"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Evin içerisine daha adımını atar atmaz burnunu tutmak zorunda kalmıştı. Adeta bir insan ahırına girmişti. Ev bir leşhane gibi koku yayıyordu. Üç odalı evin her alanı eski, dökük sandalyeler, kırık çekyatlar ve yer yatakları ile sarılmıştı. Yataklar, yastıklar, yorganlar duvarlar hemen her yer siyah, gri bir renk tonuna sahipti. Asıl hedefi olan yastıkları kontrol ederken yastık sayısından ürkmüştü. Yirmiye yakın bir sayıda yastık vardı. Bu evde acaba kaç kişi yaşıyordu?..Ve bu yastık altlarında sadece bitler ve pireler vardı. Tecrübeli hırsız şaşırmıştı. Yoksa bu insanlar yeni bir saklama metodu mu geliştirmişti?..Yahut zenginler gibi bir buzdolabının içinde ki konservede ya da bir tencerenin içerisinde mi saklamışlardı o hazineyi? Koşar adım mutfağa girdiğinde ise iyice şok geçirmişti. Yarısı tuvalet, diğer yarısı mutfak olan bu bölümde değil buzdolabı bir tencere dahi yoktu. Farelerin çığlıklarını duyuyordu. Birkaç tabak ve kaşık da küf bağlamıştı. Bu aletlerin uzun süredir kullanılmadığı belli oluyordu. Bu insanlar ne yiyiyordu? Yoksa bu ev yıllar önce terk mi edilmişti? Ama daha bu sabah bu evden çıkan kadınları, çocukları, erkekleri görmemiş miydi? Yılların tecrübeli hırsızı olduğu yere çöküp kalmıştı. Koku alma duygusu onu boğuyordu. Dondurucu soğuklara, kış mevsimine rağmen bu evde bir sobada yoktu. Sadece kırk ekran bir televizyon ile kırık kumandası bir yaşam belirtisiydi. Nefes almak için dışarı fırladı. Evi terk etmişti. Bir ağacın dibine oturup sigarasını yakarken evi seyrediyordu. Bekliyordu. Merakla, inatla, hiç bıkmadan orada o soğukta oturup ev sakinlerinin dönmesi bekledi. Akşam üzeri hava kararırken yaşlı iki kadın ile üç erkek çocuğu eve girerken gördü. Çok geçmeden iki genç kadınla yanlarında ki dört kız çocuğu eve girdi. Bir süre sonrada iki genç adam evin kapısını çalarak içeri adım attı. Sonra yaşlı bir adam ağır aksak yürüyerek eve geldi. Arkasından orta yaşlı bir adam sarhoş bir halde naralar atarak sokağa girdi. O da evin kapısını çaldı. Sokağın başında üç genç adam daha belirdi. Sanki hırsızın kokusunu almışlardı. Hırsıza dikkatli bir sert bakışlar fırlatıp önünden geçip eve girdiler. Bir süre daha bekledikten sonra sokak hareketi azalmıştı. Azılı hırsız ayağa kalkarak, parmak uçlarına basarcasına bir balerin inceliğinde yürüyüp evin önüne tekrar geldi. Perde aralıklarına bakarken sessizce yürüdü. Evin odalarını görüyordu. Bir odada kadınlar yer yataklarında, yorganlara sıkı sıkıya sarılmış bir halde soğuktan titrercesine uyumaya çabalıyordu. Diğer bir odada çocuklar yer yataklarında ikişeri, üçerli sayılarda birbirlerine sarılmıştı. Televizyonun olduğu odada ise erkekler kırık çekyatlara uzanmıştı. Başbakanın ateşli bir söylevi izleniyordu. Bu evde kesinlikle insanlar yaşıyordu. Artık bundan emindi. Ama nasıl yaşıyordu bunlar. Hırsızların insanoğlu tarihinde vicdanı en yüksek bir kesime sahip olduğu sürekli söylenir. Hatta tarihte bazılarının bu özelliklerinden dolayı evliyaları bile solladığı bilinirdi. Bu hırsızda bunlardan birisiydi. Sonra koşar adım bir meyhaneye girdi. Durmadan içiyordu. Durmadan düşünüyor, sorguluyordu. Çok geçmeden başka bir hırsız arkadaşının selam vermesi ile irkilmişti. Yeni gelen hırsız arkadaşının bu durumuna şaşırmıştı. Neler oluyordu?..Gördüğü sahneleri arkadaşına anlattı. Ona soruyordu. Bu evde yaşayanlar kimdi? Arkadaşı hangi eve girdiğini soruyordu. Mahalleyi evin bulunduğu sokağı tarif edince arkadaşının suratında acı bir gülümseme belirdi... O eve daha önce girmişti. Girdikten sonrada o da arkadaşı gibi o ağacın altında oturup ev sakinlerinin dönmesini beklemişti. Sonra o da koşar adım meyhaneye girmişti. Ertesi gün bir daha evin olduğu sokağa gelmişti. Bir hafta boyunca da oralarda o insanların izini sürmüştü. Ev sakinlerini, takip etmişti. Yaşlı adamları, gençleri kahvelerde, köşe başlarında izlemişti. Bu evde üç aile oturuyordu. Bir klan gibi yaşayan bir aileydi. Varoşların yeni yaşam biçimi ve aile yapısı oluşuyordu. Dede, amca gelinler, torunlar, oğullar hep beraber yaşıyordu. Erkekler işsizdi. Elektrik kaçaktı. Su yıllardır kesikti. Sabah olduğunda kadınlar komşularına zorla misafirliğe gidiyordu. Komşularının yemeklerine zorla ortak olup karınlarını doyuruyordu. Çocuklar okulda arkadaşlarının harçlığından besleniyordu. Erkekler kahvelerde, kimi sokakta ısmarlanan bir çay ya da bir simit ile karnını doyurup günü geçiriyordu. İkram edilen bir sigara yahut bir şarap ekstra bir nimetti. Bu evde yıllardır yemek pişmiyordu. Bu evde o yüzden o tencere yoktu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |