Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
"Derya hanım biraz havai. Yani çocuksu manada, çok tatlı. Çok konuşuyor. Bülbül gibi bir şey," diyerek güldü Kaan. Özge de güldü. Gerçekten de Kaan'ın aksine Derya tam bir makineli tüfek gibi konuşup duruyordu. "Biraz da havalı ama aslında çok saf ve temiz birisi olduğu belli," diye acı bir gülümseme ile güldü genç adam. Özge yine kızıyordu ama. "Daha ne olsun lan. Fıstık gibi hatun. Tatlı, güzel, çıtı pıtı bir şey. Bir yazılsana, bir iki selam, günaydın, hafiften bir iki havadan sudan sohbet denemesi. Derken bir çay filan içersiniz? Yemek? Sinema? Söz? Nişan? Düğün?" Kaan gülerek ve patlayarak araya girdi. "Çoçuk? Al işte a...na koyim, kız milleti değil mi. Hemen evlendirdin beni." "Azını yırtarım pislik. Evlenmeyip de napcan. Turşusunu mu kurcan. Tohuma kaçcan olum." Kaan da çıkıştı. "Daha benimle flört etmeden evlilik lafını açan hatuna sadece yolu gösteriyorum. Çektirsin gitsin." "Yani 'bana vermeden' demek istiyorsun?" diye sertçe sordu Özge. "Bana vermeyen turşusunu kursun. Dünyada kutu mu yok. Ama mevzu o değil, aşk var aşk. Aşkta hesap olmaz. Aşk yoksa yok..." diyerek konuyu tam derinleştiriyorlardı ki kameriyelerin olduğu köşeye geldiklerini gördüler. Ve bu köşede küçük, program dışı bir toplantı olduğunu gördüler. Otelin büyük başlarından dördü ve asistanları buradaydı. Tabii Sinem hanım da. Aradan altı ay geçmişti ve bir iki beden ile Derya hanıma dair kalp çırpıntıları araya girmişti. Ama Sinem'i görünce Kaan'ın içi yine bir başka garip oldu. Beyaz daracık bir gömlek, beyaz daracık bir pantolon, uzun kumral saçlar ve çok çekici bir hava veren gözlükler. Sinem çok şık ve harika görünüyordu. Saçları muhteşemdi yine. Uzun saçlara dayanamazdı zaten Kaan. Sinem'in vücudunun geri kalan tarafları da Kaan'ın aklını başından alıyordu. Küçük ve biçimli göğüsleri vardı, ince bir beli ve biçimli bacaklarıyla muhteşem bir poposu vardı. Kaan Sinem'in poposuna bayılıyordu; Salına salına giderken oynayışına, tatlı tatlı çalkalanıp o karşı konulmaz sıkma ve avuçlama hislerini yaratmasına bayılıyordu. Şu anda bu beyaz ve daracık kılık içindeki haliyle Sinem kesinlikle Kaan'ın canına okuyordu. Sinem onları belki görmüştü belki görmemişti. Ama toplantı dağılmıştı ve şimdi aynı yürüyüş rotasında otele doğru önlerinden giderken Kaan'ı mahfediyordu. Kaan Sinem'den aldığı ters cevaba bozulmuştu. Reddedilmek her erkek evladının az ya da çok yaşadığı standart bir durumdu. Bunda gereğinden fazla sorun yoktu. Bozulmasının nedeni reddedilmesi değildi. Reddedilme şekliydi. Aldığı cevabın tonu hoşuna gitmemişti. Basit bir hayır yeterli olacakken aldığı cevap biraz zoruna gitmişti doğrusu. Öfke gelmişti sonra. 'Orospu' demişti içinden. Ama Kaan pek kin tutmayı beceremezdi. Ve zaman geçtikçe bunu da çokca unutmuş daha doğrusu o ilk günlerdeki kadar önemsemez olmuştu. Bazen oluyordu öyle. Yapacak bir şey yoktu. Demek ki gözünde çok büyütmüş ve biraz yanlış değerlendirmişti Sinem'i. Gözleri ve sözleri aslında olmadıkları biçimde anlamıştı heralde. Yapacak bir şey yoktu. Yeni yollara yürümekten başka. Yine de Sinem hala çok hoş ve etkileyici bir hatundu. Olmaması ya da haddinden fazla değer vermesi bir şeyi değiştirmiyordu. Hala güzel ve beğenilmeye değer bir hatundu. Ve Kaan da onu hala beğeniyordu. Ama bu artık daha temkinli ve uzak mesafeli bakışlarla duyulan daha soğuk bir beğeniydi. Müzedeki bir sanat eserini beğenmekten daha öteye giden bir şey değildi. Müzedeki sanat eserine dokunamazdın, eve götüremezdin, sarılamazdın, öpemezdin. Sadece bakardın. İşte hepsi o. Soğuk ve uzak. Ruhsuz. Bana elini vermeyen elini naparsa yapsın diyordu Kaan. Bu aralar artık daha az duygusal ve daha hayvani takılmaya karar vermişti. İnsan olmaktan, iyi olmaya çalışmaktan, doğruları yapmaya çalışmaktan yorulmuştu Kaan. Kaan bu önlerinde salına salına yürüyen popoyu bütün gün izlese de asla yorulmazdı. "İçine bir şey giymediğine bahse girerim," diyerek önerdi Kaan. "Bence bir g-string. Ama haklı da olabilirsin. O kadar sıkı bir pantolon ve hiç iz yok," diye konuştu Özge. Sonra durdu durdu ve eklemeden edemedi. "Off yaa, gerçekten de çok hoş bir poposu var. Nasıl da sallanarak gidiyor şuna bak ya." "Bakıyorum canım. Zaten gözlerimi alamıyorum. O popoyu kucağa alıp... Neyse... Anladın sen onu..." "Evet Kaan. Tam hayvan oldun bu aralar. Dün kapıdaki İtalyan hatuna bakışını gördüm. Gözlerinle soyup yedin bitirdin hatunu oracıkta." "İyi de hatun halinden memnundu. İltifat olarak baktım ve kabul etti. Nazikçe gülümseyip gülümsememi kabul etti. Cidden çok hoş bir çifte kavrulmuş esmerdi Özge. Teninin pürüzsüzlüğünü ve yumuşaklığını on metreden hissedebiliyordun. Mükemmel bir vücudu vardı. O mini etek ve şeffaf gömlek de çok cömertti doğrusu. Eridim bittim orada. Hala hatırladımda duvarlara tırmanasım geliyor." "Azmışsın olum sen." "Haklısın. Bu aralar Ayça'ya uğramalıyım. İzinden döndüğünden beri görüşemedik." "Sizinki garip bir ilişki..." diye gülümseyerek ve onaylamazca kafa sallayarak konuştu Özge. Ayça otelin spor salonunda görevli etkileyici ve son derece atletik, son derece semptaik çılgın bir genç kadındı. "Bizimki bir ilişki sayılmaz. Ayça hoş ve iyi bir hatun. Arkadaşlığını, muhabbetini seviyorum. Beraber iyi eğleniyoruz. Atletik ve kışkırtıcı bedenini de bu denkleme ekle. Bir de ikimiz de bu aralar ciddi bir ilişkiden ziyade bizi dinlendirecek şekerleme kıvamında bir şeyler arıyoruz. Aramızda böyle saygılı bir arkadaşlık var." "Yani sadece s...işiyorsunuz." Kaan onaylamazca başını iki yana sallayarak bu pis ağızlı lafa gülüyor ve bir yandan da hala Sinem'in sallana sallana giden o kışkırtıcı muhteşem poposunu izliyordu. Çok hoştu Sinem. "Sadece s...işmiyoruz. Beraber neşeyle harika vakit geçiriyoruz. Çok dürüst bir şey. Herşey ortada ve yalan dolan yok. Beklentiler yok. Beni kabul ediyor ve bu çok hoşuma gidiyor," diyerek konuştu Kaan. Özge bunun üstüne bir şey söylemedi. Bu aralar Kaan'ın dinlenmeye ihtiyacı olduğu doğruydu. Bu şekilde dinleniyorsa varsın öyle olsundu. Ama bir yandan da üzgündü Özge. Kaan'ın da sevgiyi bulmasını diliyordu bütün kalbiyle. *** Gecenin bir yarısıydı. İşten sonra Ayça ile oteldeki bir boş odaya kendilerini atıp hasret gidermiştiler. Hem de ne hasretti doğrusu. Güvenlik kapıya gelip gürültüye bakmıştı ama kapıya çıkan beline havlu sarılı Kaan'ı gören Dilek ve Cem gülümseyerek hafızalarını silmişlerdi. Ayça geceyi de beraber geçirmek istemişti ama Kaan onu öğleden sonra bir piknik sözü vererek bu gecelik yalnız bırakmıştı. Bir Concours14 olan afilli motorsikletiyle bu tatlı hatunu evine bıraktıktan sonra kendi evine salına salına sürmüş ve yol üstünde gece için bir iki alışveriş yapmıştı. Hafta sonuydu. Bunun anlamı oyundaki arkadaşlarıyla yine saatlerce akında olacaklarıydı. Aslında pürüzsüz bir akın ortalama iki saat içinde tamamlanıyordu ama gırgır şamata ve aylaklık derken bir iki beklenmedik wipe(bozgun) geliyordu. Haydi silbaştan oluyordu ondan sonra. Süre uzuyordu. Kutlamalar ve bekleme süreleri için Kaan hazırdı. Şekersiz meyve suları ve tamamlayıcı olarak mısır cipsi ile çıtlamak için çekirdek almıştı. Akın gecelerinde perhizi bozup aburcuburun dibine vuruyordu bazen. İyi ki sadece 3 gece akına gidiyordular yoksa formunu koruması pek de mümkün olmazdı o gidişle. Yıllardır hergün koşulan üç kilometre ve bir saat süren çılgın spor sayesinde kendini dinç ve biçimli tutabiliyordu. Yıllardır değişmeyen rutinlere sahip bir yaşam süren ve değişimden hoşlanmayan birisiydi Kaan. Kaan yine de aslında hiç de sıradan birisi değildi. Pek çok insan bu dünyada kör bir yaşam sürerken ve burnunun ucunu görmekten acizken Kaan gözleriyle yıldızları görüyordu. Belki de bu yüzden değişimi ve kendi rutinlerinin kırılmasını hiç sevmiyor, çizdiği sınırları sert biçimde savunuyordu. Bu sınırların ötesi kayıp topraklardı ve kendi sınırları içinde kök salıp tutunabileceği yegane zemini buluyordu. Bu zemini kaybetmek istemiyordu. Hani o öyküde olduğu gibi, yasa ile kaos arasında bitmeyen bir savaş vardı ve kaos şu anda kazanarak bütün toprakları ele geçiriyordu; Kaan kendi payına düşen toprakları canı pahasına kaosa karşı savunuyordu. Kaan yaşadığı sürece kaos kazanamayacaktı. Işık hep olacaktı. İşte böyle uçuk bir adamdı Kaan. Yıllar, yollar ve acılar ile şekillenmiş ruhuyla hergün ayrı bir kavga ve ayrı bir hayatta kalma macerasıydı. Bu kavga dolu huzursuz dünyada sadece kendine yakın bulduğu birkaç arkadaşı ve iyiliğe, güzelliğe dair umutlarıyla hayata tutunabiliyordu. Uzandı bilgisayarın faresine. Eskiler klasörüne girdi. Asya'yı aradı. Şarkıya tıkladı. Müzik duyuldu, sözler akmaya başladı. Lise yıllarına gitti. Uçtum seninle... Kalbime gel ateş sar, Göğsümde bir telaş var, Uçalım bulutlarda buluşalım, Kumlarda pırıltılar, Dalgada yakamozlar, Seninle ışıklarda yıkanalım, Gel gece kor kırmızı, Bu yangın sarsın bizi, Sarıl hissedelim tenimizi, Sonsuzu gel bulalım, Renklerden gül olalım, Sabaha öpüşerek uyanalım, Uçtum seninle, Gölgen tenimde, Sevişelim gel yine, Dur nefes alma, Deprem fırtına, Bu yangın sönsün burda... Kaan bir koca yudum bira çekti. Bir sigara yaktı. İçici değildi ama bu ikiliye bazen ihtiyaç duyuyordu. Bu da hayatındaki bir iki lanetten biriydi. İçki neyse de bu b...k sigarayı bırakmalıydı. Ama olsundu. Derin bir nefes çekti. Aklı ve kalbi dumanlıydı. Sevda içinde korlanmış, sönmeye yüz tutmuş bir ateş idi. Uzun zamandır aşkı hissetmiyordu. Seviyordu. Ama aşk uzaktı. Aşka varamıyordu. Oysa aşka ne kadar da çok ihtiyaç duyuyordu. Aslında son gerçek aşkı Melanie olsa da onunla mutluluğu bulamamasında etkili olan laneti ilk ve en kuvvetli aşkıydı belki de. Çocukluk aşkıydı o. Biricik Ayşe. Ah Ayşe. Yine hatırlamıştı işte. Aslında pek hatırlamayı istemese de yine aklına gelmişti. Hem gülümseyip bütün o muhteşem anıları tekrar yaşıyor, hem de onun yokluğunu; onsuz geçen yılları, her bir hücresinde dağlayan bir lanet gibi hissediyordu. Aşkı yaşayan bilirdi. Nasıl bir duyguydu. Bu duyguyu hayatınızın çok erken bir döneminde yaşadığınızı düşünün. Bu öyle bir duygu ki dünyada cennettesiniz. Onun için yapamayacağınız şey yok. Adeta başka birisine dönüşmüşsünüz. Aslında gerçek 'sen'e dönüşmüşsünüz. Aşk ruhunuza yeni bir göz vermiş, yeni bir ufuk göstermiş, o ufka koşacak gücü ve cesareti vermiş. Aşk sizi kanatlandırıp uçurmuş. Sonsuzluğu ve gerçeği bulmuşsunuz. Özü bulmuşsunuz. Bir olmuşsunuz. Derken... Sonra da bu duygunun sizden alınıp uzaklara götürüldüğünü düşünün. Bittiğini. Ve onun eşsiz olduğunu bildiğinizi düşünün. Bir daha geri gelmeyeceğini biliyorsunuz. Bitti. Yok artık. Cennetin başınıza yıkıldığını düşünün. Bu yıkıntının altında kaldığınızı düşünün. Ölmeyi isteyip de ölemediğinizi düşünün. İşte aşk ve aşktan geriye kalan buydu. İşte Kaan buydu. Bir koca yudum, derken bir tane daha ve bir tane daha. Derken bütün bardağı kafaya dikti Kaan. Bir derin nefes sigara çekti. Koltuğa yaslanıp yarı yatar halde tavana yükselen sigara dumanını izledi. Farkında olmadan mırıldandı bilinçaltı. "Seni çok özledim Ayşe. Çok özledim..." Gözlerinde yanmayı hissetti. Hemen toparladı kendini. Bardağın son yudumunu kafaya dikti. Sigarayı söndürdü. Abur cuburu toparlayıp mutfağa yürüdü. İşte ekip de dökülüyordu makine başına. Bilgisayarların başında, oyunda yerlerini alıyordu akıncı takımı. Avrupalı bir sunucu olan Stormwrath'da bir karma loncada takılıyordu Kaan. Hem Türkler hem de Avrupalılar vardı bu loncada. Aslında Kaan Türk loncalarında oynamaya karşı önyargı sahibiydi ne yazık ki. Ama Murat onu ikna etmişti. "Yok lan, gerçekten o ganimet o...su oyuncuların olduğu yerlerden değil, hepsi arkadaş ve iyi insanlar, yoksa ben de durmam," diyerek uzun uzun yakarmıştı doğrusu. Elbette yabancı loncalarda da o.çocukları vardı. Ama ne yazık ki Türk loncalarında -Kaan'ın şanssızlığından mıdır nedendir bilinmez- hep daha çok o.ç çıkmıştı karşısına. Hepsinde bir ganimet sevdası, bir kavgacılık, bir kendini beğenmişlik, açgözlülük ve kibirlilik vardı. Kaan yabancı loncalarda çok daha rahattı. Taa ki Pirates of the Aegean loncasına katılana kadar. Ege Korsanları loncası. Burası çok kıyak bir yerdi. Çok uluslu, kalabalık, iyi bir Türk nüfusu barındıran çok kıyak bir loncaydı burası. Özel kanalda bir mesaj hemen gelmişti. Daha Kaan'ın oyun karakteri olan ölüm şövalyesi cüce Kaahan oyuna yeni girmişti ki mesaj düşmüştü ekrana. "naber Kaan?" "İyidir Murat. Yine druidi almışsın. Ayı mı kedi mi takılacaksın?" "Kedi. Tanklama işini Aslan'a bıraktım. Ölümgetiren ile geliyor." "İyiymiş. Gitti benim balta. Tank dururken bize düşmez o :D " "Yok be olm. Aslan o baltayı sabah server resetlemeden önce aldı. Acil bi bakım varmış, sunucuyu resetleyeceklermiş. Bunu duyar duymaz telefona sarılıp gecenin bir yarısı hardcore ekibi topladı. Jet akındı. Boss'u indirdik, yağma ettik. Sunucu kapandı. Kılpayı aldı baltayı. " "Yok artık. Çılgınsınız lan siz. Olm hayatınız yok mu lan sizin." "Hayatım olsa bu oyunda ne işim var amk. Senin yok mu:D ?" "Olmasına çalşıyorum ama galiba yok. :D" "Nasılsın Kaan. Cidden nasılsın. Bir geleyim diyom Antalya'ya ama fırsat yaratamıyorum. Ne var ne yok?" "Aynı beyaa. Standart takılıyorum. Hayvanlaşmak istiyorum bu aralar. İnsanlık beni bozmaya başladı yine." "Anladım. Yani o kadar sıkıldın. Var mı hatun?" "Şenlendiğimiz bir arkadaş var. Ondan başka, var da yok. Karışık. Sen ne ediyorsun?" "Ben de aynen. Şenlenip duruyorum. İyi değil aslında be. Gece gayet güzel eğlenip, sevişip tatlı bir yorgunlukla uykuya vuruyorsun; Sabah öpüşüp koklaşıp hatunu uğurluyorsun. Geceden kalan ne diye düşünüyorsun sonra. Evet, eğlendik, şenlendik, güzel vakit geçirdik. Rahatladık. Çok da güzeldi. Ama, eee? Ne kaldı? Ne ben onun kalbine baktım, ne de o benim kalbime. Uyuşturucu gibi, sadece birbirimizi bir süre teselli ettik. O anda anı paylaştık. Onun da bir güzelliği var ama bir noktadan sonra başka bir şey de arıyor insan galiba. Dalga geçme ama bu aralar şöyle bir kızım, oğlum olsaydı diye düşünüyorum. Başımın etini yiyen bir hatun olsaydı. Her akşam yatağımı ısıtan, sabah sarılıp uyanacağım birisi olsaydı... Hayatı paylaşacak bir arkadaşım olsaydı diyorum." diye içini döktü Murat. Murat epey dolmuştu anlaşılan. "Sen bir Antalya yap Murat. Beni bul burada. Bir gece beraber içip gezelim. Misafirim ol. Mutlaka zaman yarat." "Öyle mi diyorsun? O kadar boktan mı lan durumum :D" "Aynen öyle. Bak burada havalar da çok hoş. Yazdan kalma bir on gün bekliyor meteoroloji. Atla gel olm." "Uçakla gelsem olmaz mı? Atla uzun sürer? Şaka şaka, bunu yapmasam patlardım :D Doğru diyorsun hacı. Bi fırsat yaratayım. Patrona bir sokulayım ben bu akşam. Bakalım bir kafa izni alabilecek miyim." "Niye böyle olduk lan biz Murat?" "Olm biz bir b...k olmadık. Bu aralar bizim Kemal ile ben de çok konuşuyorum bu mevzuları. Biliyosun İstanbul'a taşındı. Sık sık görüşüyorum hergeleyle. Kafamın içine okulda da hep cins fikirler sokardı, ben hep ondan böyle oldum sanıyordum. Meğer sorun başkaymış. Hacı ben artık biliyorum. Biz de sorun yok. Dünyada sorun yok. Millette sorun var. Cümle alem g..t olmuş. Sistem g...t. Sistem kendisi gibi olmayanları virüs gibi görüyor, yok etmeye çalışıyor. Sistem bizi kaldıramıyor. Matrix gibi hacı. Biz Zeon tayfasıyız öyle düşün. Sistem Ajan Smithleri salıp duruyor üstümüze. Nefes aldırmıyor. Biz de tünellerimizde hayatta kalma savaşı veriyoz." "Alegorinin dibine vurdun be. Yazı mı yazıyon sen? Zisi'yle çok geziyon galiba bu aralar." "O cadıyı anma yav. Kalbimi kırdı pislik. Bana '...m budalası' dedi." diye dert yandı Murat. "rofl. Olm vardır bir nedeni. Yine ne ib...lik yaptın kimbilir." "Bi s..im yapmadım. Kafede oturuyorduk. Tesadüf bu ya, o gün de kafe Fashion TV gibiydi..." "lol" diye güldü Kaan bu yoruma. "...gelen giden oturan hatunların hepsinde miniler, transparan bluzlar, afilli saçlar, bir sürü kesişme filan. Muhabbete konsantre olamadım bir türlü. Zisi de bir şeyler anlatıp duruyordu. Yok efendim onu hiç dinlemiyormuşum, arkadaşlığına değer vermiyomuşum, bu orospuları ondan üstün tutyomuşum. öff... vs vs." "Zisi sana vurgun olmasın hacı :D" dedi Kaan. "Aman! Allah yazdıysa bozsun." "Niye öyle diyosun lan. Hoş hatun. Üstelik zeki, altın kalpli. Daha ne olsun?" "Bu konuyu kapatsak? Nerden geldik lan buralara?" "Aşktan söz ediyorduk. Meşkten. Sevgiden. Hayatı paylaşmaktan söz ediyorduk. İnsanın içindeki sevgi pınarından ve bunu paylaşmaya duyulan açlıktan söz ediyorduk. Özgür olmaktan ve özgürlüğün tek yolunun içindeki gerçek seni yaşatmak olduğundan söz ediyorduk. Özgürlüğün sevmek ve sevgiyi yaşamak olduğundan; Dünyanın sevmediği için bu halde olduğundan bahsediyorduk." "Ben bunlardan söz ettiğimizi hiç hatırlamıyorum Kaan," "Zisi aklını aldı tabee!" "Yav bi git yaa..." Akın saati onlar böyle dertleşip konuşurken gelip çatmıştı işte. Diğerleri de artık çevrimiçiydi ve akın davetiyeleri uçuşmaya başlamıştı. Ege Korsanları savaşa gidiyordu!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |