En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
GİRİŞ Kemal bir kargo şirketinin ana deposunda çalışıyordu. Öğle yemeği için kafeteryaya indiğinde başına geleceklerden habersizdi. *** Her zamanki gibi yine arkadaşları ile buluşup öğle yemeği yiyecek, kafeteryaya gelen komşu bankanın güzel bankacılarını süzerek tatlılarını atıştıracaktılar. Her öğlen yaşanan bir törendi bu. Bu törenden sonra sıra Kemal'in bir bahanae uydurup 3. kata çıkmasına gelecekti. 3. Kat "beyazların" yani memurların katıydı. 2. kattaki Kemal ve arkadaşları "zenciler"di; İşçiler. Üçüncü katta da zenciler vardı ama onlar çok daha klas zencilerdi, sınıf atlamış zencilerdi. Üçüncü katta Eda vardı. Eda. Eda. Eda. Şu son bir yıldır Kemal'in işe gelen ayaklarının biraz daha canlı olmasının ve sabahlara daha az küfretmesinin adı EDA idi. Eda, simsiyah dalgalı saçları kuzguni bir ışıltıyla parlayan, mavi gözleri görenleri çarpan, kirpikleri yürekleri parçalayan, gülüşü güneşler yükselten bir güzeldi. Eda şıklıkta rakipsiz, güzellikte emsalsiz, çekicilikte bir taneydi. Yüzü mehtap gibi ışıldıyordu. Yürüyüşünü seyre doyum olmuyordu. Size bir kez gülümsemesi sizi esir almaya yeter de artardı; hayatınız kayardı. Kemal'in hayatı kaymıştı. Firmada çalışıpta Eda'yı gördüğünde esaretle uzun uzun bakmayan tek bir erkek yoktu. Hatta hanımların tayfası bile ne zaman o yanlarından geçse-yanlarında olmasa ama görüşe girse hem hayranlık hem de kıskançlıkla hemen "Eda" demeye ve izlemeye koyuluyordu. Eda, ilk başlarda Kemal'in sadece uzaktan beğendiği bir "ablaydı". Tamam Eda taş gibi hatundu ve çok tatlıydı ama Kemal'den birkaç gömlek büyüktü. Eda'nın peşinde "ne mühendisler, ne doktorlar" vardı ama kızla bir iki haftadan uzun süre çıkabilen olmamıştı. Eda sertliğiyle de ünlüydü. Mesafeli ve kuralcı, yaklaştıkça soğuk, kapalı ve zor. Tatlısert. Karşısına muhabbet kurmak çabasıyla çıkan kişiyi koridorda çok fena bozması birden fazla defa yaşanmış bir olaydı. Duruşu hem davetkar hem de kesinlikle caydırıcıydı. "Abi bize hayatta bakmaz bu kız. Şu güzelliğe şu şıklığa bak, bizim aldığımız maaş sadece kılığına bile yetmez" konuşmaları zenciler arasında yaygındı. Beyazlardan arkadaşları ile taklılırken Kemal beyazların da aynı şekilde Eda'ya hayran olduğunu ama bir o kadar uzak durduğunu görmüştü. Her şeye rağmen Kemal son altı aydır her iş gününde en az bir kez Eda'yı görmeden günün sonunu edemiyordu. Her şey binanın otoparkında tamamen tesadüfen yaşanmıştı. Tabii tesadüf diye bir şey var mı evrende bu filozofların ve bilim adamlarının uzun uzadıya tartışmasına müsait bir konu, bu ayrı bir hikaye.. neyse.. Biz hikayemize dönelim... Tesadüfen... İş çıkışıydı. Eda otoparktaki arabasının bagajına doğru yürürken Kemal de oradaydı. Eda'yı gördüğünde yine karnında bir kelebek sürüsü uçuşmuştu. Eda yine bir kuğu gibi süzülüyordu. Topuklu ayakkabısının boş otoparkta çınlayan sesi müzik gibiydi. Bu daracık keten pantolonunun sardığı sıkı poposu insanı kesinlikle hipnotize ediyordu. Kemal başını diğer tarafa çevirmek zorunda kaldı. Bakmanın da bir adabı vardı. Arkası dönük bile olsa bir hanıma bu kadar uzun süre ve bu kadar dik bakılmamalıydı... Yine de geriye dönüp bir kez daha bakmaktan kendini alamadı. Ne güzeldi. Saçları, yürüyüşü, o kalçalar, bacaklar, yürüyüşündeki zarafet ve çekicilik... Nazar. Nazar değmişti. Eda'nın topuklu ayakkabısının topuğu kırılmıştı ve genç kadın yere yuvarlanmıştı. Kemal'in yardıma koştuğu ve genç kadını nazikçe kaldırdığı o an çarpıldığı andı. Geri dönüşü olmayan biçimde kaderinin mühürlendiği andı. Orada başlamıştı her şey. Dökülen çantaları toplayıp Eda'ya arabasına kadar eşlik ederken olmuştu her şey. Bir kitap ile başlamıştı esaret. Çantadan aşağı düşen bir kitap... "Harika bir kitaptır, sen mi okuyorsun armağan mı olacak?" diye sormuştu Kemal. Şaşkındı. Bir kızın bu kitabı okuması görülmüş şey değildi. "Ben okuyorum," demişti gözleri sımsıcak ışıldarken gülümseyen Eda. Eda ile gözgöze ne kadar kaldıklarını hiç bilememişti Kemal. Bir arabanın yaklaşan sesi ile kendine gelmişti ve ikisi de iyi geceler dileyerek kendi yollarına dönmüştü.. Kemal'in kalbi orada o kitapla beraber Eda'nın arabasına binmişti. Sonraki günlerde çeşitli vesilelerle Eda'ya yaklaşmayı denemişti Kemal. Ama işler çok sıkışık bir döneme girince ve firmada stres katsayısı artınca, başından aşan işlerle birlikte fırsatların kıtlığı başlamıştı. Eda'yı şöyle uzaktan günde bir kez görebiliyorsa kendini şanslı sayıyordu. Haftalar akıyordu. Arada gözleri çakışıyor yani aslında Eda Kemal'in gözlerini kendi gözlerinde yakalıyordu ve günaydın-iyiakşamlarlaşabiliyordular ama ondan ötesi yoktu. Eda bir buzdolabı halini almıştı ve iyice uzaklaşmıştı. Kemal zaten kendini bir prensese aşık olmuş bir köle gibi hissediyordu bir de prenses de böyle yıldızlar gibi uzak, buz gibi soğuk olduğunda.. Ölüm gibi sessiz olduğunda.. Kemal iyice umutsuzlaşmış ve kendi karanlığına, yalnızlığına gömülmüştü. Hiç umut ışığı, hiç şansı yoktu. Kemal kafeteryada zenci ve beyaz arkadaşlarından oluşan gurupla yemeğini yemişti. Şimdi bu guruptan diğer iki arkadaşıyla oynadıkları online bilgisayar oyunu hakkında konuşup bankacıları ve şiketin güzel hanımlarını yan gözle kesiyordular. "Abi yeni raid zindanı çok sakat. İki tank olmadan ikinci boss geçilemez. Hem tam gearcheck diyolar. 350K HP gerek Blade Tank'a. Özellikle phase2 tam bir bela. İki tankın çok iyi koordine olması lazım yoksa debufflar şifacıların bütün manayı bitirir." "koordine derken, şu bankacı hatun Esma mıydı? Mavi minili olan, kızıl saçlı ahu." "Evet, Esma hanım. Çok hoş bir abla." "Koordineyle ne alakası var Esma'nın?" "Evli mi hacı?" "Boşanmış." "Ben talibim." "Ben de." "Ben de!" "Abi ben NEED atıyorum." "Pass o zaman. Benimki GREED" dedi Kemal. "Ben ısrarlıyım." "Senin şu üniversite öğrencisi yengemiz noldu? Ne ısrarı olm?" "Abisi offspec için roll yapıyorum. Kız biraz uçuk" "WOW oynayan 35 yaşında bir müdür yardımcısısın, senden uçuk olamaz ya?" Kahkahalar koptu gitti. World of Warcraft oynamayan birisi bu adamları dinlese ne kadarını anlayabilirdi bu konuşmanın, o tartışma bir konusu. "Arkadaşlar