Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Bir görüşü, eleştirmek, tartışmak, o görüşün düşmanı olmak anlamına gelmez. Nasıl ki Türkiye’nin ekonomi politikasını eleştirmek Türk düşmanlığı anlamına gelmez ise, Kant’ın görüşlerini eleştirmek Kant düşmanlığı, İsrail'i eleştirmek Yahudi düşmanlığı, Atatürk’ü eleştirmek de Atatürk düşmanlığı anlamına gelmez. Sadece putlaştırılan, tabulaştırılan inançlar, nesneler, kurumlar, kişiler eleştirilemez, dokunulamaz, tartışılamaz konumda tutulmaya çalışılır ki bu da bir türlü gelişemeyen ilkel, köleci ve feodal kalıntıları üzerinden atamayan toplumlarda görülür. Uygar toplumlarda tabular yoktur. Kuşkusuz burada bilimsel-akademik tartışma ve eleştiriden söz ediyorum, karalama, çamur atma, hakaret etme bu kapsamda değildir. Ancak, ellerinde geçerli ve yeterli kanıtı olmayanlar, savunulamayacak kadar ilkesiz ve çağdışı inançları her ne pahasına olursa olsun savunmaya çabalayanlar tartışma ve eleştiriyi “din düşmanlığı, zehir, fitne, fesat” olarak görme ve gösterme yolunu seçerler. Elştirinin amacı dindarları üzmek ya da sevindirmek değil, ancak gerçeğin, salt gerçeğin ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda amaç dinsizliği yaymak değil, dinlerin gerçek kökenini, içeriğini, kapsamını, kaynaklarını ortaya çıkartmaktır. Ancak, “Batının yaptığı keşifler aslında İslama hizmet içindir” gibi benzer söylemlerle kendi zavallılık ve ahmaklıklarını avutmaya çabalayan cahil cühela bünyeler ile tartışmanın, düşünce alış verişinde bulunmanın veya onlarla bir şeyleri paylaşmanın olanaksız olduğu da ortadadır. TEK TANRI İNANCI Milet ve İyon okulu filozofları, atomistler her şeyi oluşturan “tek bir varlık” ya da “tek Tanrı” inancına akıl, mantık ve sezgiyle ulaşmışlardı. Xenofanes (MÖ 570-475) değişmez nitelikte “tek bir Tanrı” tasarımlamış, gerçek varlığın “Bir” olduğunu ileri sürmüş ve buna “Tanrı” demiştir: Xenofanes'e göre "Her şey Birdir ve Tanrı tüm şeylerde bulunur. Değişmezdir, başlangıcı, ortası ve sonu yoktur." Parmenides tüm tanrılar ve insanların üzerinde “tek bir tanrı” olduğu sonucuna akıl ve mantıkla ulaşmış, her şeyin özünün “varlık” olduğunu ileri sürmüştür (MÖ 450). Platon için ise Tanrı düşünceydi. Demek ki, insanlık kendi aklıyla, kendi fikriyle ve sezgiyle varlığının nasıllığını ve tek Tanrı düşüncesini vahiy almadan kendi kendine keşfedebilmiştir. DİN NASIL DOĞDU? Din insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünden doğdu. İnsan doğadan hem korktu, hem de onda koruyucu güçler görmeye başladı. Doğayı, doğa olaylarını önce yüceltmeye, kutsallaştırmaya, sonra putlaştırmaya, tanrılaştırmaya başladı. Sonra her doğa olayına ayrı ayrı tanrılar atadı: Gök tanrı, yer tanrı, deniz tanrısı, rüzgar tanrısı vs... Zamanla en çok korkulan ölüm, en çok sevilen şey oldu. Çünkü insan, ruhun ölümsüz olduğuna inanmaya başladı. Ruhun ölümsüz olduğuna inanan yığınlar korkusuzca (!) birbirlerini katledip durdular. Büyücüler zamanla kahinlere, kahinler peygamberlere, peygamberler ermişlere, evliyalara, hoca efendi hazretlerine, din adamlarına dönüştü. Totemlerin, putların, heykellerin önünde eğilme, secde etme, onlara yiyecek sunma ve benzeri eylemler zamanla törensel, kutsal sunumlara, uygulamalara dönüştü. Sosyo-ekonomik yaşamın gelişmesiyle bireysel tapınma “toplu tapınma”ya dönüşerek dinler oluştu. Dinler, kabile, aşiret, derken devlet dinlerine, sosyolojik ve toplumsal bir gerçekliğe dönüştü. Dinler tarikatlaşarak siyasetin emrinde, egemen/yönetici sınıfların elinde halkı denetlemekte çok önemli bir güç haline geldi. Ya da vice versa. İbraniler Musa’dan önce totemlere, hayvanlara tapıyordu. Musa’nın peşinden gittikleri halde ilk fırsatta bir inek heykeli yapıp tapınmaya başladılar. Sünneti Mısırlılardan öğrendiler. Sünnet pagan bir uygulama. Asıl amacı temizlik. İbraniler için yenmesi “haram” sayılan hayvanların çoğu daha önceki totemistik dönemlerde kutsal kabul edilen domuz, çakal, kurt gibi hayvanlar. Yani bir şekilde kutsal hayvanlar “haram zırhı” ile avlanılmaktan korunuyorlar. Hristiyan halkların çoğu önceden putperestti. Hristiyanlar Katakomplardan çıktıktan sonra, eski Roma tapınakları, heykel ve ikonalarla dolu kiliselere dönüştü. Arap aşiretleri de İslamiyet öncesi putperestti. Kabe’yi tavaf etmek, Allah inancı, Üç Şeytan Taşlaması önceden de vardı. Totemler, putlar, heykeller, tanrılar, yarı-tanrılar ve insanları yüceltmek, kutsallaştırmak -hem dinsel, hem de siyasal alanda- bugün de hala devam etmektedir. ALLAH İNDİNDE DİN Din ekonomik ve sosyal gereksinimler sonucunda doğduğundan, din adamları da devletten para aldığından Tanrı indinde din diye bir şey olamaz. Bu nedenle “Allah indinde din, İslam’dır.” diyemeyiz. Öte yandan, eğer Tanrı indinde bir din var ise, bu dinin “tekamül etmesi” veya “evrim geçirmesi” söz konusu olamaz. Çünkü, tanrısallığın olduğu yerde “evrim” veya “tekamül” olamaz. Neden? Çünkü kutsal söz zaten olması gerekenin en mükemmeli olup değişmezdir ve ebediyen durması gerekir. Değişiyorsa tanrısal değildir. Araştırmacı yazar Cemil Sena (1894-1981) bu paradoksu çok yalın bir şekilde formüle eder: “Zamana göre yeni hükümlerin kabul edilmesini caiz gören İslam imanı, bu evrimin tanrısal olmaktan ziyade toplumsal olduğunun doğal bir itirafıdır.” der. (Hazreti Muhammet’in Felsefesi, Cemil Sena, Remzi Kitabevi, 1971, s: 187) “Hayır Allah indinde din illa ki İslam ve din de yeni hükümlerle tekamül eder” diyorsak o zaman İslam’ın tanrısı “Allah”ı genel Tanrı kavramından ayırmamız gerekir. Nasıl ki Kızılderililerin Manitu’su veya Vikinglerin Thor’u genel Tanrı kavramı dışında bir kabile ilahı ise, çünkü diğer pagan tanrılar gibi onların da zamana ve koşullara göre değişen emirleri vardır, aynı koşut mantıkla İslam’ın tanrısı “Allah” da genel tanrı kavramı dışında kalan bir klan, kabile, aşiret ilahıdır demek durumunda kalırız. TANRI BİR ÇOK ŞEYDEN MÜNEZZEHTİR Kabe konusunda Necip Fazıl Kısakürek’in şiirsel bir söylemi var: ‘‘ Kâbe, evvelâ istikametten münezzeh olan Allah’a döneceklere mahsus, yeryüzünde bir nokta. Evet; bir madde noktası üzerinde madde ötesi mânaların en azametlisini görmek isteyen, Kâbe’ye dönsün...” demiş. Peki bu söylemdeki “azametli çelişki”yi Kısakürek nasıl olmuş da görememiş? Allah istikametten münezzeh ise taş bir yapıya doğru dönerek ona tapınmaya nasıl cüret ederseniz? “Madde ötesi manaların en azametlisi” nasıl olur da insan yapımı eski bir puthane olan Kabe olur? Madde ötesi manaların en azametlisi kuşkusuz taş bir yapı değil fakat olsa olsa sonsuz kainattır. Sonsuz evren ve doğaya bakarak yüce yaratıcının görkemini görebiliriz. Kuşkusuz, Tanrı aynı zamanda çelişkiye düşmek, yalan söylemek, tutarsız olmaktan da uzak ve münezzehtir. Çünkü, tüm bunlar tanrılık ve tanrısallık ile bağdaşmayan, Tanrı’nın yapması olanaksız olan eylemlerdir. Sonsuz, ölümsüz, öncesiz ve sonrasız yüce Tanrı insanların huyuna suyuna göre, falanca ermiş kişinin yüzü suyu hürmetine, sürekli değişen kurallar koymaktan, en ilkel ibadet şekli olan güneşin hareketlerine endeksli yat kalk şekilci bir tapınmaya, taş bir yapıya dönerek önünde secde etmeye, en ilkel evlilik şekli olan çokeşliliğe, akraba evliliğine, kadınların tarla gibi görülmesine, kadınların dövülmesine, harem/selam cinsiyet ayrımı yapılmasına, kendi uğruna kan dökülmesine, savaş ganimeti olarak köle ve cariye sahibi olmaya izin veya onay vermekten münezzehtir. Vikinglerin tanrısı Odin gibi insanları savaşmaya, cihata teşvik etmekten, “kafirleri bulduğunuz yerde öldürün” diye buyruklar yağdırmaktan haydi haydi münezzehtir. Tanrı, demir zincirler ve gürzlerle insanlara eziyet edilen, bağırsakları patlatan kaynar sular, kan ve irin içilen, zakkum meyvesinin yendiği, derilerin piştikçe yenilendiği, ebedi işkence mekanları oluşturmaktan da uzaktır, münezzehtir. Aksini iddia etmek Tanrı'ya hakarettir. Hiçbir din ve inancın, “tanrılık” ve tanrısal yücelikle bağdaşmayan eylem ve söylemleri Tanrı buyruklarıymış gibi insanlara kabul ettirmeye, Tanrıyı küçük düşürmeye, aşağılamaya hakkı yoktur. İşte bu tür dinsel inançlar yüzünden bir çok insan Tanrı'dan nefret ederek ateist, tanrıtanımaz, dinsiz oluyor. MİHENK TAŞI NEDİR? Aslında, gerçek anlamda tanrıtanımaz veya dinsiz olanlar, insanları koyun sürüsü gibi gütmek, madden ve manen sömürmek ve savaşlardan savaşlara sürükleyebilmek için -Tanrı düşüncesinin ardına sığınarak- kendi kişisel inançlarını, kuruntularını, hırslarını, küçük hesaplarını, nefretlerini, hezeyanlarını hatta sapıklıklarını hiç çekinmeden ve korkmadan Tanrı’ya yükleyenler, sürü sepet hurafeyi sanki dinsel buyruklarmış gibi insanlara kabul ettirenlerdir. Tarihin başlangıcından beri bu tür insanlar ortaya çıkmış ve çıkmaktadırlar. Onurlu ve şerefli bir yaşamın nasıl olacağı, adil, dürüst, erdemli olmanın yolları, yoksulu kollama, yetime, öksüze yardım, kadınlara iyi davranma hakkında çeşitli öğretileri Türk töresinde, Buda felsefesinde de bulabiliriz. Tüm diğer dinlerde de benzer inançlar olabilir. Ama salt erdemli olmak, yoksulu kollamak, tek tanrı inancı ve dinsel kurallar yeterli ölçütler değildir. Peki nedir? Şudur: İnancımızın da, erdemle yürüyeceğimiz yolun da, pagan ve mitolojik etkenlerden, dinsel adetlerden, uygulamalardan arındırılmış olması gerekir. Yoksa tapınmaların hepsi boşa gider. Nasıl ki Tanrı putperestlere özgü eylem ve söylemlerden münezzeh ise, bizim inancımız da öyle olmalıdır. Mihenk taşı budur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |