Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Üç özgür ruh. Ortak noktaları; kendilerine ait özel bir resim dili, kendine has bir duruş, dünyayı resim dili üzerinden tanımlama hali. Bakan ama görmeyen insanlardan farklı olarak, bu üç kadın dünyayı akıl ve gönül gözleriyle görüyorlar. Bu üç kadın, sokakta yürürken bu ağaçlar, bu evler nereye doğru gidiyor; görüyorlar. Gölgeler nereye doğru uzar; biliyorlar. Resmettikleri nesnelerin nereden ışık aldığını yüreklerinde hissediyorlar. Şimdi sokakta yürürken görerek, inceleyerek dolaşıyorlar. Hayatı resmin penceresinden yaşıyorlar. Nilüfer Çetin, Neslihan Yıldız ve Tijen Hasçi usta ressam Nurhilal Harsa’nın atölyesinde bir araya geliyor. Hocalarının fotokopisi olmadan, özgürce kendi resim dillerini oluşturmanın keyfini doyasıya yaşıyorlar. Bu noktada ressam Nurhilal Harsa’nın katkısı göz ardı edilemez. Öğrencilerin kendi yollarını çizmesinde, kendi özgün resim dillerini oluşturma konusunda titiz davrandığı, öğrencilerini bu yönde teşvik ettiği çok açık. “Sadece bakmayın, görün” yaklaşımı bunun bir göstergesi. “Sokağa çıktığınız zaman objeleri ve insanları inceleyin” tavrı öğrencileri çalışmalarında yönlendirirken, özgür bırakıyor. Her sanatçının kendi yolunu çizdiği, bakış açısını yansıttığı eserleri, 6-16 Aralık tarihleri arasında İzmir İtalyan Kültür Merkezi’nde sergileniyor. Sergiyi gezerken üç kadının eserlerinde gizlenmiş küçük naif şakalar göreceksiniz. Belki de görmeyeceksiniz. Eğer dikkat etmezseniz küçük bulmacaları kaçırmak işte bile değil. Ressam Nilüfer Çetin için kadınlar ve cam öncelikli konular arasında yer alıyor. Üstelik yağlıboya tabloları hiç fırça kullanmadan yapmayı tercih ediyor. Resim yaparken genellikle spatulayı, ellerini ve parmaklarını kullanıyor. Pürüzsüz bir yüzey ve çok canlı renklerin sırrı boyayı parmaklarda hissedebilmek. Tabii önceden ne yapacağını iyi bilmek de gerekiyor. Nilüfer Çetin’e göre, fırçanın bıraktığı mekanik izler çok itici. Çünkü fırça ile yüzeyin üzerinden geçildiğinde her iki tarafı da zedeleme ihtimali mevcut. En çekici objeler, eğlenceli spatula çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan “neşeli çay bardakları” serisi. Yeşil, kahve, beyazlar ve üzerinde lacivert lekeler olan bir çay bardağı ama içi kahverengi. Neden kahverengi? “Çünkü bu benim çay bardağım” diyor Nilüfer Çetin. Farklı bir bakış açısı. Senin ağacın mor olabilir. Bu da benim çay bardağım ve benim çayım. İlla ki kahverengi. Çünkü tablonun resim dili o an bunu gerektiriyor. Renk geçişlerindeki ustalığı görebilmek ve nesneyi farklı bir boyutta yeniden var edebilmek için farklı renklerde çalışılmış çay bardağı serisinin ilki bu “yeşil çay bardağı”. Çalışma çok kısa sürede, bir sürüşte ortaya çıkıyor. Ama ışık, perspektif dengesi hep göz önüne alınarak çalışıldığı için spatula çok dikkatli kullanılıyor. Tuvalin üzerinde aslında iç içe geçmiş iki çay bardağı var. Bardağın sureti belli belirsiz bir hale gibi nesneyi çevreliyor. Bu bilinçli yapılmış bir espri, bir şaka. Tablolar saklanmış, ustaca gizlenmiş şakalar barındırıyor. Neşeli çay bardakları serisinin ikincisi, yine spatula ile lacivert fon üzerine çalışılmış kan kırmızısı çay bardağı. Yarısı içilmiş. Beyaz yansımalar, camın üzerine vuran ışıklar, ışığın dokunup kaçtığı yerler, şakacı ışık taneleri çay bardağının üzerinde oynaşırken, ışığın camın içinde kırıldığı noktada kırık bir çay kaşığı görüyoruz. Spatula ile çalışmak eğlenceli ama bir o kadar da zor. Ne çalışacağını bilerek esere başlamak gerekiyor. Spatula ile iki üç kat boyayı sürüp üzerinden geçerek, sürprizlere açık çalışma tekniği ile alınan sonuçlar her zaman sürpriz oluyor. Merak duygusuyla beslenen ve bir defalık sürüşlerle, geri dönüşü olmayan hızlı çalışmaların ürünü eserler yapana da izleyene de keyif veriyor. Çünkü çalışılan objenin ardında farkında olmadan bir dünya yaratılıyor. Serinin üçüncüsünde klasik bir çalışma var. Yansımaların ve netliğin ön plana çıktığı bir çay bardağı bu. İnsanda mutfağa gidip çay demleme isteği uyandıran bir çalışma. İnce bellide tavşan kanı çay. Şöyle olsa da içsek dedirten cinsten. Çayın üzerinde yansımalar, parlak, canlı, net renkler. Aynı netlikte çay içme isteği uyandırıyor. Titizlikle çalışılan arka planın incelikli yapısı ön plandaki nesneyi daha net olarak görmemizi sağlıyor. Mesela dolap kapısı, ağacın belirgin budakları, aynanın üzerine vuran bardağın aynı netlikteki yansıması. Renklerin pürüzsüz koyuluğu. Fonda ışığa bağlı net ama yumuşak geçişler görüntüyü son derece canlı ve çekici kılıyor. Camları böylesine büyülü ve çekici yapan unsur yansımaları. Çok güzel, çok derinlikli ve çok eğlenceli yansımalar eşittir cam. Mesela “içki şişeleri” tablosunda odanın pencerelerini görebilmek mümkün. “Mavi lamba ve mavi kül tablası” isimli eserde lambanın seramik bölümünde, dikkatli bakıldığında odanın içini görebiliyorsunuz. Pencereler, odanın kapısı, odadaki insanlar, eşyalar hatta masanın üzerinde duran mavi kül tablasının bizzat kendisi. Aynı yansıma ve derinlik etkisini “içki şişelerinde” görüyoruz. Kahve rengi bira şişesi, yarı dolu beyaz votka ve boş yeşil viski şişesinde aynı netlikte yansıtılan temiz renkler mevcut. Yeşil viski şişesinde, şişenin içi keskin çizgilerle ayrıntılı bir biçimde verilirken yakalanan boşluk duygusunu hissetmemek mümkün değil. Karaf ve kadeh. Kavuniçi ve tonlarına çalışılmış bir şarap keyfi. Şarabın konduğu sürahi (karafın) boyun kısmında ışığın kırılması, ışığın iç içe geçerek yansıması ve ışığın camın içinde kırılarak şarabın üzerine düşüşü. “Bin Bir Gece Masallarından” alıntı bir anı gibi çıkıyor karşımıza. Yarı dolu kırmızı şarapla karaf, saydam bir zemin üzerinde yükselen bir kadeh. Kadehin işlemeli ayakları, damarlı geçişleri karaftan gölge alırken diğer yanda ışıkla yıkanıyor. Yansımalar, ışık ve perspektif bütün bu olgular “görebilme yeteneğinin” bir sonucu. Renklerin parlaklığı, canlılığını domateslerde izleyebilirsiniz. Bir Pazar sabahı fakir sofrası. Bir gazetenin üzerinde iki tane kan kırmızısı domates, siyah zeytinler, sabah erken fırından alınmış sıcak sıcak ortasından koparılmış bir somun ekmek. Öylesine taze ki dumanı üzerinde. Sonra alüminyum sahana kırılmış bir yumurta. Ye beni dercesine canlı ve öylesine gerçek bir kahvaltı sofrası. Fakirdik ama hiç olmazsa bir ağız tadımız vardı, gözümüz ve gönlümüz doyuyordu dedirten bir tazelik duygusu kaplıyor insanın içini. Sanatçı ellerinin sıcaklığını, samimiyeti tablolara yansıtınca ortaya çok canlı konular çıkıyor. Böyle olunca resmin konusunu oluşturan kadınlar ve objeler sanki yanı başınızda duruyormuşçasına gerçek oluyor. Mesela naif kadınları, çok gerçek, pürüzsüz ve ışıltılı tenleriyle çok baştan çıkarıcı. Sanatçı parmaklarıyla çalıştığı için boyarken ton geçişlerinde aradaki sınırı kaybederek eserlerde kusursuz bir canlılık yakalıyor. Yüze krem sürer gibi boyayı tuvalin her yere yedirerek ışıltılı bir yüzey yakalıyor. Gördüğünü yansıtma isteği ile resmedilmiş kadınlar. Bu tablolarda kirli renklere yer yok. Dünya zaten yeterince kirli. Sokağın kirli, pis dilinden uzakta, bu naif kadınları hiçbir şey kirletemez, saflıklarını bozamaz. Renkler kadar temiz, duru ve naifler. Aynı ölçüde canlı. Bilmediğimiz bir gezegende ve farklı bir hayatta yaşayan bu kadınlar kendileri gibi temiz renklerde var oluyorlar. Sade bir resim dili. Net ve parlak olmalı. Bu resimlerde ışık çok önemli çünkü bu tablolarda ışık hayatın ta kendisi. Tablonun ruhu. Gözü yoran karmaşadan uzakta, naif bir netlikte söyleyeceği sözü sakınmadan söyleyen bir tavırla var olan bu kadınları hiçbir şey kirletemez. Tapılası kadınlar bütün doğallıklarıyla yarı gölge ve ışık içinde resmedilmişler. Mesela “ışık içinde yıkanan küpeli kadın” Siyah saçlarını topladığı mavi işlemeli saç bandı ile dikkat çekiyor. Çünkü üzerinde bir tek o var. Sarkık küpeleri ve yarı gölgede kalan belirsiz yüz şekli ve muhteşem sırt çizgisiyle zamanın farklı bir yerinde hala yaşıyor. Arka plandan ensesini gördüğümüz kadının yumuşak ense kıvrımı, sırtının mükemmel oyuntusu, üzerine oturduğu sol kalçasının üzerine vuran bir tutam ışık demeti, dirsekte yakalanmış parlaklık, kolun içe dönüşünde oluşan gölge, vücudun sola doğru hafif kaykılışıyla elde edilen zarif tavır, çok çekici, çok gerçekçi. Nerdeyse tablodan çıkıp gidecek kadar canlı. Resmin canlılığını vurgulayan ten renginden griye doğru uzanan doğal renk geçişleri. Kalçaların mükemmel yuvarlaklığı üzerine vuran pembe grilikler. Ten rengi ışığın içinde gümüşi bir renge dönüşür. Dönüşüm öylesine parlaktır ki insanda dokunma isteği uyandırır. İkinci masal kahramanı yine arka plandan gördüğümüz “yatan kadın”. Baş kısmı karanlıkta kalan kadının kalçası üzerine düşen aydınlık, resmin koyu - açık renk dengesini oluşturmada başarıyla kullanılmış. Kalçalar, bacaklar, baldırlar ve arkadan gördüğümüz ayak tabanları üzerine vuran parlak ışık canlı ve çekici bir kompozisyon yaratmış. Ayak parmakları gibi küçük ama önemli ayrıntılar incelikli bir dille yansıtılmış. Kadının duruşundaki serbestlik ve rahatlık duygusu resme yansıyor. Işık gölge dengesiyle yakalanan hareket olgusu dirseğin gölgesi, sırtın eğimi, yayılarak yatarken belinin aldığı eğim ve kalçaların duruşuyla kendini ortaya koyuyor. Yumuşak yeşil yatak örtüsünün kıvrımları resme hareketlilik kazandırıyor. Serbestçe sol bacağının üzerine koyduğu sağ ayağı ile vücudun hareketindeki serbestliği vurguluyor. Gölgeler, ışık geçişleri, yumuşak kıvrımlar, estetik görselliğin zirveye tırmandığı anları oluşturuyor. Uçan kuş. Kanatları açık beyaz bir güvercin, kanatların kemik kıvrımları çok ayrıntılı ve incelikli çalışılmış. Mavi gökyüzü üzerinde özgürce süzülürken kanadını sonuna kadar açmış. Siyah parlak gagası, siyah tek gözü ile yarı profilden gördüğümüz güvercinin siyah ayakları anlatımı çarpıcı hale getiriyor. Kendini rüzgara bırakıp süzülen bir güvercin bu. Alt gövdesi koyu griden açık griye doğru dalga dalga açılır. Kanatların ucunda beyazlığa ulaşır. Tüyler beyaz fon üzerinde gri çizgilerden oluşuyor. Mavi gökyüzünde beyaz bulut kümelerini görürüz. Mutlu bir ilk bahar sabahının esintisi var bu tabloda. Henüz bir yerlere konmaya niyeti olmayan güvercin tablonun sınırlarını zorlarcasına uçmaya devam ediyor. Çerçeveden çıkacakmış, uçup gidecekmiş gibi süzülen bir güvercin bu. Portrede ise bakışlar ve gözler çok önemli. Sanatçının oto portresinde iri iri açılmış gözler dikkat çekiyor. Sanki bütün tablo göz olmuş. Gözlerinin içinden ışık akıyor. Göz bebeklerinde pırıltılar oynaşıyor. Kaşının üzerinde bir ben var. Yani olduğu gibi. Nasılsa öyle. Dudaklarının üzerinde olgunluk çizgileri, çenesinde sevimli bir gamze, sol kulağının ardına attığı serbest bırakılmış saçları ile sanki bir şeyler söyleyecekmiş havasında öne doğru eğilmiş. Biraz yaklaşırsanız söyleyeceklerini duyabilirsiniz. “Dilimin ucuna takılı hikayeler var, sizinle paylaşmak istediğim…” diyor sanatçı. Sohbet etmeye hazır. Yeter ki kulak verin. “Sen, mutluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye sordu Nazım. Neslihan Yıldız’ın tablolarındaki figürlerin güçlü ifadeleri, insanın içine işleyen bakışları, duyguları alabildiğine yansıtan yüzleri görünce insan ister istemez Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya sorduğu soruyu anımsıyor. Bir jest, ellerin duruşu, delip geçen bir bakış, sorgulayan yüzler, hayaller kurduran hikayeler. İnsanın önünde çakılı kaldığı duygu yoğunluklu insan figürleri. Şaşkınlıkla, hüzünle, merakla, kırgınlıkla, homurdanarak, hesap sorarcasına bakan yüzler. Yüzlerde yüreğe dokunan ifadeler. Soru işaretleri. Neslihan Yıldız’ın oto portresinde insanı çarpan ilk şey bakışlar. Direk, net, karşısındakini delip geçen bakışlar. İnsanın ardındakini göremeye çalışan bir ifade. Görünenin ardındakinin peşine düşen bir kadının ifadesi bu. Vakur bir duruş. Kendinden emin. Ne istediğini bilen. Taviz vermeyen. Bir meydan okuma hali var. Savunduğu değerler için sonuna kadar var olma çabası. Hatta ısrarcı. Ben resim yapmak istiyorum. İstediğim şekilde ve biçimde. Hayatta yapmak istediğim şey bu. Nokta. İşte bu kadar. Dik durabilme inadı ve inancının yansıdığı oto portrede kesin ve net tavır insanı etkiliyor. Kim bilir hangi yüzyıl, hangi coğrafya ve ismi çoktan unutulmuş hangi şehirde yaşadı. Ya da yoksulluk içinde hangi kenar mahallede yaşıyor. Hayatın sivri, sert yüzünü çok küçük yaşlarda tanımış binlerce isimsiz çocuktan biri. Elinden alınmış çocukluğu, küçük yüzünde umutsuz, öfkeli, sorgulayan bakışlar olarak yansıyor. Neden? Bana bunu neden yapıyorsunuz? Hafif yan dönmüş portrede küçük yaşına rağmen ağzının çevresine yerleşmiş belli belirsiz çizgiler. Yüzünü sertleştiren bir ifade. Hafif büzülmüş dudaklar. Renkli gözlerine vurmuş ışıkta bir meydan okuma, bir cengaver duruşu. Net ve incelikli bir çalışma. Duyarlı bir resim dili. Gördüğünü kusursuz biçimde yansıtırken, resme derinlik kazandıran duygu yoğunluğu resmi çok boyutlu bir düzleme taşıyor. Sırtı dönük, serbest oturmuş bir adam. Kaslı gövdesi, doğal duruşu, hareketsiz ama bir o kadar hareketli yapısıyla bu resim, Rönesans ressamlarının çalışmalarını anımsatan esintiler taşıyor. Adamın vücudundaki her bir kas, her bir kıvrım tüm doğallığı ile resme yansımış. Işık ve gölgenin ustalıklı kullanımı adama canlı havasını veriyor. Sanki poz vermek için oraya şimdi oturmuşçasına gerçek. Hareketli renk geçişleri, resmin doğallık ve canlılık olgusunu güçlendiriyor. Resim, koyu kırmızı bir fon üzerinde yükselen görkemli bir yapı izlenimi veriyor. “Şamdan, Gözlük, Kitap ve Tüy”. Romantik dönemin esintilerini taşıyan bir çalışma. Muhtemelen gece bir çalışma masası. Eski moda klasik bir şamdan, üzerinde yanan mumlar. Arka planda, eskimişlik, yaşanmışlık duygusunu veren görmüş geçirmiş bir hava. Yaşanmışlığın getirdiği zenginliği yansıtan çok katmanlı, çok renkli bir doku. Zengin bir maden damarı gibi süzülen boyalar, akıntılar arka plana çok hacimli bir doku kazandırmış. Bu yapı resimdeki derinlik duygusunu güçlendiriyor. Şamdandan yansıyan ışık, iç içe geçmiş hacimli bir alını vurgularken, şamdan, gözlük, kitap ve tüy gibi objeleri de ön plana çıkarır. Işığın vurduğu bölgelerde dokunun zengin yapısı açığa çıkar. Kitabın açık kalmış sayfaları üzerine gelişi güzel bırakılmış gözlük, insanda okuma isteği uyandıran belli belirsiz yazılar, krem rengi küçük mürekkep hokkasındaki tüy kalem geçmiş yüzyılların bir hatırası, eski zaman hikayelerinden alınan bir pasaj gibi durur. Yarı gölgede kalan kitabın yaprakları, gölgenin uzantısında var olan mürekkep hokkası ve tüy kalem bu masalsı atmosferi güçlendirir. Işık ve gölgenin başarılı kullanımı, kompozisyonda nesnelerin belli bir çizgi üzerindeki dağılımı resmin ağırlık merkezini belirler. “Buzlu naneli içecek”. Kavurucu sıcaklarda insanın içini ferahlatan bir resim. Bir serinlik, tazelik duygusu. Bardağın içindeki beyaz buzlar ve naneler insanda buzdolabını açıp serin bir şeyler içme isteği uyandırıyor. Nanenin yeşil, parlak, canlı ama aynı zamanda donuk rengi, buzun bardağa yansıması, yansırken oluşturdu serinlik duygusu, ışığın başarıyla kullanımıyla ortaya çıkmış. Renk tonları arasındaki geçişler bardağın buzlu havasını oluştururken, resmi dokunulası, yaşayan bir objeye dönüştürüyor. Başlı başına camın kendisini hissetmek, camın arkasındaki buzun ayrımına varmak, ışığın camdan geçişini, yeşil nanelerin ve beyaz buzların üzerine nasıl vurduğunu görebilmenin hazzına varmak. Koyu arka planda yansıyan ışık parçacıkları ile aydınlanan alanlar müthiş bir tezat oluşturmuş. Bardağın saydam bir zemin üzerindeki yansıması, bardak, buzlar ve nanelerin canlılığı sanki uzanıp bardağı bir dikişte içecekmişçesine yakalanan bir gerçeklik duygusu. Resimde duyguların çok güçlü ve çok canlı olarak yakalanması ve ifade edilmesindeki sır ışığın nasıl kullanacağını bilmekten geçiyor. Sanatçı resim yaparken kendini resmettiği nesnelerin, nesnelere değip geçen ışık parçacıklarının yerine koymuş. Mesela, ben bir masa üzerinde duran bir meyve tabağı olsaydım bu resimde nasıl yer alırdım ya da ben bir ışık demeti olsaydım nesneleri nasıl aydınlatır onlara nasıl hayat verirdim diye sormuş kendine. Çalışırken resmin içine girmiş. Yeri gelmiş açık duran bir kitap olmuş, yeri gelmiş parlak bir mum ışığı. Işığın götürdüğü yere gitmiş, değdiği yerleri dokunduğu şiddet kadar aydınlatmış. Canlandırdığı nesnelerin kimliğine bürünürken, onlar gibi davranırken, onların resimlerdeki yaşamlarına bakarken ve nesnelerin bıraktıkları izleri takip ederken özel bir resim dili oluşturmuş. Buradaki soru şu olmalı. Ben bir meyve tabağı olsaydım bu resimde nasıl davranırdım? Sanatçı kendini masa üzerinde yer alan bir meyve tabağının yerine koyuyor. Onun gözünden bu resimdeki hayatı, objelerin yaşamlarını, kendi aralarındaki iletişimleri, etkileşimleri ele alıyor. Bunu yaparken iletişim aracı olarak ışığı kullanıyor. Sanatçı resmettiği nesnelerle sürekli konuşuyor. Onlara sorular soruyor. Objelerin anlattığı hikayeleri can kulağı ile dinliyor. Nesnelerin masalsı öykülerini renkler, çizgiler, dokular, yansımalar, ışık, derinlik, perspektif, gibi estetik değerlerin yardımıyla tuvale aktarıyor. Ben masa üzerinde yaşayan hasır bir meyve tabağıyım diyor sanatçı. Masayı beyaz seramik bir kupa ve yeşil bir şarap şişesi ve yarım soyulmuş bir mandalina ile paylaşıyorum. Siyah kadife masa örtüsünün gelişi güzel köşeye itildiği kahve rengi bir masa üzerinde yaşıyorum. İçimde çeşitli renklerde ve dokularda meyveler var. Kırmızı ve yeşil elmalar, mandalina ve bir portakal. Hayat ışık ve yansımalar üzerine kurulu burada. Işığın maceralı yolculuğunda az ya da çok dokunduğu yerlerde renkleri eskitir, soldurur ya da canlandırır. Artık bu ışığın isteğine kalmış. Onun bıraktığı izlerde renk geçişlerini, arkadaşım olan nesnelerin dokularını, uzayan gölgelerini görebilirsiniz. Örtünün kıvrımlarını nasıl yalayıp geçtiğini, örtünün kadife dokusunu, üzerinde yaşadığımız masanın damarlı yapısını inceleyebilirsiniz. Işık, arkadaşım şişeye dokunur. Onu aydınlatır. Dokunduğu objelerin ardında, mesela şişenin ve seramik kupanın arkasında bir gölge bırakır. Yarısı soyulmuş mandalinanın kabuklarını ve meyvenin dilimlerini belirginleştirir. Geçerken öylesine dokunduğu nesnelerin üzerinde renk geçişlerine neden olur. Mesela açık yeşilden koyu yeşile doğru derece derece yumuşak bir kayış masada gündelik hayatının bir parçasıdır. Sonra ışığın, birleştirici, kaynaştırıcı bir görevi de vardır. Aramızdaki birlikteliği, elbiselerimiz olan dokular ve renkler arasındaki hatları yumuşatarak kurar. Bir renkten diğerine geçerken sınırları yumuşatır, incelikli bir dil kullanarak resmin içinde bir denge oluşturur. Benim hasrımın örgülü yapısı içinde gölgede kalan bölgeleri, örgülü yapının ince işlemelerini büyük bir beceriyle ortaya çıkarır. Gölgeler uzar. Masaya bir dinginlik çöker. İşte masa üzerinde bir gün böyle geçer. Yine bir masa ama bu sefer aydınlık bir ortam. Kahve rengi yüzey üzerinde duran cam kase içinde duran açılmış bir nar. Arka planda bir bal kabağı ve cam kasenin yanında duran iştah açıcı bir armut ve ön planda yer alan bir cam bardak. Cam bardağın içinden görünen bal kabağı, camın içinde ışığın kırılmasıyla oluşan yansımalar ve yakalanan derinlik hissi. Bir kenara itilmiş beyaz bir masa örtüsü. Armudun masaya yansıyan görüntüsü. Beyaz fonun önünde yer alan objeleri vurgulayan ve belirgin hale getiren yapısı. Işığın aydınlattığı parlak alan dışında kalan gölgeli ve loş alanlar açık ve koyu dengesini belirliyor. Armudu belirleyen hatların keskinliği dikkat çekiyor. Özellikle sap bölgesindeki titiz çalışma. Armudun baş kısmına vuran ışık sap kısmını aydınlatırken ayrıntıları da ortaya çıkarır, gerçeklik duygusunu güçlendirir. Nesneyi üç boyutlu görmemizi, hissetmemizi sağlar. Mum, şamdan, beyaz porselen bir mücevher kutusu. Kutunun renkli çiçek işlemeleri ayrıntılı bir biçimde işlenmiş. Işık, gölge, yansıma, parlaklık ve renklerin yumuşaklığı bu tablonun ana temasını oluşturuyor. Loş ışık altında görünen renklerdeki pastel tonlar başarıyla yakalanmış ve yansıtılmış. Mumun aydınlattığı alan parlarken fonun karanlığını da vurgular. Öte yandan masanın zeminindeki parlak yansımalar ile tezat teşkil eden beyaz porselen mücevher kutusu resimdeki açık koyu renk dengesini de vurgular. Beyaz uzun ince bir porselen vazodan sarkan kırmızı laleler. Porselen vazonun beyazlığını ve zarafetini vurgularcasına çalışılmış arka planı oluşturan koyu bir zemin. Laleler yumuşak ve dağınık biçimde boyunlarını bükmüşler. Koyu kırmızı taç yaprakları aydınlatan ışık, merkeze gidildikçe koyulaşır. Koyu yeşil saplar ve yapraklar, hepsi dengeli bir zarafetle kompozisyonu tamamlar. Masanın üzerine düşmüş bir lale yaprağı resmin ağırlık noktasını dengeler. Seramik beyaz şekerdenlik beyaz sürahi, sürahiden aşağı doğru boynunu bükmüş tek bir papatya ve dalga dalga yayılan beyaz bir masa örtüsü. Yeşil bir zemin üzerinde yer alan beyaz objeler ve altın yaldızlı kontur çekilmiş hatlarıyla porselen objeler tablonun solundan gelen bir ışıkla aydınlanır. İnce işçilik papatyanın taç yapraklarında kendini gösterir. Detaylar hassas bir işçilikle te k tek yansıtılır. Papatyanın merkezindeki sarı ton resmin ağırlık merkezini oluşturur. Işık vurduğu yerleri aydınlatırken, dokunduğu beyaz porseleni içindeki ton geçişleriyle var eder. Tezat renklerin oluşturduğu kompozisyon, nesnelerin dizilişi ve boynunu bükmüş tek bir papatya anlamı güçlendirir. Açık koyu renk dengesinin başarıyla kullanıldığı bir resim daha. Mahzun bakışlı oğlan. Mahzun bakan gözler, gözlerdeki soran ifade, yüzdeki yumuşaklık. Kıvırcık saçlar, saçların lüleler halinde serbest biçimde dökülüşü. Keskin ama yumuşak hatlar. Estetik, etkileyici ve derinliği olan bir oğlan çocuğu portresi. Antik Yunan gravürlerinde resmedilen buluğ çağı çocuklarını anımsatıyor. Genç bir oğlan çocuğu. Çocuklukla ergenlik arasında bir yerde. Sakin ama mahzun ve masum ifadesi, gözlerdeki delici bakışlar ve hafif umursamaz bir duruşla birleşince ortaya büyüleyici bir karışım çıkıyor. Bütün bu duyguları yansıtma becerisi, sözler yerine, renkleri, ışığı, perspektifi kullanarak, resim diliyle bir öykü anlatma başarısı resme yansımış. Aydınlık ve vurgulu bir renk kullanımı. Elmacık kemiklerine yansıyan, yüz hatlarını ortaya çıkaran, duruşu belirginleştiren ve ifadeyi vurgulayan bir resim dili. Duyguyu fırçayla yakalama becerisi. “Sen duyguların resmini yapabilir misin?” sorusuna karşılık gelen bir çalışma. Şaşkın bebek. Şaşkın bir yüz ifadesi. Merakla bakan gözler. Bu da neyin nesi diyen bir ifade. Yukarıya doğru bakan yeşil gözler. Sıkılası tombik yanaklar. Minnacık hokka gibi bir burun, minicik bir ağız ve yeni yaşını sürmeye başlayan bir bebeğin saflığı. Bebeği yandan, yukarı doğru bakan bir portre olarak görürüz. Bebeğin ten rengi, tonlar arasındaki hassas geçişlerle vurgulanmış. Özellikle bebeğin yeşil gözleri, göz bebekleri bir iğne oyası inceliği ile çalışılmış. Bebeğin krem rengi yakası, ten rengini vurgularken pürüzsüz tenini ve yeni doğanın saflığını da açığa çıkarıyor. Sigara tutan eller. Ağır işten, toprakla uğraşmaktan deforme olmuş, bozulmuş, boğum boğum olmuş eller. Nerden baksan en az 70 yılın yükü var bu ellerde. Her bir çizgisinde bir ömür yükü hikaye. Yamulmuş tırnaklar, orijinal biçimini çoktan kaybetmiş parmaklar sorsan çok şey anlatırlar. Sonu gelmiş sigarası, düştü düşecek hissi veren uzamış gri sigara külü ve en az sahibi kadar eski kahverengi ağızlığı. Görmüş geçirmiş, çok yol kat etmiş eller tarafından tutulan sigara ağızlıklarını, Anadolu’nun uzakta kalmış, uzakta bırakılmış, çoktan unutulmuş köy kahvelerinde görebilirsiniz. Bu ellerde unutulmuşluğun verdiği hüzün, takdir görmeyen emeğinin verdiği kırgınlık, çok şeyler yaşamış olmanın getirdiği bilgelik var. Koyu zemin üzerinde yer alan açık renk eller ana temayı vurgulamış. Çok çarpıcı, insanı derinden etkileyen, çok şeyler söyleyen, çok şeyler anlatan bir kompozisyon yakalanmış. Her parmağın farklı duruşu, resimdeki hareket öğesini vurgular. Işık, hareket ve derinlik tabloya üç boyutlu bir anlam kazandırırken gerçeklik duygusunu da ön plana çıkarır. Ellerin canlı gibi duruşu, parmaklardaki derin çizgiler, boğum boğum deforme olmuş kalın parmaklar, sigarayı gevşek bir tarzda tutuş, zamanda asılı kalan bir an gibi tuvale yansıyor. Her an hareket edecekmiş gibi duran, bu çok günler görmüş, bilge eller, artık bütün zamanlara ve bütün emekçilere aittir. Eski kullanılmış siyah körüklü çizmeler. Büyük büyük dedenin süvariyken kullandığı ağız kısımları çizgi çizgi olmuş körüklü çizmeler. Bütün sınır boylarını arşınlamış, Anadolu toprağının her zerresini tanımış. Büyük büyük dede süvari. Kaç kez bindi ata. Kaç kez üzengiye gitti ayağı, ayağında bu körüklü emektarlar. Üzenginin üzerinde binlerce kez esnedi ayak uçları. Her esneyişe bir çizgi, her kavgaya bir çentik, her kahramanlığa bir anı düşer. Çok maceralar yaşamış, savaşlar görmüş, hikayesi bol, tarihe tanıklık etmiş, tarih yazılırken bizzat orada bulunmuş, kendisi tarih olmuş, bu eski, kimsenin yüzüne bakmadığı körüklü çizmeler. Şimdilerde unutulmuş, eskinin anılarına sığınmış, süvarisini özleyen, paylaştıkları anıları bir sır gibi saklayan siyah körüklü çizmeler. Çok yaşanmışlığın eskittiği, bir kenara atılmışlığın yıprattığı ama hala dimdik, inadına ayakta, üzengiye uzanmaya her an hazır, çok şey yaşamış bu çizmeler hala süvarisini bekliyor. Bir de öykülerini dinleyecek ziyaretçileri. Tijen Hasçi grubun yaramaz, afacan kızı. Hadi yaramazlık yapalım, objelere, nesnelere yukardan bakalım, perspektif kuralları ile oynayalım, nesneleri deforme edelim, onları başka bir dünyanın perspektif anlayışıyla yeniden tanımlayalım. Tijen Hasçi resimlerin içine giriyor, yaramaz, muzır, sevimli bir “resim cinine” dönüşüyor. Perspektifi formları estetik bir biçimde bozarken çok eğleniyor. Öyle ki tuval boyunca, resimlerin çeşitli yerlerine eğlence tozları serpiştiriyor. Bakanlar da en az kendisi kadar eğlensin, zevk alsın diye. Hadi biraz yaramazlık yapalım. Tıpkı pembe bir fon önünde duran yeşil masa ve çalışma lambasında yaptığımız gibi. Resimde zarif, göz okşayan masalsı bir hava var. Çizgileri belirgin yer karoları ile incelikli bir tarz yakalanmış. Pembe fon üzerinde dans eden gölgeler ve ışığın şiddetine göre değişen tonlar. Estetik değerler içinde bilinçli olarak deforme edilmiş formlar, zarif bir anlayışın oluşmasını sağlıyor. Nesnelere tepeden bakan sanatçı, esprili bir tarzda karikatürize edilmiş ojelerle esprili bir resim dili yakalıyor. 1920’lerin havasının hissedildiği resimler, şakacı bir perspektif anlayışıyla sunuluyor. Pastel renklerin hakim olduğu tabloda tonlar arasındaki geçişler ve leke çalışmaları başarılı. Bu da ağırlık merkezinin resme dengeli bir şekilde dağılmasını sağlıyor. Işık dokunuşları, ufak kaçamaklarla resme değip geçiyor. Bunlar anlık küçük şakacı göz kırpışlar. Defterdeki yazılar neredeyse okunur bir belirsizlikle sisli bir renk bulutunun ardında kaybolur. Lambanın içinde ışığı ve gölgeyi görürüz. Göz okşayan canlı renkler resmi çekici hale getiriyor. Yeşil masadaki renk geçişleri kesin olmayan hatlar içinde dağılıyor. Işıktan gölgeye geçişler yumuşak bir resim diliyle ortaya konunca gözü okşayan bir atmosfer yakalanıyor. Sarının tonlarında çalışılmış gri çelik çaydanlık. Resim, tonlar arasındaki aşamalı geçişler ve yansımalar üzerine kurulmuş. Gri çelik çaydanlığın üzerinde vuran ışık demetlerinde, oda içindeki objelerin, insanların belli belirsiz yansımaları görülür. Çaydanlığın önündeki yer alan elmanın üzerine düşen gölgeler küçük ama önemli ayrıntılar. Cam çay bardağı, tabak ve çay kaşığı, bulundukları ortamın sıcak bir unsuru olarak var olurlar. Kendi özel perspektif dilini oluşturan bir duruş, bir tavırla bizi samimi bir dünyaya davet ederler. Tıpkı “Alice Harikalar Diyarında” yaşayan, konuşan, hareket eden ve bir kimliği olan bu objelerin arasında hissederiz kendimizi. Beyaz gri dokunuşlarla oluşturulan arka plan, geometrik bir fon, farklı masalsı bir dünyanın izlerini taşır. Yeşil masa örtüsü üzerindeki meyve tabağı ve su sürahisi. Kahve rengi bir arka plan, mavi bir zemin ve yeşil bir masa örtüsünden oluşan bir kompozisyon. Canlı, albenili renklerin çarpıcı uyumunu yansıtır. Mavi bir tepsi içinde var olan elma, armut, portakal ve muzlar izleyicileri renkler üzerinden tanımlanan bir dünyaya davet ederler. Arka planda görülen pencere, sürahinin mavi kapağı ve meyvelerin bir kısmı aynadan yansır. İç içe geçen dünyaların kapılarını açan, şakacı bir resim cininin parmağı resme dokunmuştur. Şakalar henüz bitmedi. Esprili bir dille karikatürize edilen masanın duruşu ve masanın ayakları, yeniden belirlenen perspektif kuralları doğrultusunda, kendilerini gülümseten bir incelikle kabul ettirirler. Renk geçişleri, açık koyu renk dengesi tabloyu çekici kılan unsurlar arasında yer alır. Kahverengiden pembeye, sonra da açık yeşile uzanan bir yolculukta ışığın kat ettiği yolu izleriz. Tuvalde çıplak bir kadın gövdesi, önünde beyaz masa örtüsü serili bir sehpa, üzerinde pembe çiçekler ve yerde kahverengi zemin üzerinde uzanan yeşil bir kilim. Arka planda açık kahverengi bir fon. Çok renkli, çok nesneli ve çok anlamlı başka bir tablo daha. Anlaşılan resim cini bu resme de uğramış. Resimde, tablo içinde başka bir tablo görürüz. Şövalye üzerinde duran tabloda başı olmayan çıplak bir kadın gövdesi yer alır. Sözde aklı, beyni, kafası olmayan, kimliği elinden alınmış bütün kadınlara ithaf edilen başsız çıplak kadın gövdesi, sömürüyü temel ilke edinen, kapitalist anlayışın hakim olduğu bir dünyanın istismarına açıktır ve bu dünyada var olmaya çalışan bütün kadınlara adanmıştır. Sehpa üzerinde duran pembe, beyaz çiçekler kadın ruhunu tanımlar. Aynı zamanda, çiçekler estetik ve naif bir dünyanın simgesidir, kadın da öyle. Bu nedenle, birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Beyaz masa örtüsü, kirlenmiş dünyaya rağmen saflığı çağrıştırır. Kahverengi zemin üzerinde uzanan yeşil kilim, sehpa ve çiçek hep birlikte oluşturdukları kompozisyonda kadını destekler biçimde yer alırlar. Kadının bu dünyada var olurken, her şeye rağmen bir duruşu, bir kimliği olduğunu ve bu kimliği ortaya koyabilme cesaretine ve kararlılığına sahip olduğunu bize hatırlatır. Masa örtüsüne dökülen pembe çiçeklerin taç yaprakları hüzünlü aynı zamanda kırılgan dokunuşlar olarak kalbimizi kazanır. Çıplak kadın gövdesi kirli değildir. Doğallığın, estetik duyarlılığın bir göstergesidir. Burada çirkin ve pis olan sokağın kirli dilinden ve anlayışında uzakta, pembe beyaz çiçeklerle aynı düzlemde yer alarak o dünyadan bağımsız olarak var olur. Kadın gövdesindeki kırmızı göğüs uçları ile pembe çiçeklerin aynı düzlem üzerinde yer alışı renk dengesinden öte, resimdeki estetik duyarlılığa işaret eder. Modern zamanların teneke içecek kutuları. Gri, kirli beyaz tonlarda oluşan bir fon bizi modern zamanlarda gezegenimizde herhangi bir yere götürüyor. Lacivert bir zemin üzerinde kullanılmış, tüketilmiş, içilmiş sonra da bükülerek atılmış artık bir atığa dönüşmüş, var olma nedenini yitirmiş, ömrünü tamamlamış nesnelerin ortak paydası olarak karşımıza çıkarlar. Beyaz kapakları, kopartılan, kırılan açma yerleri, hırpalanan, bozulan, çabucak vazgeçtiğimiz, eskittiğimiz ve tükettiğimiz hayatlarımıza benziyor. Simgesel olarak insanlar, arkadaşlıklar, var oluşlar, olaylar, paylaşılan anılar, ortak amaçlar, yüceltilen değerler aynı hızda tüketiliyor ve zamanın çöplüğüne atılıyor modern zamanlarda. Tek içimlik meşrubat tenekelerinden ne farkımız var ki? Çeşitli formlarda, devrilmiş, ortasından sıkılmış, üzerine basılmış, ezilmiş, yamyassı edilmiş, bükülmüş tenekelerde durağan görünen bir hareket olgusu yakalanmış. Orada, o kompozisyonda var oluşları bile başlı başına bir başkaldırı gibi sunuyor kendisini. Mavi zemin üzerindeki beyaz lekeler bir an belirip sonra aynı hızda kaybolan ışığın görüntüsünü yakalıyor ve bir an onu üzerinde hapsediyor. İşte biz şu anda, “o ana” tanıklık ediyoruz. Gazete kağıtları üzerinde kurulmuş bir kahvaltı sofrası. Bize çok aşina gelen, çok tanıdık eski Türk Filmlerinden kareler gibi belleğimizde yer alan kahvaltı sofraları. Yoksulluğa inat, eski zamanların kan kırmızı domatesleri, modern zamanlardaki gibi her şeyimiz yoktu ama kan kırmızı domateslerimiz vardı dedirten. Kocaman somun ekmeklerimiz. Ortasından kopardığımızda, bütün evi taze ekmek kokusu sarardı. Tazeliği ve damağımızı gıdıklayan kokusu, pamuk gibi bembeyaz ağızda dağılan dokusu, alüminyum sahan içinde banılmaya bekleyen yumurta, bereketli Anadolu topraklarında yetişen iri siyah zeytinler, Pazar sabahlarının tadına doyulmaz lezzetiydi. Evet, belki her şeyimiz yoktu, lüks tüketim maddelerinin bağımlısı olmamıştık henüz. Siyah beyaz çekilmiş o filmlerdeki iyi niyetli saflığı anımsatan o sadelikle, mütevazı anlayışla, bütün o yoksulluğa, bütün o yoksunluğa inat işçi, memur, dar gelirli, emekli sofralarının damaklarda kalan bir lezzeti vardı. Mesela, 1 Mayıs’ta çıkan gazetelerin üzerinde yapılan bir Pazar sabahı kahvaltısı çok şey anlatıyor modern zamanlarda kaybolmuş, modern kent insanına. Kan kırmızısı domateslere hasret, taze ortasından koparılmış bir somun ekmeğe, lezzetli kara zeytine hasret, bir de altına serdiği gazetelerin samimiyetine, dürüst duruşuna, içtenliğine ve o gazetelerdeki sağlam kimliğe. Şimdinin çok boyalı, çok promosyonlu, çok satan, haddinden fazla renkli kartel gazetelerine karşın; bir duruş, bir tavır, bir kimlik vardı 1 Mayısta basılan gazetelerde. Yeşil yapraklı çiçek saksısı. Kahverengi saksı içinde baş veren, yayılan, serpilen, hayata, güneşe, ışığa doğru uzanan yeşil damarlı yapraklar. Geniş yaprakların üzerindeki belirgin damarlar ve çiçeğin gövdesindeki çizgiler titizlikle çalışılmış. Arka planda pencereyi, pencerenin demirlerini görüyoruz. Camın ardında sokağın ve evlerin belli belirsiz siluetleri kendini gösterir. Pencerenin ardında hayat akar gider. Belirsizlik içinde evimizin, evlerimizin dışında akıp giden hayata, “pencere önü çiçeği” gibi bakar dururuz. Kahverengi saksı ve koyu renk tabağı, yine koyu renk zemin ve açık renk arka planda yer alan yeşil yapraklar ön plana çıkmış. Açık koyu renk dengesi ve tezatlıklar etkili bir şekilde kullanılmış. Gri pencere demirleri geometrik bir şekilde resmedilirken resmin iç dengesini sağlam biçimde yakalamaya yardımcı oluyor. Pembe zemin üzerinde mavi çinili bir sürahi. Kütahya seramik çinilerin anımsatan kırmızı mavi çiçeklerle bezeli beyaz seramik eski bir sürahi, koyu pembe bir tespih, kapağı açık gümüş bir mücevher kutusu ve sürahinin ardına saklanmış pembe cam bir bardak. Üzerinde yeşil lekelerle sarı gri bir fon. Zengin bir arka plan. Ve pembe tonlarına adanmış eski zaman objeleri. Artık bizim için antika olmuş, eski zamanlara ait hikayeleri, öyküleri ve anıları üzerinde taşıyan bu nesneler, anneannelerin, dedelerin tarih olmuş anılarını tablonun dört bir yanına dağıtır. Açık pembe örtünün kıvrımları tabloya ayrı bir hareket kazandırıyor. Kütahya çinilerinin kusursuz formuna karşın sanatçı, kendi öykülerini, kendi çini sürahisini, tespihini kendi bildiğince yorumlamış. Onları yine estetik bir dille yeniden yaratmış, bozmuş, üzerlerinde oynamış, deforme etmiş. Arka planda giderek açılan fon resme bir ışık veririr. Fon üzerindeki küçük yeşil dokunuşlar, eskiye ait küçük hatırlatmalar gibi duruyor. Açık Pembe Vazolar. Üçlü grup. Kahverengi sehpa üzerinde yansımalarını gördüğümüz vazolar 1920’li yılların sanat anlayışının esintilerini taşıyor. Vazoların üzerine vuran ışık tabloyu aydınlatırken pastel tonların yumuşak yansıması göz okşuyor. Ucu açık hikayelere uygun zengin bir atmosfer oluşturan romantik göndermeler ve küçük dokunuşlar var. Vazoların şekilleri kendi içinde esprili bir şekilde, bilinçli olarak deforme edilmiş. Perspektif anlayışına, şakacı pembe bir itirazla kendilerini yeniden istedikleri formda var ediyorlar. Çarpık sevimli duruşları, leylak ve toz mavi tonlar arasında gidip gelen bir fon içinde göz okşuyor. Vazoların ağız kısımlarında görülen belirgin gölgelere karşın, beyaz konturlar ve ışığın düştüğü aydınlık noktalar, ışık gölge dengesini vurguluyor. Otoportre. Masum, hafiften hüzünlü, kabahat işledikten sonra, “ben bir şey yapmadım” diyen küçük kız çocuğunun muzır masumiyeti. Şakacı bir tavır. Her an gülecekmiş gibi ucu kıvrılmış dudaklar. Dağınık saçlar, spor bir anlayış. Vesikalık çektirir gibi objektife bakan bir hal var üzerinde. Perspektifle dalgasını geçen, bildiğini okuyan, şakacı bir resim cini. Hatları estetik bir şekilde karikatürize edilmiş özgür bir ruhun portresi bu. Gramofon önünde duran kahverengi bir kalemlik. Kırmızı gramofon, altın sarısı çiçeksi ağzıyla, 1920’li yılların melodilerini odanın dört bir yanına dağıtmaya hazır. Siyah plak iğnesi eski taş plakların üzerinde gezinirken, bizi Art Deco anlayışın hakim olduğu romantik zamanlara götürür. Canlı bir zemin üzerinde bütün bir resme yayılan gramofon, kirli beyaz bir fonun önünde daha vurucu bir görünüm kazanır. Işık gölge farkı, ton geçişleri, gölge konisi içinde kalan nesnelerin uzamış görüntüleri resmi çekici kılan özellikler. Işığın değdiği noktalarda oluşan pırıltılar, masalsı bir atmosfer yaratarak resme canlılık katıyor. Eski bir telefon, bir kadeh kırmızı şarap, şarap şişesi yine kahve rengi bir sehpanın üzerinde bir araya gelmişler. Belki de bir akşamüstü vakti, tam da günün yorgunluğunu alacak bir aperatif zamanı. Kim bilebilir? Resme 1920’lerin romantik atmosferi hakim. Zengin ayrıntılar. Siyah beyazın çarpıcı buluşması, nesnelerin masanın üzerindeki belli belirsiz oluşan suretleri, arka planda görünen aynadan yansıyan nesneler. Şişenin, camın ve telefonun üzerine düşen parlak ışık demetleri resme ayrı bir zenginlik katıyor. Aynaya yansıyan görüntüler resme derinlik kazandırmış. Çok boyutlu bir yapı içinde asıllarına paralel bir düzlemde yeniden var olan nesnelerin görüntülerinin yanında odanın farklı bir bölümünü de keşfederiz. Arka planda kahverengi kapı ve anahtar deliği gibi ince ayrıntılar tabloya renk katıyor. Kırmızı kadehin içinde şarabın parlaması, camın ışığı kırması, telefonun siyah zemin üzerindeki beyaz numaralı delikleri şık bir tezat oluşturuyor. Aynadan yansıyan pencere demirleri arkasında kalan sisli alan, hayal gücünü harekete geçiriyor. Belki arkada canlı bir sonbahar bahçesi vardır. Yazdan kalma günlerde bahçeye atılan beyaz demir masa ve iskemleler bu zengin görüntünün bir uzantısı olabilir. Orada olmasını ümit ettiğimiz sonbahar bahçesi, bu romantik ve zengin ayrıntılar içeren atmosferin tamamlayıcısı olarak zihnimizde yerini alırken bize hayaller kurduruyor. Sanat, insanlara hayaller kudurabilmekten başka nedir ki?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |