• İzEdebiyat > Öykü > Deneysel |
101
|
|
|
|
“İnsan, yeryüzünde, sığ ve bulanık sularda yaşar. Yetileri böylesine elinden alınmış, kısılmış, minimalize edilmiş bir yaratık asla bir sanat eserinin tespitinde belirleyici rol oynayamaz. Bir eserin takdiri, insanların bayağı zevklerini uyandırıp uyandıramaması ile değil, onun bir sembole dönüşüp dönüşememesi ile ilintilidir. Bir şaheser kalabalıklara değil yalnızca tek ve üstün bir ruha hitap edebilir ki o yüzden kıymeti, dinleyici veya takipçi sürüsüyle ölçülemez. Senin bunu anlayabileceğini sanmıyorum. İlahi bir terakki ve sezgi gücüyle anlaşılabilecek başka bir atmosferdir bu.” |
|
102
|
|
|
|
Azıcık saçmalamaktan kimseye zarar gelmez. Bana da zarar vermez. Ne demiş Ludwig Wittgenstein, “Başardığın, başkalarına, senin için ifade ettiğinden daha fazla bir şey ifade edemez. Sana neye mal olmuşsa, onlar da o kadar ödeyecekler" |
|
103
|
|
|
|
-Eve akşam her zamanki saatde gittim.Villanın önüne arabayı park ederken camdan bana gülerek el salladığını gördüm. Ben de el salladım. O gün, bana karşı oldukça mültefitti. Akşam yemeğini yedikten sonra banyoya girdi. O banyoda iken sehpa üzerinde unuttuğu cep telefonunu karıştırdım. Halbuki cep telefonunu pek ortalık yerlerde bırakmazdı. Konuştuktan sonra hemen çantasına koyardı. Telefonun mesajlar kısmında içeriğinden sevgilisinden geldiği belli olan onlarca mesaj vardı. Birkaç tanesini okuyup, telefonu aldığım yere bıraktım. Oldukça sakin görünmeye çalışıyordum. O’na bir şeyler belli etmemek için çok dikkatli davranıyordum. Saçlarını da kurttuktan sonra geldi kanepede yanıma oturdu. Sağ elini omuzuma atıp sevgi dolu sözler fısıldadı. Ben de aynı şekilde mukabelede bulundum ve “Sevgilim, bu gün çok güzel, zevkli bir gece geçireceğiz. Ölünceye kadar unutamayacağın bir gece olacak inan! Bir arkadaştan oldukça güzel bir film aldım. Önce istersen filmi izleyelim. Senin de beğeneceğini umuyorum.”, dedim. |
|
104
|
|
|
|
Sadece birbirimizin gözlerine baktık. Ne müziğin sesi, ne figürlerin canlılığı, ne de rüzgâr kaçırabildi o anı. An’ı kıpırdatan bir tek yürek çarpıntısı oldu. Kalktım, kendi gözlerimden onun gözlerine yol aldım. |
|
105
|
|
|
|
- Peki, sorarım sana Manuel o konsülün diz çöküp sessizlikle dua edin demesi neyi değiştirdi bizim hayatımızda? Surların dibindeki dilencilere açlığını kuru bayat peksimetle yatıştıran, pirelide olsa soğuğu kestiği için sırtına attığı pelerinden başka giyeceği olmayan, Tanrının lütfü baharda ,yazda balıklar avlayıp aç kalmaktan kurtulanlara ne verdi? Zelyotlar kaybettiği savaş hepimizin kaybı değimliydi? Türk dostu Kantakizos bir kızını Türk ile evlendirdi öteki kızını imparatorla ve sırtını dayadı sağlam kapılara .Artık gidip manastırında otursun , artık tüm gününü dua ederek geçirsin. Kim nasıl rahatsız etsin ki onu ? İşte budur Manuel dostum geleceğe mirasımız budur: Gençliğinde her haltı ye, yaşlanınca bir manastır yap sabah akşam dua et. Homeros bile dememiş miydi? “Tanrılar bile kanarlar adaklara kurbanlara” |
|
106
|
|
|
|
ve zaman geriye akmaya başladı |
|
107
|
|
|
|
Yerinden kalkıp onun koluna girdi. Ağzındaki sigarayı saklamaya çalışan delikanlıyı dükkânın kapısından sokağa attı. Bünyamin bu işe fana bozuldu. Çuf çuf diye bağırdı. Bütün sokağı inleterek, Çuf çuf… Onlarca kez, hem de edepsiz el hareketi yaparak. "Çuf çuf işte sana Osman. Çuf çuf…"
|
|
108
|
|
|
|
Saat tam sekizde Bursa Nilüfer’deki E tipi cezaevinde beş aydır tutuklu bulunan Simitçi Nazmi gardiyanın gürültüyle açtığı demir kapıdan avluya çıkarak mahkûmları adliyeye götürecek araca bindi. Bu gün ilk duruşmasına çıkacaktı. Arkadaşlarından ödünç aldığı takım elbiseyi ve gömleğini giymiş bir de boynuna kravat bağlamıştı. Hayatında ilk kez kravat takıyordu. Ve ilk kez bu sabah kendini bu puslu aynada takım elbiseli ve boyalı ayakkabılarla görmüştü. Evlendiği, damat olduğu gün bile kravat takmamıştı. Aynaya ilk baktığında gördüğü resmin kendisi olduğuna inanamamıştı. Saat tam sekizde cezaevi aracına binip duvarların dışına çıktı. Minibüste jandarmalarla birlikte altı kişi vardı. Küçük parmaklıklı pencerelerden sokaklar, parklar ve insanlar görünmüyordu. Hiçbir şey görmese bile dışarıda olduğunu bilmek onu keyiflendirmeye yetiyordu. Savcı ve hâkimleri, mübaşirleri ya da kâtipleri düşünmek istemiyordu. Şu anda kutu gibi kapalı bir yerde olsa bile yollar arabanın tekerlekleri altından akıyordu. Köprülerden geçiyor, sokakları dolaşıyor ve trafik lambalarında duruyordu. Dışarıda olmak ne güzeldi. |
|
109
|
|
|
|
"Onlardan birisi olarak vardın.yankıların ardından geliyordun." |
|
110
|
|
|
|
Küçük Sude tren istasyonun merdivenlerinden karanlık dehlize ilerlerken artık kuşları göremediği için üzüldü. Annesi her zaman acele ettiriyordu. Ve nedense her zaman gidecekleri yere geç kalıyorlardı. Oysa serçelerin hiç acelesi yoktu. |
|
111
|
|
|
|
Sigara aslında aşıktır çakmağa . Çakmak aşık mıdır? bilinmez |
|
112
|
|
|
|
Öğretmen anlattı, anlattı, anlattı ve üzüldü. Bakışları yerdeki kilit taşlarına takılıp kaldı. Dinleyenler de üzüldü. Ve hiç kimse tek bir soru bile sormadı. Onlar suskunluk içinde kendi düşüncelerinde gezinirken dut ağacına bir sürü serçe kondu. Ortalığı gürültüye boğdular. Dallar sallandı, birkaç sarı yaprak yere düştü. Çaycı Kadir elinde bardaklarla dolu tepsiyle masaya geldi. Çay isteyen var mı abi? dedi. |
|
113
|
|
|
|
"Ruhumun buruşmuş mozaiğini çöpe attı herhangi bir peygamber sonluluğu." |
|
114
|
|
|
|
"Başını ışığa çevirdiğinde gözlerinin yandığını hissetti. Hiçbir nesne göremez olmuştu. Bir süre olduğu yerde gözlerini ovuşturdu. Yavaş yavaş puslu da olsa etrafı seçmeye başlamıştı. Oldukça ürkütücü bir manzaraydı bu. İnsanoğlu büyük ve ortak, evrensel bir trajediyi, hem de onun hiç de farkında olmadan, paylaşmak zorunda bırakılmıştı bu karanlık yerde..." |
|
115
|
|
|
|
Yürekler çok dövülmüş bir köpek yavrusu gibi. Acı ağlatmaz artık. Bütün bu düzensiz düzene bu kadar kolay alet olmak bu yüzden.Rüyalara girmiyor artık kalem satan çocuklar ya da satacak kalemi olmayanlar. |
|
116
|
|
|
|
Bazılarının kafası karışık, karışık kafalarıyla karıştırıyorlar ve gaye kafa karıştırmaksa becerdiler. |
|
117
|
|
|
|
Gün ortasında saat tam on iki de Teleferik semti üzerine Uludağ’a tırmanan çelik halatların gölgesi parkın yukarısına tırmanın yolu kalın iki çizgiyle bıçak kesiyordu. Sarhoş Hamdi birkaç gündür rakıyı bırakmış ayık geziyordu. |
|
118
|
|
|
|
Biliyor musun seni kendi yerime koyup kendi sorunlarımı çözmeye çalışmaktan da bıktım artık.
Senin bana ne kadar uzak bir kendinin olduğunu düşünsen de bana o kadar yakınsın ki.. |
|
119
|
|
|
|
İşaret parmağıyla kenarından yakaladı gözü ve cebin kumaş duvarından da destek alarak yukarı doğru itekledi. Artık göz, cepten dışarı çıkmak üzereydi. |
|
120
|
|
|
|
İçimde elektrikler kesildi sanki... |
|