• İzEdebiyat > Öykü > Bireysel |
121
|
|
|
|
Kırk iki yaşında saçlarının çoğuna aklar düşmüş, on üç senelik evli, iki çocuk babasıyım. Ömrünün ikindisini yaşayan bir adamım. Ama bana sorarsanız, yirmi beşinde tanıştığım, o liseli kızlayım hala. Yoo, yoo hayır evli bir adam olarak bunları size anlatmaktan utanmıyorum. Hiç de vicdan azabı duymuyorum. Şey… Bazen, bazen işte…
|
|
122
|
|
|
|
Ne zaman karşıki pastaneden bir parça börek alsam hep akılama o gelir. Belki de yirmi yıl o küçük kentin en ünlü börekçisi oydu. Küçük, camekânlı bir arabası vardı. Üç tekerleği olduğu halde hiçbir yere gitmedi. O tekerlekler belki de cadde üzerinde on tur bile dönmedi. Beton elektrik direğine bir tekerleğinden zincirle kilitlenmiş arabası hep aynı yerde durdu. Yıllarca kavurucu güneşin, yağmurun hatta yılda birkaç kez parça parça kar yağdığı zaman bile hep oradaydı. Sanki araba direğe değil, bütün kasaba o direğe ve arabaya zincirliydi. Yerinden kıpırdasa bütün kasabanın şakülü kayacaktı. |
|
123
|
|
|
|
İşte üniversite döneminde yazdığım bir öykü; ama bana sorarsanız lisedeki öykülerim bu öykümden çok daha özgündü. |
|
124
|
|
|
|
Temmuzun ortası, tam da sıcağın her şeyi kızıştırdığı ayın tam ortası. Gece yarısının da tam ortasında buluşma kararı almıştı içindeki uhdelerle. Mutfak balkonunun kapısıyla oturduğu odanın penceresi arasında oluşan hava akımında serinlemeye çalışarak, bir yandan düşünüyor bir yandan kaşınıyordu sivrisinek ve yakarcaların ısırdığı kol ve bacakları yüzünden. Sessizliğin sesinden ilham almaya başladı, az önce arkadaki parkta gıcırdayan salıncağın sesinin dinmesiyle. Boncuk boncuk terler beliriyor anlında ve boğazındaki kuruluğu gidermek için ara ara önündeki masanın üzerine az önce dolaptan çıkardığı cam şişedeki suyu kafasına dikiyordu. Her seferinde dudağından sızan damlaları sol bileğinin üstüyle imha ediyordu klavyenin üzerine düşmesin diye. |
|
125
|
|
|
|
Yaşlı ve fotür şapkalı bir adam kasap dükkânına girdi. O sırada kendisinden önce gelmiş elli yaşlarında bir kadın köftelik kıyma çektiriyordu. Kadına hiç aldırmadan kasaba baktı. Elinde bedeni iyice incelmiş sivri bir bıçakla kırmızı etleri bölen usta “Buyur bey amca ,” dedi. “Kemik Var mı? İçinde ilik olan kalın kemiklerden istiyorum. Usta “Var Bey amca. Şu kıymayı çekeyim de bakarım.” Sonra usta kıymayı terazinin üzerinde bırakıp içerideki soğuk hava deposuna gitti. İki tane kalın kaval kemiği ile döndü. Bu kemikler büyük bir ihtimalle iri bir tosuna aitti. Elindeki satırı kemiklere yan çizgiler bırakacak şekilde vurdu. Kemik ikiye ayrılıp iliği sarkınca kıyma bekleyen kadın koşarak dükkândan çıktı. Arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. |
|
126
|
|
|
|
Tek çirkin bendim onlara göre. Bana bakan kendi çirkinliğini unutuyordu sanki. |
|
127
|
|
|
|
Bir kadını anlatmaya nereden başlanır?
Adından mı?
Sevgilinin adı...
Sevgilinin adı bir öykünün son cümlesi olur ancak. Adından sonra cümle cümleler susar çünkü!
Bir kadını anlatmaya nereden başlanır?
Korkusuz sunduğu inceliğinden tabii ki! Pürüzsüz |
|
128
|
|
|
|
Oğlu ayıp olmasın diye annesinin resmini yanımda değilde bahçedeki çöp kovasına atıp çekip gitmişti.
|
|
129
|
|
|
|
Bir yağmur düştü toprağa önce, topraktaki bitkiler çiçek açtı. Tanrı, tüm cömertliğiyle yaklaştı bize. Ve sizler büyüdünüz, bizleri her geçen gün küçülterek... |
|
130
|
|
|
|
içeride, loş ışığın altında helenistik bir heykel gibi parlayan bir manken duruyordu. nefes kesici bir güzelliği vardı. oşino dönüp, “geceyi bununla geçirmek ister misiniz?” diye sordu. bize cevap fırsatı vermeden, nazik hareketlerle elinden tuttu ve belinden kavradığı gibi mankeni dışarı çıkardı. bu nezakete, şimdilik, layıktı. |
|
131
|
|
|
|
Yaralılardan bir çoğunun kadın olduğunu öğrendiğimde düşüncelerim ya da zihinsel oyunlarım şöyle ses veriyordu:Siyasetle hiç ilgilenmezler:gerçek gözlerinin önünde olup bitenlerdir,maskeli balonun neden yapıldığını bile bilmezler. Siyaset gözle görünen bir şey değildir. |
|
132
|
|
|
|
Kapı açıldı. Kapıya ağaç yarması gibi bir adam çıktı. “Buyrun!” Rahatlıkla söyleyebilirim ki, adam, babamın tam iki misli.
|
|
133
|
|
|
|
Annemin takıntısı ise "Pekmezin nasıl içilebileceği konusunda"
Çünkü içerken yere sıçrarsa bir felaket olabileceğini düşünüyor.
Bu yüzden en son bulduğu yöntem çay bardağından höpürdetmek oldu. |
|
134
|
|
|
|
Yaşama çok şey katıyorlardı. Hoş kokulu su köpürerek burgaçlandı. Anayoldaki çığırtkanın ezgili sesi güçlenip ses yalıtımını aşmayı başarmasın mı : ‘Muslukçu!.. Muslukçu!’ İşte bu da olanaksızdı. Olanaksızdı. Olanaksızdı... |
|
135
|
|
|
|
"Nerden bilebilirsin ! Az önce satın aldım. Bir çuval pirinç. Baktım işler iyi gidiyor. Midyede sorun yok, tasalanma. Motorcuyla konuştum. Pastırma yazı bu. Uzadıkça uzadı. Sürpriz ! Sevinsene bey, küserim."
|
|
136
|
|
|
|
Seneler evindeki tiner,süt,ve mutsuzluk kokan üç odada geçer.Tiner kokanda üretir,süt kokanda öper,mutsuzlukta yatar. |
|
137
|
|
|
|
Adını bilmediğim bir sarmaşık lila renginde çiçek açmış, pencerenin bir yanından yukarıya doğru sarılıp tırmanmıştı. İçimde o tanıdık, gittiğim her yerde beni bulan o acıtan boşluk hissi; bu manzaranın içinde de yoktum...
Gitme vakti gelmişti, gitmeliyim... |
|
138
|
|
|
|
Kapı çalınca Sahra’yı öylece bırakıp kapıyı açmaya gitti. Arda okuldan izin alıp gelmişti. Faruk şaşkınlığını gizleyemedi. “Senin ne işin var bu saate?” diye sordu. Çantasını yere atıp üzerinden atlayan çocuk “ Bugün annem hastaydı. Onu merak ettiğim için erken geldim.” dedi.
|
|
139
|
|
|
|
Abi sen rahat ol, az sonra bu iş bitecek.
|
|
140
|
|
|
|
Bir gül yetiştirecektim.
Yalnız ben bilecektim.
Yalnız ben sevecektim |
|