opera'nın bütün Localara tavsiye emirleri vardı. Mümkün olduğunca kısa sürede kendi bölgelerinde sivil düzeni mümkün olduğunca hakim kılmak için adımlar atmaları bekleniyordu. Bunun anlamı ayaklanmacı ve zorba güçlere karşı bir hareketin başlatılması idi. Mümkün ise diplomatik değilse askeri biçimde durumun bu yeni şartlara uygun biçimde yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Özüm kadar Metin Binbaşı da bu askeri harekat konusunda biraz tereddüt içindeydi. Özüm eski Özüm değildi ama daha ilk hamlesinde bu kadar büyük bir kararla yüz yüze olması da genç kadının canını sıkıyordu. Metin Binbaşı ise üstlerinden onay almadan böyle bir operasyona başlamak konusunda aynı ölçüde rahatsızdı. Konuşmalar ve fikir alışverişleri sürerken sesi çıkmayan tek kişi Demir'di. Özüm ve Metin Binbaşı da bunun farkındaydı. Normalde Demir ilk önce ağzını açan ve şiddetle harekete geçilmesini savunan kişi olurdu. Metin ve Özüm bazen sinir olsalar da çoğu zaman Demir'i haklı bulurdu. Demir ordudan istifa etmeden önce gelecek vaat eden bir subaydı. Metin Binbaşı onun sicilinin farkındaydı. Asi ve dikbaşlı, öfkeli mizacının da farkındaydı. Yine de aralarındaki gerginliğe rağmen karşılıklı saygıları da bir gerçekti. Özüm sonunda Demir'e dönmüş soruyu soruyordu. Demir neden susuyordu? Demir masa üzerinde dönen holografik haritayı işaret etti. Haritada düşman güçlerin bilinen en güçlü noktaları, dost kuvvetler, müttefikler, mazlumlar hep işaretliydi. “Bu haritada çok fazla kırmızı nokta var,” diyerek saf bir disiplinle söze başladı. Duygularını bu defa hiç işe katmadan çok düz biçimde ve askeri bir mantıkla konuşuyordu. “Önümüzdeki günlerde Türkiye topraklarına ne derece meteor bombardımanı düşeceğinden emin değiliz. Şimdilik ilk öncü saldırılar dünya üzerine inmeye başladı. İlk birkaç saatteki yoğunluk azalsa da saldırı durmadı. Ve duracak gibi de görünmüyor. Bu aşamada süratle -henüz vakit varken- kendi bölgemizi tamamen düşman unsurlardan temizleyip olası Kovan saldırıları için pozisyon almalıyız. Saldırıya uğramasak bile en azından diğer bölgelere yardım için hazır durumda olmalıyız. Enver ve Mutasım dışarıdayken bunu yapamayız." “Açık bir saldırıdan söz ediyorsun Demir.” diye konuştu Metin Binbaşı. “Kesinlikle,” diye kısa ve net biçimde cevap verdi Demir. Özüm araya girdi; “Bu derece kalabalık toplulukların üzerine giderken ölümcül güç kullanımı bir noktadan sonra kaçınılmaz olacaktır.” “Bizim silahlarımız sizinkiler gibi değil Özüm. Biz vurursak öldürmek için vuruyor olacağız. Karargahtan buna onay çıkar mı emin değilim,” diye konuştu Metin Binbaşı. “Binbaşım, Özüm. Endişelerinizi anlıyorum. Bu olaylar ilk patladığında ben de sizin gibi düşünüyordum. O zaman bunu kimse yapamazdı. Ama zaman akıp gittikçe şartlar değişti. İlk başlarda koca bir dalga vardı. Bu dalga haklıydı. Öfkeliydi. Bu durumda hem Polis hem de Asker yapabileceği kadarını yaptı. Hedefin içinde yaşla kuruyu ayırmanın imkanı yoktu. Ortalık çok karışıktı. Tereddüt ve geri çekilme çok doğaldı. Sonunda dünya kaçınılmaz biçimde ormana dönüştü.. Oysa şimdi zaman değişti. Şimdi durum daha farklı. Şimdi Kalelerden çıkıp Kanunu geri getirmenin zamanı geldi. Karşımızda haklı ve öfkeli bir dalga yok artık. Karşımızda iki koca topluluk var. Daha büyük olanı Mazlumlar. Daha küçük ve çok daha etkili olanı ise bunlara zulmeden vicdansız Zalimler. Zalimlere karşı uygulanması gereken tek strateji güçtür. Kaba güç.. Ölümcül güç. Daha azını uygulamamız söz konusu değil. Buna hakkımız yok..” Metin binbaşı araya girdi. “Ne hakkından söz ediyorsun? Burada suçlu bile olsalar insan öldürmekten söz ediyorsun. Hem kanunu getireceğiz diyorsun hem de insanlara karşı tek elde hem savcı, hem yargıç, hem de celladı oynamaktan söz ediyorsun Demir..” “Binbaşım. Şu andaki durum bir iç savaş durumudur. Savaş hukuku ortadadır. Savaşın kendisi sivil yasaların katledilmesi demektir. Savaşın kendi hukuku vardır. Bunca masum insana zulmedenlere bu şartlarda uygulanacak tek yasa savaş yasalarıdır. Bunlar korunmasız masum halka ateş açıp zulmeden, tecavüz eden zalimlerdir. Zalimlere merhamet göstermek mazlumlara zulümdür. Onları affedemeyiz. Buna hakkımız yok.” diye sertçe konuştu Demir. Takım komutanları bile ürpermişti.. Öte yandan hepsi son bir yıl içinde sokaklarda çok şey görmüştü. Şimdi Demir'in sözleri bütün o gömdükleri-unutmaya çalıştıkları canavarlıkları, kötü hatıraları yeniden gözlerinin önüne getiriyordu. Bunları affetmeye hakları var mıydı? Bu yapılan zulmü karşılıksız bırakmak masumların, mazlumların ikinci kez tecavüze uğraması değil miydi.. Demir haklıydı. Zalimleri affetmek mazlumlara zulümdü. Bunu yapmayacaktılar.. ********** Operasyonun adı Çelik Adalet olarak verildi. Demir'in verdiği isimdi bu. Bütün takımları toplayıp K07 üssündeki görevlilerin ve sivillerin de dinlemesi için yayınlanan bir konuşma yaptı. Temelde Özüm ve Metin Binbaşı'ya yaptığı konuşmayı yineledi. Düzen ve kanunu geri getirmek için karşı saldırıya geçtiklerini ifade etti. Tetik parmaklarının tereddüt etmemesini söyledi. Bu konuşmanın ardından kimsenin tereddüt edecek hali de yoktu. Hiçbiri son yıllarını cam fanusta geçirmemişti. Dışarıda karşılaşacakları adamların nasıl canavarlar olduklarını hepsi biliyordu. Hepsinin kendi tecrübeleri ve geceleri uykularını bölen anıları vardı. Gözlerinin önünde çok kan akmış, çok acı çekilmişti. Güçleri hepsini durdurmaya yetmemişti.. Çelik Adalet harekete geçtiğinde ilk hedef süratle Enver Ender'in şehir dışındaki merkeziydi. Burası sıkı korunan koca bir yerleşimdi -Ender'in şahsi kasabasıydı, Enverşehir.. Enver'in adamlarından başka köle gibi çalıştırılan bahtsızlar ve kaçmasınlar diye rehin tutulan aileleri de buradaydı. Silahlı adamların ellerinde ağır makinelilerden roketlere ve zırhlı araçlara kadar geniş bir yelpaze vardı. Son teknoloji gözetleme ve haberleşme sistemlerine sahiptiler. Çevrelerinde kuş uçurtmuyordular doğrusu. Demir'in planları çok doğrudandı. Şok saldırı. Saldırı planlarını Metin Binbaşı da kabul etmişti. Locanın elindeki silah teknolojisi ve ateş gücünü geçen birkaç ay içinde çok yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Metin Binbaşı özellikle Gergedanların sahaya sürülmesini gördüğünde neredeyse karşıdakilere acıyacaktı. Tek bir gergedanın bile Enver'in bölgesinin canına okuyacağına inancı vardı. Burada sahaya 5 Gergedan sürülüyordu. Koca savaş kuleleri gibi Enver'in yerleşiminin çevresini kuşatan bu mech dronlar Diversity operatörlerinin kumandasında hazırdı. İlk saldıranlar jaguarlardı. K07 elindeki 20 jaguarın tamamını buraya getirmişti. 4 Kirpi de içindeki timler ile onların peşinde karadan ilerliyordu. İstihbarat saldırının çok önemli bir unsuruydu. Enver'in bütün üssünü avucunun içi gibi bilen Loca askerleri çok avantajlıydı. Bütün kilit noktalar hedef bilgisayarlarının öncelik listelerinde sıralanmıştı. Roketler ve top atışları hiç vakit kaybetmeden en süratli rotalarla adrese teslim ediliyordu. Bütün savunma noktaları bir bir düşerken Enverşehir'in dış kabuğu paramparça yarılıyordu. Kirpiler kayda değer bir direniş görmeden ve taretlerinden yıkım saçarak içlere ilerliyordu. Saldırının dehşeti daha ilk dakikalarda hissedilmişti. Enver'in daha az sadık adamları çoktan yaya ya da motorize şekilde kendilerine bir çıkış yolu yapmaya çalışıyordu. Gergedan operatörleri araçları EMP mermileri ile safdışı bıraktıktan sonra silahlı olduğu görülen yayaları tek tek yere indiriyordu. Metin Binbaşı'nın askerleri silahlarını bırakıp kaçmaya çalışanları kıskıvrak yakalayıp ayrı bir köşede kilit altına alıyordu. Jaguarlar kısa süre içinde bütün güçlü noktaları vurmuş ve yere inmişti. Hedef yılanın başıydı. Enver Ender'in yeri sabırlı bir izleme ve görünmez mini dronların becerisi ile bulunmuştu. Timler yollarını fırtına gibi aşarak ilerliyordu. Demir tek atışla iş bitiriyordu. Mikrodalga silahı nokta atış modunda ölüm saçıyordu. Vurulanların bedenlerindeki bütün su-sıvılar buharlaşıyor ve bedenler anında kapkara kömür gibi oluyordu. Duman tüten bedenler yere bir bir yığılırken Demir ve diğerleri durmadan ilerliyordu. Kaçacak çok fazla yer yoktu. Enver Ender belki güçlü ve acımasız bir mafya kabadayısıydı ama onun için bile yolun bir sonu vardı. Izbandut cüsseli zalim herif şimdi ilk kez o yolun sonuna geldiğini hissediyordu. Adamları bir bir düşerken bütün kaçış yollarının kapalı olduğunu görüyordu. Gizli tüneli bile havaya uçmuştu. Yolları bitmişti. Enver sinirli sinirli etrafındaki adamlarını bile vurmaya başlamıştı. Çıldırmış gibiydi. “Enver..” diye seslendi Demir. Enver o yana döndü. Elindeki kalaşnikofun şarjöründeki bütün mermi bitene kadar Demir'e mermi yağdırdı. Demir etkilenmeden yavaş yavaş yürüyordu. Yüzünü tamamen kaplayan hava geçirmez zırh başlığını çıkardı. Enver ikinci bir şarjörü öfkeyle silaha güç bela taktı. Yeniden ateşe başladı. Silahın namlusu birden kontrol edemediği bir şekilde havaya doğru dönmüştü. Şarjör havaya boşalmıştı. Sonra silah elinden fırladı ve Demirin eline geldi. Demir tek eliyle tutarken silahın namlusu görünmez bir gücün elinde ters u şeklinde yamuldu. Demir silahı savurup attı. Belindeki tabancaya uzandı Enver. Küfürler ederek silahı çekti. Silaha Demir'in elinden şimşeklerin fırlamasıyla Enver acıyla silahı yere attı. “Bitti Enver,” “Canın cehenneme! O.. ç..!! Benim adım Enver Ender! Ben ölmem! Ben ölmem! Beni öldüremezsin ib.. evladı!” Enver koşarak Demir''in üzerine atılırken Demir de cevabı yapıştırıyordu. “A... bile k.., bin babanın çocuğu..” Demir'le Enver hemen hemen aynı boydaydılar ama Enver çok daha iri yapılıydı. Acı gücüyle ünlü acımasız bir kabadayıydı. Düşmanlarının kafalarını kendi elleriyle sıkıştırıp kırması ile dehşetli bir şöhrete sahipti. Demir adamın elini yakaladı. Yüzüne iki tane okkalı tokat indirip adamı yere uzattı. Enver çıldırmış bir öfkeyle ayağa fırlayıp saldırdı. Demir yine yumruğu havada kesip adamın karnına nefesini kesen bir diz geçirdi. Daha Enver toparlanamadan kafası Demir'in iki elinin arasındaydı.. “Kafayla yaptığın numarayı duydum. Senin ki kadar ünlü olmasa da benim de kafalarla yaptığım bi numara var. Bakalım beğenecek misin?” Demir'in zihninden Enver'in zihnine görüntüler, sesler, duygular akmaya başlıyordu.. Demir özellikle hazırladığı bu şablonun içindeki duyguları özenle seçip güçlendirmişti. Bu özel bir paketti.. Daha ilk birkaç saniyenin sonunda Enver dizlerinin üzerine çökmüş iki eliyle saçını başını yoluyordu. Haykırışları ve böğürmeleri korkunç acılarla can çekişen kudurmuş bir iblisi andırıyordu.. Kısa süre içinde Enver yerde sessiz inlemelerle yuvarlanır hale gelmişti.. Demir yanına oturdu. Bir sigara yaktı. Bu mereti bırakmıştı aslında. Ama son birkaç paketi özel anlarda tüttürmek için saklıyordu. Derin bir nefes çekti.. Öksürdü.. Cidden iğrençti bu yav.. Nasıl içmişti bunu senelerce.. “Bok gibi..” deyip sigarayı yere attı. “Biliyor musun aslında çok şanslısın,” diye laf attı Ender'e. Ender'in onu duyacak hali yoktu ama olsundu.. Enver'in gözleri faltaşı gibi açılmış ve öylece donup kalmıştı. Gözlerinden yaşlar akıyordu.. Kaskatı kesilmiş zorlukla nefes alarak ağlıyordu.. “Zahid ve Mutasım için hazırladığım paketin yanında seninki çocuk oyuncağı gibi kalır.” Demir bu kadarının yetmesi gerektiğine karar verdi. Emektar Glock'unu çekti. Enver'in kafasına tek bir atış yaptı. “Allah affetsin Enver Ender. Ben affetmeyeceğim..” **** Enver Ender'in başına gelenlerin haberi süratle yayılmıştı. Hatta neredeyse ışık hızında yayılmıştı. Enver'e bağlı olan çetelerin çözülmesi ve silahlarını bırakıp Metin Binbaşı'ya teslim olması baş döndürücü bir hızla gerçekleşiyordu. Enverşehir'in vurulup Enver'in öldürülmesi haberi Antalya ve çevresinde şok etkisi yaratmıştı. Bir yandan meteor yağmuru tepelerinde yağarken bir yandan da böyle bir darbeyi duyan ayaklanmacı çeteler şimdi durup ne yaptıklarını bir kez daha düşünüyordu.. Sahi onlar ne yapıyordu? Neler yapmıştı? Nereye gidiyordular böyle? Bu soruları kendine soranlar az değildi. Hatta Hacı Mutasım'ın saflarında bile kuytularda fiskoslar ve tereddütler başlamıştı. Şimdiden iç infazlar ile ortalık karışıyordu. Şeyhe ihanet eden kafirlerin kafaları ibret olsun diye kesiliyordu. Kaçmaya çalışanlar taşlanarak ya da başı kesilerek öldürülüyordu. Kimileri kurşuna diziliyor kimileri boğazlanıyordu.. Mutasım sıradakinin kendisi olduğunu görebiliyordu. Şimdiden aklında kaçış için planlar yapıyordu. Gemisi su alıyordu ve fareler batan bir gemiyi ilk terk edenlerdi. Çelik Adalet operasyonunun ikinci gününde hedef doğrudan çakma şeyh Hacı Mutasım'ın iniydi. Şeyh'in yerini bulmak Enver'in yerini bulmaktan daha kolay olmuştu. Çok iyi saklanan Mutasım'ı pisboğazlığı ele vermişti. Çiftliklerden et götüren aracın izlenmesi ile ini ortaya çıkmıştı. Mutasım'ın saklandığı çiftliğin çevresinde hatırı sayılır sayıda müridi yolları ve çevreyi tutuyordu. Bir sürü kaçış rotası vardı. Bu muhafızlar en fanatik müritlerden özellikle seçilmiş tam uçuk tiplerdi. Şeyh aka kara dese ona bile gözü kapalı inanacak türden bitik tiplerdi bunlar. Bunların teslim olması ya da kaçması asla söz konusu değildi.. Demir'in telsizden Zahid'e ulaşması ve haber vermesi ile başlamıştı operasyon.. “Zahid..” “Demiiir! İb.. evladı!” diye yeni böğürmeye başlıyordu Zahid ama Demir hemen lafı ağzına tıkıyordu. “Zahid.. Tasmamı çözdüler. A.. k.. geliyorum, bin babanın evladı. Hemen şimdi.. Bi yere gitme..” Zahid bişey diyemeden öylece nutuksuz kalmıştı.. Saldırı tam bir kıyım havasında gerçekleşti. Doğrudan Çiftliğin bahçesine inen Pelikanın içinden timler etrafa yayılırken önemli mevziler jaguarlar tarafından çoktan temizlenmişti. Çevrede şimdiden onlarca kömürleşmiş ceset yatıyordu. Mermiler ve kırmızı ışınlar havada uçuşuyordu. El bombaları ve roketler sağda solda patlayıp duruyordu.. Tekbirler, histerik bağırmalar, kudurmuş böğürmeler ortalığı inletiyordu. Beyni yıkanmış insanlar yalancı bir şeyhin kurbanları olarak bir bir yere düşüyordu.. Bütün araçlar EMP ile etkisiz hale getirilmişti. Asıl hedef Mutasım'ı arayan takımlar çevreyi sarmış ve çiftlik binası ele geçirilmişti. Çevreden çiftliğe akanlara karşı temizleme harekatı sürerken Mutasım hala ortada görünmüyordu. Yalancı şeyh ve sadık adamı Zahid tam atlara eğerlerini vururken üç rüzgar patlaması ve cozurtu sesiyle arkalarına döndü.. Sıcaklığı ve yanık et kokusunu mideleri kalkarak duydular.. İkisi de dehşet ile sarsılmıştı. “Daha eğlence yeni başlıyor.. Nereye kalkıyosunuz yahu?” İki adam da ellerindeki kalaşnikofları doğrultmak istedi ama silahlar ellerinden havalanıp Demir'in ayaklarının dibine kondu. Demir işaret parmağı ile Mutasım'a işaret etti. Zihninden felç edici bir emir Mutasım'ın zihnini kilitliyordu.. “Sen orada iki dakka sıranı bekle hele yalancı şeyh. Seninle ayrıca ilgilenecem..” Mutasım öylece ayakta donup kaldı.. Yanındaki at irkilip yana doğru yürürken Mutasım'a hafifçe çarptı. Kaskatı donuk adam ahırın samanlı ve at pislikli zeminine tam bir pisliğin üzerine doğru devrildi. “Sonunda hayatta hak ettiğin yeri buldun be Mutasım.. Bak şu Allah'ın adaletine.” diye kahkahalarla güldü Demir. Tam bu anda içeri girmiş olan Özcan ve Murtaza da bu duruma şahit olmuştu ve şimdi onlar da kahkahalarla gülüyordu. “Aaa, bak Muro bu bizim çakma şeyhle onun çanak yalayıcısı değil mi lan!?” “He lan.. Ulan bak ne şanslıyız. Tam eğlencenin üstüne gelmişik!” “Eveeet, Zahid.. Seni kaygan ib.. Seni bin babanın çocuğu. İşte karşımdasın..” dedi Demir. Zahid herşeye rağmen hırçın bir öfkeyle böğürdü. Postu ucuza vermeyecekti.. “Demiiir!! İb.. evladı!! Köpek Kemalist! Pis münafık! Bak bu Zülfikar..” diyerek sırtındaki kından iki ağızlı eğri bir kılıç çekti.. Kılıcın hakkını verdi Demir. Pek öyle ucuz ve basit bir taklit değildi. Cidden iki ağızlı iyi bir taklitti.. “Demiir! Bu kılıç senin gibi çok münafığın kanını içti! Senin gibi kaç laik o.. çocuğunu kestim bununla! Demiiir! Sıra sende Demiiir!” Demir de belindeki koca kasaturayı çekip ışıldatarak Zahid'e gösterdi. “Bak ben de seni birisiyle tanıştırayım Zahid. Bunun adı Yobazsi..en. Senin gibi çok yobazı s.. attım onunla. Nasip bugün de sanaymış. Gel Zahid, gel de al babayı..” Zahid ileri hamle etti. Demir süratle bir adım öne sıçrayıp adamın midesine sıkı bir yumruk attı. Sonra bir tane de çenesine oturttu. Yüzüne iki yumruk daha bindirdikten sonra Zahid kırık dişlerini tükürüp dağılmış burnunu toplamak için yere dizlerine yığılıyordu.. Demir Zahid'e doğru eğildi. Elleriyle adamın başını kendisine kaldırdı. Zihninden onun zihnine yılanı bıraktı.. “Sana bir paketim var Zahid..” Zahid bir anda çok sert bir acı dalgası ile vurulmuş biçimde geriye devrildi. Yere sırtüstü düştüğünde gözlerinde dehşet ve acı ifadesi vardı. Sesi çıkmıyordu. Hareket edemiyordu. Sadece gözlerinden yaşlar süzülüyordu.. Beyninin içindeki bu sesler, görüntüler, duygular, bu hisler içini parçalıyor, yakıyor, deşiyordu.. Beyninde bir cehennem işkencehanesinin çarkları acımasızca dönüyordu.. Demir arkadaşları Özcan ve Muro'nun baktığı yöne doğru -arkasına- döndü.. 12-13 yaşlarında bir erkek çocuğuydu bu. Çırılçıplaktı. Bütün vücudu morluklarla doluydu. Ağzı burnu taze kan lekeleri içindeydi. Gözleri ağlamaktan kızarıp tükenmiş, yüzünde gözyaşları derin izler bırakmıştı.. Elinde bir kama ile yavaşça yürüyordu. Bakışları karanlıktı, yüzü hayalet gibi soluktu.. Çocuk Mutasım'ın yanına diz çöktü. Mutasım Demir'in psişik kelepçesi yüzünden hareketsizdi ama herşeyi hissedebiliyordu-çevresinden tamamen haberdardı.. Çocuk elindeki kamayla sahte şeyhin boğazına derin ve uzun bir yayla koca bir kesik açtı. Mutasım'ın acısı ve yaşadığı dehşet gözlerinden okunuyordu.. Gözleri adeta avaz avaz haykırıyor ve acı ile inliyordu.. Ama çok uzun sürmedi. Çocuğun intikamı o kadar derindi ki ölüm çok çabuk gelmişti.. Özcan bu şeyhi kendi elleriyle bin kere daha öldürse içindeki öfkeyi bastıramazdı. Oturdu kaldı.. Muro başını diğer tarafa çevirirken gözyaşlarını tutamıyordu.. İnsanlık ölmüştü be.. Demir arkadaşlarına bakarken birden tek el bir silah sesi duyuldu. Sonra da küçük bir bedenin yere devrilme sesi.. Hepsi o yana döndüklerinde iş işten geçmişti. Çocuk Mutasım'ın belinden aldığı silahla kafasına mermiyi sıkmıştı.. Demir Zahid'in kafasına doğrulttu tabancasını. Her şey toparlanıp sona doğru yuvarlanıyordu. Bu sahne için perde kapanıyordu. “Cehennemde görüşürüz bin babanın çocuğu..” Ve tetik çekilmişti.. Tek el silah patladı.. Herkes nutuksuzca donup kalmıştı.. Sözler anlamsızdı burada.. Dakikalar boyunca, taa ki biri gelip onları bulana kadar öylece çakılı kaldılar.. ******** Gecenin derin bir vaktiydi. Nöbetçiler ve özel görevliler dışında herkes yataklarında uyuyordu.. Ela yatağında şöyle bir döndü. Elini yan tarafa attı. Demir'i bulamadı. Şöyle bir doğrulup sığınağın derinlerindeki odasına bir göz gezdirdi.. Banyoda da kimse yoktu. Demir'in zırhı buradaydı ama kıyafetleri yoktu.. Ela üstüne bişeyler geçirip dışarı yürüdü. Kolundaki saat-bilgisayar ile Demir'in yerini bulmaya çalıştı ama Demir ulaşılmaz durumdaydı. Ela'nın zihni yumuşak bir taramayla “Demir..” adını ararken onu buldu.. Sahilde dalgalar kumsala vuruyordu. Beyaz köpüklerin sesi müzik gibi güzel ve dinlendiriciydi. Rüzgar tatlı bir ninni söyler gibiydi. Tepede gece mavisi koca bir gökyüzünde ışıktan bir yağmur kayan yıldızlarla yağıyordu.. Orada burada, arada bir havai fişekler gibi ışıklar patlayıp saçılıyordu.. Demir derin derin yavaşça soluyordu.. Rahatsızdı. Mutsuzdu.. Canı çok sıkkındı.. Dünya çok kötüydü.. Çok kötü.. Ama çok, çok kötüydü. Bu kadar çok acı, ölüm, keder, nefret.. Ve hepsinin nedeni bir yalan.. Yalanın adı “..onlar düşman..” Yalanın adı “..ben ben ben ben..” Kibir ve açgözlülük dünyanın en büyük düşmanlarıydı.. Gerçekten insanlar birbirinden çok farklıydı. Ama gerçekten hiç de o kadar farklı değildi. Bunu günün birinde anlayacak mıydı insanoğlu? Olanca farklılığımıza, başkalığımıza ve ötekiliğimize rağmen -ve bunları muhafaza ederek- kucaklaşıp bir ve tek olabilecek miydik? Ahengi ve mutluluğu yakalayabilecek miydik? Birbirimizi sevebilecek miydik? Kendi yarattığımız ve adına para, güç, şöhret, seçkinlik dediğimiz putları kırabilecek miydik? Din, mezhep, renk, ırk, düşünce farklılıklarını aşıp sadece insan olduğumuz için birbirimizle uyum içinde var olmayı becerebilecek miydik? Kendi içimizde bir dengeyi bulabilecek miydik? Huzuru bulabilecek miydik? Demir'in aklı sorularla doluydu.. Ela'nın “Evet,” diyen düşüncelerini duydu Demir... Genç kadının kadife gibi yumuşak, güneş gibi sıcak sesi içine bir ışık gibi doğmuştu. Demir'e sarılıp başını onun omzuna yaslarken fısıldadı genç kadının tatlı sesi, “umut etmekten, mücadele etmekten hiç vazgeçme..” **son**
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |