"İçtenlik bütün dehanın kaynağıdır." -Boerne |
|
||||||||||
|
“…Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir adam. Çok uyanık, ilerisini gören bir adam. Bütün yaptığı girişimler, inkılâplar hep öyle birden bire değil, düşünüp, taşınıp, plânlayıp yapılan olaylardır. Bu konuyu işleyip yazanlar, Gazi’ nin tesadüfen Sarayburnu Gazinosu’ na bir yaz akşamı gittiğini, orada bilinen o nutku verdiğini söylüyorlar. Ama bu doğru değil. Benim incelememe göre düzen yapılmış, plânlanmış daha evvel. Sebeplerini arz edeceğim. Malzeme, düzen başarıya ulaşsın diye seçilmiştir. Malzeme nedir? Biliyorsunuz, Sarayburnu Gazinosu deniz kıyısında. Orada o günlerde bir Arap muganniyesi (şarkıcısı) var meşhur. Şarkın en büyük sanatkârı MÜNİRE EL-MEHDİYYE saz heyetiyle beraber konser veriyor. Bir de profesyonel dans orkestrası var yabancı. Ne demektir bu? Mesleklerini mükemmel icra eden adamlar demektir. Yurt dışında tutunabilmeleri için çok iyi icrâkârlar olması lâzım. Münire Mehdiyye de öyle profesyonel… Şimdi gelelim sacayağının üçüncü ayağına. Burada bir de Türk Musıkîsi Topluluğu var, ama özellikle İstanbul’ un en acemi topluluğu aranıp da bulunmuş sanki…O zamanlar da çok kuvvetli hocalar ve topluluklar varken, onlar değil de EYÜP MUSİKİ CEMİYETİ gibi acemilere yer veriliyor burada…” 1 Sayın Üngör, bu konudaki tesbitlerinin gerekçesini ve konserin arka plânını da, kendisiyle röportajı yapan Uğur İlyas Canbolat’ ın “Maksat var demekle neyi kasdediyorsunuz?Maksat ne olabilir?” sorusuna karşılık şunları söylüyor: “-Gazi’ nin oraya ânî gidişi mümkün değil. Neden derseniz önce oraya, cemiyete Halk Fırkası (CHP)ilgilileri gidiyorlar. O zaman Cemiyet’ in Başkanı Mustafa Sunar. Ona diyorlar ki, 11 Ağustos günü Sarayburnu Gazinosu’ nda Gazi Hazretleri sizin topluluğunuzun bulundurulmasını istiyor. Daha sonra bunu söylemiyor , gizliyorlar. Ama bende bu konuda mektuplar var…Oraya katılmış tek kişi halen hayatta doksan yaşına yakın EDİP SEVİŞ Konya’ da yaşıyor. Çok sene evvel onunla mektuplaştım, bu konuyu. Bana gönderdiği mektupta bu olayı anlatıyor…” 2 Bu hususta bir başka mûsıkî uzmanının değerlendirmesinde de şu tesbiti görüyoruz: “…Arapça-Farsca yazan ve konuşan bir dünyadan kopuşun sembolik bir göstergesi olan harf inkılabının yapıldığı bir toplantıda, Türk Musıkîsi’ nin (Atatürk’ ün her an meclisine âmade usta müzisyenlerce değil) amatör bir grupca sunulmasının ve yanı sıra Arapça şarkı söyleyen bir muganniyenin dinletilmesinin önceden plânlandığı anlaşılıyor. Böylece hem bu musıkînin Şark musıkîsi ailesine mensubiyetinin hatırlatılması; hem de ustalardan oluşan bir orkestranın icrası da ilâve edilerek,’Arab’ ın uyuşukluğu’ ile ‘Avrupa’ nın dinamizmi’nin karşılaştırılması düşünülmüş olmalı…” 3 Olay konserin seyri ise şöyle gelişiyor; Gazino’ da sırasıyla önce Mısırlı sanatçı Münire el-Mehdiyye çıkıyor. Ondan sonra sahneyi Batı’ lı orkestra alıyor ve dans müziği çalıyor. Sıra Eyüp Musiki Cemiyeti’ ne geldiğinde topluluk “Sultân-ı Yegâh” faslını pür amatör bir şekilde icra ediyor. Tabii ki düzenli, profesyonel bir grupla kıyaslandığında oldukça ilkel bir program ortaya çıkıyor. Disiplinsiz, derbeder, söz ve melodi parçalarında uyumsuz, belki de detone bir icra. Tabiiki eğer bu bir senaryo ise ve tabiî ki senaryoyu kaleme alanlar da oldukça mutludurlar. Zaten aynı gün Lâtin harflerinin tanıtılması ve halka anlatılması için Mustafa Kemal Sarayburnu’ ndaydı. Akşam konserden sonra ise kendi el yazısıyla ve lâtin harfleri ile hazırladığı bir metni okuması için konserde bulunan bir gence verir. Okuyamadığını görünce de yanında bulunan ve O günlerde Bolu Milletvekili olan Falih Rıfkı Atay’ a okuması için uzatır. Ana tema olarak harf inkılâbına dair uzun bir metinin son bölümü ise, o geceye ve dolayısıyla genelde müziğe, özelde ise Türk Musıkîsi’ ne aittir: “Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak Şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden(süsleyen)Münîre el-Mehdiye Hanım sanatkârlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatı üzerindeki müşâhadem şudur ki, artık bu basit musiki Türkün çok münkeşif (gelişmiş) ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. Şimdi karşıda medenî dünyanın musıkîsi de işitildi. (orkestra kasdediliyor) Bu ana kadar Türk Musıkîsi denilen terennümler karşısında kansız gibi görünen halk derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar. Şen ve şatırdırlar.Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir.Türk fıtraten şen ve şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerinin, acı felâketli neticeleri vardır. Bunun fariki olmamak (anlamamak) kabahatti. İşte Türk milleti bununla gamlandı. Fakat artık millet hatalarını tashih etmiştir. Artık müsterihtir. Artık Türk şendir. Fıtratında olduğu gibi artık Türk şendir. Çünkü ona ilişmenin haternak olduğu (gönül kırıcı) tekrara isbat istemez kanaatındadır. Bu kanaat aynı zamanda temennîdir…” 4 Bu olaydan sonra Türkiye’ de müzik konusundaki kutuplaşma en azından entelektüeller çerçevesinde “alatuka-alafranga”cılık ikilemine dönüşecektir. Tabii ki ülke şartları gereği alafrangacıların oldukça geniş,hatta istisnasız bir fikir serbestileri vardır. Buna karşı Geleneksel Musıkîyi savunmak bir tarafa onu dinlemek, hatta ona yöneltilen aşağılamaları onaylamamak bile devlet düşmanlığı ve irtica olarak değerlendirilmektedir. 1930’lara yaklaşırken Rauf Yekta Bey ve bir avuç Türk Musıkisi taraftarı, yapılan devlet destekli hücumları büyük bir enerji ve çaba ile göğüslemektedirler. “… 19 Kânun-u sânî 1928’ de yayınlanmaya başlayan Tiyatro ve Musiki dergisi, ’alaturka-alafranga’ çatışmasının başlıca yayın organlarından biri haline gelecektir…Rauf Yekta, bu bağlamda Sanayi-i Nefîse Birliği bünyesinde oluşturulan Musiki Şubesi üyelerinin alafranga yanlısı tutumlarını eleştirmektedir… 5 Her ne kadar Türkiye radyolarında Türk Musıkîsi yasağı, Atatürk’ün 1934 TBMM açış konuşmasıdan sonra, İçişleri Bakanlığı’nca başlatıldığı biliniyorsa da : “…Radyoda müzik yasaklatmanın Gazi Hazretleri’ nin şiarından olduğunu ve 1928’ de İstanbul Radyosu canlı yayınından ‘neş’et eden sesler ve öksürükler sonucu, ’bir eyyâm’ ince saz heyetinin lâğv edilip, radyoda yalnızca, halk türkülerinin çalınmasına müsaade ettiğini, Hâfız Yaşar’ın hâtıralarından öğreniyoruz…” 6 Ancak ,herhalde bu yasakta o gece Sarayburnu’nda yaşananların da büyük payı vardı. Zaten o konserden sonra Türk mûsıkîsinin radyoda icrâsının yasaklandığını, Sayın Etem Ruhi Üngör’ de bu konuda yaptığı bütün beyanlarında açık açık söylemektedir. Mustafa Kemal’ in Alman Gazeteci Emil Ludwig’ e Röportaj Veriyor 30 Kasım 1929 günü Çankaya Köşkü’nün bir ziyaretçisi vardır. Emil Ludwig isimli bu Alman Tarihçi’ dir ve “Vossiche Zeitug” adlı gazete adına Mustafa Kemal ile röportaj yapmaktadır. Konu döner dolaşır müziğe gelir. Bir ara Ludwig, Mustafa Kemal’ in düşüncelerini öğrenmek amacıyla; “Doğu ülkelerinin anlayamadığı tek bilim dalının müzik” olduğu anlamında bir cümleye karşı Mustafa Kemal ona; ”dinledikleri İstanbul mûsıkîsi’ nin değil de, Anadolu halkından duyulabilecek müziğin bizim gerçek müziğimiz olduğu” yolunda bir cevap vererek, bu sefer gazeteciye bir soru sorar: “ Batı müziği bu aşamaya gelene kadar ne kadar zaman geçmiştir?” sorusuna karşı Alman yazardan 400 sene cevabını alınca: “ Bizim onca sene bekleyecek zamanımız yok !” derken de, müzik konusunda uzun; hatta orta vâdeli bir döneme dahi tahammül edemeyeceğinin de tesbitini yapıyordu. Bu görüşmede Mustafa Kemal ayrıca, “Montesquie’ nin bir milletin mûsıkîdeki eğilimine önem verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz sözünü okudum, aynı düşüncedeyim. Bunun için mûsıkîye büyük özen göstermekte olduğumu görüyorsunuz… Bunun için Batı musıkîsi’ ni almakta olduğumuzu görüyorsunuz. Bu yolla kendi musıkîmizi geliştireceğiz…” 7 Mustafa Kemal’ in Batı Mûsıkîsi İle İlgisi Mustafa Kemal’ in Türk Musıkîsi ve Batı müziği üzerine mukayeseli yorumları Cumhuriyet’ in çok öncesine bir Osmanlı zabiti olarak 1913’de Sofya’ da Askerî Ataşe iken , yakın arkadaşı Şakir(Zümre)Bey’le birlikte izledikleri bir opera temsilinden sonra yapmaktadır: “….Burhan Arpad’ın 28 Mart 1989 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ nde yer alan yazısına göre: Opera’ dan sonra gittikleri yemekte heyecanını Şakir Zümre’ ye açıklayan Mustafa Kemal, Türklerin de Batı uygarlığı ile tanışması gerektiğini vurguluyor. İstanbul’ da derme çatma birkaç çalgıcı topluluğu dışında opera, hatta düzgün bir tiyatro bulunmamasından yakınıyordu: -Şakir, görüyor musun? Baş artistler Bulgar, orkestra ve şef Bulgar. Balkan Savaşı’ nı neden kaybettiğimizi şimdi anladın mı? Diyordu…” 8 Bu anekdotun ne kadar gerçek ve tarihi değeri bulunup bulunmadığını bilemem ama; bir savaşın kazanılıp kazanılamamasının savaşan milletlerden birinin orkestra üyelerinin milliyeti ile bağlantısının izahı mümkün olmayan bir fantezi olduğuna inanıyorum. Aslında Mustafa Kemal’ in hayatı boyunca Türk Mûsıkîsi konusunda söylediği sözler bir araya getirildiğinde, bu sözlerin pek birbirini tamamlar mahiyette olmadığı anlaşılacaktır. “…Doğrusu Mustafa Kemal’ in müzik ile söz ve demeçlerinde birbiriyle çelişen ifadelerin varlığı da bir gerçek. Çünkü, bir yandan ‘halka telkin edilecek ülküler halkın ruh ve vicdânından alınmış olmalı’ derken, öte yandan ‘burada dinletilmeye yeltenilen musıki yüz ağartıcı olmaktan uzaktır’ sözlerinin de yer aldığı Sarayburnu konuşmasında söyledikleri var... …Atatürk müzik ilişkisi üzerine yazan ve konuşan insanların her birinin Atatürk ’ü bir tarafa çekmesinin ve ileri sürdükleri görüşlerin kendi içinde tutarsılıklarla mâlul olmasının arkasındaki sebep büyük ölçüde bu olsa gerek. ’Yok Atatürk Türk müziğini severdi, yok efendim Batı müziğini severdi. Yasaklamıştı, yasaklamamıştı’ tartışmalarının hiçbir ilmî ve ciddi boyutu yok. Çünkü her şey açık ve ortada: 1925 İzmir konuşması, 1928 Sarayburnu konuşması, 1930’ da Alman Gazeteciye verdiği mülâkat ve nihayet 1934 TBMM konuşması, M. Kemal’ in gittikçe kesinleşen ve keskinleşen düşüncelerini yansıtmakta…” dır. 9 Aslında Mustafa Kemal , her ne kadar yeni devletin müziğinin Batı’ nın çok sesli müziği olmasını istiyorsa da, kendinin özel zevki gereği hiçbir zaman Tük Mûsıkîsi dışında bir tercihi olmamış, şartlar gereği, Batı müziği dinlemesi icabettiğnde de bundan pek hoşlanmadığını, davranışlarıyla açıkça ifade etmiştir. Hatta Cemal Reşit Rey , 1920’ li yılların ortasında anlattığı bir anısında, bundan yakınır ve şöyle der : “…Atatürk’ ün İzmit’ e geldiğini bu suretle öğrendik. Akşam yemeğinden hemen evvel bir zât müdürümüz Musa Süreyya Bey’ i yanına çağırttı. İlk önce alafranga bir grubun, bilâhare alaturka heyetin huzura çıkacağı bildirildi…Reşit Paşa Vapuru’ na gittik… Arkadaşlarım ve ben doğruca piyanonun yanına gittik… Müdürümüz Atatürk’ e takdim olunduktan sonra, bizleri kendisine tanıttı… CESAR FRANCK’in kentet’ ini çalmaya başladık. Baştaki ‘İNTRODUCTİON’ bitmemişti ki, Atatürk misafirleriyle sohbete dalması üzerine konserimizi kısa kesmenin münasip olduğunu hissettik. Klâsik Batı Müziğine karşı alâkasının fazla olmadığını o gün anladık…” 10 Cemal Reşit Rey, yazısının bundan sonraki bölümünde ise, Atatürk’ ün kendi özel ilgi alanı dışında olmasına rağmen, Türk mûsıkîsinin okullarda ve radyoda yasaklattığı için, kendisine minnet ve şükranlarını belirtir. Yukarda satırlarda izlenen periyod sonucu Türk Müziği artık, Tek parti yönetimi boyunca Devlet’ in kültür politikaları, bütçesi ve tüm faaliyetlerinden iyiden iyiye çıkarılacaktır. Öyle ki demokrasiye geçişte bile, politikacılar , Atatürk’ ün ilke ve inkılâplarına aykırı davranmakla suçlanma korkusundan olacak ki; bir Türk Müziği Konservatuarı açılması iznini ancak 1970’ li yılların ortalarında, o da Türk Mûsıkîsi mensuplarınının oluşturduğu büyük baskı sonucu verebilecektir. Salih Zeki Çavdaroğlu 13 Mayıs 2020 1 Etem Ruhi ÜNGÖR, Musiki İnkılâbı, Tarih ve Düşünce, Mart, 2002, sayı:2002/3, s.51,52 2 Etem Ruhi ÜNGÖR, a.g.e, s.52, 53 3 Gönül PAÇACI, Cumhuriyet’ in Sesli Serüveni, Cumhuriyet’ in Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.22 4 Atatürk’ün Türk yazı İnkılâbı Hakkında Konuşması, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, 2.baskı, s.252 5 Füsun ÜSTEL,’ 1920 li ve 30’ lu Yıllarda ‘Millî Musiki’ ve ‘Musiki İnkılâbı’, Cumhuriyet’in Sesleri, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.42 6 Ruhi AYANGİL, Cumhuriyet ve Müzik, Yeni Türkiye, Cumhuriyet özel sayısı, Eylül-Aralık, 1998, s. 2986 7 Belgelerle TÜRK TARİHİ DERGİSİ, Tarihî Araştırmalar ve Dökümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, Kasım 2001, sayı:58 8 Şefik KAHRAMANKAPTAN, İsmet İnönü ve Harika Çocuklar, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1998, s.32 9 Bayram Bİlge TOKEL, Cumhuriyet Dönemi Devlet, Aydın, Müzik İlşkilerine Genel Bir Bakış ,Yeni Türkiye, Cumhuriyet özel sayısı IV, Eylül-Aralık, 1998, s.3003 10 Cemal Reşit REY, Atatürk ve Müzik, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım 1963 https://ferahnak.wordpress.com/2020/05/13/osmanli-musikisinin-ipi-cekiliyor-sarayburnu-konseri/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |