Sanat hem bir coşma, hem bir yadsıma işidir. -Camus |
|
||||||||||
|
Devlet’ in sıfırdan “ ulusal müzik “ inşaa etmek adına Türk Musıkîsini öğretimini okullardan 1926 yılında, yayınını da 1934’ de radyolardan yasaklaması sonucunda, dolayısıyla geleneksel müziğimizin yozlaşmasını da başlatmıştır. Toplum, devlet buyruğu ile ne kulak; ne de gırtlak genetikleri bakımından asla bağdaşamayacağı bir müziği dinlemeye mecbur edildiğinde, buna karşı mutlak anlamda bir tepkisi olacaktı. Bu tepki olumlu ise, devletin verdiği müziği kabullenecektir; ama beğenmezse yapacağı tek şey o müziği reddetmek, yani dinlememek ve bu yasaklara karşı alternatif çâreler aramak olacaktır. Nitekim toplum kendisine önerilen bu müziği her bakımdan reddedecek ve Arap musıkîsini teorik yapısı itibariyle kendi öz musıkîsi ile aynı müzik sistemine sahip olmasından dolayı, ihtiyacına cevap vermekte en pratik yol olarak benimseyecektir. Evlerinde radyo alıcısı bulunan şanslı aileler, yakın dost, akraba ve komşuları ile birlikte toplanarak, özellikle akşamları kısa dalga bandı üzerinden parazitli de olsa Arap müziğini, özellikle Kahire radyosu müzik yayınlarını büyük bir susamışlık ve zevkle dinliyordu. Belli bir süre sonra Devlet buna dahi tahammül edemez ve Arap radyolarını dinleyen bir çok vatandaş CHP Genel Sekreterliği’ nce “ fiş ” lenerek, isimleri İçişleri Bakanlığı’na iletilir. Fişlemenin yoğun olarak yapıldığı şehirler ise Adana ve ve Mersin’dir. Zira buralar bölge olarak Arap radyolarının en net olarak dinlendiği yerlerdir. “…Türk Müzisyenleri 1920 ve 30’ lu yıllarda Türk müziğini yeniden canlandırma çabalarına giriştiklerinde, gözlerini Batı ve Osmanlı klâsik müziğinin sentezini yapmaya çalışan Mısır Modeline çevirdiler… Filmlerin ses kayıtlarından alınma güfteler Türkçe’ye çevrilmeye ve Türk Müzisyenlerince benzer şarkılar bestelenmeye başladı. Büyük üne kavuşan ve günümüzde klâsik Türk müziği bestecilerinin bazıları, sözgelimi Saadettin Kaynak ve Selahattin Pınar o sıralarda dönemin makbul klâsik müzisyenlerinin gözünde saygın değildi…” 1 Bu filmlerin müziklerini başta Sadeddin Kaynak olmak üzere, o dönemde Türk musıkisinin önemli bestekârlarından Selahaddin Pınar, Haydar Tatlıyay, Artaki Candan, Şükrü Tunar, Şerif İçli Kadri Şençalar ve Sadi Işılay gibi isimler yapıyorlardı. Mesela o dönemde ACI HATIRALAR isimli Mısır filmine adaptasyon besteleri Selahattin Pınar yapmış, şarkıları Safiye Ayla,türküleri ise Aziz Şenses tarafından okunmuştur. Biz Türkiye olarak bunları yaparken, o yıllarda Araplar ve özellikle Mısır, musıkîde ne yapıyordu ? Muhammed Abdülvehab o dönemde Ümmü Gülsüm ile birlikte Arap Musıkîsinin iki yıldızından biriydi. Onun söylediklerine kulak verelim: “.. Bizler musıkiyi sizden öğrendik… 1920’lere kadar, ortada Arap Müziği namına sadece halk nağmeleri vardı.Tanburî Cemil’ i, Osman Bey ’ i, Salim Bey ’ i, Şedarabânları, Nihavendleri, Kürdilihicazkârları çalarak işe başladık… Yıllar sonra yarattığımız modern Arap Musıkîsinin tek kaynağı,Türk nağmeleriydi…” 2 Kadri Şençalar ilk film şarkısı olan “ Bir Bursa’lı Kızın Derdi ” ni bestelediğinde sene 1930’dur ve kendisi 18 yaşındadır.Hayatı boyunca 170 civarındaki filmin fon müziği ve şarkılarını bestelemiştir. Kendi müziklerine karşı Türk insanının rağbeti, özellikle Mısır’ ın dikkatinden kaçmayacaktır.Bu yüzden de Mısır, 1935 yılından itibaren içinde musiki bulunan filimleri için yeni bir Pazar keşfinin cazibe ve heyecanıyla bol bol film ihracına başlayacaktı.1938’ de bu filmlerin müziğinden değil de sözlerinden rahatsız olan devlet siyaset ve bürokrasisi ilginç bir kararla şarkı sözleri Türkçeleştirilmeyen Mısır filmlerinin gösterimine müsaade etmeyince: “… Türk müziğinde yepyeni bir pratik başladı. ’ Adaptasyon ’ şarkılar. Arap filmlerindeki şarkılar ya doğrudan üstüne Türkçe söz yazılarak, ya da temalardan esinlenerek yazılan yeni şarkılarla gösterilmeye başlandı. Dönemin tekke kökenli ve işsiz bestecileri için yeni bir iş alanı doğdu. Adaptasyonun sivrilen ismi çok yetenekli bir besteci olan Sadettin Kaynak’ tır…” 3 Bu yorumda her şey doğrudur.Ancak Sadettin Kaynak’ın “tekke” kökenli olduğu gerçek olmayan bir iddiadan ibarettir. Kaynak aslında “ medrese ” kökenli bir ilâhiyatçıdır.Yani hiçbir tarikat bağlatısı yoktur.1930’ larda ilkin Sultanahmet Camii’ nde Türkçe hutbenin smokinle okunması için, devrin yöneticilerince o’ nun seçilmesi de bir tesadüf değildir. “Adaptasyon” türünden müzikli filmlere en çok imza atan besteci kuşkusuz Sadettin Kaynak’ tır. ”…Sadettin Kaynak, içeriğinden çok musikisi öne çıkan bu filmlerin her biri için, yaklaşık olarak on kadar şarkı bestelemek durumundaydı. Şarkılarının büyük bir bölümünün söz yazarı da Vecdi Bingöl’ dü. Sonuç olarak ortaya, “ Leyla ile Mecnun ” film müziklerinde olduğu gibi, konu ve anlam bütünlüğüne sahip pek çok benzer şarkı çıkmış oldu. Besteci bazı teknik ve biçimsel değişikliklerle önünde duran zorlukları aşmaya çalıştı. Örneğin usullerin (Türk musikisi ritimleri) sık sık değiştiğini yazdı. Filmin havasına ve sahne akışına göre şarkılarda yapılan usul değişiklikleri, dinamizm kazandırdığı, tempoyu hızlandırdığı gibi dramatik bir etki sağlamayı amaçlıyordu. Sadettin Kaynak pek çok film müziğini Odeon firması için plaklara vermişti. Filmlerde halkın beğenisini kazanan bu şarkılar takip eden yıllarda plaklara kaydediliyordu. Sadettin Kaynak’ ın bu film şarkılarını başta Müzeyyen Senar olmak üzere, Münir Nurettin, Tahsin Karakuş gibi Odeon sanatçıları plaklara okumuşlardır. Başrolünü ünlü Mısırlı muganniye Ümmü Gülsüm’ün oynadığı “ Harunurreşit’ in Gözdesi ” bir müzikal film olduğu halde, Müzeyyen Senar’ ın okuduğu Sadettin Kaynak besteleriyle donanmış olarak gösterilmişti. Yaklaşık yirmi yıldır plakları Sahibinin Sesi tarafından pazarlanmakta olan Mısırlı yıldız sanatçının, oynadığı filmde şarkı söylemesi mümkün olmuyordu. Bir müzikal film, belki de dünya sinema tarihinde ilk ve son kez böylesine bir denetimle karşılaşıyordu. Seyircinin karşısına bambaşka bir yapım olarak adeta “ adapte edilmiş ” olarak çıkıyordu. “ Bayram Gecesi ”, “ Derman Kar Eylemez ”, “ Enginde Yavaş Yavaş ” gibi günümüzde de sevilerek seslendirilen Sadettin Kaynak eserleri işte bu filme aittir. “ Ey İpek Kanatlı ”, “ Leyla Bir Özge Candır ”, “ Ne Yaptım Kendimi Nasıl Aldattım ” Leyla ile Mecnun filmi müzikleridir. Odeon plaklarına Müzeyyen Senar tarafından okunmuştur…” 4 Arap filmlerinin musıkîmize doğrudan doğruya etkisi dışında ,yeni yeni emekleme döneminde olan Türk sinemasına da bu konunun adaptasyonu olması yönünden oldukça önemli katkıları olmuştur.Mısır filmlerinin bayağı bir gişe yaptığını gören sinemacılarca : “… Münir Nurettin, Abdülvehab örnek alınarak bazı filmlerde başrolde oynatılmıştır. Mısır filmleriyle gelen Arapça sözlü şarkıların gördüğü rağbet ise şaşırtıcıdır. Bunu Türk müziğinin devlet zoruyla hayatımızdan çıkarılmasına halkın gösterdiği bir tepki olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Arapça sözlü şarkılara gösterilen beklenmedik rağbet,Tek parti yönetimini telaşlandırmış ve Mısır Filmlerindeki şarkıların Arapça Sözleri Matbuat Umum Müdürlüğü’nce yasaklanmıştır…” 5 Tabii ki bu alış veriş, özellikle Türk Musıkîsinin ancak ilerideki yıllarında hissedilebilecek bir yozlaşmanın da habercisi oluyordu. “…Bu yasak, bu kabil çoğu yasaklar gibi ters netice verdi.Tıpkı, 1970’ lerden sonra Türkçe söz giydirilen Hafif Batı Müziğinin ortalığı kaplaması gibi, o zamanda,Türkçe söz giydirilen Arab ezgileri, yurdu baştan başa sarıverdi, hatta, Güney-Doğu Anadolu’ da, halk musıkîsi’ nin içine kadar sızmayı başardı. Bazı Türk musıkîşinasları, Mısır fimlerinin Arapça sözlü musıkîlerini,Türkçe sözler katarak düzenlemeye, aynı tarz ve üslubda yeni bestelerle zenginleştirmeye başladılar ve bu yoldan,büyük ün ve servet sağlamayı başardılar. Gene 1970’ lerden sonra ortalığı kasıp kavuran ‘ arabesk ’ modasının kökleri, aslında bu dönemde atılmakta idi…” 6 O yıllarda Arap musıkîsinin getirdiği hava ,Türk musıkîsi enstrümanlarında bile bir takım yozlaşmalara sebep oluyordu. Bunların içinde en önemli örnek,Zeynel Abidin Cümbüş (1881-1947) isimli ünlü bir çalgı yapımcısı, gazinolarda icra edilen müziklerde udun sesini artırma arayışları sonucu, soyadını verdiği metal gövdeli bu enstümanı üretir. Buluşuyla Kahire ve Prag sergilerinde altın madalya kazanır. Bu alet üretildiğinden , 1960’ lı yılların sonuna kadar oldukça yaygın bir şekilde kullanılır. Bir süre sonra cümbüş örnek alınarak ,yaylı tambur gövdeleri de metal olarak imal edilir.Hatta Selahaddin Pınar’ ın Atatürk’ün huzurunda bu sazla yaptığı bir icra, Atatürk tarafından eleştirilir.Yaylı tanbur, Pınar’ dan sonra diğer tanburîler tarafındanda kullanılmışsa da günümüzde artık pek rağbet görmemektedir. Sürecin ortaya çıkardığı yozlaşmanın en büyük etkisi tabiiki “ şarkı ” formunda ortaya çıkar. Özellikle Sadettin Kaynak’ ın : ”…Bidayetinde popüler olan Şarkıları klâsik bir mahiyet kazanırken, onu taklit eden müziklerin giderek soysuz bir duygusallığa, hafif usullere yer vermesi ve buna paralel olarak büyük temalardan kaçması, şarkı formunu da dejenere etmiş ve 1930’ larda popüler olan, şarkının başka bir türü ve hafif müziğe yakın olan ‘ fantezi’ tarzının doğuşuna zemin hazırlamıştır…”7 O yıllardan sonra, ülkemizin ABD ve Avrupa ile yaptığı sıcak temaslar sonucu , müzikte de oralardan yaptığımız alışveriş bayağı bir melodik alt yapı zihinlerimize işlemişti. Geriye bunların sentezini yapıp, kentlerde bayağı bir yekün tutan merkez dışı bölgelerin beğenisine sunmak kalıyordu. “…Türk halk müziğinin tüm teknik öğelerini bünyesinde barındıran Arabesk müzik, ilk veya erken dönem adını verdiğimiz 1930 ile 1950 yılları arasında yine halk müziğinin kendine özgü yapısını farklı kültürlerin müzik unsurlarıyla bezeyerek ortaya çıkmıştır. Arabesk müziğin temelinde olan kültürel çeşitlenme, Türk halk müziğinin kendi yerel özelliklerinden sıyrılarak, öncelikle yakın kültürlerin, sonrasında da giderek kendisine benzemeyen kültürlerin müzikleriyle bezenmesi biçiminde şekillenmiştir. İlk dönemde “ Arabesk ” adı bilinmemekle birlikte Arabesk müziğin önemli kriterlerinden olan Piyasa/Sektör boyutu yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı…” 8 Ülkemizin ilk popüler müzik türlerinden biri olan “ kanto ”nun bile “ arabesk ” in oluşmasında payının bulunduğu ve iki türün arasındaki benzerlikler bazı araştırmacılarca dile getirilmekte: “…Hatta günümüzün yaygın müzik türü olan arabesk içinde kantoların çok açık olmamakla birlikte bir kaynak oluşturdukları söylenebilir. Özellikle dramatik motifler açısından ikisi arasında bir benzerlik dikkati çekmektedir….” 9 gibi tesbitler de yapılmaktadır. Ancak arabeskin özellikle ilk çıkış yıllarında taşıdığı hüzün ve melânkoli , kantonun şen şakrak nağmelerinde pek yoksa da, yine de yozlukları yönünden paralellikleri düşünülebilir. Bir başka açıdan bakıldığında ise,”…arabeskin hikâyesi Üçüncü Dünya denen ülkelerin ‘ Batılılaşması ’ nın da hikâyesidir ve arabeskin anlaşılması,Türkiye’ deki modernleşme sürecinin ve projesinin çelişkilerini ve kararsızlıklarını kavramada son derece önemlidir…” 10 1960’ lı yılların başından itibaren de Suat Sayın’ ın geleneksel musıkimizin hafif versiyonlarını taşıyan bestelerinde sıklıkla kullandığı Arap musıkisi nağmeleri ve Mısır tarzında kullandığı orkestrasyon sistemi ile bir çığır açıyordu. Bu çığır aynı yılların ikinci yarısında Orhan Gencebay eliyle kurumsallaştırılacak ve daha sonra günümüze kadar taşınacak bir sektör haline gelecektir. Arabesk müzik, o yıllardan itibaren üniversitelerde tez konusu haline gelmiş, hakkında yazılan makale ve kitaplarla da hacımlı bir literatür oluşturmuştur. D İ P N O T L A R : 1 Meral ÖZBEK, ”Arabesk Kültür:Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği”, Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, s.170, 171 2 Murat BARDAKÇI, ”Bestelemenin Arapçası”, Hürriyet Pazar eki, 23 Aralık 1992 3 Orhan TEKELİOĞLU, ”Ciddi Müzikten Popüler Müziğe”, Cumhuriyet’ in Sesleri, Tarh Vakfı Yayınları, İstanbul,1999, s.150 4 Cemal ÜNLÜ, ”Odeon 1930’larda Neler Yayınladı ? ” www.odeonmuzik.com.tr 5 Beşir AYVAZOĞLU,”Cumhuriyetin Estetik Macerası”, Yeni Türkiye, Cumhuriyet Özel sayısı IV, Ekim-Aralık/1998, s.2962 6 Yalçın TURA, ”Türk Musıkîsinin Meseleleri”, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1988, s.42 7 Yahya Kemal TAŞTAN,”Tegannî’den Irlamak’a Musıkînin Serencamı”, Köprü Dergisi, 1999 Yaz sayısı, sayı: 67 8 Melih DUYGULU, ”Arabesk Müziğin Kısa Tarihçesi”, www.turkihmosicportal 9 Nazife GÜNGÖR, ”Arabesk”, Bilgi Yayınları, Ankara, 1990, s. 48 10 Meral ÖZBEK, ”Arabesk Kültür:Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği”,Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Ulusal Kimlik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, s.168 http://ferahnak.wordpress.com/2011/03/02/turk-musikisi%e2%80%99-nin-ogretim-ve-yayin-yasaklarinin-arap-filmlerindeki-muziklerin-muzigimizin-arabesklesmesindeki-etkileri/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |