• İzEdebiyat > Öykü > Toplumcu |
121
|
|
|
|
Gavurdağı'nın eteğinde yer alan il ve ilçelerdeki gencecik kızların, büyük şehirlerden gelen şebeke elemanları tarafından evlenme vaadiyle kandırılarak nasıl tuzağa düşürülüp, batağa saplandıkalrı anlatılıyor.
NOT: Bu öyküm bir film yapım şirketi tarafından beğeni kabul gördü ve 2008 Ocak ayı içinde ulusal bir Tv kanalında dizi film olarak gösterime girecektir. |
|
122
|
|
|
|
“He ana sıcaktandır her hal unutmuşum billâh.”
Düğün haberine çocuklar da sevinmişti: ”Yaşasın düğün var” |
|
123
|
|
|
|
Ölüydü onlar! Bu halleriyle, ama gene de gülümsüyorlardı, ölüme. Onlar donmuş cesetleriyle „Törelere „ karşı açılan bir isyan bayrağıydılar artık...
Ve bir mutluluk tablosu okunuyordu yüzlerinde... |
|
124
|
|
|
|
HENÜZ YENİ DOĞMUŞ OĞLUNU BIRAKARAK, 1985 YILINDA ŞIRNAK'A ASKERLİK GÖREVİNİ YAPMAYA GİDEN VE BURADA ŞEHİT DÜŞEN BİR BABAYI, SENELER SONRA AYNI TOPRAKLARDA VATAN BORCUNU ÖDEMEYE GİDEN OĞLU HAKKI'NIN DA TIPKI BABASI GİBİ ŞEHİT DÜŞMESİ KONU EDİLİYOR. |
|
125
|
|
|
|
Kara Bir Gün: 7.Mart.1983 |
|
126
|
|
|
|
Okul yarı yıl tatiline girmişti. O günkü uygulamalarla MEB sekiz ay içinde öğretmen mezun edebiliyordu (hızlı eğitim). Bizim yarı yılımıza denk gelen tarih Erginler için yıl sonu oluyordu. Ergin’i Kars’taki garajlardan toz bulutu içinde yolcu ettik |
|
127
|
|
|
|
Sitenin, doğruca sahile inen dar yolun girişindeki kapısından içeri salmadıkları Kazım, güvenlikçilerin kulübesinin hemen yanındaki akasyanın, sitenin duvarından dışarı taşan gölgesine çekti üç tekeri... |
|
128
|
|
|
|
Her yer karanlık. Kör olmuş güneş. Zaman yok. Duygu yok. Bacaklarımla ellerimi karıştırıyorum. Kalbimden bedenime yayılan, hücrelerime işleyen derin bir sızı… Sızıyı anlatacak ünlemler kayıp. |
|
129
|
|
|
|
savaşlara hep son deriz peki neden son veremeyiz ne için seviyoruz bir birimizi tüketmek yok etmek içinmi ne şinolar ölsün neden canlar ölüm kendiliginden gelsin başkasından değil. |
|
130
|
|
|
|
"Paşababası, onun için bir şeyler yapamaz mıydı?’’ Mahallenin bitirim delikanlısına tutulan şımarık, hastalıklı zengin kızını oynamaktan nefret ederdi. |
|
131
|
|
132
|
|
|
|
Durdu; soluğu kesilecek gibiydi. Çevresine bakındı, yürüyüşe çıkanlar yavaş yavaş azalmış, tek tük işlerinden geç geldikleri belli bir iki kişi birbirlerinden habersiz, aynı amaçla tempolu yürüyorlar. “Bunların dertleri var mıdır? |
|
133
|
|
|
|
Devlet ihalelrinde ki ayak oyunlarında daha toydular. Pek anlamazlardı. Kredili pasta nasıl ele geçirilir, devletin malı nasıl incitmeden yenilir, kubbe nasıl habbe yapılır, deveyi hamuduyla yutmanın yolları nelerdir... Para bu! Başka şeye benzemez ki! Aşığa maşukasını unutturur. Sesi çok uzaklardan bile hoş gelir. Damarlarına kadar hissedersin. Öğrendiler... Öğrettiler! Davulcunu halinden zurnacı anlar hesabı anlaşıverdiler. |
|
134
|
|
|
|
Zabıt Katibesi Hâkimin söylediklerini yazdı ve yeni komutları beklemeye başladı. Duruşmada iki taraf vardı ve onca yılın deneyimli hakimi bu kez davalı tarafa yani adamın avukatına söz verdi. Avukat savunmasını vermek üzere hazırlanırken Hakim;
|
|
135
|
|
|
|
Zaten bu insanlar da, atalarını arada akıllarına getirirler belki ama uzun uzadıya kafa yormaz, geçmişin bir sis bulutundan öte bir şey olmadığına inanırlardı. Gelecek, kaygı barındırmayan bir kopyaydı. Sadece bir önceki güne ait bir kopya, daha öncesine değil işte. Böyle olunca da, geçmişle gelecek, daraşmalık aralıklarda bir taraftan harmanlanıp bir taraftan silikleşerek dönüşür, öz anlamlarından geriye muğlâk bir iz kalır işte. Bu insanlar tarafından, zamanla ilgili kavramlar, bir güne sığan anlarla açıklanabilirdi desek, yeri. Vadi, onların muhakeme alanlarını tek başına dolduran, içinde bulunulan andan başkasına ait olmayan yegâne yaşam merkeziydi ve öncesi-sonrası düşünülmeksizin, bu vadide hayat günübirlik yeşerirdi.
|
|
136
|
|
|
|
Köy Enstitüsünden sağlık memuru olarak mezun olduktan sonra atandığı köyde hemen göreve başladı. Köylülerin buldukları bir eve yerleşti. Köyün geniş bir bahçesi vardı. Bahçe ola bildiğince bakımsızdı. Bahçe içindeki kuyunun suyu oldukça yakındı. Kuyudaki |
|
137
|
|
|
|
Asansörde çıt bile çıkmıyordu.Yıllanmış asansörün kendi sesi zaten o kadar iğrençti ki her seferinde konuşmuş olmayı dilerlerdi.Ama bu ayin bozulursa sanki uğursuz bir şeyler olacakmış gibi kimsenin her seferinde hiç sesi çıkmazdı |
|
138
|
|
|
|
Seda ekranda akıp giden görüntü ve diyaloglara kapılarını çoktan kapatmış, yedi yıl öncesinin ışıltılı, umut dolu günlerine gitmişti. Oysa içinden yükselen derin bir hüzünden başka bir şey duyamıyordu. |
|
139
|
|
|
|
Umursamamayı, aile baskısından bunaldığı zamanlarda alışkanlık haline getirmişti. Ne zaman bir isteğine karşı çıksalar, ya da istemediği bir konu hakkında diretseler durumu kabullenmiş gibi görünürdü. Çoğu zamanda şartsız kabullenirdi de. Bu kabullenmeler |
|
140
|
|