Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Aradan geçen haftalarda kayda değer hiçbir şey olmadığını anlatması, geceleri ateşler içinde uyandığını saklamak için örülmüş bir duvardı. Şarkılardaki aşk gibiydi yaşananlar, tek sorun bunun sözcüklerde görülmemesiydi. Göstermek, dile getirmek istedikçe dudaklardan dökülen gereksiz ve anlamsız cümleler kadınların aşık oldukları anda yaptıkları en yaygın şeydi. Kapana kısılmışlığın verdiği hırçınlıktı yaşadığı, ve bu kapandan kurtulmak içindi karşısındakini acımasızca eleştirmesi. Bulduğu her yanlışın onu bu kapandan kurtaracağına, yeniden özgür kılacağına inanıyordu. Aşk, acıydı... O acıyı sevmezdi... Bu yüzden aşktan hep kaçardı. Sevgi dediği sınırları, kuralları belli ilişkiler yaşamak onu daima güçlü hissettirirdi. Ama “Aşk”... Asla O’na göre değildi. Özlem... Izdırap... Yokken dökülen gözyaşları... Mide krampları... Hiçbirisi O’na göre değildi. Kaçmaya çalıştıkça dibe battı... İlk dokunuşun hazzında duyduğu acı herşeyden daha kötüydü... Bedeninin aldığı zevkten nefret edercesine soğuk davranmaya çalışıyordu, sözcükler dudaklarında dolaşırken suskunluğu büyüyordu. İnlemelerinde ölüm vardı. Her dokunuş kalbine saplanıyordu. Her dokunuş onu bilmediği diyalara götürüyordu. Aşk, acı, zevk, çılgınlık, gizlilik ve koskocaman bir yalnızlık... Yanında yatan beden bir ceset olmalıydı... Arınmışlık ararken, teninde yanan alevden kurtulmak istiyordu. Her saniye yeniden arzuladığı adamdan korkuyordu. İlk kez bir erkekten korkuyordu... Teninde ilk yağmur damlasını hissetmek gibiydi... İlk dokunduğunda sıcak, yumuşakken, tam tadına varacakken kayıp gidecek gibiydi... Asla ikinci damlanın tadı ilkiyle kıyaslanamazdı. Sevişirken ya söyledikleri yalansa düşüncesi, hayal sevgilisinden O’nu koparıyordu. Herkes olabilme, terk edilebilme, bir daha dokunulmama ihtimali ruhunu acıtıyordu. Tek arzusu çekip gitmekti. Giderse dönüşü olmayacağını bilmesi ruhundaki, kalbindeki acıyı daha da çoğaltıyordu. Gitmek veya ipte yürümek ne farkı vardı ki... Bir zampara ozanın durulmasını sağlamak, kendini ona teslim etmek, sessizliğindeki sorulara ve korkularına cevaplar bulmak... 4 duvar arasında dünyadan kopuk ama aşık olduğu adamın yanında yaşamak... Ve acı çekmek... Herşeye dayanırdı ya şu “acı” olmasa... O, “gitme” dediğinde kalmak istediğini söyleyememesi, “aşığım sana, zaten hep öyleydim” diyememesi, " En mutlu olduğu anda ölmesi lazım gelir yaşayan her organizmanın benim ki bu andır" diyememesi ruhundaki acıyı dayanılmaz hale sokmuştu. Acı çoğaldıkça ondan kaçmak için hırçınlaştı. Hırçınlaştı, kırdı, döktü, acıttı. Erkeğin acısı O’nu iterdi ya daha da acıttı. İlk gün gördüğü çaresizlik bu sefer O’na zevk vemedi. iİk günkü gibi güçlü değildi ki... ”Kal” dese ölene dek kalacak kadar aşıktı... İlk kez... İlk kez dünyevi hesaplardan kurtulmuştu. Hayatı boyunca sessiz durmaya razıydı, köle olmaya... O’nu mutlu etmek için herşeyi yapmaya hazırdı... Ama “Kal” demedi... Git bile demedi ki. . Bu daha kötüydü... ”Öylesine” ydi yaşananlar... Herşey bulutların arasında kalmıştı, aralarında dağlar yükseldi. dönüp sarılmak, "Beni gönderme" demek istedi... Ama O hiçbir zaman bu kadar güçlü olamayacaktı... Kapıyı ardından çekip çıktı. Kapı kapandığı anda dünya durdu. Dönüşü olmayan uzun bir deniz yolculuğu ardında gözyaşları bıraktı. Dönmek istedi, ağladı, yalvardı... Ama sözcükler öylesine gelişi güzel çıkıyordu ki ne demek istediğini hiçbir zaman anlatamadı... O’na bir erkek ilk kez arkasını dönmüştü ve O ilk aşık olduğu erkekti. Yüzüne kapanan kapılar canını acıttıkça O da aynını yaptı, canını yakacak bir not bırakıp çekip gitti. Dönmemek üzere çekip gitti, dönmek için kalan ömrünü verebilecekken, kapanan kapıların ağırlığı altında her geçen gün ezildi . Öylesine küçük ve yorgun kaldı ki... En gülen gözleri sessizleşti. Her gece o ilk dokunuşla yandı... Bitse de gitsek halini aldı yaşam... Kulağına geldikçe yeni tınılar, sözcüler kendini aradı bulamadı... O’nun yerini alan almış, belki de hiç yeri olmamıştı bile... Gezdiği sokaklarda gezdi, gittiği yerlere gitti, herkes O’nu kolaylıkla bulurken o hiç bulamadı ... Resimlerin ve tınıların gölgesinde yaşar oldu. Son durağı da kaçırmıştı. Çekip gitmeyi isterken, O’nla aynı şehirde olmak ve O’nu yeniden görebilme ihtimali onu bu şehre bağladı... . İLK kez bu şehir ona birşeyler ifade etmeye başladı. Avuçlarından kayıp giden, hem de kendi elleriyle uzaklaştırdığı aşkı anıp uzaktan hep O’nu izledi... Nerde, ne yapıyor... O hiç bilmedi. . Bilmeyecek... Belki bir gün alacağı bir tek beyaz gülle aşkının saflığını anlar diye bekledi... Belki bir gün... Bir tek beyaz gül... Sevdaya ve aşka dair... terkedilmişliğe dair... Yaşanamayanlara dair... İşlediği günahlara dair... Bir tek beyaz gül... .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ESRA BAYKAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |