Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann |
|
||||||||||
|
Bütün çiçekler aslı itibarıyla biraz gül, bütün şehirler de asılları itibarıyla biraz İstanbuldur aslında. Gül çiçeklerin ortak adıdır. Farsçada gül, çiçek manasına gelir. Gül deyince ise önce bülbül gelir akıllara. Bir aşık ile maşukun hikayesidir Gül ile Bülbülün hikayesi. Gül, mağrur bir maşuk, bülbül ise mecnun bir aşıktır. Bülbül güle gönül verir ama gül kendisi için yanıp tutuşan bülbüle hiç yüz vermez. Buna dayanamayan bülbül güle yakın olmak için gülün dalına konmak ister. Konar konmasına ama gülün dalındaki dikenler bülbülün gövdesine batar ve bülbülün cılız gövdesinden akan kanlar gülün dibine dolar. Bülbülün kanı gülün köklerinden damarlarına sirayet eder ve o günden sonra gül kırmızı açmaya başlar. Yani güle rengini veren bülbülün aşkıdır. Gül, kan rengidir; gül ateş rengidir; gül aşkın rengidir. Gülü sevmek her yiğidin harcı değildir. Güldeki dikenler aşığın güle olan aşkından vazgeçmesi için önüne konulmuş engellerdir. Her kim dikeni görüp gülün sevdasından vazgeçerse o gülün doyumsuz kokusunu hiç duyamaz. Ve her kim de dikenin canına batmasına aldırış etmez ve o narin gülü ellerinde tutmaya razı olursa cennetin kokusunu duyar. Ne zamanki bahçeler gülle dolar, o zaman biliriz ki mevsim bahar. Gül, aşığının rengine boyandığından beri Sevgili’nin adıdır aynı zamanda. Yedi cihan Sevgilisi miraca yükselince vücudunda oluşan ter damlaları yere düşmüş ve düştüğü yerde güller bitivermiştir. Onun güzel yüzü güllerin en güzelidir. O öyle bir güldür ki tüm gülleri güldürür. Gül gülünce bahar gelir, goncalar bağrını parça parça ederek güle tebdil eder ve yırtılarak açarlar. Her kim ki gülü bilerek koklarsa, teslim-i ruh eder, işte o zaman yokluk içinde varlıkla yaşamaya başlar. İşte gül o nedenle cennet bahçesinin çiçeğidir. Gül çiçeklerin sultanıdır. Tıpkı İstanbul’un da şehirlerin sultanı olması gibi. İstanbul bir sultan şehirdir. İstanbul deyince Kız Kulesinin yüzü güler; Galata kulesinden bir güvercin kanatlanır, dalyanlarda ağlar çekilir, Adalar vapuru süzülür Boğazın derin sularını yararak ve Kapalıçarşıdan baharat kokusunu taşıyan bir lodos eser. İstanbul bir sultan şehirdir, sultanların şehridir, İstanbul asırlardır özlenendir. Bülbülün kanı gülü kırmızıya boyar demiştik ya, işte öyle hatıralar boyar İstanbul’un gönül aynasını ve İstanbul her daim eteklerini toplamış bir saraylının aşkı gibi düşer aşıkların gönül evlerine. İstanbul, sevdanın adıdır. Simit ve çayın tadı bir başkadır mesela Çamlıca’da ve her zaman kalabalıktır Mahmutpaşa. Kimi zaman sevinç düşer yakamozlu sulara, kimi zaman hüzün iner surların ardına. Bülbül misali bu şehrin aşkına düşenler gelir yerleşirler taş yapılara, bülbülün gülün dalına konması gibi. Kim bilir kaç genç kaç ihtiyar, kaç sevdalı kaç bağrı yaralı; kaç paralı kaç işsiz; kaç umutlu kaç umudunu yitirmiş sayısız aşık, bedenlerinden kan damlayarak yaşamaya çalışır bu sultan şehirde. Sabah erken, akşam geç olur bu şehirde. Trenlerden inenler vapurlara koşarlar; vapurlardan inenler tramvaya giderler; Anadolu’dan gelenler Rumeli’ye geçerler. Eminönünde bekleyen Sultan kayığındaki balık ekmek kokusu ta Kadıköy’den duyulur; Kadıköy’den kalkan vapurun sireni Adalardaki faytonu hareketlendirir. Akşam inerken şehrin kuytularına, karanlık köşelerde büzülüp yatanlar olur köprü altlarında. Ama yine de İstanbul, gül tadındadır. Mânada derin, sevdada güçtür İstanbul. Gül ile bülbülün aşkı gibidir İstanbul’a duyulan sevda. Ne onunla olur, ne de onsuz. Gülün dikenlerinin bülbülün bağrını delip geçmesi gibi bağrı delik deşik yaşar bu şehrin sevdalısı bu şehirde. Ama çiçeğin adı gül ise; şehrin adı da İstanbul’dur. Nasıl ki bülbül dikene razı gelir ve sevdasında diretirse bu şehrin sevdalısı da İstanbul’da öylece diretir ve yedi tepeden İstanbul’a şöylece seslenir: “Beni reddetme şefkat eyle ey şehr-i gül, Güle lazım değil midir bir bülbül?” İstanbul gül misali nâz eder bülbüle. Gül çiçeklerin sultanıdır, İstanbul ise şehirlerin. Ne bülbül vazgeçer gülün sevdasından, ne de gül yâr olur bülbüle. Her çiçek biraz gül, her şehir biraz İstanbuldur. Gül sessiz, İstanbul sakin; gül huzurlu, İstanbul ise gururlu bir edayla derler ki: Gel gül dedi bülbül güle; gül gülmedi gitti. Gül bülbüle; bülbül güle yâr olmadı gitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şebnem Pişkin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |