|
• İzEdebiyat > Öykü > Anı |
501
|
|
|
|
Geçmişte kalmış bir yargılama anısı... |
|
502
|
|
|
|
Gelmiş tencere ekmeklerin hepsini tenceerinin içine doğramışlar Ata''yla.Rakıların hepsinide tencerenin içine boşaltmış. |
|
503
|
|
|
|
Ben çocukluğumun kokusunu özledim Melike. Yaşanan acılardan sıyrılmak için belki de, bir bisküviye ışıldayabilen gözlerimizi özledim, mutlu olabilmenin yalınlığını özledim.Çocukluğumun kokusuyla canımı yakan herkesi tek tek sabırla affetmeye başladım. |
|
504
|
|
|
|
Bayramın son günü madam oturmaya geldiğinde, Müslüman bayramında bayramlaşmaya gelen bir hıristiyanı sempatiyle karşılamıştık. Ne var ki, gelişinden çok geçmeden asıl niyetini ortaya koyunca, bu sempati anti sempatiyle yer değiştirivermişti. |
|
505
|
|
|
|
"Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar...
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar!.." |
|
506
|
|
|
|
“Benim içinse gelme” dedi adam.”Senin için geliyorum” dedi kadın.”Kendine kötülük etmiş olursun, çünkü görüşmeyeceğiz” dedi adam. Kadın ”onurumu ayaklar altına alıyor olsam da geliyorum” dedi. |
|
507
|
|
|
|
Vira Mavi: Çok az insan gece denize girip de deniz suyunu elleriyle okşayarak oluşan yakamozlara tanık olmuştur. Balıkçıların gece çektiği küreğin etkisiyle yakamozlar oluştuğunu biliyordum. Gece denize bakarken birtakım hareketlerin etkisiyle oluşan yakamozları gözlemlemiştim ama hiç içlerinde olmak aklıma gelmemişti. |
|
508
|
|
509
|
|
|
|
EKSİLEN BEYAZLARIM
Mutfak penceresinden yansıyan ilk sabah ışıltıları gönlümdeki mahzenlere ve d tipi katlarına inemiyor.
Her sabah birbirine benzemeyen gri tonlarla uğraşıyorum.Şizofren artçıların kasıp kavurduğu kesif
sancı rüyalardan kalkmanın yorgunluğuyla kafeine tutunuyorum.
Beyazım eksildi.Boyayacağım günün sarı oklarını,kalın fırçamın halden anlamaz rutinliğine bırakıyorum.
Benim bile tanımadığım teknikler çıkıyor sanki karşıma.Sarılarla beyazların böylesi kırılgan geçişgenliği
yani diyorum ki günün katılıklarını bu kadar kolay yenebilecek miyim gerçekten.
Renklerin de bir kişiliği vardır.Ben beyaza vurgunum.Kötü anlar siyah ve tonları ki hep derler renk değil
lekedir onlar.Sarılar ve bayazlar buluştuğu an da insandır.Beyazım ne kadar eksik işte ben o kadar
yalnızım.İşkence tezgahların bir yarı çocukluk gün o kırpık saçlı kızı unutmamalı...
Ağabeyime hakvermektir o kızı unutmamak.Annemi, beni ,körpecik gelin iken kardeşleri vurulan çocukları yakılan
Gülce bacıyı unutmamaktır.
Fakülteyi bırakıp akademiye gireceğimi söylediğim de Ağabeyim"emin misin çocuk demişti.Sanat;sen
ona samimi yaklaştıkça ,seni yaralayacak olan cefanın adıdır.Gel paşa paşa bitir şu felsefe bölümünü
dertsiz başına dert alma."Sen gittin direnişte vuruldun.Ben kırmızısı bol resimler yaptım.Sen gittin
Kumpasın tam ortasında durdun ben yıkık bina eskizleriyle oyalandım.Yalancıktan kanamak hergün
sarıyla beyazı buluşturmak Benim mânasızlığım oldu.
***
Yardımcı kadın Gülce bacı telaşla kapıyı vurdu.İçeri girer girmez teklifsiz sigara paketime yöneldi.
Yarı doğulu yarı azeri ağzıyla neden geciktiğini anlatıverdi.Ağız dolusu ve heyecanlı konuşurdu hep.
Bizim beğ hestelendi yine ayıptır demesi kaçırmış altına onunla uğraşıyerken vekitlice kelememişim.
"Olsun Gülce abla takma kafanı ben de biraz resimle uğraştım kafamı dağıtmaya çalıştım."
" Kursağına birşeyler kirebilmiş mi?"
"Kahve için seni bekledim"
"Sen ne vekit sabahın körü kahve içeyersen o vekit acılandın kahıreyledin"
"Doğru dedin Gülce abla ağabeyimiçok aradım bu sabah."
"Pek eyice adamdı o apar eylemiş bizi bu koca şehre o olamayaydı kanlıların kumpasına gideyırdık."
***
Nilüfer ağabeyinin Gülce bacıyı ilk nerede tanıdığını, kanlılarının tuzağından onları nasıl çekip aldığını
anlattığı zamanı hatırladı.
Sırtında neredeyse yarım at arabası yükü odunla iriyarı azeri bir kadının ve neredeyse kendinden ikikat iri
dört adama diklendiğini görmüş."Bu nasıl bir şeydir" diye yanlarına gitmiş.İşin aslını öğrenmeye çalışmış.
Ağabeyimin kazı yaptığı köy Gülce bacının eski köyüymüş ve kısmete bak eski köyüne tekrar gelin gelmiş.
Kanlılarının olduğu köye tekrar gelin gelmesi ise olayların başlangıcı olmuş.Huzur dirlik vermemişler.
Gencecik gelinin her fırsatta önünü kesip babamızın kan parası demişler.Anan baban kaçıp gitmiş biz senden
isteriz.Gülce"balam deyip koynumda büyüttüğüm kardaşımı şişliyerdiniz daha ne istiyersiğiiiz."
Kanlılarıysa" babo öldi senin çük kader gardaşınla bir mi adalet olmamıştır babo kanı yerlerdedir.
Burada konduğun tarlaları isteiğh..."
Gülce bacı bu gün bile her vakitte anar ve ağlar."Üç bebemi, neneyi diri diri yakırler çift
kumpastir bize tarlada kurşun sıkıyirler evde bebelerimi yakiyırler..."
Özgür ağabeyim az mı arabuluculuk etmek istemiş her defasında olur barış barış deyip sonra sinsi sinsi
kankusturmuşlar aileye.Şüpheci adamdır ağabeyim inanmamış bunlara ama şüphesini de belli etmemiş.
Bir planları olduğunu sezinlemiş ama evi üç küçük çocuğu yakabilicekleri işte bu kadarı aklına gelmemiş.
Kocasının elini ayağını bağlayıp Gülce bacıya tecavüze kalkışacakları da.Önce vızır vızır tepelerinden kurşun
lar geçmiş sonra gelip gönüllerini eğlendirmek istemişler.Çapulcu takımınada biraz para yedirince
evi yaktıracak ve suçu kabullenecek adam da buluvermişler.Şimdi de o adamlara içerde iyi bakabilmek
için Gülce bacının tarlasını ekip biçiyorlarmış.Özgür ağabeyim jandarmalarla çıkıp geldiğinde
Gülce yarı çıplakmış üstünü başını örtmeye bile çalışmadan ki Gülce bacı çok arlı bir kadındır.
Jandarmaların önüne atmış kendini."Irzıma keçtiler verin şu delikli demiri kendime kıyayım "diye
bağırıyormuş."Olanlar kâreylememiştir begime elini sunmamış bana sonrada illetleniyir kasları eriyir..."
***
Ağabeyimi işçi eylemlerine destek olduğu sırada nereden geldiği anlaşılmayan bir kurşunla uzaktan
belki nokta atışıyla kafasının arkasından vurdular.Bir akşamüzeriydi.Ayazdı beyazı az bir ayaz.
Gülce bacı çok huzursuzdu."Köynüme acılı bir sıkıntı teğende rabbım heyir eğleyende.Kumpas acısıdır bu
heyir değil heyir değil."Diyerek kendi kendine ığrandığı sırada aldım ağabeyimin ölüm haberini.Eksildim
biraz daha vurgun beyazımdan kanatılarak eksildim.Babamı hiç tanımadım annem uçak kazasında kurtulamadı
şimdi anam babam dediğim özgür'de yok.
***
"oyy könlümün incisi Nilüfer'im bilirem kardaşa yanmayı menimde kordur hardır içim.Kardaşa yanmak nedir
bilirem ama köynünü serine yazmağh zorundasan...
De hedi soğutma kehveni."
" Gülce abla"
"Söyle kelbimin çeçekcesi de hedi"
"ölen kardeşin yaç yaşındaydı."
"Bilirsen de yine sorirsen onüçündeydi.Meclis toplanmış Bekir'im kurbanlık seçilmiş.Önlerine atmışem
bedenimi yakmayın el kadar balayı o daha ana deyi yanıma sokulur da uyur keceleri.Dinletememişem
Verdiler eline delikli demiri furasan diyerler.Onu da mapus damlarında dokuz yerinden şişliyerler..."
"Gülce abla sen bir şeyler yedin mi?
"yok balam begim küsmüş dünyaya o yemir men de yiyemirem."
"Kahvaltı hazırlıyalım abla içimizin üzüntüsünü biraz alır"
"Köynün neyi çekiyır ne yemek istiyersen ."
"Ah Gülce abla anam gibi sordun öyleyse annemin yapıtığı zeytinli yufkalardan aç bana."
"Anayım ya bebelerim balalarım yakılsa da anayım elbet..."
***
Kırpık saçlı, oğlan çocuğu anam daha onaltısında işgenceden geçirilmiş.Şairliğinden başka suçu yokmuş
Sonra hukuk okumaktan vazgeçmiş.En derin beyazım benden daha çok beyaza vurgun.Elime boyalarımı ilk
veren kadın "tut şu beyazı sarılarla birlikte pırıl pırıl bir gökyüzü yap."
Ben bir gökyüzü boyadım anne bak uçakta yaptım çok uzaklara gidersen tutamam seni.
HAVVA AĞRAL
bu bir kan davası ve hasretlik doğaçlamasıdır
|
|
510
|
|
|
|
“Kaç yaşındasın?” diye sordum.
“Beş,” dedi,.
“Ama beş yaşındaki çocuklar anaokuluna gidiyor. Sen de, anaokuluna gitsen ya,” dedim.
Aklı karıştı.
“Çı-ıh!” layarak itiraz etti. “Ben okula gideceğim.” |
|
511
|
|
|
|
Bir toplum ki çocukların, yaşlıların ve zeka engellilerin büyücek bir bölümü korumasız ve korunaksız... Ne geçmişleri var, ne de gelecekleri ama, bunları olağan bakışlarla izleyen toplumun geçmişini yaşlılar, geleceğini çocuklar oluşturmuyor mu? Bir de zeka engellilerimiz var, bunlar da çokluk yazgılarıyla başbaşa!.. Etiketsiz, hiyerarşik olarak hiçbir kariyeri ve üniforması, silahı, örgütü ve örgütlenme olanağı bulunmayan bu katmanlar toplumun öp öz malıdır... Bu mala sahip çıkmayan bir toplum maddi dünyasının elden uçup gittiğinin ayırdına vardığı için olsa gerek; umudunu cinlere, okumaya-üfürmeye , taşlara, duvarlara, çula, çaputa bağlar oldu!. |
|
512
|
|
|
|
Çocukken ne zaman büyük olacağız diye düşürken, büyüğünce de keşke hep çocuk kalsaymışız dediğimiz çok olmuştur herhalde.Çocukluğun bu kadar çabuk geçtiğini düşünürsek çocuklarımızın, çocukluk etmelerine müsade edip, bu imkan nisbetin de olsa, onlara olanak sağlamalı, doğayla onları tanıştırmalı, onlara sevgi, saygı ve kibarlık kavramlarını öğretmeliyiz.Onlar bunu çocukken öğrenir, örf ve adetlerimizi bilirlerse yarınlarımızdan ne endişemiz olabilir...Mutlu, huzurlu, gülen ve güler yüzlü mutlu çocuklar, yarınların mutlu, düne dair güzel anıları olan, başarılı gençleri olarak karşımıza çıkacak ve bizleri aşacaklardır...Bütün yüzler gülsün, hiç solmasın... |
|
513
|
|
|
|
Odaya giren olmamıştı, ama ben bu kaba davranışa neden olan kişiyi tanımak için hızla kapıya yöneldim. Koridorda küçük bir kalabalık ve en önde yeni tayin olmuş albay, ardında ona yağ çeken her devrin adamı müdür yardımcımızı gördüm. Öfkeyle haykırdım:
“Ayı olsa şu kapıyı çalmadan önce bir kükrerdi yahu! Bu ne kabalık!” |
|
514
|
|
|
|
Tren garından biletimi alarak trene bindiğim ana kadar hiç kimsenin şüphelenmeyeceği biri iken, illa da üzerime şüphe çekebilmek için her şeyi yapıyordum. Birinin bana dik dik baktığı anda, aşırı bir korkaklıkla sığınacak bir kuytuluk bulana kadar arkamı dönüp hızla uzaklaşıyordum ve baktığını sandığım kişi, asıl ondan sonra dik dik bakmaya başlıyordu. Trene en arkadaki tenha vagonlara ulaşarak binmeye çabalıyordum ve görenlerde suçlu bir kaçağın algılamasını yaratıyordum. Trene binip de boş bir kompartıman bulabilme çabalarımda ise, ancak tenha bir kompartıman bulmakla yetinerek, kompartımana benden önce yerleşmiş üç kişilik bir köylü ailenin yanı başına, o ailenin bir bireyiymişim gibi algılanarak dikkat çekmeyeceğimi umarak oturmuştum. |
|
515
|
|
|
|
Baraj Yolu iki farklı dünyanın tam ortasında... Bir ekvator. Yolun bu yanı Rıza abinin dünyası öbür yan yavuklusunun. Rıza abim mahalledeki çay bahçesinin sahibi. Daha doğrusu babasından devir aldı, şimdi kendisi işletiyor. Uzun boylu, kalın kaşlı, ela gözlü bir yiğit. Saçlar daim taralı, üst dudakta Ayhan Işık vari bir bıyık artist gibi adam Rıza abim. Serde gençlik var. Başında da kavak yelleri... |
|
516
|
|
|
|
Umut ve Umut gibi yaşamak zorunda kalan sokak çocukalrının dramı anlatılmaktadır. |
|
517
|
|
|
|
Lavabo üstündeki aynada yüzümü gördüğümde, gördüğüm morarmış, kızarmış, patlamış, kanamış et parçaları sinirlerimi bozdu, başladım kikirdeyerek gülmeye. Musluğu açmış, avucumu suyla doldurarak suratıma çarpmıştım ki, bu darbeyle canım acıyınca daha çok gülmeye başladım. |
|
518
|
|
|
|
Bu gerçek bir hikaye, oğlumla aramda geçen bir diyaloğ |
|
519
|
|
520
|
|
|
|
"Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı
Binayı kurar iken gördüm Leyla'yı
Leyla başıma açtı türlü belayı"
|
|
|
|