• İzEdebiyat > Eleştiri > Sinema ve Televizyon |
21
|
|
|
|
Grafiker bir arkadaşınız varsa başına çöküp bilgisayarda bir vazo yapmasını isteyebilirsiniz. Sonra onu İ.Ö. III. binde yapılmış bir Sümer vazosuna dönüştürmesini de isteyebilirsiniz.
|
|
22
|
|
|
|
Yayınlandığı zamanlarda bir çok tanıdığım soluksuz izlerdi. Dizi içinde ki tiplerinde gerçek hayatta belli yerlere gelmiş insanları anımsattığı söylenirdi... Şimdilerde hala tekrarları oynuyor değişik kanallarda... Tabi bir de zamanımızda benzer dizilerin pıtrak gibi ortaya çıkışı var. Bunlara da Kurtların Yavruları mı demek lazım acaba? |
|
23
|
|
|
|
Yıllar yılı oynayan, bir zamanda herkesi televizyona kilitleyen o meşhur bilmem ne vadisi adlı dizi, ne verdi bu topluma? Sadece oyunculara para kazandırıp şöhret yapmaktan başka bir işe yaramadı... Allah aşkına şu toplumda kaç kişinin mafya ile direkt ilişkisi var? Hangi namuslu insan böyle bir mafyavari oluşumun içine girmek ister ki? |
|
24
|
|
|
|
Yüzlerce kanal, hatta bunların bir kısmı da paralı olmak üzere, sayısız dizi ki bunların bir çoğunun içeriği de çok boş olmak üzere beynimize ve gözlerimize her gün umarsızca saldırıyorlar... Bizler televizyonlarda kim kimi dolandırmış, katakulli yapmış, kim kimi gizli gizli sevmiş de aşkını inkar edememiş, kim kimin düşmanlarını operasyonlarla yok etmiş diye beyazcama bakarken, birileri de ülkemizin altını oyma, toplumu duyarsızlaştırma derdinde... |
|
25
|
|
|
|
cem erman yeşilçam’ın bilinmeyen dünyasına projektör tutuyor. sinema tutkunlarına anılarıyla nostaljik tatlar yaşatırken, bizleri de yetmişli yıllara bir yolculuğa da çıkarıyor. |
|
26
|
|
|
|
Hiçbir sorun yokken, hayatımız rayında ilerlerken; eşimiz, çocuğumuz, arkadaşlarımız ve bir işimiz varken; herşey gerçekten yolunda gidiyorken; gerçekleri konuşmayız pek. Konuşmadığımız için her şey yolundadır belki; konuşmak için “farkında olmak” gerekir, konuşabilme riskini göze alacak güçteyse “farkına varır” insan.
|
|
27
|
|
|
|
Güçlü cinsel çağrışım ve erotik detaylar bununla sınırlı değil elbet... Ateşli kadın tiplemesi ise Leyla Sayar’ın bedeninde cisimlenmektedir. Kuşkusuz Leyla Sayar dönemin vamp ve femme fatale koleksiyonunda ilk sırada yer almaktadır. Metin Erksan’ın burjuvazi eleştirisi Suçlular Aramızda (1964), Ümit Deniz’in romanından uyarlanan, senaryosunu Attila İlhan’ın yazdığı ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ölüm Perdesi (1960) ve Halit Refiğ imzalı Şehrazat (1964) adlı filmlerde de üst düzey bir oyun sunan Sayar, hırs ve tutkusunun tükettiği bir kadını canlandırmaktadır. Şoför ile seviştiği sahnede, pastanın üzerindeki iki mum birbirine yapışarak erirler… |
|
28
|
|
|
|
Siyah Dalya, polisiye türün ‘sıkı’ romanlarındandır. 40’lı yıllarda, Los Angeles polis departmanında çalışan iki eski boksör-yeni polis Bucky Bleichart ve Lee Blanchard’ın hayatlarını mahveden bir cinayetin öyküsüdür bu.
|
|
29
|
|
|
|
Aşk üzerine elbette binlerce film yapıldığını biliyoruz. Velhasıl kimilerine göre basit aksiyon filmlerinden tutun da korku filmlerine kadar aşk birçok filmin temelini oluşturuyor. Bu filmlerden bazıları romantizmin suyunu çıkardı, bazılarıysa aşkın kendisini her zaman daha büyük ‘idealler’ için harcamayı tercih etti. Esasında büyük aşk filmlerinin merkezinde bile çoğu zaman aşk yoktu. Aşkın yerini alacak bir acı, savaş, cinayet, ‘dava’ ve daha onlarca yan anlatı hep vardı. Aşkı izlediğimizi sanırken illâ ki arka plandaki konu birden öne geçip, anlatının hakimiyetini ele geçiriyordu. |
|
30
|
|
|
|
Tiyatroda esas olan oyunların isimlerini değiştirmek değil, yeni oyunlarla, yeni buluşlarla, yeni tarzlarla seyircilerin karşısına çıkıp eğlendirirken aynı zamanda seyirciyi düşündürebilmektir…
|
|
31
|
|
|
|
İnsancıl filmi üzerine kısa bir kritik... |
|
32
|
|
|
|
Beyaz perde için çekilen filmin kimliği önemlidir. Filmin neyi anlattığı, mesajların en güzel şekilde yerini bulması ve temsil ettiği kültürün en iyi şekilde yansıtılması gerekir. Filmden toplumdan ve insanından kopuksa verilen mesaj üzerinde yoğunlaşamıyorsa, filme dağınıklık hakimse yönetmenin seyirciye ulaşması zordur. Karelerin vermek istediği mesaj heba olacaktır. Öyleyse filmlerin hem teknik hem kültürel kimliğin netleşmesi gerekir. Filme kimlik kazandırılmadığı zaman filmin varlığı ve hissettirdikleri suyun üzerindeki köpük gibidir.
|
|
33
|
|
|
|
“”Ve dedi:” en kof ceviz bile kırılmak ister. Olgun yemişler tutunamaz ağaca. Öyleyse kabuğum kırılacak diye hayıflanmamalıdır insan. Toprağa düşmemek için çırpınmamalıdır meyve. Düşün bir şeyin geldiği yere dönmesi kadar sevindirici ne olabilir? Tohumun ağaca, ağacın tohuma dönüşümünden başka bir şey değildir hayat. Yani ölüm…”” (Tolstoy) |
|
34
|
|
|
|
Ya çocuklar? İktidar savaşlarından, emperyal-kolonyalist planlardan, değişen haritalardan, sinema filmlerinden ve propagandadan bihaber çocuklar? Çocuklar bir şeyden haberdar değillerdi fakat sinema onları unutmayacaktı. Birçok filmde boy gösterdiler. Kullanıldılar. Cephelerde su taşıdılar. Orduya yardım ettiler. Gaz odalarında sabun yapıldılar. Öldürüldüler. Sömürüldüler. Kafalarına bombalar yağdı. Tankların paletleri altında kemikleri çatırdadı. Ajan veya muhbir olarak, haberci veya ulak olarak, hizmetçi olarak, çeşitli görevlerde saf tuttular. Evet, evet, haberdardılar birçoğu olan-bitenlerden. Haberdardılar… |
|
35
|
|
|
|
Türkiye sineması da kendisine düşen propaganda ve algı operasyonlarında ciddi çalışmalara imza attı, atıyor. Türkiye’de sinema, Türkiye’nin batılılaşması ve Kemalizm’in yaygınlaşmasını kolaylaştırma görevi üstlendi. Yıllarca aynı alt metinler ve kurgularla toplumu yönlendirmeye ve siyasi gelişmelerden uzak tutmaya çalıştılar. |
|
36
|
|
|
|
Bu şiddet sarmalı Kurtlar Vadisi denen saçma sapan dizi ile başladı... Mafya ve derin devlet ilişkileri ısıtılıp ısıtılıp millete izlettirildi... Senaryo yazarları ve oyuncular malı götürdü tabi ki... Bizim mafya ile yasa dışı işler ile ne alakamız olur ki? Şimdilerde reytingleri yerlerde sürünse de bir zaman bayıla bayıla izledi banim vatandaşlarım çoluk çocuk... |
|
37
|
|
|
|
Korku değil, acı sinemasının üç yıldır konuşulan, kült olma yolunda ilerleyen sinemada bir misafiri var: Testere
2004 yılında Testere filmi sessiz sedasız vizyona girdiğinde kimsenin bir beklentisi yoktu. Ancak film, farklı konusu ve işkencesiyle seyirci buldu. Türkiye’de 81.434 kişi tarafından izlendi. Dünyada ise 55,2 milyon dolar hasılat getirdi. İlk filmin beklenenin üstünde ilgi görmesi ve Hollywood çapında 1 milyon dolar gibi komik bir para ile yapılan ve sadece ABD’deki sinemalarda 50 milyon doların üzerinde gelir elde etmesi filmin devamı çekildi. Peş peşe Testere II, III çekildi.
|
|
38
|
|
|
|
“…ve büyük bir deprem oldu. Güneş, keçi kılından yapılmış siyah bir çul gibi karardı. Ay, baştan aşağı kan rengine döndü. İncir ağacı, güçlü bir yel tarafından sarsıldığında nasıl ham incirlerini yere dökerse, gökteki yıldızlar da öylece yeryüzüne düştü. Gökyüzü, dürülen bir tomar gibi ortadan kalktı. Her dağ ve her ada, yerinden sökülüp alındı. Dünyanın kralları, büyükleri, komutanları, zenginleri, güçlüleri, bütün köleleri ve özgür kişileri, mağaralarda ve dağların kayaları arasında gizlendiler. Dağlara ve kayalara seslenip dediler ki, «Üzerimize düşün! Taht üzerinde oturanın yüzünden ve Kuzu'nun gazabından saklayın bizi! Çünkü Onların gazabının büyük günü geldi, buna kim dayanabilir?”
(Yuh. Vah. Böl. 6 Ay. 12- 17)
|
|
39
|
|
|
|
Yıllarca kendi kimliğini bulmak için savaşmış ve aslında “homo” olurum endişesiyle babasına duyduğu derin hayranlık yüzünden sürekli kendi kimliğinden kaçmış, ya da belki sürekli bu düşünceden dolayı homoluğu kimliği saymaya yakın hissetmiş, annesi tarafından seçilmiş olduğu düşünülen, bu uğurda Quebec’ten Kudüs’e kadar bir içsel yolculuk yapan, (Filmde homoseksüel gösterilse de bence biseksüel) Zac’in öyküsü. |
|
40
|
|
|
|
Ünlü bir ismin biyografisi üzerine kurulan bir sinema filmini, hele de o isim daha sağlığında efsaneleşmiş ve ölümünden sonra da o efsane günden güne büyümüşse, daima bir tehlike bekler. |
|