Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Dostoyevski Fethiye Kapalı Cezaevi 2010. Köpekler gibi...Sayı kırk elli, bazen yetmiş. Her gün birkaç tane daha sürümüze katılıyor. Sokak köşelerinde ki çöp konteynırlarına yanaşan özgür türlerimiz bizlerden daha şanslı. İstedikleri kadar poşetleri, ekmekleri, artıkları, kemikleri parçalama şansına sahipler.Onlar şanslı ya bizler?.. Bir tencerenin içinde sunulan bakliyat, sebzeden çorbadan başka seçenek yok.Daha ne isteyecekler?..Kemik mi?.. Burada çok lüks. "Yiyin sizi gidi sefil aşağılık yaratıklar. Daha ne istiyorsunuz Allah'tan. Siz toplum düşmanı suçlular. Şerefsizler, hırsızlar, katiller, pezevenkler. Yaşınız ne olursa olsun farketmez. Aynısınız." Böyle diyor bir gardiyan. Bazen de sayın müdür bey. Gözlüklü, tombul suratlı, sevgili müdür. Sayım zamanları da nasıl içeri girip gülümsüyor. Sayıyor. Bir daha sayıyor. Sonra gülüyor. Ve her gün yaptığı hareketi yapıyor. Sahte gülüşüyle. Kadife sesiyle haykırıyor: "Allah kurtarsın." "Allah kurtarsın" Sefiller hep bir ağızdan daha da yüksek sesle haykırıyor. Çok mutlular .Hem de çok mutlu: "Sağol, Sağol!" Ortalık inliyor. Yetmişlik Ahmet dede daha fazla bağırıyor. Çakı gibi bir asker olmuş Ahmet dede. Otoriteyi, devleti diğerlerinden daha fazla sevmiş... Zavallı sefil, bunak ihtiyar. Yağ çektiğini zannediyor ihtiyar keçi... Belki müdür onu görür de acır, sonra sever, sonra da bir akşam üstü belki ona: "Gel Ahmet dede, tarlana hint keneviri ektin, beş sene ceza aldın ama ben seni çok sevdim, bu gece yarısı seni serbest bırakacağım." der ve onu salar. Belki de bu hayallere dalmış saf köylü kurnazı, ihtiyar dede. Elli metrekarelik bahçede çift sıra halinde dizilmiş sevgili müdüre, gardiyanlara bu tatlı hayallerle bakılıyor. Akşam sayımı için hala esas duruştalar. On sekizinden yetmişine kadar zavallı kader mahkumlarıi acındırmak için daha çok çaba sarfediyor bu akşam. "Haydi içeri girin." diyor başgardiyan. Tek sıra halinde yetmiş kişi içeri giriyor. Kırk metrekare koğuş. Üç katlı ranzalara yan yana dizilmiş. Koyun, keçi sürüsü gibi birbirlerinin üzerinden atlayarak giriliyor ahıra. Dört metre yüksekliğinde O ranzalara tırmanıyorlar. Bir ranzada iki üç kişi. Koğuş mümessili adamlarıyla bir ağızdan bağırıyor: "Kimse ranzasından kalkmasın, ortalıkta dolaşmayın. Sırayla tuvalete girin. Ayaklarınızı yıkayın ulan, tuvaleti kirletmeyin. Çıkan su döksün. Dökmeyeni yakalarsam paspasın sapını o kıça sokarım ulan." Bağırıyor, sürekli haykırıyor. Koşan koşana... Koğuş mümessili yirmi yaşında. Fethiye'nin en iyi, en hızlı, en serseri hırsızı. Beş suç ortağıyla devletin kanunların sağlayamadığı düzeni o hırsız burada sağlamış. Cezaevi idaresi ona yetki vermiş. Dayak atmak serbest. Az gelirse ikinci posta dayağı gardiyanlarla, jandarmalarla hep beraber el ele atmak için sabırsızca bekliyor. Kolay mı ulan, kırk metrekarelik koğuşta onlarca adamı beslemek, uyutmak, yaşatmak, kolay mı ulan!.. Gözünüz kör mü, anlamıyor musunuz?.. Yan yana, kıç kıça, tek sıra halinde uzanan mahkumlar daha şimdiden saate bakıyor. Saat akşam üzeri altı. Sabaha kadar bu yatakta on üç saat beklenecek. İstersen bekleme. İstersen itiraz et. En iyisi aletinle oyna. Biraz yorulursan rahatça uyursun. Sen suç işlemedin mi? Birisinin canını, malını yakmadın mı? Irzına geçmedin mi? Hangi yüzle hak adalet arayacaksın. Hangi yüzle insan haklarından, adaletten bahsedeceksin? Utanmaz, şerefsiz suçlu seni. Bunu sana onlarca kez, yüzlerce kez hatırlatmadılar mı?.. Kırk iki ekran televizyon adeta tavana monte edilmiş, haberleri gösteriyor. Yeni yasalar, haklar, özgürlükler peş peşe sırada . Başbakan Paris'te. Cumhurbaşkanı Amerika'da. Onları mutlulukla seyret. Adalet bakanı da mecliste, senin için yasa çıkartıyor. Senin için çaba sarf ediyor. Daha beş sene önce senin için Avrupa-i bir ceza kanunu hazırlamadılar mı?. Seyret onları. Sene şimdi iki bin on , nisan ayı. Müdür beyimiz, sevgili hakimlerimiz, savcılarımız belkide şimdi deniz kenarında bir masa da yiyip içiyorlar. Onların da duyguları var. Hüzünden, kederden senin için belkide şarkı söylüyorlar. Fethiye kapalı cezaevi. Fethiye'nin suçluları. Fethiye'yi soymak için dışardan gelen suçlular. Turistlere uyuşturucu satmak, onları soymak için gelen suçlular. Gıkınızı çıkarmayın. Bir bok yediniz madem, devletin kurallarına uyun. Gardiyanlara, müdüre, onun işbirlikçisi koğuş mümessili ve adamlarına saygı gösterin. İsterseniz göstermeyin. Kıçını seviyor musun?.. İşte ona göre davran.Yan yana dizili bedenler. Kimi tesbih çekiyor, kimi bulmaca çözüyor. Kimi de askerlik anılarını anlatma derdinde. Bir kaçı ise sürekli ağlıyor. Hem de utanmadan. Sabah gelen kaytan bıyıklı işadamı dert yanıyor. İzmir den gelmiş. Karısı, çocukları hep beraber tatil köyünde bir hafta kalacaklarmış. Girişte Jandarma çevirmiş. Seneler öncesinden üç ay hapis cezası çıkmış. Gel demişler tatilini bizle yap adamım. Adam dert yanıyor. Bu nasıl adalet?.. Mal beyanından gelen, orman işletmesinden gelen orta yaşlı bir memur yanında karısı gibi yatan Ahmet dede'ye soruyor: "Mümessilden başka bir de şu genç adam tek yatıyor. O da mı mümessil?" Ahmet dede yine ürktü. Yine korktu, yine titredi. "Bayrampaşadan mı, ne gelmiş. Dalaman açık cezaevinde gardiyanlarla kavga etmiş. Geçen akşam buraya getirdiler. Daha gelir gelmez kavga çıkardı. Koğuştakiler baş edemedi. Gardiyanlar geldi. Onlarla da kavga etti. Geceyarısı müdürü evden çağırdılar. Adam yatmam diye tutturdu.. Ona tek yatak verdiler. Kimse ellemesin diye tembihlediler. Yakında onu göndereceklermiş. Öyle diyorlar." Soru soran memur, Ahmet dede, koğuş mümessili, diğerleri, hemen hepsi o psikopata bakıyor. İşte size uzun süredir beklenen bir kahraman. Aslanım benim. Diğerlerinin sanki çok umurunda. Fethiye eyaletinde yetmişinin, yedi ceddinin yapamadığını, o yapmış. İşte bir bela. Nereden geldin?.. Bu düzeni neden bozdun. İnsanlar senin yüzünden huzursuz. Hepsi tedirgin. Koğuş mümessili, adamları, gardiyanlar, onu bir kaşık suda boğmak için sabırsızca bekliyor. Allahın belası serseri. Suratın, dövmelerin, davranışların bir bela. Müdür o gece söylemedi mi?.. Ahmet dede duymadı mı? "Kardeşim bu cezaevi Menderes zamanından kalma bir yer, her gün onlarca tutuklu geliyor. Kapasite bu kadar. Yatak yok. Bize sorun çıkarma, akıllı ol, rahat dur. Seni en kısa zamanda Muğla'ya sevk edeceğiz. Bak zaten sicilin bozuk. Bir altı ay da bizden alma. Akıllı dur." Adam robot gibi. Bazen diğerlerine baksa da onu gören gözler hemen kaçıyor.Herkes televizyona bakıyor. İşte Kemal Sunal'ın Şaban filmi. Herkes seyrediyor, gülüyor. Al sana kim beş yüz milyar ister. İşte Kurtlar Vadisi. Nasıl da gülüyorlar. Nasıl da seviniyorlar. Bırak bu adamları. Sen nereden geldin. Hava sıcak, ter yapış yapış. Yıllanmış hapishane...Taştan yapılmış kulübe hapishane.. Koku fena. Bir köylüler niçin, neden bu kadar kokar?... Ahırda mı yatıyor bu köylüler. Para hırsı gözlerini bürümüş. Vücutlardan çok yıllanmış elbiseler kokuyor. Birçoğu esrar ekmiş zengin olmak için. Domatesin kilosu üç kuruş. Esrarın milyar. Koğuşun yüzde sekseni tarlacı. Kalanı hırsız, pezevenk. Turist bölgesi burası, daha ne olacak. Saatler geçiyor, adeta günlercesine. Saat on iki. Televizyon kapandı. İhtiyarlar zaten uykuya dalmış. Gençler zorlanıyor. Genç bir adam bu saatte zor uyur. Zaman geçiyor, gece yarısı iki, üç... Kollar, ayaklar birbirine dolanıyor. Farkında olmadan birçoğunun aleti dikilmiş. Farkında olmadan birbirine yaslananlar var. Nereye dönersen dön bir kıç, bir alet seni bekliyor. Kimsede çıt yok. Ne diyecekler, ne yapacaklar. Ayak, vücut, ter, kıç kokusu yetmiş adamın nefesi bir leşten daha beter. Horlayanlar, inleyenler, çığlık atanlar çıkan sesler sanki bir domuz sürüsü. Sabah'ın ilk ışıklarında demir kapının asma kilidinin şakırtısı duyulduğunda ihtiyarlar zaten çoktan hazır. İhtiyar uyurmu?.. Bahçeye fırlayan nefes alıyor. Öksürenler, aksıranlar, balgamını atanlar az da olsa biraz rahatlıyor. Plastik masalara dizilen tabakların içinde zeytin, peynir var. Tencerenin içindeki çay, kepçeyle bardaklara boşalırken, koğuş mümessili yine sahnede. "Kimse kimsenin hakkını yemesin, ekmeğini almasın, yakalarsam oyarım" diye haykırıyor. Hırsız mümessil tam adaletçi. Adam başı altı yedi tek zeytin, yirmi gram peynir, yarım ekmek fazla bile. Taş mı taşıdılar. Devletten bedava beslenmek kolay mı?.. Adama yedirirler mi?.. Kahvaltı yapanlar birbirlerinin zeytinlerini sayıyor. Aç, yağmacı gözler, geçmişten, tarihten bakıyor. Necmi'ye neden iki tane fazla gitti?.. Hüseyin'in peynir parçası biraz büyük kaçmış. "Yediniz mi ulan, bahçede mıntıka temizliği." Hırsız'ın talimatları sert. Köylüler severek bu işi yapıyor. Yerdeki izmaritleri elleriyle tek tek topluyor Ahmet dede, diğerleri. Genç bir öğretmen, özel dershaneci, kredi dolandırıcısı Hilmi hoca diğerlerinden daha fazla izmarit, çer çör toplama telaşında. Ne de olsa O bir eğitimci...Herkese örnek olması lazım. İşte şimdide şişko gardiyan bağırıyor: "Sayıma geçin, sayım başladı arkadaşlar." Sabah sayımı sahnede. Sıraya çoktan geçilmiş. İnşallah biri kaçmamıştır?..Kapı açıldı. İşte sevgili müdürümüz yine geldi. Dün akşamki sarı lacivertli kravatını değiştirmiş. Hep onu takar. Hasta bir Fenerli. "Günaydın arkadaşlar" "Sağol, Sağol." "Allah kurtarsın." "Sağol, Sağol." "Sağol" Fethiye'li mahkumlar yine mutlu. Dışardan gelen yabancı suçlular çakallar, kurtlar çok sinirli. Bazılarından duyuluyor bıyık altı küfürleri: "Senin de Allahını da, kitabını da ..... nereden geldik ulan buraya.." Sayım bitti. Yatmak yasak. Bahçede oturun.Yeni bir gün başladı. Haydi dedikodu yapın, hayatınızı anlatın. Hırlamalar, ulumalar, cümleler döküldü yine. Herkes savunmada, herkes suçsuz. Hepsi kandırılmış. Kazayla buraya düşmüşler. Bu mahkeme de olmazsa öbür mahkeme de mutlaka kurtulacaklar. Avukat öyle demiş. Tarlayı satmış, avukata vermiş. Hakim ona duruşmalarda çok iyi davranıyormuş. Savcının suratı biraz asıkmış ama o da hiçbir şey demiyormuş. Bu ay mutlaka çıkacakmış. Torun ziyarete geldiğinde öyle demiş. Avukat da çok umutluymuş, garanti vermiş. Saat on, banyo saati, yine bağırıyor hırsız: "Herkes banyoya, atletinizi, donunuzu, çorabınızı yıkayın. Koğuşu iyice leş ettiniz ulan. Hepinizi tek tek kontrol edeceğim. Yakalarsam fena yaparım. " Çift kişilik tuvalet, koğuşun banyosu. Tek bir süzgeçten su akıyor. Bu sıcak su. Haftanın bir günü gelir. Dua edin bu sıcak suya. Haydi banyoya. Bir saatte yetmişi de yıkanacak. Onar kişi, yedişer kişi gruplar halinde sıraya. İlk on kişi çoktan girdi bile. Sadece don var. Don çıkarmak ayıp değil mi?.. Kafasını sabunlayan, sırasını diğerine verdi bile. İsterse vermesin. Bazı ihtiyarlar sırtının keselenmesi için gençlerden yardım istiyor. Bazıları istemese de hatırına sırtlar keselenmeye başlıyor. "Evladım biraz daha aşağı in" diyor bir ihtiyar fahişe. Kıçına kadar istiyor. Her şey meydanda. Başka biri,bir diğerini keselemek istiyor. Genç çocuk, yakışıklı, parlak çocuk. Kim istemez ki?.. Koğuş mümessili tuvalet kapısında. bağırıyor: "Altı dakika doldu. Çıkın ulan dışarı." On kişi aynı anda fırlıyor. Başka bir grup da anında giriyor. Küçük bahçe, atlet, don, tişört, pantolon yağmurundan geçilmiyor. İplere serilmiş yüzlercesi. Volta atmak bile bir donun altında, bir pijamanın çizgisinde. Son beş dakika sıra koğuş mümessiliyle, adamlarında. Şükür bitti banyo. Saat on bir. Öğle yemeğine bir saat kalmış. Demir kapıdan gardiyanın kafasını gören mümessil koşar adım duruyor. "Ercan şu İstanbul mahkumu eşyalarını hazırlasın, sevki var. Ona söyle çabuk olsun. Şerefsizden sonra kurtulduk. Muğla'ya gidiyor. Orada görür anasının ....... Diğerlerine de söyle öğleden sonra insan haklarından denetleme kurulu gelecek. Düzeni sağlayın, her zaman ki gibi." diyor gardiyan. Eşyalarını topla, haydi yürü şerefsiz hain seni...Adam bir çuvalın içinde eşyaları ile çıkarken gözler takipte. Nihayet kapıdan çıktı. Mahkumlar rahatladı. Arkasında konuşmalar başladı. Devlete, düzene karşı gelinir mi?.. Ölmediğine şükretsin. Allahtan müdür çok iyi insan. İşte öğle yemeği geldi.. "Sıraya ulan. Sandalyesi olmayan yerde yesin. Ahmet dedenin ekmeğini hangi şerefsiz çaldı. Hüsmen'in iki paket sigarası kayıp. Yemekten sonra arama yapacağım. İki kişiye bir domates düşüyor. Meydancı domatesleri ikiye bölerek dağıt. Başefendinin talimatı var. Öğleden sonra Cezaevi İzleme Kurulu gelecekmiş. Kendinize çeki düzen verin." Hayde bakayım...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |