|
• İzEdebiyat > Deneme > Yapıtlar |
1
|
|
|
|
Halkının isteklerini yapabilmek için bedeller ödemek zorunda kalan ve tarihte omurgasız diye hatırlanacak olan bir siyasetçinin kısa bir bakış açısı |
|
2
|
|
|
|
Gün sonunda iyiler mutlaka kazanır evet… Amma velakin; Rabb; ne derse o olur işte buna da evet… Öldü derler ölmezsin… Ne güzel yaşıyor derler, her gün ölürler… Bu yüzden yazımın başlığı O. |
|
3
|
|
|
|
ben ele almış olduğum bu konuyu siz değerli okurlarımın bilgilendirilmesi amacı ile satırlara dökmüş bulunuyorum.
görüyorum ki insanlar bir başkasına hükmetmeyi marifet sayıyor bunun hoş bir durum olmadığını anlatmak istiyorum. |
|
4
|
|
|
|
Eşek, edebiyatın ve felsefenin olduğu kadar geometrinin ve sosyolojinin de en gözde mecazları arasında yer almış. Birçok şair, yazar, düşünce insanı, filozof, bilim insanları hatta folklor da eşekten vazgeçmemiş. |
|
5
|
|
|
|
Siz dahi olabilirsiniz ve onlar dâhileri hiç sevmez. |
|
6
|
|
|
|
İnsan zor tanır kendini. Kendi hakkında hüküm verirken ne kadar subjektifse, bir millete mensup bir kişi de milletini değerlendirirken o derece subjektiftir aslında. |
|
7
|
|
|
|
Herşey, eşinden yeni boşanan doktor ve tıp fakültesinde öğretim görevlisi olan Robert Laing’in Londra’nın şehir merkezinden uzak yeni yapılan lüks ve yüksek katlı bir binanın 25. katına taşınmasıyla başlıyor. |
|
8
|
|
|
|
Gençlere klasikleri neden okuturlar? İstanbul’a geldiğim yıllarda Donkişot’tan niyeyse çok sıkılmıştım. Yirmilerimdeydim; Kemal Tahir’in her fırsatta Donkişot’u övmesine bir türlü anlam veremezdim. Zaten onu da çok iyi tanımazdım. |
|
9
|
|
|
|
... Şeyh Galib’in çıtasına erebilen şairin çıkmayışı bir yana, Nedim gibi söyleyebilen adamlar da yok olmuştu. |
|
10
|
|
|
|
Elias Canetti’nin romanı “Körleşme” 40-50 yıl önce ilk Ahmet Cemal’in çevirisiyle yayınlandı. Yaklaşık yarım asırlık kitabı ömrüm boyunca ya bir ya da iki kez üzerinde düşünmeden, tartmadan okudum. Şimdi yine elimin altında ve tekrar not olarak okuyorum… |
|
11
|
|
|
|
Sanıyorum ki iyiler; hayata önce Eddard Stark gibi başlıyor… Saf ve salt duruşlarından ötürü sisteme karşı kaybettiklerinde ise ansızın Robb Stark’a bağlayıp, iyilik için savaşmaya yemin ediyor |
|
12
|
|
|
|
Yazıya yazılan’lar var, bir de ‘yazı yazan’lar… Bu ikisi arasında da farklar var. Yani, ‘Yazıya yazılan’da, yazı ile yazıcısı arasında herhangi bir mesafe yoktur; yazan, yazıya konu olmuş şeyi sadece muhayyilesinde taşımaz, o konunun içinde yaşar ve konunun adeta kendisi olur. |
|
13
|
|
|
|
35’lik rakı tadında yıllandığım şu yıl dönümümde, rahatlıkla diyebilirim ki; bakma, güzel yaşadım… Sessizce planladım. Göstere göstere hamle yaptım. Beklenmedik bir şekilde davrandım… Bu yüzden de ince bir iğne gibi battıkça batıyorum. Kanatıyorum. Çok şükür ki hala kırılamıyorum.
|
|
14
|
|
|
|
Roman duygusu hayatıma ne zaman karıştı, ne zaman giriş yaptı kestiremem, bilemem.. Bu roman duygusu da neyin nesi diye soracak olsanız, net bir şekilde yanıtlayamam. Ancak sezgilerle birkaç selam, kelam, hüsnü hitam… |
|
15
|
|
|
|
Ömrünüz boyunca kaç kitap okuyabileceğinizi sanıyordunuz?... Bakalım... Hesaplayalım, gerçekler acı mı acaba?... |
|
16
|
|
|
|
Binbir Gece Masalları... Bizden çok Batılılar’ın rüyalarını süsleyen masallar dizisi. Doğu’yu “içeriden” anlatıyor. |
|
17
|
|
|
|
insan neden yazar? ben bu soruya şöyle cevap vermek isterim: insan neden ve nasıl yazmaz ki?.. nitekim yazma işi beşeriyeta tanrı tarafından öğretilmiştir. bir saniye sonrasında bile başımıza ne geleceğini bilemediğimiz şu dünyada “yazabilmek” dışında ne mirasımız kalabilir? insan dökmek, ruhen dinlenmek, kültür aktarımında bir karınca misali çalışmak için yazar. hem yalnızca yazabilenler kalıcılığı yakalamıştır. |
|
18
|
|
|
|
Okuduğum kitapların, -satırlarının altını çizmeye kıyamasamda- önemli bulduğum kısımlarını ve sayfalarını işaretleme huyum vardır. Bu işaretli kısımlarda, bazen cevabını bilemediğim soruların tanımına, neden oluştuklarına, nasıl çözülebileceklerine dair kıvılcımlara hatta yıldızlara rastlarım. Cem Mumcu’nun Kendine Bakma Kitabı da, bunlardan biri. Bana göre, kitabın her bölümünde, yaratıcılığın konuşturulduğu, farklı bir bakış açısının kazandırıldığı, hatırlatılan farkındalıkların olduğu birçok kısım var. Hatta çoğunlukla bölümlerin hepsi, başlı başına kişinin anlam arayışına ışık, aynı kitabın kapağında da vurgulandığı gibi ayna tutuyor. Cem Mumcu, aslında, güçlü kalemi, eğitimi, bilgileri, tecrübeleri ve belirtemeyeceğim birçok vasfıyla insanın iç dünyasının röntgenini çekiyor. Ve bence insanda iz bırakıyor, hatta kişiyi kendi parmak iziyle tanıştırıyor. Yazılarımda alıntıladığım ve beni en derinden etkileyen Cem Mumcu’nun Kendine Bakma kitabından iki bölümü sizlerle paylaşmak istedim. Okuyan herkese şimdiden teşekkür ederim. İzedebiyat yazarları olarak, hepimizin -kendi doğrularımız, önceliklerimiz, ihtiyaçlarımız, alışkanlıklarımız bazında- anlam arayışında olan bireyler olduğumuzu düşünüyorum. Şayet, kitabı okuduysanız ve paylaşmak isterseniz etkilendiğiniz bölümleri öğrenmekten mutlu olurum. Kitabı okumadıysanız ve okumayı tercih ederseniz, bazı bölümlerin sizi de çarpma olasılığı olabileceğini tahmin ediyorum.
Kafesin Güvenliği!
Kimi ruhlar çarmıha gerilidir. Kadim yaraları yüzünden yeniden ve yeniden gerilirler her iki koldan birer çiviyle. Birisi paslıdır çivinin. Onu çıkarmak hem zor hem acılıdır. İki kolun asıldığı ve ruhu geren; gerdikçe çatlatan bu çarmıhın çivilerinden biri arzu diğeri gereklilik; ya da biri aşk öteki onaydır çoğu zaman. İçin için yansa da istediği yöne meyletmek için öteki paslı çivi tutar biteviye. Birini koparmalı, birini sökmelidir. Yoksa daha fazla dayanamayacaktır. Sökülmeye aday olan taraf çoğu zaman yeni çividir. Arzu çivisi, onay çivisinden daha kolay sökülüp atılır. Daha az korkutucudur onu sökmek. Kendini yok etmek de olsa daha az suçluluk vardır o yanda. Eski esarete boyun eğmek yine de çarmıhtan kurtulmak olacaktır çünkü. Ve fakat yeni bir çarmıh daha vardır: Nasıl yapmalı? Sorumluluk almadan, suçluluk hissetmeden… Kendini yok etmek isteyen, bunun da bulur bir yolunu. Bilir, öğrenmiştir çünkü paslı taraftan bunu yıllar boyu. Hataya zorlar ite kaka taze tarafı. Böylece kendi yapmamış olacaktır olanı biteni; kendi almayacaktır ne suçu, ne de sorumluluğu... Aslında ortada tek çivi vardır. Geçmişin çivisi… Hiç kopamadığı… O yüzden yerleşemez ruh yeni bir eve, yeni birine, yeni bir “biz”e. Ne kadar yerleşse o kadar çarmıh olacaktır. Bilir bunu içten içe… Geçmişin bilindik acısından daha ağır ve fazla gelir özgür ve sorumlu olmanın acısı zira. |
|
19
|
|
|
|
80 darbesinin toplum üzerine saldığı korku canavarı ve yine 80 darbesi sonrası uygulanan kalkınma programlarıyla ülkeye dayatılan neo-liberal politikaların etkisiyle toplum içinde insan yabancılaştı, yabancılaştırıldı. Hayatta tek başına bırakıldı.
Kendisinden dahi güven duymayan, para uğruna her şeyi yapabilen bir insan kuşağı yetiştirildi. Vicdanı benliğinin yeni düzenin kurallarına uymasını engelleyenlerse, hayat karşısında beceriksizleşti. Beceriksizler tutunamadı. Bu süreçte bu kuşatılmışlıktan kurtulmak isteyen insanların silahıydı Olric. Bir şizofreni kahramanı değil, direnmenin farklı bir diliydi Olric. Tutunamayanlar'ın en büyük öğretmeni ve öğrencisiydi. |
|
20
|
|
|
|
Ülkemizde bir sinema sektörü olmamasına rağmen Sayın Susuzlu büyük bir cesaret örneği göstererek uzun metrajlı bir film çekti. Film, tamamen yerli unsurlardan oluşuyor. Kendi deyimine göre her şey yerli. “Senaryo yerli, oyuncular yerli, aksesuarlar yerli, mekân yerli, konu yerli…” yani aklınıza ne geliyorsa bu filmde yerli. Bizden olmayan hiçbir şey yok.
İlke Susuzlu “Pandemiden dolayı ülkemizde hayat adeta durma noktasına geldi. Tiyatrolar durdu. Seyirci olmadığı için oyunlarımıza ara vermek zorunda kaldık. Aylarca evlere kapandık. Kapanma süreci biter bitmez sinema filmi düşünmeye başladık.” diyor. |
|
|
|