|
• İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu |
41
|
|
|
|
Her mahallenin bir delisi olur değil mi? Yerine göre bazan o mahalleleyi güldüren, eğlendiren, bazan da hüzünlere boğan...Tezatlıklarla dolu bu mahallenin delisi de Memo işte. |
|
42
|
|
|
|
Serkan iyi addedilen bir üniversitenin sosyal bilimlerle ilgili mezunlarının sonunun genellikle mesleksizlik olan bölümlerinden birini bitirdikten sonra; o yıllarda kendisi ile aynı durumda olan çoğu yaşıtları gibi okuduğu okulun gerektirdiği işi bulamadığından, boş durmamak için mahalle bakkalına yardım ediyordu. |
|
43
|
|
|
|
-"Be hayvan Çamur Yaşar hem çeribaşı hem de mahallenin en iyi esrar satıcısı, oğlu da mahallenin en iyi hırsızı. Bir gecede en az beş dükkan soyarmış. Daha ne istersin, parayla oynuyorlar Allahın belası. Senelerdir çalmadın çırpmadın da ne oldu sanki, mahalle de herkes zengin oldu sen ise kendini de bizi de süründürdün. Nusret abim zamanında sana söylemedi mi. Enişte midye satacağına esrar sat eroin sat dedi. Ama sen tavşan yürekliliğinden, ödlekliğinden midyeden başka hiçbir bok satmadın. |
|
44
|
|
|
|
Devamlı tartışan ve aile içi huzurun tükendiği bir aile ortamında, karı koca tartışma ve kavgalarının, çocuğa verdiği olumsuz etki, bunun takibinde, çocuğun da kendisini toplumdan soyutlaması; Sosyal Hizmetlerin imkanlarıyla söz konusu çocuğun bulunduğu zor koşullardan alınarak, aile sıcaklığının verilmeye çalışıldığı huzurlu bir ortama kavuşturulması anlatılmaktadır.
|
|
45
|
|
|
|
O aslında bunu seçmemişti.. |
|
46
|
|
|
|
Bizm köyümüz çok fakir bir köy. Arazimiz oldukça kıt |
|
47
|
|
|
|
Tatlı bir kaşıntıyla kenarda durdu ve etrafından geçen insanlara aldırmadan zevkle kaşınmaya başladı. Kaşınmak onun için artık çok sıradan bir iş olmuştu. Köpeği Karabaş geldi aklına. Karabaş da durmadan kaşınırdı. Bir deri bir kemik olmasına rağmen vücudunu taşımakta zorlanır, titreyen bacaklarıyla ayyaşlar gibi köyün tozlu yollarında, hem kaşınır, hem de yürümeye çalışırdı zavallı köpekçik… Yanından kadınlar, erkekler, çocuklar gelip geçiyordu. Denize ve bu şehre geldiği günden bu yana bakmaya doyamıyordu. Denizi ilk kez görene kadar mavinin bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti. Deniz kadar güzel kadınlar da vardı bu şehirde. Yanından geçerken erkeklerin ve kadınların kokuları yayılıyordu görünmez bir hâle halinde. Bambaşka bir dünyanın kokusunu hatta belki de cennetin kokularını sürünmüşlerdi. Geldiği köy yerinde herkes ter ve yıllanmışlık kokardı oysa. Sarışını, esmeri, kumralı, uzun boylusu, hepsi birbirinden güzeldi. Anası aklına düştü ansızın. Kara kuru, her yanı sarkmış... Yaşını hesap etmeye kalkardı ara sıra da kafaları karışırdı. Sen de yetmiş, o desin seksen… Yüreğine ince, keskin, bir acı sızı yerleşti. O ölmeseydi Musa gelir miydi bu koca şehre?
|
|
48
|
|
|
|
Darağacına salıncak kurup sallanan iki rengin hikâyesiydi aslında Yeşil ve Mavi'nin hikâyesi. Aylardan hüzün, mevsimlerden hüsran, yıllardan cereme iken başlamıştı bir gün ansızın. Rüzgâr çıkmıştı en kuvvetlisinden ki darağacının kurumuş dalarını bile bir oyana, bir bu yana savruluyordu. Kalemini kırmış hâkimin idam onayı savcının ellerinde ve savcının dilinden orada bulunan bütün herkesin kulaklarından zihinlerine iletilmiş, gözler saatlere kilitlenmiş, cellât ise şimdi denmesini heyecanla bekler gibi bekleyişlerinin doruk noktasına çıkmıştı ki rüzgâr birden kesildi, güneş battı, hava soğudu ve Yeşil kurumuş darağacında yaprak, Mavi ise yeşilin üstünde masmavi bir gökyüzü olmuştu iki küçük çocuğun salıncakta sallanması gibi sallanarak.
|
|
49
|
|
|
|
Lübnan’a asker gönderme kararının alındığı günlerdi. Dört kişiydik. Her zaman ki gibi garsondan müzik sesinin en az geldiği yerde bir masa rica ettik. Masa yanına gelindiğinde her kes Rıza’nın oturmasını bekledi. Rıza kendisine gösterildiğini sandığı saygıdan olacak herhalde, burnundan derin bir nefes çekerek başını hafifçe sağa eğdi. Sol gözünü biraz daha fazla açmış ve sol kaşını biraz da yukarı kaldırarak çevresine baktı. |
|
50
|
|
|
|
Hiç yoktan bir evladını toprağa vermesi, bir evladının da genç yaşta hapiste olması onu kahrediyordu. Ana yüreği bu olup biteni kaldıramıyor, gözyaşları sel olup akıyordu. |
|
51
|
|
|
|
Okuyun ve gerçeklere tanık olun... |
|
52
|
|
|
|
Bir kara yazıdır gençliğim
Her gün doğumunda el bağlar karaya
Tutar kızıl güneşi yelelerinden
Kor alevin yedi rengi damar damar kavursa da yüreiğini
Atar arşın gamı gasevetini kara yazıya |
|
53
|
|
|
|
Kocasının yalancı olduğunu, çocuklarını ve kendisini her gün dövdüğünü, içki ve kumar alışkanlığı nedeniyle eve ekmek getirmediğini, sürekli aç kaldıklarını, komşuların yardımı ile zar zor yaşadıklarını anlattı. Bunlarla yetinmeyip özel yaşamlarının en mahrem sırlarını, adamın erkek olarak yetersiz ve çok pis biri olduğunu, hiç banyo yapmadığını, hatta kendisini evine getirip birlikte içki içtiği arkadaşlarına peşkeş çekmeye kalktığını da söylemişti. |
|
54
|
|
|
|
Millet dedikodu yapmış, demiş ki: "Ulan sen ne biçim babasın. Beyoğlunda pavyonlarda karılarla, alemlerde taksiyi yedin bitirdin. Oğlunun geleceğini hiç düşünmedin. Kemiklerin sızlıyor mudur acaba, allahın belası lanet olası lavuk, mendebur baba demişler. Daha sonra da oğluna demişler: "Bak oğlum Salih yandın, harbiden yandın, baban Melahat'la, Mualla'yla Haticeyle paraları yedi bitirdi..Hiç bir şey kalmadı, sana da üçün biri kaldı...Oda sana yetmez, yandın oğlum yandın." İşte yandın diye diye oğluna da böylece bu meşhur lakap takılıyor...
|
|
55
|
|
|
|
Kurtuluş Savaşı yıllarının arifesiydi. Kilis’in Tilhabeş köyüne Bitlis’ten kalabalık bir Kürt aşireti geldi. Tilhabeş’in ağası Mahli Ağa’ydı. Mahli Ağa Nacar ailesindendi. Nacar ailesi bir aşiret kadar büyük olduğundan çevre köylerde de hatırı sayılır bir ağaydı Mahli Ağa.
|
|
56
|
|
|
|
Bir banka oturdu.Denize baktı.Harika,enfes,müthiş duygularını ifade edecek kelime bulamadı.Her şeyi unutmuştu.Karşı kıyıda denizin güzelliğini seyretmeye gelmiş,tekrar geri dönmemeye kararlı gibi dimdik ,kendi güzelliklerinin farkındalığını göz ardı etmeden gururla yükselen dağlar vardı.Deniz ,balık pulu gibi yayılan küçük çok küçük kıpırtılarla grinin tonlarını sergiliyordu.Çok az mavinin de etkisi görülüyordu denizin renginde.Güneş yeni batmıştı.Bir taraf hala güneşin gitmesini kabul edememiş gibi onun sarı kırmızı parıltılarını yansıtırken,diğer taraf daha koyu griye çalan rengiyle gökyüzündeki kara bulutlardan duyduğu üzüntüyü ifade ediyordu. |
|
57
|
|
|
|
Herkes birilerine ağlıyordu. Kadın yerde baygın bir halde sayıklıyordu;
”Oğlum, Halom, mum kokulu oğlum” diyordu. |
|
58
|
|
|
|
"Kışın bizim sobamız, bu hayvanlarımız işte oğul. Toplanırız çoluk çocuk, kuru ekmek soğan aşımızı yer, üstüne tas tas kar suyu içeriz. |
|
59
|
|
|
|
Beklemiyordu, böyle bir şeyi hiç beklemiyodu. Şırası mıydı şimdi?Durup dururken bu atama da neyin nesiydi? Hem de şunun şurasında okulların açılmasına iki hafta kala... Atamayı mı düşünecekti, yoksa önündeki kış kıyamette Ter-ü taze karışıyla dört yaşındaki kızını mı?
O da biliyordu, vatan toprağının her karışında görev yapmanın kutsal olduğunu; ama şimdi hazırlıklı değil di buna. Doğuya atanmasına değil, atamasının aniden ve zamansız olmasına üzülüyordu.
Genç idealist adam içini çekti.
Karısı ve kızının bu durumdan haberi yoktu. |
|
60
|
|
|
|
Kadın gülümseyerek:
‘’Meraklanma canım’’ dedi. ‘’Bana bir şeycik olmaz’’
Başını kocasının omzuna yasladı. Adam simitten büyükçe bir parça kopardı, karısına verdi. Özlemle bakıştılar.
Yaşlı adam sevinçten bir kez daha deliye döndü. Yüreği hafifledi ve bir kuş gibi havalanıverdi. Gözpınarlarına engel olmak istemedi. Ağlamaya başladı…
|
|
|
|