|
• İzEdebiyat > Deneme > Din |
1
|
|
|
|
İslam dininin temel kaynağı olan Kur'an insanın hem bireysel hem de toplumsal yaşamında rehber olmayı amaçlar. Ancak tarih boyunca Kur'an'ın özünden uzaklaşarak hadisler ve geleneksel mezheplerin yorumlarıyla şekillenen bir anlayış, özellikle kadın-erkek ilişkilerinde derin sorunlara yol açmıştır. Bu makalede evliliklerin şirk temeline dayanması kadınların toplumsal konumu ve bu durumun doğal sonucu olarak boşanma oranlarının artması ele alınacaktır.
Kur'an eşler arasında sevgi ve merhameti Allah'ın bir ayeti olarak görür ve evliliklerin Allah rızası gözetilerek yapılmasını önerir:
> “Onda 'sükûn bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rûm 21)
Ancak hem İslam toplumlarında hem de Batı'da evliliklerin temelinde çıkar ilişkileri ve dünyevi beklentiler yer aldığında bu sevgi ve merhametin yerini çatışmalar alır. Geleneksel erkek anlayışı kadını bir hizmetçi, çocuk bakıcısı ya da yalnızca cinsel ihtiyaçların karşılanacağı bir araç olarak görmektedir. Kadın ise ekonomik özgürlüğü olmadan hayatta kalmak için erkeğe bağımlı bir yaşam sürdürmek zorunda kalmıştır. Bu durum çiftler arasındaki ilişkiyi yalnızca bir çıkar ilişkisine dönüştürür ve sevgi temelli bir birliktelik sağlanamaz. |
|
2
|
|
|
|
İslam’da helal ve haram kavramları Kur'an-ı Kerim'de belirlenmiştir. Bununla birlikte mezhepler farklı yorumlar yaparak dini hükümlere dair farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Ancak bu farklılıklar genellikle hadis ve fıkıh esaslarına dayanmakla birlikte Kur'an'ın hükmüne ters düşmektedir. Bu yazıda özellikle deniz ürünleri konusundaki mezheplerin yaklaşımlarını ve bu yaklaşımların Kur'an'ın helal kıldığı şeylerle çelişip çelişmediğini inceleyeceğiz.
Kur'an-ı Kerim’de Maide Suresi 96. ayette deniz ürünlerinin helal kılındığı açık bir şekilde belirtilmiştir:
"Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal kılındı."
Bu ayet tüm deniz ürünlerinin helal olduğuna dair bir temel kılavuz sunmaktadır. Ancak mezheplerin farklı yorumları deniz ürünlerinin helallik statüsünde bazı ayrılıklara yol açmıştır.
1. Mâlikî Mezhebi: Mâlikî mezhebi hiçbir deniz hayvanını istisna etmez ve tüm deniz hayvanlarını helal kabul eder. Bu yaklaşım Kur'an'daki açık ifadeyle uyumludur.
2. Hanbelî Mezhebi: Hanbelî mezhebi yılan balığını haram kabul ederken diğer deniz hayvanlarına yönelik daha genel bir helallik anlayışına sahiptir.
3. Şâfiî Mezhebi: Şâfiî mezhebi kurbağa, yengeç ve timsah gibi hem denizde hem karada yaşayabilen hayvanların etlerini haram kabul eder. Bu da Kur'an'a ters düşen bir yorumdur çünkü Kur'an deniz ürünlerinin helal olduğunu belirtmektedir.
4. Hanefî Mezhebi: Hanefî mezhebi balık şeklinde olmayan deniz hayvanlarını haram kabul eder. Yani midye, istiridye ve istakoz gibi hayvanların yenmesini caiz görmez. Bu da Kur'an’ın helal kıldığı şeylerle çelişmektedir çünkü ayette deniz hayvanlarının helal olduğu belirtilmiş ve bu tür sınırlamalar yapılmamıştır.
Mezheplerin bu konudaki farklılıkları çoğunlukla hadislerle temellendirilmektedir. Ancak önemli bir nokta hadislerin Kur'an ile uyumlu bir şekilde yorumlanması gerektiğidir. Aksi halde dini hükümlerde yanlış yönlendirmeler olabilir. Özellikle deniz ürünlerinin helal kılınması gibi temel bir meselede hadislerin Kur'an ile çelişmesi kabul edilemez. Çünkü Kur'an Allah’ın sözüdür ve ona aykırı bir yorum yapmak İslam’a zarar verir. Mezhepler genellikle hadisleri esas alarak bu tür hükümlere varmışlardır. Ancak bu Kur'an'ın açık hükmünü geçersiz kılmaz. |
|
3
|
|
|
|
Acı çekmek insanın en temel tecrübelerinden biridir. Ancak bu acıların kaynağı üzerine düşünmek ve bu kaynağı doğru anlamlandırmak kişinin ruhsal huzura ulaşmasında büyük bir rol oynar. Kur’an-ı Kerim insanın acılarını dindirebilecek ve ona gerçek huzuru verecek hakikati açıkça beyan eder. İnsanın huzursuzluğunun ve acılarının temel sebeplerinden biri olayların Allah’ın kontrolü dışında geliştiğini düşünmesidir. Oysa Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
> “Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez.” (Bakara 286)
Bu ayet her olayın bir hikmetle yaratıldığını ve Allah’ın insanlara kaldıramayacakları bir yük yüklemeyeceğini vurgular. Olayları Allah’tan bağımsızmış gibi değerlendirmek kişiyi huzursuzluğa ve tedirginliğe iter. Aslında içimizde akan hüzün nehrinin kaynağı çoğu zaman şirk yani Allah’a ortak koşma düşüncesidir. İnsan başkalarının gücünü ve iradesini mutlak görmeye başladığında bu durum kalbinde derin bir korku ve endişeye yol açar. Halbuki Kur’an Allah’tan başka hiçbir gücün olmadığını ve her şeyin O’nun kontrolü altında olduğunu hatırlatır: |
|
4
|
|
|
|
Müzik insanın duygularını ifade ettiği toplumsal mesajlar verdiği ve bir kültürün taşıyıcısı olduğu önemli bir sanat dalıdır. Ancak şarkı sözleri sadece eğlence aracı değildir bazen bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde inançlara, değerlere ve ahlaki prensiplere zarar verebilecek mesajlar taşıyabilir. Bu bağlamda özellikle İslam inancına sahip bireylerin dikkat etmesi gereken nokta şarkı sözlerinin içerdiği mesajların Allah’a şirk koşmaya veya O’nun ayetlerini inkâra sebep olup olmadığıdır. Nitekim Nisa Suresi 140. ayetinde Allah (c.c.), küfürle oturup kalkanların bu fiilden uzak durması gerektiğini açıkça emretmiştir.
Modern popüler müziğin önemli bir kısmı Allah’a ve yazgıya isyan eden ifadelerle doludur. Bu sözlerin merkezinde genellikle insanın Allah’tan bağımsız bir varlık olduğu ve kendi kaderini yazabileceği düşüncesi yer alır. Bazı şarkılarda ise Allah’ın isim ve sıfatlarıyla alay edilircesine aşırı benmerkezci bir hayat tarzı yüceltilir. Örneğin “Beni neden terk ettin?” veya “Hayat bana adil davranmadı” gibi sözler kadere isyanı barındıran ifadelerdir. Bu tür sözler yalnızca beşerî aşkı merkeze alır ve kişinin tüm varlığını karşı cinse bağlar. Bu durum bireyi ahireti ve Allah’ın varlığını unutmaya sevk eder. Allah’ın rahmetini, adaletini ve hikmetini eleştiren veya reddeden ifadeler içeren bu tür şarkılar dinleyenleri farkında olmadan Allah’a şirk koşmaya yaklaştırabilir.
İslam dini bireyin sadece Allah’a kulluk etmesini emreder. İnsan ne düşüncelerinde ne de eylemlerinde Allah’a ortak koşamaz. Ancak müzik gibi güçlü bir iletişim aracının etkisiyle birey farkında olmadan küfür içerikli ifadeleri benimseyebilir. Bu durum kalbi Allah’a karşı duyarsızlaştırır ve zamanla kişiyi küfre yaklaştırır. |
|
5
|
|
|
|
İnsan, hayatının her anında çeşit çeşit nimetle karşılaşır. Bu nimetler genellikle aracılar vasıtasıyla ulaştığından, insanlar bu nimetlerin kaynağını çoğu zaman aracılarda arar ve onlara şükran duyar. Oysa Kur’an, bu minnettarlığın ve şükrün yalnızca Allah’a yöneltilmesi gerektiğini öğütler. Çünkü gerçek nimet sahibi, tüm varlıkların Yaratıcısı ve Rızık Vereni olan Allah’tır. Bu bilinç, insanın imanını pekiştiren, ihlasını artıran bir anlayıştır. Kur’an’da şükretmek, nimetlerin kaynağının Allah olduğunun farkına varmak ve bu şükranı kalben ve dille Allah’a ifade etmek olarak tanımlanır. Şükretmek, yalnızca Allah’a kulluk eden bir müminin imanını gösterecek en önemli tavırlardan biridir. Bakara Suresi’nin 172. ayetinde bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
> "Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, Allah'a şükredin."
Bu ayetten anlaşıldığı gibi, Allah’a şükretmek, şirk koşmadan yalnızca Allah’a kulluk etmenin bir şartı ve göstergesidir. Yalnızca Allah’a şükreden bir insan, tüm nimetlerin Allah’tan geldiğini, her şeyin Allah’ın iradesi ve kontrolü altında olduğunu bilir. Bu bilinç, kişiyi şirkten uzaklaştırır ve katıksız bir imana yöneltir. Ancak, insanlar arasında yaygın bir yanlış anlayış, nimetlerin sebep olan kişi veya maddelere bağlanması ve onlara şükredilmesidir. Bu tutum, Kur’an’da müşriklerin temel bir özelliği olarak belirtilmiştir. |
|
6
|
|
|
|
İnsanın yaratılışı, yalnızca Allah'a kulluk ve O'na güven üzerine temellenmiştir. Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve tüm varlıkların varlığını devam ettirmesi, yalnızca O'nun dilemesine bağlıdır. Şifayı, rızkı, sevinci ve hüznü veren yalnızca Allah’tır. O’nun dışında hiçbir varlık, kendi başına bir güce, kudrete veya iradeye sahip değildir. İnsanlar, bu hakikati unutarak Allah’tan başkasına yönelip güven duyduklarında büyük bir sapkınlık olan şirk batağına düşerler. Kur'an-ı Kerim'de şirk, insanı hem dünyada hem de ahirette felakete sürükleyen en büyük günah olarak tanımlanır. Şirk, Allah’a ait olan kudret, irade ve hükümranlığı başka varlıklara atfetmek veya Allah ile birlikte başkalarına güvenmek anlamına gelir. Bu durum, insanların Allah’tan başkasından yardım dilemesi, Allah’ın dışında aracılara veya sebeplere dayanması ile ortaya çıkar. Yasin Suresi'nde bu sapkınlık şu şekilde ifade edilmiştir:
"Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir." (Yasin Suresi, 74-75)
Bu ayet, insanların kendilerine bile yardım etmeye güç yetiremeyen varlıklara bel bağlayarak nasıl bir yanılgıya düştüklerini açıkça ortaya koyar. Allah, insanların yalnızca Kendisine yönelmelerini ve yalnızca O’ndan yardım dilemelerini emretmiştir. |
|
7
|
|
|
|
İnsanlık tarihi boyunca şirk, birçok toplumun yaşam biçimi olarak varlığını sürdürmüştür. Şirk, Allah yerine sahte ilahların yüceltilmesi ve bu sahte ilahların insan yaşamında belirleyici unsurlar haline gelmesidir. Cahiliye toplumu olarak bilinen ve İslam öncesi dönemi temsil eden Mekke, bu durumun bariz bir örneğidir. Ancak İslam, bu sapkınlığı reddederek insanları tevhid inancına, yani yalnızca Allah’a iman etmeye çağırmıştır. Bu makale, şirkin ne olduğunu, insan üzerindeki etkilerini ve şirkten tevhide geçiş sürecini ele alırken, insanın bu dönüşümde neleri gözetmesi gerektiğini açıklamaktadır.
Cahiliye toplumlarında şirk, nesiller boyunca aktarılan bir kültürel mirastır. İnsanlar, yaşadıkları toplumun etkisiyle Allah’ı unutmuş ve sahte ilahlara yönelmiştir. Putlar, o dönemin insanları için ticaretin, savaşın, sevginin ve diğer dünyevi işlerin düzenleyicisi olarak kabul edilmiştir. Bu yanlış algı, insanlara normal bir yaşam biçimi gibi görünmüştür. Nitekim Kuran-ı Kerim, Mekke'nin müşriklerinin, Nebimiz Muhammed’in tek bir Allah’a iman çağrısına şaşırdıklarını ve bu çağrıyı reddettiklerini şöyle ifade eder:
"İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey." (Sad Suresi, 5)
Bu insanlar, dünyevi işlerinde bağımsız güçlere ihtiyaç duyduklarını düşünmüş, oysa bu sahte ilahların hiçbir gerçek gücü olmadığını kavrayamamışlardır. Allah, her şeyin gerçek sahibi ve düzenleyicisidir. |
|
8
|
|
|
|
İslam inancında, korku, yalnızca Allah'a yöneltilmesi gereken bir duygudur. Ancak, bu duygunun yanlış yönlendirilmesi ve Allah'tan başka varlıklara duyulması, şirke, yani Allah’a eş koşmaya yol açar. Korku, insanın tavır ve davranışlarını etkileyebilecek kadar güçlü bir duygudur. Bu nedenle, korkunun doğru bir şekilde yönlendirilmesi, iman açısından son derece önemlidir. Korkunun yöneldiği varlık, eğer Allah dışında bir şeyse, bu durum kişinin inancını tehlikeye sokar. Kuran, Allah’tan başka bir varlığa duyulan korkunun şirke, yani bir varlığın Allah ile eşit görülmesine yol açacağını vurgular. Allah’a gerçekten layık olan tek korku, O'nun gücüne, kudretine ve yüceliğine duyulan korkudur. Allah, mutlak güç sahibidir. Her şey O’nun iradesiyle var olur ve O'nun dilemesi dışında hiçbir şey gerçekleşemez. Allah, bir kimseye zarar vermek istediğinde, bu zararı engelleyecek bir güç yoktur. İşte bu yüzden, yalnızca Allah’tan korkulması gerekir. Korkuyu, Allah’tan başka bir varlığa yöneltmek, o varlığın Allah'tan bağımsız bir güç ve kudret sahibi olarak kabul edilmesi anlamına gelir. Bu, bir anlamda, o varlığı ilahlaştırmaktır. Kuran, bu durumu açıkça ifade ederek, insanların yalnızca Allah’tan korkmaları gerektiğini belirtir. Nahl Suresi'nde, Allah, "İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir İlahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun." (Nahl Suresi, 51-52) diyerek, insanların yalnızca Allah’a yönelmelerini ve O'ndan korkmalarını ister. |
|
9
|
|
|
|
İnsanlık tarihi boyunca, insanları şirke sürükleyen en temel nedenlerin başında cehalet ve samimiyetsizlik gelmektedir. İnsanın doğru imana sahip olabilmesi ve şirke sapmaması için, öncelikle doğru bilgiyle donanması, ardından bu bilgiyi samimi bir şekilde içselleştirmesi gerekmektedir. Cehalet, Kuran'da sıkça vurgulanan bir kavramdır. İnsanın doğru imanı ve doğru davranışları benimsemesi için öncelikle doğru bilgiye sahip olması gerektiği, Kuran'da açıkça belirtilmiştir. Bu bilgilerin en önemlilerinden biri, tevhid inancıdır. Tevhidin ne anlama geldiği, Allah’ın birliğinin kabulü, putların ne olduğu, şirkten kaçınmanın yolları, doğru bir imanın nasıl olması gerektiği Kuran’da detaylıca açıklanmıştır. Kuran, insanları bu bilgilere yönlendirmek ve onlara doğru yolu göstermek için gönderilmiştir. Kuran'da insanları şirkten kurtaracak bilgi, sadece yüzeysel bilgi değil, insanın kalbini etkileyen, aklını ve vicdanını harekete geçiren bir bilgidir. Eğer bir insan Kuran'ı sadece bilgi edinmek için okur ve içindeki mesajı derinlemesine anlamazsa, bu bilgi ona bir fayda sağlamayabilir. Kuran'da sürekli olarak vurgulanan şirk konusu, aslında insanların bu konuda derin bir anlayışa sahip olmaları gerektiğini gösterir. Aksi takdirde, bilgiye sahip olsalar bile, cehaletten kurtulamazlar. Örneğin, Tevbe Suresi'nde yer alan bir ayette, müşriklerin bilgisiz bir toplum oldukları ifade edilir: "Eğer müşriklerden biri, senden 'aman isterse', ona aman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır." (Tevbe Suresi, 6). Bu ayet, cehaletin şirkin temel nedenlerinden biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Şirke düşenler, doğru bilgiye sahip olmadıkları için bu sapkınlığa düşerler. Cehaletin yanı sıra, samimiyetsizlik de şirke düşüşün önemli sebeplerindendir. Bir insan, Kuran’ı okumuş ve imanı hakkında bilgi edinmiş olsa dahi, bu bilgiyi samimi bir şekilde kabul etmez veya içselleştirmezse, doğru yoldan sapabilir. Kuran, bu tür davranışları net bir şekilde eleştirmiştir. "Kitap yüklü eşekler" ifadesi, bilginin sadece bilmekten ibaret olmadığını, bu bilginin kalpte yer etmesi ve Allah korkusu ile değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Cuma Suresi’nde, "Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir" denir. |
|
10
|
|
|
|
Her mümin için iman, hayatının merkezinde yer alması gereken en temel meseledir. Ancak, iman yalnızca Allah’a inanmak değil, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan, katıksız bir bağlılıkla yönelmekle anlam kazanır. Bu bağlamda, gizli şirk, yani Allah’tan başka varlık ya da güçlere itimat etme, insanın imanını gölgeleyen en tehlikeli unsurlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetler, iman konusunun hassasiyetini ve şirkten sakınmanın önemini defaatle vurgular. Bu nedenle, her mümin bu mesele üzerinde derinlemesine düşünmeli, kendisini sorgulamalı ve kalbini yalnızca Allah’a yöneltmelidir. Katıksız iman, insanın yalnızca Allah’ı tek dost ve yardımcı olarak görmesi, tüm amellerinde sadece O’nun rızasını gözetmesi ve hayatını O’nun belirlediği kıstaslara göre düzenlemesidir. Allah’ın “Ve yalnızca Rabbine rağbet et” (İnşirah Suresi, 8) emri, bu durumu net bir şekilde açıklar. İnsan, dünyadaki tüm nimetlerin ve güçlerin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilmeli ve yalnızca O’na tevekkül etmelidir. Bu, Allah’tan başka hiçbir şeyin insan için öncelikli olmadığını kabul etmekle mümkündür. Gizli şirk, bir insanın farkında olmadan Allah’a olan imanını başka varlıkların hoşnutluğuyla karıştırmasıdır. Bu, bazen insanların rızasını kazanmaya çalışmak, bazen de kendi nefsi arzularını Allah’ın rızasının önüne koymak şeklinde tezahür eder. Kur’an-ı Kerim’de bu durum, “Gönülden katıksız bağlılar olarak O'na yönelin ve müşriklerden olmayın.” (Rum Suresi, 31) ayetiyle açıkça yasaklanmıştır. Mümin, yalnızca Allah’a dayanıp güvenmeli ve yalnızca O’ndan korkup sakınmalıdır. Allah, Kendisi’ne katıksız bir şekilde yönelenleri dosdoğru yola ileteceğini vaad ederken (Rad Suresi, 27), gizli şirkin bu yolculuğun önündeki en büyük engel olduğunu da belirtmiştir.
Allah’a rağbet etmek, insanın yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu esas amaç edinmesi ve O’na sarsılmaz bir güven duymasıdır. |
|
11
|
|
|
|
İslam, Allah’ın göndermiş olduğu kutsal kitap olan Kur'an’a dayalı bir yaşam biçimidir. Kur'an, bir Müslüman için sadece ibadetlerin yerine getirildiği bir metin değil, tüm hayatını şekillendiren, yön veren bir kitaptır. Kur'an’a sırt çeviren ve hayatında yeterince yer vermeyen bir kişi, yalnızca dini sorumluluklarını yerine getirmekle kalmaz, aynı zamanda İslam’ın özünden uzaklaşır. Bu da, doğru yolu bulamama, gerçek inancı ve ibadeti yaşamama gibi ağır sonuçlara yol açar. Kur'an’dan uzaklaşmanın, bireyler için başta şirk, nifak ve küfür olmak üzere büyük manevi tehlikeleri bulunmaktadır. Bu yazıda, Kur'an’dan uzak kalmanın bu üç olumsuz sonucunu irdeleyerek, Kur'an’a dayalı bir yaşamın gerekliliğini anlatmaya çalışacağız.
Şirk, İslam’ın en büyük günahlarından biridir ve Allah’a ortak koşmak anlamına gelir. Kur'an’a göre Allah, tevhidi esas alan bir inanç sistemine sahiptir ve bir Müslüman’ın tüm ibadetlerinde yalnızca O’na yönelmesi beklenir. Ancak, Kur'an'ı hayatında yeterince yer vermeyen ve onun hükümlerini öğrenmeyen bir kişi, farkında olmadan şirke düşebilir. Çünkü Kur'an'da Allah, insanlara doğruyu ve yanlışı açıkça belirtmiştir. Eğer bir insan bu Kitap’ı anlamadan, başkalarına kulak vererek kendi inancını şekillendirirse, Allah’a ve O’nun emirlerine iman etmek yerine, kişisel ya da toplumsal geleneklere, alışkanlıklara dayanabilir. Bu da insanı, Allah’a hiçbir şekilde ortak koşmaması gereken bir inanç sistemine sapmasına sebep olur. |
|
12
|
|
|
|
İnsanın hayatındaki en derin duygulardan biri sevgidir. Ancak, sevginin gerçek anlamını ve doğru yöneltilmesini anlayabilmek, insanın imanını pekiştiren önemli bir ilkedir. İman eden bir insan, bütün kalbiyle sevmesi ve bağlanması gereken varlığın yalnızca Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah, insanı yoktan var etmiş, ona beden, akıl, şuur ve iman gibi en değerli nimetleri bahşetmiştir. Bu nimetler, insanın hayatındaki her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. Dahası, Allah, Kendisine iman edip itaat eden kullarını dünyada ve ahirette büyük nimetlerle müjdelemektedir. Bu nimetler ise Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfudur. O halde, gerçek anlamda sevgiyi hak eden varlık yalnızca Allah’tır. Sevgi, doğasında, sevilenin üstün ve güzel özelliklerine karşı duyulan ilgi ve hayranlıkla şekillenir. Sevilen kişi de bu ilgiyi karşılıklandırarak, güçlü bir sevgi bağı oluşturur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Sevginin gerçek sahibini doğru tanımak ve ona yöneltmektir. Allah, bütün güzelliklerin ve üstün sıfatların kaynağıdır. Bu sebeple sevgi, yalnızca Allah’a duyulmalıdır. |
|
13
|
|
|
|
İnsan hayatı, büyük bir düzen ve hikmetle yaratılmıştır. Bu düzenin her ayrıntısı, Allah’ın sonsuz kudreti ve iradesinin bir tezahürüdür. İnanan bir insan, karşılaştığı her olayda bu gerçeği hatırlamalı ve hayatını bu bilinçle şekillendirmelidir. Ancak Allah’a olan bu güveni zayıflatan ve insanı tehlikeli bir duruma sürükleyen bir kavram vardır: gizli şirk. Bu yazıda, Allah’a tevekkülün önemi, gizli şirkin insan hayatındaki etkileri ve bu tehlikeden nasıl uzak durulabileceği üzerinde durulacaktır. Allah’a rağbet eden bir insan, yalnızca Allah’a güvenir. Çünkü Allah, her şeyin hakimi ve yaratıcısıdır. O’nun izni olmadan tek bir yaprak dahi düşmez. Bu bilinçle hareket eden bir mümin, başına gelen olaylarda endişeye kapılmaz, üzüntü duymaz. Hayatın her anında Rabbine olan güvenini diri tutar. Çünkü dünyadaki her olayın, her sınavın Allah’ın izniyle gerçekleştiğini bilir.
Kur’an’da bu gerçeğe şu şekilde işaret edilmektedir:
> “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şeyde sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) |
|
14
|
|
|
|
Cinler, İslam inancında Allah’ın yarattığı, insanlardan farklı bir varlık türüdür. Kuran ayetlerinde cinlerin yaratılışı, özellikleri ve insanlarla olan ilişkileri hakkında birçok bilgi verilmiştir. Cinler, insanların aksine topraktan değil, dumansız ateşten yaratıldıkları belirtilmiştir. Rahman Suresi'nin 15. ayetinde bu durum açıkça ifade edilir: "O, cinleri de dumansız ateşten yarattı." Cinler, insanlardan farklı güçlere sahip olmaları, gözle görülmemeleri gibi özellikleri nedeniyle insanlar arasında korku, hayranlık ve bazen de yanlış inançların doğmasına yol açmıştır. Bazı cahil ve zayıf karakterli insanlar, cinleri büyük bir güç olarak görüp onlardan yardım istemekte, onları Allah’tan bağımsız varlıklar gibi kabul ederek ilahlaştırmaktadırlar. Ancak bu tutum, İslam’ın temel inançlarıyla çelişir. Cinlerin Allah’a kulluk etmesi gerektiği ve onlardan herhangi bir bağımsız güç beklemenin yanlış olduğu, birçok ayetle bildirilmiştir. Kuran'da, cinlerin insanlar gibi Allah’a ibadet etmek üzere yaratıldıkları açıkça belirtilmiştir: “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56).
|
|
15
|
|
|
|
İman, Allah’a olan bağlılık ve teslimiyetin temelidir. Ancak bu bağlılık ve teslimiyetin saflığını bozan en tehlikeli unsurlardan biri gizli şirktir. Şirk, Allah'a ortak koşmak anlamına gelir ve açık ya da gizli şekilde ortaya çıkabilir. Gizli şirk, insanın farkında olmadan, bazı olayları Allah’tan bağımsız zannetmesi ya da Allah’a olan bağlılığına başka varlıkları dahil etmesidir. Bu durum, iman ile bağdaşmaz ve insanın gerçek anlamda iman etmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Kimi zaman insanlar, “Biraz şirk, biraz iman” gibi sapkın bir düşünceyle hareket edebilirler. Bu düşünce, “Allah’ın kontrolünde olan olayların yanında başka güçlerin de etkili olduğunu kabul etmekte bir sakınca yoktur” anlayışından kaynaklanır. Oysa bu, büyük bir yanılgıdır. İman, Allah’a tam bir teslimiyeti ve sadece O’na tevekkül etmeyi gerektirir. Allah, Kur’an’da birçok ayetle bu gerçeğe dikkat çekmiş ve Kendisi’ne hiçbir şekilde ortak koşulmaması gerektiğini emretmiştir.
Neml Suresi 59-64 ayetlerinde Allah, insanların düşünmesini sağlayacak şekilde şöyle buyurmuştur:
> "Dedi ki: 'Hamd Allah'ındır ve selam O'nun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı daha hayırlı yoksa onların ortak koştukları mı?'
Yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi? Ki onunla gönül alıcı bahçeler bitirdik, sizin içinse bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. |
|
16
|
|
|
|
İslam'ın temel öğretilerinden biri, yalnızca Allah'a ibadet edilmesi gerektiğidir. Ancak tarih boyunca insanlar, güç, zenginlik, iktidar gibi maddi ve manevi unsurları ilahlaştırarak şirke düşmüşlerdir. Bu makalede, Firavun'un kavminin hikayesi üzerinden güç sahibi olan kişilerin ve toplumların nasıl sahte ilahlar edindiği tartışılacak, bunun yanı sıra putlara tapınma ve bu tür tapınmanın temelleri, geçmişten günümüze benzer toplumların etkileri ele alınacaktır. Kur'an, Firavun’un kavmini, gücü ve otoritesi üzerinden bir ilahlık iddiasında bulunarak, toplumu kendisine tapan bir sürü insan haline getirmesini örnek olarak verir. Firavun, Mısır'da sahip olduğu iktidarı, sadece maddi güçle değil, aynı zamanda manevi bir otorite kurarak pekiştirmiştir. Firavun'un "Sizin en yüce Rabbiniz benim" (Naziat Suresi, 23-24) sözleri, onun kendisini Tanrı gibi ilan etmesinin en açık örneğidir |
|
17
|
|
|
|
Kur’an, insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiş bir kitaptır ve içinde her türlü hayatî meseleye dair açıklamalar barındırır. Bunlardan biri de şirk ve müşriklik konusudur. Şirk, Allah’a ortak koşmak, O'na eş tutmak anlamına gelir ve bu inanç, Allah’ın birliğine ve kudretine olan saygıyı ihlâl eder. Kur’an’da müşrikler, Allah’a inandıkları halde, kendi uydurdukları putlara, heykellere veya başka aracı varlıklara da taparak, dini bozan bir inanç yapısına sahip olarak tasvir edilirler. Kur’an’da müşrikler, genellikle bir grup olarak tanımlanır. Bu grup, Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’na ortak koşar ve kendi inanç sistemlerini buna dayandırırlar. Bir toplum kesimi olarak müşrikler, hem inançları hem de sosyal yapılarıyla birbirine benzer özellikler taşırlar. Allah’a inanmakla birlikte, onlara göre Allah’a ortak koşmanın bir sakıncası yoktur. Bu nedenle, müşriklerin dini inançları, bireysel olarak sapkın olduğu gibi, toplumsal olarak da zararlı bir etki yaratır. Müşrikler, kendi uydurdukları putları, Allah’a şefaatçi olarak kabul ederler. Yunus Suresi'nde Allah, bu inancı çürütür ve şöyle buyurur: "Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir.'" (Yunus Suresi, 18)
|
|
18
|
|
|
|
Samimiyetsizlik, insanların gerçekleri bildikleri halde, nefsani çıkarlar uğruna bu gerçeklere aykırı hareket etmeleridir. Kuran'ı hakkıyla okuyan ve akıl ile vicdana sahip bir insan, Allah'ın hoşnut olacağı tavır ve ahlak biçimini görür ve anlar. Fakat, samimi bir şekilde bu anlayışa uyan kişi, hayatını buna göre şekillendirirken, samimiyetsiz insanlar, küçük çıkarlar uğruna bildikleri doğruları terk edebilirler. Bu kişiler, nefsinin isteklerine, arzularına ve hırslarına kayarak, Allah'ın sınırlarını aşarlar, emirlerini göz ardı ederler. Dünyaya olan düşkünlükleri, ahiretlerini ise ucuz bir karşılığa satmalarına neden olur. İnsan, Allah’ın emirleri ile nefsinin istekleri arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığında, nefsine tabi olursa, nefsini Allah’a şirk koşmuş olur. Bu durumdan ancak tevbe ederek kurtulabilir. Samimiyet, yalnızca dıştan yapılan ibadetlerle ölçülmez. Bir kişi, dışarıdan bakıldığında çok ibadet eden biri gibi görünse de, bilerek Allah'ın emirlerinden birini yerine getirmiyorsa, bu kişi aslında samimiyetsiz bir tavır sergiliyor demektir. Bu samimiyetsizlik, kişinin nefsini tercih etmesi ve bile bile Allah'ın emirlerine karşı gelmesidir. Kuran'da, Allah’ın emirlerine karşı duyarsız kalmanın ve nefsani arzulara yönelmenin amelleri geçersiz kılacağı belirtilmiştir. Zümer Suresi'nde yer alan, "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." (Zümer, 65) ayeti, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir. Şirk, insanın Allah’a karşı samimiyetsizliğinin ve nefsine tapmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Samimi bir mümin, her durumda Allah’ın rızasını gözetir ve nefsinin arzularına karşı durur. Ancak müşrikler, kalben Allah’a karşı samimi olmazlar. Allah’ın emirleri yerine, kendi hevalarını ilah edinirler. Bu durum, onların şirkten kurtulmalarını engeller ve yapıp ettikleri her şeyin boşa gitmesine neden olur. Zümer Suresi'nde, "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler." (Zümer, 67) denilerek, müşriklerin Allah’ı gerektiği gibi takdir edememelerinin, onların şirke düşmelerine yol açtığı vurgulanmaktadır. |
|
19
|
|
|
|
Kur'an, insanları doğru yola yönlendirmeyi amaçlayan bir rehberdir ve insanların ruhsal yapılarındaki derinlikleri anlamak, onları doğru yolda tutabilmek için çeşitli kavramlar kullanır. Bunlardan biri de "heva"dır. Heva, Arapçada nefsin arzu ve heveslerini ifade eden bir kelimedir ve bu kavram, insanın Allah’ın emir ve yasaklarından önce, kendi arzularını ve tutkularını ilah edinmesi ile ilişkilidir. Kur'an'da, nefis ve heva üzerine yapılan vurgular, insanın içsel dünyasında bir sapkınlık oluşturabilecek tehlikeleri ve bu sapkınlığın sonuçlarını ele alır. Heva, "nefsin arzu ve hevesleri, istek ve tutkuları" olarak tanımlanabilir. Bir kişinin hevasını ilah edinmesi, yani nefsinin arzu ve isteklerini Allah’ın emir ve yasaklarından önce tutması, aslında büyük bir sapkınlık ve şirk olgusudur. İslam'da şirk, Allah'a ortak koşmak olarak tanımlanır ve bu tür bir yaklaşım, insanın gerçek değerini kaybetmesine, içsel çöküşüne neden olur. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına karşı duyarsızlaşan birey, hevasının peşinden gider ve bu, zamanla kişinin akıl ve vicdanını köreltir. Kur'an’da, Yusuf Suresi 53. ayette, "Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgedi |
|
20
|
|
|
|
Her mümin için iman, hayatının merkezinde yer alması gereken en temel meseledir. Ancak, iman yalnızca Allah’a inanmak değil, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan, katıksız bir bağlılıkla yönelmekle anlam kazanır. Bu bağlamda, gizli şirk, yani Allah’tan başka varlık ya da güçlere itimat etme, insanın imanını gölgeleyen en tehlikeli unsurlardan biridir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetler, iman konusunun hassasiyetini ve şirkten sakınmanın önemini defaatle vurgular. Bu nedenle, her mümin bu mesele üzerinde derinlemesine düşünmeli, kendisini sorgulamalı ve kalbini yalnızca Allah’a yöneltmelidir. Katıksız iman, insanın yalnızca Allah’ı tek dost ve yardımcı olarak görmesi, tüm amellerinde sadece O’nun rızasını gözetmesi ve hayatını O’nun belirlediği kıstaslara göre düzenlemesidir. Allah’ın “Ve yalnızca Rabbine rağbet et” (İnşirah Suresi, 8) emri, bu durumu net bir şekilde açıklar. İnsan, dünyadaki tüm nimetlerin ve güçlerin Allah’ın kontrolünde olduğunu bilmeli ve yalnızca O’na tevekkül etmelidir. Bu, Allah’tan başka hiçbir şeyin insan için öncelikli olmadığını kabul etmekle mümkündür. Gizli şirk, bir insanın farkında olmadan Allah’a olan imanını başka varlıkların hoşnutluğuyla karıştırmasıdır. Bu, bazen insanların rızasını kazanmaya çalışmak, bazen de kendi nefsi arzularını Allah’ın rızasının önüne koymak şeklinde tezahür eder. Kur’an-ı Kerim’de bu durum, “Gönülden katıksız bağlılar olarak O'na yönelin ve müşriklerden olmayın.” (Rum Suresi, 31) ayetiyle açıkça yasaklanmıştır. Mümin, yalnızca Allah’a dayanıp güvenmeli ve yalnızca O’ndan korkup sakınmalıdır. Allah, Kendisi’ne katıksız bir şekilde yönelenleri dosdoğru yola ileteceğini vaad ederken (Rad Suresi, 27), gizli şirkin bu yolculuğun önündeki en büyük engel olduğunu da belirtmiştir.
Allah’a rağbet etmek, insanın yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu esas amaç edinmesi ve O’na sarsılmaz bir güven duymasıdır. |
|
|
|