esas duruşa davet ediyorum. Katil geçiyor. Saat 4 istikameti. Çok çaktırmayın lütfen." Katil, Eda'nın bu üçlü içindeki şifreli adıydı. Kemal'in ona baktığını bildiklerinden diğerlerinin bakışları ve sözleri söz konusu Eda olduğunda epey bir derlenip toparlanıyordu. "Yine kitle katliamı yaptı ve gidiyor." Eda gri bir etek giyiyordu. Pileli eteği dizden biraz yukarıdaydı. Kalça kısımı epey bir vücuda oturuyordu. Beyaz, daracık bir gömlek ve yüksek topuklu siyah deri ayakkabılarıyla Eda yıkıp geçiyordu. Saçları o yürürken dalga dalga dalgalanıyordu. Kemal bu manzarayı karnında uçuşan kelebeklerle izledi... Derin bir nefes çekti. Ah etti. Dişini ve yumruğunu sıkmış buldu kendini. Dünyaya lanetler yağdırdı. Öfke içinden bir yangın gibi yükseldi. "Nuray hanım kızın içine düşecek. Demirleydinin lezbiyen olduğuna bahse girerim." "Ben seninle hiçbi şey için bahse girmem. Hala bana bi takım elbise borçlusun?" "Ne takım elbisesi be?!" "Bak gördün mü. Adam bilmezden geliyor..." "Yav başlarım şimdi senin..." Diye ikisi atışırken ve Kemal Eda'yı dalgın dalgın izlerken bir şeyler olmaya başladı. Kemal içinde öfkeyle birlikte yükselen bir şeyi daha duyuyordu. Bir sesti bu. Yukarıya çıkıyordu. Kemal şaşkınlıktan dilini yutacak gibiydi. Ses birden çok sesti. Belki milyonlarca, belki milyarlarca farklı ses birleşip tek bir ses olmuştu. Kemal duyduğuna inanamadı. Ses onunla konuşuyordu. İlk başta kısa bir süre için anlaşılmaz bir gürültü gibiydi. Hem çok aşina hem de çok yabancı. Sonra alıştıkça aşinalık arttı ve ses de ona yaklaşıp daha duyulur ve dinlenir oldu. Kemal sesin içinde hem tanıdığı hem de tanımadığı sesleri duyuyordu. Sadece insan sesi değil hayvanlar ve doğadan sesler de vardı burada.. Kemal ayakta uyumadığından emin olmak için kendini silkeledi. Dikkatini toparladı ve çevresine göz attı. Ses o kadar barizdi ki başkasının onu duymuyor oluşu Kemal'i bir kez daha çok şaşırttı. Hayal görmediğini biliyordu, rüyada değildi, halüsinasyon görmüyordu.. Ve kesinlikle delirmiyordu. Keşke bunlardan birisi olsaydı ama hayır. Kemal ne duyduğunun gayet farkındaydı. Sesteki bir şey en katı gerçeklikten bile güçlü biçimde Kemal'i bilinçli biçimde sarmalıyor ve gerçek olduğuna ikna ediyordu. Hatta bir an için ses yükseldi ve diğer iki arkadaşı da bir şey duymuş gibi duraklayıp dinleyen yüz ifadeleri takındılar.. Kemal artık çok çok emindi. Bu ses gerçekti. Gerçek olduğunu ispatlamak için bilinçli biçimde reddedilmez bir çaba harcıyordu. "Sofu..." diyordu ses. Sofu. Tekrar tekrar söylediği şey buydu. "Sofu.. Sofu'yu bul. Sofu'yu bul. Bırakma." Kemal, Sofu'nun kim olduğunu o an için bilmiyordu ama onu bulacağından emindi. İçindeki bu sesin fısıldadığı sözcüklerden sonra hayatının geri dönüşü olmaksızın değiştiğini hissediyordu. Daha şimdiden sesin içindeki fısıltılardan bir şeyler çıkarmaya başlamıştı ve kanı donuyordu. İçi hem heyecanla alev gibi yanıyor hem de korkuyla kararıp buz kesiyordu. Büyük bir şey geliyordu. Dünya değişecekti. Yakında. Çok yakında.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |