|
• İzEdebiyat > Deneme > Din |
201
|
|
|
|
Hata yapmak, insanın fıtratı gereği kaçınılmaz bir durumdur. İnsanın yaşadığı dünya imtihanlarla doludur ve bu süreçte yapılan hatalar, müminin kulluk bilincini artıran, ona yeni kapılar açan önemli bir unsurdur. Cahiliye toplumları hata yapmayı bir utanç kaynağı olarak görüp, hataları cezalandırma veya alay konusu etme eğilimindeyken, İslam ahlakında hata yapmak insan olmanın bir parçası olarak görülür ve her hatanın içinde bir hayır olabileceği bilinciyle değerlendirilir. Cahiliye toplumlarında hata yapmak, bireyin toplum içindeki itibarını zedeleyen, onu küçük düşüren ve fırsatlarından mahrum bırakan bir durum olarak kabul edilir. Bu nedenle insanlar, hata yapmaktan çekinir ve bu korku, bireylerin doğal ve insani deneyimlerini sınırlayan bir kaygıya dönüşür. |
|
202
|
|
|
|
Kur’an, insanın en büyük düşmanı olan İblis’e karşı bir kılavuz ve korunma kaynağıdır. İnsan, bu düşmanı tanımak, hilelerini anlamak ve stratejilerini etkisiz kılmak için Kur’an’ı anladığı dilde okumalıdır. Ancak, tarih boyunca bazı dini otoriteler ve gelenekçi yaklaşımlar, Kur’an’ın doğrudan anlaşılmasını engellemiş ve insanları, İblis’in etkisi altında kalabilecekleri bir yolculuğa sürüklemiştir. |
|
203
|
|
|
|
"Azrail" kelimesi, İbranice kökenli olup "ayıran" veya "bir şeyi bir şeyden çekip alan" anlamında Arapça'ya geçmiştir. Ancak, ne Kur'an'da ne de hadislerde "Azrail" ismi geçmektedir. Kur'an'da ölüm meleği veya meleklerin bu görevle ilgili olduğu belirtilirken, "Azrail" adında bir melekten söz edilmez. Bu da, Azrail'in "ölüm meleği" olduğuna dair inancın İslam'a sonradan eklenmiş bir bidat olduğuna işaret eder. |
|
204
|
|
|
|
İslam dininde namaz, Allah tarafından müminlere farz kılınmış en önemli ibadetlerden biridir. Farz namazlar, belirli vakitlerde yerine getirilmesi gereken ibadetlerdir ve bu vakitler Kuran’da açıkça belirtilmiştir. Ancak, namazın kaza edilip edilemeyeceği konusunda toplumda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu makalede, Kuran ışığında namazın kazası meselesi ele alınacak ve Kuran’daki ilgili ayetler doğrultusunda bir değerlendirme yapılacaktır. |
|
205
|
|
|
|
Kâfir kelimesi, köken itibarıyla “örtmek” anlamına gelir. Bu, sadece fiziksel bir örtmeyi değil, hakikatin ve gerçeklerin bilinçli bir şekilde göz ardı edilmesini ifade eder. Kâfir, hakikatin üstünü örten kişidir; gerçeği görmek istemez, vicdanını bastırır ve hakikate kulaklarını kapar. Bu durum, insanın hakikat karşısındaki duruşunu belirleyen derin bir manevî körlüğü ve duyarsızlığı işaret eder. İnsanın yaradılışında hakikati aramak ve anlamak gibi bir eğilim vardır. Ancak kâfir, bu doğal eğilimi bastırır. Hakikat, insanın gözleri önünde apaçık bir şekilde dururken, o bunu görmezden gelir. Bu görmezlik, bir cehalet değil, bilerek ve isteyerek yapılan bir tercihtir. Hûd Suresi’nin 5. ayetinde, Allah'ın her şeyden haberdar olduğu, gizlenen ya da açığa vurulan hiçbir şeyin O’ndan saklanamayacağı ifade edilir: |
|
206
|
|
|
|
Modern çağın insanı, varlık sebebini keşfetmek ve hayatına anlam katmak için yoğun bir arayış içerisindedir. Ancak, bu arayış çoğu zaman insan merkezli ve dünyevi bir temele oturur. Bu makalede, insanın yaratılış gayesi, sevginin kaynağı ve bu bağlamda insana düşen sorumlulukları ele alacağız. Çıkış noktamız ise Kur'an-ı Kerim'in Zariyat Suresi 56. ayeti: “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.”
İnsanın yaratılış gayesi, Allah’a ibadet etmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Bu, insanın yalnızca ritüellerden ibaret bir dini yaşam sürmesi anlamına gelmez; bilakis her adımında ve her tercihte Allah’a yönelmesi, sevgisini ve bağlılığını O’na tahsis etmesi demektir. Ne yazık ki, insanoğlu bu hikmeti unuttuğunda, yaratılış amacını başka insanlarda veya dünyevi zevklerde aramaya başlar.
Birçok kişi, bir başkasını “hayatının anlamı” olarak görüp “O olmazsa yaşayamam” der. Ancak bu düşünce, hem insanın sınırlı fıtratına hem de Allah’ın insana biçtiği yüksek değere aykırıdır. Bir insanı ya da herhangi bir beşeri varlığı hayatının merkezi haline getirmek, aslında kişinin fıtratına yapılan bir ihanettir. Çünkü Allah, insanı yalnızca kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. |
|
207
|
|
|
|
İslam, bireylerin inanç, ibadet ve ahlaki yaşamlarını şekillendiren, evrensel bir öğreti olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bu öğretiyi her birey farklı derecelerde benimsemiş ve yaşamıştır. Bu bağlamda, İslam’a olan yaklaşım, kişilerin inançları, dünyaya bakış açıları ve yaşam pratikleri doğrultusunda değişkenlik göstermektedir.
"Müslüman" terimi, Arapça kökenli olup "teslim olan" anlamına gelir. Bir kişi Müslüman olduğunda, Allah’ın birliğine ve Peygamber Muhammad’e inanarak İslam’ı kabul etmiş olur. Ancak, Müslüman olmak, yalnızca inançla sınırlı kalmaz; bu aynı zamanda kişinin hayatını Kur’an ve sünnet doğrultusunda düzenlemeye çaba göstermesi anlamına gelir. Müslüman, yolun başındaki bir bireydir ve Allah’a teslimiyetini içselleştirmiştir. Bu kişi, Kur’an’ı öğrenmeye, hikmetini kavramaya ve hayatına uygulamaya başladığı bir dönemdedir. Ancak bu kişi, henüz imanını tam manasıyla derinleştirmemiş, inançlarını tam anlamıyla yaşam tarzına dönüştürmemiştir. |
|
208
|
|
|
|
İslam, bir din olmanın ötesinde, insanın hayatını şekillendiren ve ona gerçek anlamda huzur ve mutluluğu vadeden bir yaşam biçimidir. Ancak, bu dini anlamada ve yaşamada toplumlar zaman zaman kendi geleneklerine, göreneklerine ve atalarının izlediği yolları baz almışlardır. Kuran’ı anadilinde okumaktan, dinin özüne dair sorgulamalara kadar bir dizi yanlış anlamalar ve sapmalar zamanla halk arasında yaygınlaşmıştır. Bu durum, özellikle atalarımızın yaşadığı dönemin etkilerinin bizim din anlayışımıza nasıl yön verdiğini ve bunun ne gibi sonuçlar doğurduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır. Şuara suresindeki ayette belirtildiği gibi, atalarımızı "atalarımız böyle yapıyordu" diyerek takip etmek, doğru yolu bulmamızı engelleyebilir. Bu yazıda, atalarımızın din anlayışının doğru olup olmadığını sorgulayıp, bizlere düşen sorumlulukları ele alacağız.
|
|
209
|
|
|
|
Müslümanlık, İslam’ın temel kavramlarından biri olmasına rağmen, bu kavramın ne anlama geldiği ve ne şekilde uygulanması gerektiği çoğu zaman sorgulanmamaktadır. İnsanlar, doğdukları kültürel çevreye göre farklı inançlara sahip olabilirler, ancak bir Müslüman, sadece bir kimlik değil, aynı zamanda Allah’a ve Kur’an’a teslimiyetin bir sembolüdür. Ancak, günümüzde milyonlarca insanın, Müslümanlık kelimesinin anlamını bilmeden bu kimliği taşıması, ciddi bir çelişkiyi ve yanlış anlamayı ortaya koymaktadır. Bu makalede, Müslümanlık kavramı, teslimiyetin anlamı ve bu kavramların günlük yaşamla olan ilişkisi derinlemesine incelenecektir. |
|
210
|
|
|
|
İslam'ın temel inançlarından biri, Allah’ın mutlak egemenliği ve her şeyin O’nun kudretiyle gerçekleşmesidir. Bu anlayış, şefaat gibi kavramların doğru bir şekilde anlaşılmasını gerektirir. Şefaat, halk arasında doğru bir şekilde anlaşılmayan ve kimi zaman yanlış bir şekilde İslam’ın hükümleriyle çelişen bir kavram olmuştur. Kur’an’a ve sahih hadislere dayanan bir bakış açısıyla, şefaat inancının ne şekilde şekillendiğini ve İslam’daki doğru yerini irdelemek oldukça önemlidir. Kur’an’da şefaat, genellikle Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaate bulunamayacağı vurgusuyla ele alınır. |
|
211
|
|
|
|
Tarih boyunca, din adına hareket eden birçok kişi ve grup, inançlarını geleneklerle birleştirerek yeni anlayışlar oluşturmuştur. Ancak bu anlayışlar, Kur'an'a uygun olmayan yorum ve davranışlarla çeliştiğinde, ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Gelenekçiliğin, Kur'an'dan uzaklaşarak hatalı uygulamalara yol açmasının etkileyici bir örneği, Nazım Kıbrısi'nin Adnan Oktar ile olan ilişkisi ve yanlış yönlendirilmiş davranışlarıdır. Gelenekçilik, bir dine ya da mezhebe bağlılıkta tarihsel alışkanlıkların ve lider figürlerin sözlerini, Kur'an gibi mutlak bir kaynak yerine koyma eğilimidir. |
|
212
|
|
|
|
Kur’an-ı Kerim, insanlığın hidayet rehberi ve adaletin temel kaynağıdır. Ancak tarih boyunca, insanların Allah’ın indirdiği hükümlere bağlı kalmak yerine, kendi yorum ve içtihatlarını dinin esaslarıymış gibi kabul ettikleri bir gelenek oluşmuştur. Bu durum, Kur’an’ın açık hükümlerine karşı yapılan en büyük ihanetlerden biridir.
|
|
213
|
|
|
|
İnsan hayatı, bir dizi imtihanla şekillenir. Bu imtihanlar, insanın ruhunu olgunlaştırmak, içindeki eksiklikleri gidermek ve Allah’a yaklaşmak için birer fırsattır. Her birey, hayatında karşılaştığı zorluklar ve olaylarla bu dünyada imtihan edilir. Bu imtihanlar, ilk bakışta olumsuz gibi görünse de, aslında ardında büyük hayırları ve hikmetleri barındıran sırlar saklıdır.
|
|
214
|
|
|
|
Hendek Savaşı'na dair rivayetler hadislerden alınmıştır. Ancak, bu rivayetlerin hepsi uydurmadır. Savaşın temelleri yanlış bir şekilde anlatılmaktadır. Bu hendekler Müslümanlar tarafından değil, münafıklar ve müşrikler tarafından kazılmıştır. Münafıklar ve müşrikler, bu hendekleri kazarak, hem Müslümanları savaşmaya çekmeyi, hem de aralarındaki düşmanlıkları kışkırtmayı amaçlamışlardır. Bir diğer dikkat çeken husus, Hendek sahiplerinin Kur'an'da lanetlenmiş olduğudur. Buruc Suresi'nde, "O hendek sahiplerine lanet edildi." (Buruc, 4) şeklinde bir ayet yer almaktadır. Bu ayetin, Hendek Savaşı'ndan sonra inmiş olması durumunda, hendek kazmayı Müslümanların gerçekleştirdiği iddiasını çürütmektedir. Öncesinde indirilmesi durumundaysa Nebimiz Muhammed hendek kazılması talebini reddederdi. Zira, eğer Müslümanlar hendek kazmış olsalardı, bu durumda lanetlenecek olmaları gerekirdi. |
|
215
|
|
|
|
Dinî bayramlar, İslam toplumunda derin bir sosyal ve kültürel öneme sahiptir. Ancak bu bayramların, İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an'da yer almaması, konuyu teolojik bir tartışma haline getirmiştir. Geleneksel din algısıyla Kur’an merkezli İslam anlayışı arasındaki bu fark, bayramların dinî meşruiyetini sorgulayan bir düşünceyi doğurmuştur. Peki, bu bayramlar gerçekten İslam'ın bir parçası mı, yoksa tarih boyunca oluşmuş bir gelenek mi? Kur’an, İslam’ın temel kaynağı olarak apaçık bir şekilde yol göstericidir ve İslam’ı anlamak için yeterli olduğu ifade edilir: |
|
216
|
|
|
|
"Tanrı" kelimesi, Türkçede Allah'ı ifade etmek için yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Ancak bazı kişiler, bu kelimenin dini açıdan yanlış olduğu ve kullanılmaması gerektiği konusunda çeşitli görüşler öne sürmektedir. Bu yazıda, "Tanrı" kelimesinin kullanımıyla ilgili dini bakış açılarını inceleyecek, farklı kültürlerdeki anlamlarını ve Tanrı'ya atıfta bulunma biçimlerini ele alacağız. |
|
217
|
|
|
|
İslam'da ölüm sonrası hayat, bireylerin inançlarını şekillendiren temel bir unsurdur. Bu inançlar, Kuran'daki öğretiler ve Nebimiz Muhammed'e atfedilen hadislerle pekiştirilmiştir. Kabir azabı, İslam toplumunda sıklıkla tartışılan bir konu olup, genellikle endişe ve kafa karışıklıklarına yol açmaktadır. Ancak kabir azabı inancının kökenlerine inildiğinde, Kuran'daki açık ifadeler ve rivayetlerin yorumlanış biçimleri arasında önemli farklar olduğu görülmektedir. Bu makalede, kabir azabı inancını Kuran’ın perspektifinden ve rivayetlerin etkisinden inceleyeceğiz. |
|
218
|
|
|
|
Kur'an'da nesih ve mensuh kavramları, birçok kişi tarafından sıklıkla tartışılan bir konu olmuştur. "Nesh" kelimesi Arapçadaki anlamıyla "silme" ya da "ortadan kaldırma" olarak tanımlanırken, "mensuh" kelimesi de "silinen" ya da "ortadan kalkan" anlamına gelmektedir. Ancak, Kur'an'da nesh edilen ayetler olduğu iddiası, dikkatli bir şekilde ele alınması gereken bir meseledir. Bu yazıda, Bakara Sûresi 106. ayeti başta olmak üzere, nesih ve mensuh iddialarını daha derinlemesine inceleyeceğiz. |
|
219
|
|
|
|
İslam, insanın yaratılış gayesini ve hayat amacını belirleyen bir dindir. İnsanın varoluşundaki temel amaç, Allah’a kulluk etmek ve O’nun rızasını kazanmaktır. Bu büyük sorumluluk ise bilgiye dayalı bir şekilde yerine getirilebilir. Bilginin kaynağı ise okumaktır. Bu nedenle, okumak İslam’da bir tercih değil, bir farzdır. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler nasıl farz ise okumak da aynı şekilde farz olan bir ibadettir |
|
220
|
|
|
|
İslami literatürde fıkıh, hayatın her alanında Müslümanların davranışlarını yönlendiren kurallar manzumesini oluşturur. Ancak tarih boyunca bazı konular, İslam hukukunun merkezinde yer alan bu alanın içinde dahi tartışmalı bir yer bulmuştur. Bu tartışmalardan biri, cennette eşcinselliğin var olup olamayacağına dair geçmişteki bazı gelenekçi fıkıh âlimlerinin görüşleridir. Günümüzde bu tür konuların fıkıh kitaplarında yer alması, İslami değerler ve ahlak açısından nasıl bir perspektife oturtulabileceği sorusunu yeniden gündeme getirmektedir. İslami öğretilere göre cennet, dünya hayatında yapılan iyiliklerin mükâfatı olarak Allah'ın mümin kullarına sunduğu sonsuz bir nimet yurdudur. Cennette insanların arzu ettiği şeyler onlara sunulacak olsa da, bu arzuların mahiyeti, kişinin dünyadaki hayal ve istekleriyle bağlantılıdır. |
|
|
|