Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Bir anlamda, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte, ülkede yeni bir devlet düzeni kurulup, bir takım inkılap uygulamalarını tek partili siyasi dönem açısından haklı görsek de, 1950 yılından itibaren çoğulcu demokratikleşmeye geçilmesinden bu yana da, yakın bir geçmişe kadar yasaklar idarenin vazgeçilmez tercihleri olmuştur. Yasaklar, 1923’ da tekke ve zaviyelerin faaliyet yasağı ile başlar. Şapka dışında başlıkların giyilmesi, arapça ezan, siyasî parti kurulması, Türkçe’ den başka dilin konuşulması, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerin, bulvar ve ana caddelerine taşralıların girme yasağı ve Türk Musıkîsi öğretim ve icra yasakları ile devam edip gider. 1950’ ye kadar itirazsız bir şekilde uygulanan bu yasaklar, serbest seçimler sonucunda, milletin mevcut CHP hükümetinin yerine Demokrat Parti’ yi iktidara getirmesinde en önemli unsur, bu yasaklara karşı verdiği tepki olmuştur. Demokrat Parti’ nin mevcut yasakları kaldırma konusunda yaptığı ilk icraat, arapça ezan yasağını kaldırmak olmuştu. İlginçtir bu yasak kaldırılırken, hazırlanan kanuna muhalefetteki CHP’ nin de oy birliği ile evet demesi olmuştu. Ancak, altmış küsur yıldır demokratik bir Cumhuriyet olan Türkiye’ de yasaklar hiç ara vermedi. Başta askerî darbeler sonucu uzun yıllar sıkıyönetim ile idare edilen ülkede, akşam havanın kararmasından, sabaha kadar sokağa çıkma yasağı olmak üzere, yine bu darbelerle faaliyetine son verilen TBMM ve dışındaki siyasi partilerin mensuplarına getirilen siyasi faaliyet yasağı, dinî ve ideolojik kitaplara getirilen yasaklar, sivil toplum faaliyetlerini önleci yasaklar gibi bir dizi kısıtlamalar hiç eksik olmadı. Son olarak , Türkiye 28 Şubat 1997’ den bu yana Üniversitelerinde yok başörtüsü idi, yok türbandı şeklinde anlamsız polemikler yaşıyor. Ülkede, öğrenciler bütün üniversitelere dilediği kıyafetlerle girebilirken, sadece başörtüsüne getirilmiş olan yasağın açıklanabilir hukukî ve sosyolojik gerekçesi de bu güne kadar ortaya konulamamıştır. Ülkenin başta Parlamentosu olmak üzere, üniversiteleri, yargısı, kurum ve kuruluşları, yıllar yılı gündemleri ve mesailerinin önemli bir dilimini bu konuya odaklamış durumda. Geçtiğimiz günlerde YÖK’ ün üniversitelere verdiği talimat ile, gerek Anayasal ve gerekse yasal bir hüküm olmaksızın bir anlamda keyfi şekilde konmuş olan bu yasak şimdilik fiilen kaldırılmış gibi gözüküyor. Bundan tam 76 sene önce, başörtüsü yasağının benzeri bir karar, dönemin hükümetince Türk Musıkisi’ ne konmuştu. Aynen başörtüsünde olduğu gibi, yurdun önemli bir kesiminin tercihi olan Türk Musıkisi’ ni, çağdaşlık adına yasakladılar. İşe 1923’ te İstanbul’ da faaliyet gösteren Musiki Encümeni lâğvedilmesiyle başlanır. Dârü ’ l Elhân, Maarif Vekâleti ’ nden alınıp, İstanbul Valiliği’ ne bağlanır. Bunun yanında, müfredatına Batı Müziği dersleri ilâve edilerek yeniden yapılandırılır. Bir konservatuvarın Millî Eğitim Bakanlığı’ndan alınıp, Valiliğe bağlanması bile, teknik bir kurumun, idarî veya asayîş meselesi mertebesine getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu karara karşı, başta müzikolog Rauf Yekta Bey ile bestekârlar Bimen Şen ve Hakkı Süha Gezgin gibi isimler itiraz ederlerse de, kararın taşeronları, bu isnatları büyük bir pişkinlikle ve çağdaşlık, rasyonallik , Batı Medeniyeti gibi sloganlara sığınarak geçiştireceklerdir. 1934 yılında, Maarif Vekili Abidin Özmen başkanlığında Türkiye’nin ilk “Musıkî Kongresi”toplanır. Kongre’nin toplandığı yer Ulus’taki Millî Eğitim Bakanlığı’nın birinci katındaki Talim Terbiye Dairesi’nin kitaplığıdır. Katılanların arasında en etkili grup kendilerini “ Türk Beşleri ” olarak adlandıran genç müzikçilerdir. Gündemin hemen hemen tek konusu da “ musıkî inkılâbı ” dır. Geleneksel musıkinin yasaklanması dahil, izlenecek bütün stratejiler bu kongrede belirlenecektir. Tarih 1 Kasım 1934’ tür, M.Kemal Atatürk TBMM’ nde yeni dönemini açış konuşması yapmaktadır. Konu Musiki bahsine geldiğinde : “…Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim.Bu yapılmaktadır.Ancak burada en çabuk,en önde götürülmesi gerekli olan Türk Musıkîsidir.Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü,musıkîde değişikliği alabilmesi,kavrayabilmesidir.Bu gün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır.Bunu açıkça bilmeliyiz.Ulusal,ince duyguları,düşünceleri anlatan,yüksek deyişleri,söyleyişleri toplamak,onları bir gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir.Ancak bu yüzeyde Türk Ulusal Musıkîsi yükselebilir,evrensel Musıkîde yerini alabilir.(Hakimiyet-i Milliye,2 Kasım 1934)” Mustafa Kemâl’in bu nutkunda en dikkati çeken husus,o gün söylediği : “…Bu gün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır…”cümlesi ile; altı sene öncesinde 1928 Sarayburnu Konseri sonrasında değindiği : “artık bu basit musiki, Türk’ün çok münkeşif(gelişmiş) ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez…”cümlesi bir arada değerlendirildiğinde , ifade ettiği hükmün artık bu “basit musiki” için gereğinin yapılma vakti geldiğinin habercisiydi. Atatürk’ün “ basit musıki ” olarak nitelediği Türk Musıkisi’nin açılımı da oldukça ilginçtir. Neyzen Kudsi Erguner bunu şöyle ifade ediyor : “…Atatürk’ ün bir sözü var. Bunu ben kendim uydurmuyorum.Türk Ordusu’ nun yayımladığı ‘Atatürk’ ün Düşünceleri ’diye bir kitap var. Bunu o kitapta bulacaksınız. Diyor ki : ’Türk’ ün bir tek müziği vardır, o da köyde çobanların kavalıdır. ’..” 1 M. K. Atatürk’ ün bir gün önce TBMM’nde yaptığı konuşma, bu konuda en etkili icra makamı olan Dahiliye Vekâleti (İçişleri Bakanlığı) ile, o makamda oturan Bakan Şükrü Kaya’ yı hemen harekete geçirir. Dahiliye vekili, işareti devrin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ den almıştır. Tabiiki İttihatçılık’ tan gelen bir alışkanlıkla, “ durumdan vazife çıkartıp “ hemen “ Söyletmen ; Vurun! ” tarzındaki bir genelge ile: “…Ankara ve İstanbul Valilerine radyo programlarında alaturka musıkinin yasaklandığı, sadece Batı müziğinin çalınabileceği…” 2 emir buyuruluyordu. Bu yasak 6 Eylül 1936’ ya kadar ve aralıksız olarak 1 sene, 6 ay 4 gün sürecektir. Bu işaretten güç ve şevk alan bürokrasi de, her zamanki gibi yangına körükle gitmeyi becerdi. Meselâ, Cumhuriyet Gazetesi’ nde çıkan 25 Aralık 1934 tarihli haberde olduğu gibi : “…Yasağa ilişkin karar o kadar ciddiye alınmıştır ki, o günlerde basına İstanbul Belediye Meclisi üyelerini çalgılı yerlerde de Türk Musıkîsi’nin kaldırılması gerektiğine ilişkin bir teklif vereceği …” 3 bildiriliyordu. O günlerde, devrin Güzel Sanatlar Kurul üyesi İsmail Hakkı Baltacıoğlu, yazdığı bir makalede: ”…Alaturka musiki irtica musıkîsidir,ona müdahale etmek lâzımdı… 4 derken, bu gün bile başta başörtüsü olmak üzere, lâikçi kesime aykırı gelen her türlü fikirler ve eylemlerin bastırılmasında kullanılan en kolay argümandan medet umuyorlardı. Hatta bu yaşananların öncesinde daha 6 Mayıs 1933’ de YEŞİL HİLÂL CEMİYETİ (Bu gün Yeşilay) Yönetim Kurulu “alaturka musıkînin, toplumu içki içmeye özendirdiği” gerekçesiyle, tamamen yasaklanmasını bile istemişlerdi. Bu talepleri, aslında Gazi M.Kemal Paşa’ ya karşı affedilmez bir gaftı; ancak umursanmadı bile. Geleneksel müzik yayını radyolarda yasaklandıktan sonra, Devlet’ in çeşitli birimleri üzerine düşeni kraldan fazla kralcılık misyonu ile bayağı iyi bir şekilde yaptılar. Bu amaçla : “…Halka çok sesli müziği sevdirmek için, gerek radyo yayınlarında, gerekse öteki kamusal alanlarda (deniz hatları gemilerinde çalınan müzikten, Cumhuriyet Balolarına kadar) çok sesli Batı müziğinin nisbeten hafif örnekleri çalınmaya başlanır…” 5 Bu yasaklama kararının musıkimizdeki vahim sonuçları çok değil yaklaşık 30 yıl sonra oluşacak “kakafonik” nağmelerle somut bir şekilde görülecekti. Mutlaka bundan en büyük yarayı geleneksel musıkimiz alacaktı; ancak onun yerine ikamesi düşünülen müzik içinde en büyük handikap bu yasak olacaktır. Çünkü “…Türkiye’ de Batı Müziği ideolojik bir tercih meselesi haline getirilmemiş olsaydı , belki Azerbeycan’ da olduğu gibi, Türk Musıkîsi’ nin imkânlarından da yararlanılarak, bu topraklara kök salacak, dolayısıyla konser salonları Batı Müziği’ ni dinlemeleri gerektiğine inandırılalar değil,gerçekten severek dinleyenlerce doldurulacaktı…” 6 DP iktidarının başladığı günlerde, toplumun sahip çıkmadığı inkılâplar artık aslına rücû etmeye başlar. Ezan’ ın yeniden aslî şekliyle okunmasından sonra , radyoda Mayıs 1950’ de Klâsik Türk Musıkîsi yayınları bütün müzik yayınlarına göre %39 iken, Ağustos/1950’ de bu oran % 46 ya çıkar. O zamana kadar Devlet eliyle tekdüze bir müzik oluşturma gayretleri, kesintisiz olarak ve baskıcı bir dayatma ile sürüp gitmiştir. Hatta Devlet , Batı sistemli müziği kendi korumasında tutup, makamsal Türk Müziğini kendi haline bırakıp, şartları farklı bir plâtforma dahi beraberliklerine tahammül edemez. Klâsik Musıki ancak gazinolarda yozlaşarak yaşamını devam ettirmeye çalışır. Geleneksel Musıki DP iktidarı ile bir yerde dolaylı da olsa Devletin himayesine alınır. Buna rağmen, bundan sonra, yaklaşık kırk sene boyunca Türk musıkisi oligarşik ve bürokratik elitler nezdinde adeta bir cüzzamlı muamelesi görmeye devam edecekti. Aynen bu gün başörtüsü meselesinde olduğu gibi, O yıllarda da Türk Musıkîsinin bir “ karşı devrim ” hareketi olduğu gibi absürd bir tanımlama, temcit pilavı gibi ısıtılarak kamuoyunda gündem yapılır. İtirazlarının tek dayanağı “Atatürkçülük-Kemalizm” e aykırılıktır. Bu ülke’ nin adı Türkiye’ dir. O’ nun tarihten gelen musıkîsini “alaturka”, “ tek sesli “ gibi tabirlerle aşağılarlar. Yerine frenk müziği anlamına gelen “alafranga” yı alternatif olarak gösterirler. ”Kemalist müzikçiler” tanımının hiçbir ilmi açılımı yoktur Bu argüman safsatadan ibarettir ve hazretler bunun farkında değillerdir. 17. yüzyılda yaşamış J.S.Bach ve onun kilise kökenli müziği çağdaştır da, Dede’ miz Hammaizâde ve Itrî çağdışıdır. Tabii ki bu onların dünyaya kapalı, daracık ufuklarının teşhisidir. Onlar için , Itrîler, Dedeler, Sadullah Ağalar,Tanburî Cemiller, 1923’ te fırlatıp bir kenara attığımız Osmanlı bakiyesinden başka kişiler değildir. Onların sanattaki ecdâdı bir şekilde Brahmslar, Beethovenler, Bela Bartok’ lardır ya… Aksini iddia eden oldumu hemen yaftası hazırdır Atatürk düşmanlığı, irtica, tek ses… Sene 1984’tür; İzmir’ de 9 Eylül Üniversitesi’ninde “Ulusal Müzik Bilimleri Sempozyumu” yapılmaktadır. Burada Adnan Saygun bir konuşma yapmaktadır. Bir sürü subjektif görüş belirttikten sonra, işin püf noktasına gelir ve şunları söyler: “Okullarda Türk Musıkisi derslerinin okutulma aşamasına gelinmiştir. Bu da irticanın sarıksız olarak geri dönmesi anlamına gelir.” Tipik Geleneksel Musıki düşmanlarından birisi de uzun yıllar CSO Şefliği görevinde bulunan Hikmet Şimşektir. Bu zat, öz musıkimize o kadar iflah olmaz bir kin içindedir ki; Cumhuriyet’ in 73. Yıl kutlamaları vesilesiyle Kültür Bakanlığı Klâsik Türk Musıkisi Korosu’ nun konser programına yönelik insafsızca suçlamalarda bulunur ve şöyle der : “…Cumhuriyet konseri adı altında 3. Selim’den, Dede Efendi’ den, Şehnaz Makamı’nda eserler çalınması, sanat ve cumhuriyet açısından, skandaldır! İşte müzikte irtica budur! ” Batıcı bestecilerden Nevit Kodallı, 1988’de Birinci Müzik Kongresi’ne sunduğu tebliğde, Türk musıkisi hakkında benzeri anlamsız tezleri şöyle dile getirir : “…Atatürk’ün ölümünden sonra O’nun ilkelerine ve devrimlerine ilk ihanetler başlamıştır ve günümüzde en şiddetli devresini yaşamaktadır. ….Atatürk’ ün daha 1924’den başlattığı müzik devrimine ihanet, daha önce de değindiğimiz gibi 1940’ lı yıllarda başlamıştır. Önceleri saman altından sessiz sedasız yürütülen bu eylem 60’ lı yılların sonunda artık su yüzüne çıkmıştır. Sinsice ve Makyevelist bir sistemle Atatürk’ ün söylev ve demeçleri kasden çarpıtılarak, müzik devrimini yok etme, belirli tutucu zihniyetteki kimseler tarafından programlı bir biçimde yürütülmeye başlanmış ve halen de yürütülmektedir…” 7 Türk Musıkisi hakkında bütün bu anlamsız suçlamalar, Musıkîşinasların 30 sene süren ısrarlı ve kararlı çabaları sonucunda, 13 Ekim 1975 günü açılan “ Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı “ ile anlamsız kalır. Türk Musıkisi hakkında ileri geri suçlamada bulunan marijinal grup da çârnâçar olmaları gereken çizgiye çekilirler. Otuzbeş senedir öğretimine devam eden ve sayıları çoğalan Konservatuvarlar hakkında üretilen irtica söyleminin ne kadar paranoyak bir saplantı olduğunu ortaya koyar. Şu anlaşılmıştır ki, bir müzik türünün, kendini tanıtıp sevdirmekten ziyâde, diğer müzik türünü yok sayması, aşağılaması, ona hayat hakkı tanınmaması için yaptığı çabalar asla netice vermeyecektir. Bu günlerde kendisinde toplumu dizayn etme hakkı gören bir takım çevrelerin, halkı kendisi gibi inanmaya, düşünmeye, yaşamaya, giyinmeye, kuşanmaya zorlama gibi anlamsız şartlanmalardan artık vazgeçmeleri ülke yararına olacaktır. Temennimiz, bu günlerde çözümüne çok yaklaşılan, bu yüzden de hakkında olumlu, olumsuz bir çok görüş üretilen başörtüsü konusunda da, Türk Milletinin kahir ekseriyetinin istediği yönde bir çözüm üretilecek ve bu polemik de tarihe karışacaktır. D İ P N O T L A R : 1 Ahmet CAN’ın “ Kudsi Erguner ile Söyleşisi ”, Vakit Gazetesi, 9 Nisan 2008 2 Yasemin DOĞANER, ”Atatürk Dönemi’ nde Radyo”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara/2002, s.381 3 Yasemin DOĞANER, ”a.g.e” 4 Füsun ÜSTEL,” Musiki İnkılâbı ve Aydınlar ”, Tarih ve Toplum Dergisi, 1993/sayı: 13, s.295 5 Orhan TEKELİOĞLU, ” Ciddî Müzikten Popüler Müziğe Musiki İnkılâbının Sonuçları ”, Cumhuriyet’ in Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul/1999 ,s.147 6 Beşir AYVAZOĞLU, ” Yahya Kemal ve Batı Müziği ”, Zaman Gazetesi, 3 Ocak 2008 7 Nevid KODALLI, ”Günümüzde Millî Müzik Anlayışımız”, Birinci Müzik Kongresi/Ankara 14-18 Haziran 1988, Kültür-Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara/1988, s. 109,110,111 http://ferahnak.wordpress.com/2010/10/26/153/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |