|
• İzEdebiyat > Öykü > İronik |
121
|
|
|
|
Tamamen kurgu olup,herhangi kişi veya kurumu kastetmemektedir.
|
|
122
|
|
|
|
Tanıtımı bitiren satıcı, baba ile oğluna döndü. Satıcılara özgü bir tavırla, çocuğun başını okşadı. Aynı profesyonel tavırla, babaya sordu :
-Ordu modellerimiz bunlar. Siz hangisini isterdiniz.? Size nasıl bir ordu lazımdı acaba ?
|
|
123
|
|
|
|
Nasıl da benzedik birbirimize; boynumuz bükük, ferimiz sönük, rengimiz soluk... Geçmişi nasıl da yüklenmişiz sırtımıza; kamburumuz çıkmış, yüzümüz yere yakın, yorgun.... Direncimiz, pamuk ipliği; incelmiş iyice, koptu kopacak.
Yine de bir mucize beklentisiyle, yüreğimizde sönmeye yüztutmuş koru nasıl da üflüyoruz, tıknefes.... Yanacağımızı bile bile nasıl da atmışız kendimizi ateşe, çırpınıp duruyoruz pervane misali..
|
|
124
|
|
|
|
Örnekte sabitin bir bardak çay ile sınırlı tutulması hem problemin çözümünü kolaylaştırıcı, hem de durumu sembolleştirici bir unsurdur. Nasıl olsa söz konusu çayı içmek kimsenin hayatını değiştirecek bir hamle değildir. Bu durumda, konu üzerinde düşünmemize yardımcı olan “bir bardak çay”, hikayenin sembolojisini oluşturmakla birlikte kendisi hiç o kutunun içine girmemiş olan Schrödinger’in kedisi kıvamında bir fenomene de dönüşmektedir. Zira yakışıklı/çirkin, kafası çalışan hiçbir bey zorda kalmadıkça bu numaraya başvurmaz; ya da daha iyimser bir yaklaşımla :- başvurmamalıdır. Çaydan daha albenili, daha can alıcı bir ikramın olasılık artırmadaki rolü yadsınmamalıdır. |
|
125
|
|
126
|
|
|
|
Demir parmaklıklar arkasından öpüşmek kolay değildi. İki taraftan birinin dudağı, karşısındaki kişinin yanağı yerine soğuk demir parmaklıkları öpüyordu. Sırayla yanaklarını parmaklıklara dayamayı sonradan akıl ettiler. |
|
127
|
|
|
|
İnsanın yaradılışıyla başladı sözcüklerin gücü.Herkes dünyanın var oluşundan beri birçok şey söyledi ama herkes güzel cümleler kullanamadı bir kadına.Her kadın anlayamadı sözlerin gücünü.Bazıları çok sevdi.Hak etmediği mutluluklar yaşadı bazıları,sevda üstüne.Büyük bir çoğunluğuysa hep sevdi ama sevilmedi.
|
|
128
|
|
|
|
Ve kulakları sağır eden iki el silah sesi yayılır eve, sanki duvarlar yıkılır. |
|
129
|
|
|
|
Nerdesin yahu? Kim çağırıyor beni? Bu yalnızlıkta olsa olsa ben beni çağırırım. Nerdeee.. ile başlar bütün cümlelerim. Nerdesin o eski ben? |
|
130
|
|
|
|
"Zaman istikamet yemiş askerlere yön vermeyi akıl bile etmiyor artık." |
|
131
|
|
|
|
? Bu duman havasını bozar mı? diye dertlenirken ‘O duman senin içinde’ diyen bir ses duyarım. Kapkara dumanlar kaplar çevremi gene o karmakarışık duygular, geçmişin onlarca tozu, yanılmalar, rakamlar, aldanmalar, kelimeler birer kitap sayfası gibi açılıverir. Birde bakarım ki yalnızlık yanı başıma yerleşmiş, ayak, ayak üstüne atmış tıpkı bir erkek gibi karşımda durur, düşmanlığı dostluğu anlamayan bir sevgili gibidir o!... Çaresiz, umutsuz!... sıradan kalkarım. Tekrar geçmişin yollarındayımdır. Ama bu kez koşarak kaçarım. Denize girerim. Denizdeyimdir. Adalara doğru yüzerken adalar sanki beni karşılamak için ayağa kalkarlar, denizde adacıkları sarıp sarmalar, köpüklerde çırpıntılarıyla sonsuzlukta bir nokta gibi görünen beni okşardı. Adadan gelen sallanan ağaçların, savrulan dallarının yapraklarının çıkardığı seslere bende saçlarımı denizde çalkalayarak eşlik eder katıla, katıla bu adacıklarla birlikte gülerdim. |
|
132
|
|
|
|
Hesaba itiraz ederse yanındakilerin gözünde küçük düşeceğini sanan adamı, daha fazla kazıklamadığına pişman oldu garson. |
|
133
|
|
|
|
Cılız ışıklar ardından gelen yoğun ışıklar, aralarına girmiş karanlık bir boşluk. Deniz varsayıyorum boşluğu. Kapkara bir gece, kapkara bir deniz. Ben denizim, deniz benim, denizde bir tekneyim. |
|
134
|
|
|
|
Aniden elindeki bardağın ne kadar kirli olduğunu farketti adam, üzeride dudaklarından bulaşmış az önce yalanmış bir kaç organın doku kalıntıları , kedi kılları, üçüncü sınıf fındığın, dördüncü sınıf kırmızı şarapla karışarak oluşturduğu tatak büyüklüğünde sarılıklar ve kadehin içinde dışından daha çok bulunan parmak izleri ... hepsini bir araya getirdiğinde hayatından daha iğrenç değildi ... |
|
135
|
|
136
|
|
|
|
Şeref sinirden kıpkırmızı kesildi, fakat bir şey söylemedi.
Koridordaki ev telefonu çalmaya başladı. Birkaç gündür gece bu saatte çok telefon gelmeye başladı. Bedava mıdır ne? Sahi “akşam 7’den sabah 7’ye kadar bedava konuş” diye bir reklam duymuştum. Aramaların çok olmasının nedeni bu olmalı. |
|
137
|
|
|
|
sadece tek bir tanım.. ironik... |
|
138
|
|
|
|
herkes biraz tanrının cezası ..aklıyla nefsiyle
|
|
139
|
|
|
|
Gecenin ilerleyen saatlerinde huzursuz bir uykuya dalmışsa da, boğazını sıkan ilmek, aklını ağrıtan bir düşünce gri dumanlara sarmalanmış uykusundan etti yine onu. Önce mutfağa gitti, loş ışıkta bir bardağı her zamanki yerinden alıp yarım bardak su içti. Nicedir halkı içi hakkıyla doldurulamamış bir başarıya odaklayarak, hırs afyonuyla yaraladığını düşündüğü “Kişisel Gelişim” kitapları; bardağın dolu kısmına bakılmasını telkin etse de, o bakmaktan ziyade dolu kısmı içmenin daha makul olacağına inanlardandı. Neyse suyu içmişti işte. Ama içi serinleyemezdi elbette yarım bardak su ile. Yüzünü rahat rahat ekşitmeye bir bahane bulmak istercesine geçen gün ekşiliğinden yiyemediği mandalinalardan birine elini attı. Kabuğunu soyarken, “Soyulur muydu hayatın kabuğu, yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?” diye mırıldandı, zor da olsa gülümseyerek. Sonra mandalinanın üzerindeki ince zarları gayri ihtiyari ayıklamaya başladığını farketti. Yerken rahatsız etse de bu beyaz zarların faydalı olduğunu hatırlayıp durdu. Mandalina dilimlerinde ufak delikler açıp, damağıyla bastırarak suyunu emerken yakın zamanda aklını ağrıtan konuları irdelemeye koyuldu. |
|
140
|
|
|
|
Bir varmış bir yokmuş… Develer tellal iken, pireler berber iken… Ani bir kararla evlenmiş bir çift varmış. |
|
|
|