"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Günler geçerken yıllar unutulmuştu. Birkaç on yıl geçmişti. Rıfkı çevresine baktığında bazı simaların yok olduğunu fark etti. “ Arkadaşlar nerede “ diye sorduğunda karşısında tek bir kişi kalmıştı. Şarapçı İsmet ona bakarken takma dişleriyle bir kemiği sıyırıyordu. İsmetin anlattıklarını dinlerken kulaklarına inanamıyordu. İki arkadaşları sirozdan ölmüştü. Birisi gırtlak kanserinden gitmişti. Bir diğerinin kangren olayı nedeni ile tek ayağı kesilmişti. Bir diğeri olan hırsız Kenan çok şanslıydı. Sonunda Bahçelievler huzur evine kapağı atmıştı. Şarapçı İsmet de bir hafta sonra İzmir'de ki eski şarapçı dostlarının yanına yerleşecekti. Ona göre İstanbul'da hayat bitmişti. Rıfkı bundan sonra ki yaşamında tek kalacaktı. Dediği gibi de yaptı. İsmet giderken ona haber vermedi. Batan gemiyi terk eden fareler gibi bir sabah sessizce evden çıkıp gitmişti. Rıfkı'nın cebindeki otuz beş lirayı da hiç acımadan çalmıştı. Nihayet yıllar sonrada olsa sokakta ki o gecekondu artık sessizliğe bürünüyordu. Bu sessizlik karşısında mahalle halkı şok geçirmişti. Acaba neler oluyordu. Ortamda ki sahne doksan dokuz depreminin öncesini andırıyordu. Bu kesinlikle normal bir durum değildi. Mahalle bakkalından, kasabına, manavına, kahvehanesine kadar hatta evlerin dedikodu yuvası olan misafir odalarına kadar bu anormal sessizliğin nedenleri tartışıldı. Rıfkı bir sabah evden çıkarken meraklı gözlerde onu izliyordu. Başta komşu kadınlar, “ demir alıyorum, demir satıyorum” diyen o adam, cami müdavimlerinden papaz Sadri amca onu ilk gören şanslı insanlardı. Rami meydanından Eyüp ilçesinin ana merkezine inene kadar meraklı gözler onu takip etti. Kaymakamlık binasına girdiğinde yetkili memur onu büyük bir saygıyla karşıladı. “ Rıfkı bey buyurun efendim şöyle oturun” derken cegetinin düğmelerini ilikliyordu. Dosyaları karıştırırken de Rıfkı onu ciddiyetle dinliyordu. “ Efendim size nasıl yardım yapılacağını araştırıyordum. Şu sıralar gerçekten zor durumdayız. İstanbul'un fethine üç ay var. Sonra Kıbrıs fethine altı ay efendim şeker bayramına sekiz ay Zafer bayramına on ay var. Yani hiçbir boşluk bulamadım. Anca böyle günlerde hayırsever vatandaşlarımız sizlere yardım yapıyor. Size yardımcı olmak isterim. Aldığım duyumlara göre birkaç hafta sonra kutlu doğum haftası denen bir mevzu olacakmış. Size tavsiyem bu fırsatı kaçırmayın hemen belediyeye müracat edin derim. En azından bir elli lira kurtarma şansınız olabilir” diyordu. Rıfkı çaresizce memuru dinlerken memur üzüntülüydü. Cami önünden geçerken o dilenciyi kıskanmıştı. Yem satanı, simit satanı kıskandı. Onlar çaba gösteren takdir edilmesi gereken insanlardı. Ya Rıfkı, peki Rıfkı bunu neden yapamıyordu. Arkadaş kurbanı olduğuna inanıyordu. Peki o kader o ne olacaktı ? Sokakları son hızla geçerken düşünüyordu. Başka bir sokağın başında ki çöp konteynırında durduğunda düşüncelerinden sıyrılmıştı. İstemsiz bir şekilde içine baktığında suçluyu gördü. İnsanlar çöpleriyle kendini belli ediyordu. Yetmişli yıllarda ki devrimci ruhu bir anda canlanmıştı.Yine o felsefeyi düşündü. Sınıflar arasındaki eşitsizliğin ana sorumlusu bu çöp konteynırıydı. Çöp atanlar ezen sınıftı. Çöp toplayanlar ise ezilen sınıftı. Aynı Marks'ın, Engles'ın dediği gibi…” Allah belasını versin bu diyalektiğin” derken peşindeki bir köpeği fark etti.Eyüp camisinin önünde bir köpek onun peşine takılmştı. Belki de köpek onun yalnız olduğunu hissetmişti. Beyaz tüylü, sürekli kuyruğunu sallayan dişi köpek Rıfkı'nın paçalarına sürünürken mutluydu. Gecekondusuna adım attığında köpek hiçte yabancılık çekmiyordu. Sanki yıllar önce bu evi terk etmişti. Akşam karanlığında mum ışığında şarap içmek artık bıkkınlık vermiyordu. Evde yine binlerce şişe birikmişti. Örümcek ağları bir perde gibi her yeri sarmıştı. Yüzlerce konserve kutuları, saramış eski gazeteler bir köşeye yığılmıştı. Gariban Çingene sobası ile geçen kıştan kalma üç torba kömür baş köşede duruyordu. Yeni sahibin ayak uçlarının dibinde tüneyen köpek ise çok mutluydu. İlk gecenin heyecanı olacakmışcasına sanki sürekli kuyruğunu sallıyordu. Dut ağacının hışırtısını duyduğunda gülümsedi Rıfkı. Uzun süredir görünmeyen baykuş yine gelmişti. Ve aynı dala konmuştu. Yine Rıfkı'nın karşısına dikilmiş dışarıdan ona bakıyordu. Az da olsa yine mutluydu. Yeni bir oda arkadaşı bulmuştu. Baykuş yine gelmişti. Her şey yine eskisi gibi oluyordu. İyi günler onu bekliyordu. Kader ne yaparsa yapsın o yine mücadeleden vazgeçmeyecekti…Birden bire bu direnç bu maneviyat nereden gelmişti. Peş peşe devirdiği şişeler mutluluğunu artırıyordu. Sarhoş beyninde fırtınalar yaşanırken pencere camına çarpan bir taş sesiyle aniden irkilmişti. Baykuş kanatlarını çırparken ne olduğunu anlamaya çalıştı.İkinci taş ise neredeyse camı kıracaktı. Köpek ise aldığı kokudan hoşlanmamış olacak ki kuyruğu bu kez korkudan titriyordu. Rıfkı olduğu yerde divanda oturduğu yerde sanki bu sesleri hiç duymamış gibi sakin bir halde oturuyordu. Bir ses daha bekliyordu Rıfkı…Kapıdan duyulan o yumruk, ve tekme sesi ile birden ayağa kalktı. Bu ses geçmişten geliyordu ve kesinlikle Rıfkıya gelmişti. Evet nihayet o gelmişti. On yıldan daha uzun süredir beklediği sesti. Aya kalktığında sarhoş olduğunu fark etmişti. Hem de körkütüktü. Kapıyı açtığında bir adamı gördü. Karanlığın içersinde beyaz sakallı, saçlı dev gibi bir adam ona bakıyordu. Rıfkı dikkatle baktı. Bu bir evliya olsaydı asası da mutlaka olurdu.Ona bakan yüzü seçmeye çalışırken gözlerini oğuşturuyordu. “ Zerdüşt sen misin diye “ sordu. Adamdan çıkan ses ise karanlıktan daha beter ürkütücü ve korkunç geliyordu. Boğulan bir insandan çıkan ses gibiydi ..“ Ne Zerdüşt’ü ulan ananın amcığı, beni tanımadın mı. Ben Arap Sabri... Haber bırakmışsın bir uğrasın diye. Hazırsan başlayalım. İşlerim var başka yerlerde uğrayacağım” derken yumruklarını sıkıyordu. Baykuş bir belanın geldiğini ve orayı terk etmesi gerektiğini hissetmişti. Köpek ise panik halinde divanın altına saklanmıştı. Arap Sabri evrimini tamamlayamamış mağara dönemi insanlarını andırıyordu. Odanın içerisinde dolaşırken şişeleri, konserve kutularını tekmelerken kendine boş bir alan seçiyordu. Uzun süredir duyulmayan sesleri yeniden duyan mahalle ahalisi yataklarından fırlamıştı. Bir çok kişi balkonlarda, pencere kenarlarında yerini almıştı. Bu defa şarkılar, türküler duyulmuyordu. Bu kez çığlıklar, feryatlar, inlemeler duyuluyordu. Sonra sesler kesildi. Sokağa çıkan dev adamın bir hırsız gibi kaçan gölgesini izlediler. Sonra bir polis aracı gecekonduya geldi. Sonrada bir ambulans geldi. Sedyede yarı canlı, yarı ölü bir adamı gördüler. Bu Rıfkı'ydı. İlk polis raporunda ise “ Rıfkı isimli bir vatandaş evinde saldırıya uğradı. Bazı kemiklerinin kırılması bir yana iç organlarında da ağır hasar söz konusu. Zanlının eşgali hakkındaki çalışmalarımız sürmektedir” deniyordu…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |